"Yemen’in Ahir Zaman’daki özelliği elinin eyleme açık olmasıdır. Elinin açık olmasını sağlayan şeylerden biri arkasındaki halk desteğidir. Yüce Allah’ın işleri çok ilgiçtir ve dakik bir hesap kitaba dayalıdır."
Medeniyet Tarihi ve Mehdevî Devlet kitabının yazarı, İsra Sûresi’ndeki ayetlere göre “İsrail” Yahudilerinin iki merhalede yıkıma uğrayacağına ve Siyonistleri içeriden yıkılmaya sevk edenin Direniş Ekseni olduğuna inanıyor.
Tesnim Haber Ajansı’nın kültür muhabirinin bildirdiğine göre, pek çok fikir insanı İsrail’in yok edilmesinin Ahir Zaman meselesi ile çok yakından ilişkili olduğunu düşünüyor. Bu kişilere göre “İsrail” Yahudileri; Nuh, Firavun ve Lut kavminin de başlarına geldiği üzere, tüm dünyanın ekonomik, tıbbi, kültürel vs. toplumsal alanlarındaki bozguncukları yüzünden Sünnetullah’ın zalimlere biçtiği ölümcül ve azap verici kararın hedefi olacaklar.
Bu teori bir başka açıdan da şu gerçeğe dayanıyor. Direniş Cephesi ile karşısındaki Batı-İbrani ve Arap Cephesi arasında şahit olduğumuz saflaşma, Bâtıl Hareket ile Hak Hareket ya da Hizbullah ile Hizbuşşeytan arasında gerçekleşiyor ve Yüce Allah, bâtıl çizginin Hak Cephesinin hidayet ehli müminlerinin eliyle cezalandırılmasının ön şartlarını hazırlıyor.
İmam Sâdık (a.s.) Üniversitesi’nin bilimsel heyet üyesi Muhammed Hâdî Hümayun güncel olayları bu açıdan analiz eden teorisyenler arasında yer alıyor. Medeniyet Tarihi ve Mehdevi Devlet [Tarih-i Temeddün ve Mülk-i Mehdevî] kitabının müellifi olan Hümayun, Tesnim Ajansı ile gerçekleştirdiği bu ikinci röportajında, dünyadaki olayları Mehdeviyet ve Ahir Zaman bağlamında tahlil etmek gerektiğini belirtiyor. Yazar, Kur’ân ve Sünnet kaynaklı öğretiler gereğince tüm beşerî uygarlık tarihinin ilahi enbiya eksenli, ortak bir görevi üstlendiğini ve bunun da Vadedilen Kurtarıcı eliyle Ahir Zaman’daki ilahi hükümetin kurulmasından ibaret olduğunu söylüyor. Zira Tevrat ve İncil’in önemli bir bölümünün Ahir Zaman ve Vadedilen Kurtarıcı konusuna hasredildiğini ve Kur’ân-ı Kerîm’in de, son semavi kitap olarak Mehdeviyet ve Ahir Zaman hakkında gelişkin bir söylemin doğmasına yol açtığını ifade ediyor.
Mehdeviyet dünyanın en önemli meselesidir
- Dünyadaki tüm bu hadiselerin Mehdeviyet meselesi ile ne ilgisi var? Acaba İsrail’in ortadan kaldırılması ve buna ilişkin diğer olayların Zuhur hadiseleri ile bir ilgisi mevcut mu?
Tam olarak böyledir. Mehdeviyet sahasındaki sorunlarımızdan biri -elbette şu sıralar durum düzelmekte- Mehdeviyet’i, beraberindeki binlerce mesele ile Şia’nın itikadi nizamının unsurlarından biri saymamızdır. Fakat işin gerçeği bu konunun bizim en önemli meselemiz oluşudur. Yani tevhid ve namaz, ya da humus ve cihadın hikmetleri gibi usûl ve füruya ait konuları bilmemiz gerektiği gibi, tüm bunların da Mehdeviyet konusu bağlamında anlamlandırılması gerektiğini bilmeliyiz.
İsrail’in yok edilmesi Zuhur’un gerçekleşmesine yol açacak
Diğer bir açıdan Mehdeviyet tüm tarihe egemen olan büyük bir akımdır, başlangıçta vardı ve nihayete kadar sürecektir. Bu akım bizi Recat, Zuhur ve Kıyamet’e götürüyor. İçinde yer aldığımız sahnenin Mehdevî analiz olmaksızın anlaşılması mümkün de değildir. Zahirî açıdan da durum böyledir. İsrâ Sûresi’nin ilk ayetleri, İsrail’in yok edilmesi ve çöküşünün Zuhur Emrinin gerçekleşmesiyle neticeleneceğini bize açıkça gösteriyor. Bu iki hadise birbirine bağlıdır. Biz Gazze macerasının sonlanmasının ardından, İsrail’in yok edilmesiyle yüz yüze geleceğiz. İsrail’in ortadan kaldırılmasıyla da İmam Mehdî’nin zuhuruyla yüz yüze olacağız. Bu dediğim şey Zuhur için zaman tayin etmek manasına gelmez, bunlar arasındaki nedensel ilişkiden söz ediyorum. Peygamberlerin uğruna binlerce yıl savaştığı ve uğrunda şehid düştükleri bu arzu ve hedef gerçekleşme yolundadır. Müminler ve mücahitler bunun gerçekleşmesi için ayağa kalkmış durumdalar. Zuhur’u bu asırda kendi gözlerimizle görmeyi ümit ediyorum. Dönemimiz; Kur’ânî, rivâyî ve Ahir Zaman’la ilgili analizlerin sunumu için güzel bir dönemdir. Çünkü sahne, bu hakikatlerin zuhur sahnesidir.
- Konunun hassasiyeti açısından, bu eskatolojik yaklaşım için başka hangi delilleri gösterebiliriz?
Biz insanlar, özellikle de Ahir Zaman sahnesindekiler bir kavisle karşı karşıyayız. Bu kavis aşağıdan başlıyor, en yüksek haddine ulaşıyor ve aynı şekilde aşağıya iniyor. Bu eğrinin alttaki iki tarafını iki grup oluşturuyor:
Ahir Zaman’ı ve tarihi tanıyan müminler; Hizbullah ve Hizbuşşeytan arasındaki çatışma sahnesinden haberdar olup bu yönde gayret gösteren ve nihai zaferin Hizbullah’a ait olduğunu bilenler. Öbür tayfın başında Hizbuşşeytan adında küçük bir grup var ve bunlar da Hizbullah gibi sahnenin, olan bitenin farkındalar. Bunlar bilerek bâtılın ve doğrudan Şeytan’ın hizmetinde kıyam ediyorlar. Tarihteki asıl kavga bu olagelmiştir ve bunun zirvesi de Ahir Zaman’da, bu iki grup arasındadır. Bunların arasında ise gerçekten de hakkı talep edip bâtıldan nefret etmekle birlikte, bâtılın kendisini “demokrasi”, “özgürlük” gibi kavramlarla süslemesi yüzünden aldanan ve bâtılı hak zanneden geniş bir insan topluluğu yer alıyor.
Dünya sahnesi hak ve bâtılın birbirinden iyice ayrılacağı bir yöne doğru ilerliyor
Ahir Zaman sahnesi tayfın iki tarafının iyice aydınlandığı ve tanınmasının kolaylaştığı bir sahnedir. Siyonist rejime ve uyguladığı vahşete bir bakın! Sahne tamamen aydınlanmak üzeredir. Zâhir olup zuhura ulaşan bu sahne, ortadaki bu topluluğu taraf seçmek zorunda bırakacak. Tarihte Zuhur gibi birkaç dönüm noktası mevcuttur. Bunlardan biri Aşura’dır. O hadisede sahne tamamen aydınlanmış ve hak ve bâtıl karşı karşıya gelmişti. Hiçkimsenin ben arada kaldım diyebilecek durumu yoktu. İmam Hüseyin (a.s.) Abdullah b. Hürr Cu’fî’ye “Eğer bize yardım etmeyeceksen git, bu sahrada durma! Biri benim sesimi duyar da bana yardım etmezse yeri cehennemdir!” demişti. Sahne “Ey mücrimler, bugün birbirinizden ayrılın!” (Yâsîn, 59) sahnesidir. Hak, bâtıldan ayrılmaktadır. Yüce Allah bâtılı işte böyle bir yerde topluyor. “Ta ki, Allah pisi temizden ayırsın, pisleri üst üste koyup hepsini bir araya toplasın, sonra da cehenneme atsın.” (Enfâl, 37) Tanık olduğumuz sahne buna çok yakınmış gibi görünüyor. Ortada duran şaşırmış kişiler hak ve bâtılın açığa çıkmasıyla doğal olarak hakkı seçiyorlar, çünkü en baştan beri, teşhisinde hata etmekle birlikte zaten hakkı talep ediyorlardı. “İnsanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğün zaman…” (Nasr, 2) Yani bir gün gelecek tüm insanlar büyük kitleler halinde Allah’ın dinine girecekler. Bu ayet hakkındaki rivayetlere baktığımızda bunun tam tahakkukunun Ahir Zaman’da olduğunu görüyoruz. Ahir Zaman böyle bir sahnedir ve biz böylesi bir ayrımla karşı karşıyayız. Bâtıl, tarih boyunca, kalıcı olmak için kendisini hak ile örtmüş ve kendisini bir şekilde hak olarak sunmuştur. İşte yavaş yavaş hakkın bâtıldan tamamen ayrılacağı noktaya doğru ilerliyoruz.
Hatırlıyorum, çok uzun yıllar önce lisedeyken bir öğretmenimiz vardı ve bize sürekli Yahudi kavminin mazlumiyetinden dem vurur, yurtlarından sürüldüklerinden vs. söz ederdi. 40 küsür yıl önceki bu tasvirden bugüne nasıl bir yol katettik ki şimdilerde sadece bizde değil tüm dünyada, Siyonist rejim aleyhinde gösteri yapılıyor. Siyonistler aleyhinde uluslararası mahkemeye şikayette bulunuyorlar. Çünkü onlar için sahne tamamen aydınlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika, propaganda gücü ile tüm dünyanın kurtarıcısı olarak algılanır olmuştu. Bugün ona “Büyük Şeytan” diyoruz. Ne kadar değiştik? Hangi sahnelere tanık olduk? Bu bir zuhur sahnesidir. Hak ve bâtıl zâhir olmaktadır yani. Bu durum insanlığın hareketinin genel kuralına tâbidir. Biz bazı duraklar ve konumlarda vazifemizi belirlemek zorunda kalıyoruz. Hak ve bâtıl artık apaçıktır. Siz hangi taraftasınız? Bu yapılabilecek kapsamlı bir tahlildir. Buna göre artık, “İki din birbiriyle savaşıyor, biz ne yapalım?” dememelisiniz. Macera, Hizbullah ve Hizbuşşeytan arasındadır ve evet, Hizbuşşeytan tüm tarihi boyunca dinleri sömürmüştür fakat bu suistimal artık son bulmakta ve insanlar bölük bölük Allah’ın dinine girmektedir. Bu durumun tüm dünya ölçeğinde gerçekleştiğine artık bizzat tanık oluyoruz.
Filistin tüm dünya irtibat ve propagandasının dört yol ağzı ve merkezidir
- Soru burada işte. Acaba Filistin’in özel bir konumu var mı yoksa burası öylesine, tesadüfi ve uzlaşımsal bir mıntıka mı? Yani galip gelen her grup bu coğrafi konumu elde etmek zorunda mıdır? Rivayette de İblis’in başının Beytü’l-Mukaddes’teki Kubbetü’s-Sahra’da kesileceği geçiyor.
İşaret ettiğimiz üzere olay Allah’ın, üç dinin Ahir Zaman’da birbiriyle savaşacağı bir yeri önceden belirlemesi şeklinde değildir. Filistin’in coğrafi bir özelliği vardır. Bu önemli coğrafya kendisi için önemli bir tarih icad etmiştir ve bu tarih, mezkur coğrafyanın hem dinlerin hem de Hizbuşşeytan’ın odak noktası olmasına yol açmıştır. Bu özellik Filistin’in coğrafi açıdan dünyanın dört yol ağzında yer almasıdır. Benim tabirimle pazarın dört tarafının başındadır. Üç kıtanın birleşme noktasıdır. En doğudan başladığınızda Asya kıtası batıdaki son ucuna, Akdeniz kıyılarına, Kudüs ve Filistin’e bağlanmaktadır. Oradan aşağıya indiğinizde Gazze’ye, sonra Sina sahrasına, ardından da Mısır ve Afrika’ya varırsınız. Akdeniz’den gittiğinizde Avrupa’ya ulaşırsınız. Yani dünyanın üç temel kıtası bu noktada birbirine kavuşmaktadır. Bu coğrafya ne zaman asıl önemini kazanmıştır peki? Hz. İbrahim’in hicretiyle. Bizim hayatımızın başlangıcı Irak’tadır. Her şey oradan başladı. Her ne kadar hubûtumuz [yeryüzüne iniş] Mekke’ye idiyse ve sonrasında Irak’a dönmüşsek de… İki nehrin arası, Kufe ve Irak meselesi önemlidir.
Hz. İbrahim’in hayatındaki bir dönemde dinî davetin zayıf olduğu anlaşılıyor. Hz. İbrahim tüm bu davetinin sonrasında ve ateşin gülistan haline gelmesinin ardından… “Ve ona Lut iman etti.” (Ankebut, 26) Bu nedenle Yüce Allah bu çok önemli mekana hicret etme emri veriyor. Kufe’yi dünya uygarlığının merkezi sayarsanız, burası da dünyanın irtibat ve tebliğ merkezidir. Bir mal satmak isteyen herkes buradan başlıyor. Tacir olan Fenikeliler de buralıydı. Bugün de en büyük tüccarlarımız Lübnanlıdır. Lübnan’daki en büyük meslek grubunu hâlâ ticaret ehli oluşturuyor. Çünkü dünya pazarının dört yol ağzı burasıdır. Burada en kaliteli mallar satılır.
Peki en değerli davet tevhid çağrısı olduğunda ne olur? Hz. İbrahim feryadını yükseltmek istediğinde nereye gitmeliydi? Tabii ki Filistin’e. Bu mekân bugün de bu özelliğe sahiptir. Bizim tasavvurumuz şu şekilde; Ahir Zaman’a yaklaştık ve Batı uygarlığında gerçekleşen tüm bu dönüşümlerin sonucunda artık coğrafyanın bizim için bir önemi kalmadı, sanal ortamda bu işleri hallediyoruz. Hayır, böyle değil! Son birkaç sene içerisinde büyük hadiseler gerçekleşti. Pek çok ölüm, öldürme vuku buldu. Niye bunlardan hiçbiri Filistin gibi küreselleşemedi? İşte bu nedenden dolayı. İmam Mehdî’nin zuhurunun (ferec) esrarlı kilidi olan Filistin meselesi bu meseleyi küresel kılacak kapasiteyi haizdir. Bugün gördüğünüz üzere bu konu Müslümanlara özgü de değildir, gayrimüslimler ve tüm dünya halkları bu konuyu anlıyorlar. “İnsanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde…” Bu ayeti doğrulayan delil, bu sahnenin çok önemli oluşudur. Bosna Savaşı’nda, Irak saldırısında bunu anlamadılar. Bu coğrafyanın öneminden dolayıdır ki Hizbuşşeytan bile tüm tarih boyunca buraya gözünü dikmiştir. Basel Kongresi’nde bunların gidip burayı seçmeleri çok akıllıca, bilerek yapılan bir işti. Bu coğrafi ve tarihî önemin üst üste çakışması, Ahir Zaman konusunda tayin edicidir.
İsrail’in yok oluşu kesindir
- İçinde bulunduğumuz bugünlerde İsrail’in ortadan kaldırılması konusu yeniden canlandı. Özellikle de İnkılâb Rehberi’nin İsrail’in yok oluşu yakındır buyurmasından sonra… Son birkaç yıldır bu maceranın gerçekleşmesine adım adım tanık oluyoruz. Hem biz hem de düşmanlarımız için bu öngörünün nasıl bir önem arz ettiği hakkında ne diyebiliriz?
Bu konu ilk günden beri ciddi idi. “Bâtıl yok olup gidicidir.” (İsra, 81) Bâtılın fazla bir gücü yoktur. Yüce Allah âlemde öyle bir mekanizma var etmiş ki bâtıl, sadece kendini hak ile karıştırdığı ve kendisini açıkça göstermediği zaman bazı geçici zaferler elde edebiliyor. Bu zâhirî zaferleri kendisini hak ile süslemesi sayesindedir. Fakat güç elde edip kendisini açıkça izhar etmek istediğinde küçük bir grup olan bâtıl ehlinden başka taraftar bulamıyor. Yoksa halk bâtılın peşine düşmez. Bu nedenle de bâtıl yere serilmeye mahkumdur.
Kendine İsrail adını veren ve İsrailoğlunun mirasından yararlanmak isteyen Siyonist rejimin yok olmaktan başka bir kaderi yoktur. İnkılâb Rehberi’nin bu gâsıp ve uyduruk rejimin gelecekte yok olacağı analizinde bulunması da ilahi sünnetlere [yasalara] dayalıdır. Tüm veri ve istatistikleri yan yana koyup tahilde bulunmanıza gerek yok. Elbette bu iş de bizi aynı yok oluş noktasına getiriyor. Sünnetullaha göre bu rejim gidicidir. Peki ne zaman? Kendi zuhurunun zirvesine ulaştığında. Şimdi zuhurunun zirvesindedir. Fesadı en üst seviyeye varmıştır. Günde yüzlerce insanı öldürmek çok olağanüstü bir durumdur. Deyr Yasin katliamı tarihte bir kez gerçekleşti. Şimdi yüz küsür gündür her gün bir Deyr Yasin katliamına tanık oluyoruz. Bu İsrail’in habisliğinin zirvesi değil mi? Öyleyse İsrail’in sonu kesindir.
İnkılâb Rehberi’nin “25 sene sonrasını görmeyeceksiniz” demesi nedeniyle “bunlara 25 yılın garantisi verildi” şeklinde düşünmek doğru değildir. Bu sözün bir bağlamı var. Onlar “Nükleer anlaşma sayesinde 25 yıl daha İran’dan yana kafamız rahat” dediklerinde İmam Hamenei de “25 yıl sonrasını göremeyeceksiniz!” buyurdular. Karşılarında Hak Hareketi olduğu için çırpınıyorlar ve çırpındıkça da daha derine batıyorlar. Bölgede var edilen bu direniş onların yok ediliş sebebi oluyor.
- İsrail’in yıkılışı bağlamında İsrâ Sûresi’ndeki ayetlere atıfta bulundunuz. Bu konuyu biraz daha açıklayabilir misiniz?
İsrâ Sûresi’nin ilk ayetlerinden anlıyoruz ki yeryüzünde iki kez bozgunculuk yapıyor ve her ikisinde de yenilgiye uğruyorlar. Bunlardan biri bizi Zuhur Hareketine bağlıyor, diğeri ise Zuhur sonrasındadır. Onlar Zuhur zamanına kadar (4.den 8.ye kadarki ayetler gereğince)[1] bir devlet kuruyorlar, fakat onların devleti birinci mağlubiyet esnasında yok oluyor. İkinci yok oluş için onlardan geriye kalacak olan sadece hizipleridir, bizim Dünya Yahudi Partisi dediğimiz gizli teşkilatları yani. Elbette başta bunların Hz. Musa’nın dinini suistimal ettiklerinden söz ettik, yoksa ortada bir din yok. İlk tecrübelerinde ayette “Güçlü kuvvetli kullarımız” olarak geçen savaşçı insanlar çatışma sahnesine dahil oluyorlar. Onlar ayette geçtiği üzere “hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar”. Ve bu kullar evden eve sizin peşinize düşecek, bulup yok edecekler. Peki bu savaş gerçekleşti mi? Onlarla savaşırlar diye buyurmuyor, onları ararlar diyor. Devamında da bu vaadin gerçekleşmesi kesindir buyuruyor.
Direniş Hareketi siyonistleri içeriden çökertiyor
Aksa Tufanı Operasyonu’nun başında Siyonist komutanı gidip evinin içinden nasıl dışarı sürüklediklerini gördünüz. Direniş Hareketi onları kendi içlerinden çöküşe sürüklüyor. Siyonist rejimi yok ediş formülünün içeriden yıkılmaları olduğu neredeyse hepimiz için belirginlik kazandı. Çok ciddi bir savaş düşünmemize bile fazla gerek yok. Direniş’i geliştirmek, tahkim etmek gerekiyor. Zira Siyonist rejim içindeki bu dalgalanmaya yol açan şey Direniş’in caydırıcılığıdır ve rejim de zayıflığı yüzünden yere serilecek. Onlardan geriye teşkilatları kalacak sadece. Benzer bir durumu IŞİD’de gördük. Irak’tan Şam’a kadar uzanan toprakları kaybettiler ama IŞİD bir örgüt olarak yerinde duruyor. En son gördünüz, ülkemizde de habis bir terör saldırısı düzenlediler. Kısacası bunların partileri kalacak ve ikinci yok oluşları bu örgütlenmelerinin de ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşecek.
Rivayette kati vaadin İmam Mehdi’nin zuhuru olduğu buyruluyor. Yani İmam-ı Zaman Hz. Mehdî’nin zuhuru bu yok oluşla bitişiktir ve zuhurun kilit macerası budur.
- Dikkat çekici bir noktaya işaret ettiniz. Yok edilişlerinin iki aşaması olacak dediniz ve buna işaret ettiğini söylediğiniz ayetleri de okudunuz. Birinci aşamada Kudüs’teki fiilî yapıları çökecek fakat örgütsel varlıkları sürecek, tıpkı IŞİD gibi. Fakat ikinci merhalede bu teşkilatları da yok olacak.
İsrâ Sûresi’nin ilk ayetlerinden, rivayetlerin yardımıyla şu çıkarımda bulundum: “liyesuu vucuhekum.” Bu savaşçı kullardan ibaret olan ilk grup yüzünüzü karartmak için geri gelecekler… Birincisinde “Fecâsû hılâleddiyâr” (Bunlar, evlerin arasında dolaşıp köşe bucak her tarafı aradılar.) gerçekleşiyor; İsrailoğullarını hükümetlerini tamamen yıkıp bölgeyi varlıklarından temizleyinceye kadar takip ediyorlar. İkinci merhalede, belli oluyor ki bunlar insanların zihinleri üzerinde çalışmışlar ve bu nedenle de yüzlerinin kararması gerekiyor. “Siz dönerseniz Biz de döneriz.” Yani ikinci aşamada döndüğünüzde, biz de döneriz.
- Bugünlerde Yemenlilerin Siyonistler karşısındaki cansiperane yiğitliklerine tanık oluyoruz. Sadece Husiler de değil, tüm Yemenliler Husilerle bu konuda işbirliği içerisinde. Gerçekte üç tehlikeli rejimin, yani İsrail, ABD ve İngiltere’nin karşısında duruyorlar. Yemen macerasının arkaplanında ne var ve onların bu kahramanlıkları nereden kaynaklanıyor?
Hadislerde onların bu özelliklerinin bahsi geçmektedir. Yemânî kıyam ettiğinde, O’nun bayrağının tüm bayraklardan daha aydınlık olacağı belirtilmektedir. Bugün dünyada, İran’ın bu harekette nasıl bir rol oynadığının tahlili bazıları için zor olabilir. Çünkü tüm Direniş Hareketi Siyonistlerin habisliği karşısında duruyor ve Direniş’in her bir unsuru kendi özel vazifesini ifa ediyor. Durumu çok açık olan ve tüm dünyayı kahramanlığıyla en çok heyecana gark eden taraf Yemen’dir.
Yemen’in Ahir Zaman’daki özelliği elinin eyleme açık olmasıdır. Elinin açık olmasını sağlayan şeylerden biri arkasındaki halk desteğidir. Yüce Allah’ın işleri çok ilgiçtir ve dakik bir hesap kitaba dayalıdır. Yemenliler eşit olmayan şartlarda gerçekleşen, yıllar süren zorlu bir savaş verdiler, tecrübe kazanıp piştiler. Bakın bugünkü Yemen 10 sene öncesinden ne kadar da farklı! Yüce Allah deneyim kazanıp bugünkü kritik rollerini oynayabilmeleri için onları böyle bir maceraya attı. Bu füzeler nereden geldiler? Eğer Suudilerle yapılan bu birkaç yıllık savaş olmasaydı acaba Yemen bu şekli alabilir miydi? Ensarullah bu konumunu elde edebilir miydi? Husiler merkezi hükümetle çatışan bir kabile idi. Bugün ise bu üç rejimin oluşturduğu Hizbuşşeytan ile, bu büyük habis akım karşısında, komple bir ülke halinde topyekün mücadele yürütüyorlar. İlginç olan nokta şu ki bu yolda onlara eşlik eden çok kişi de yok! Yavaş yavaş sahne aydınlanıyor. Hak bir tarafa, bâtıl da diğer tarafa gidiyor. Yemen karşısında yeni bir ittifak kurmayı beceremediler çünkü sahne Ahir Zaman’ın aydınlık sahnesidir.
İran’ın ne yaptığı açıktır ve düşmanlarımız İslam İnkılâbımızın ilk gününden itibaren bu sahnenin açıldığını ve sürecin her geçen gün daha da hızlandığının farkındalar. Önemli bir Ahir Zaman sahnesi şekilleniyor ve Direniş’in her bir cenahı bu yoldaki kendi rolünü doğru bir şekilde oynuyor.
- Kerbela ve Aşura hadisesinde de 5-6 Yemenli şehidin olması ilginç. Allah Resulü zamanında da övülmüşlerdi ve O’nun ifadesiyle Yemen kelimesi “yumn”dan (mübarek) geliyor. Araplar içinde temayüz ettikleri başka bir önemli özellikleri de var, o da Ehlibeyt’e (a.s.) olan eğilim ve bağlılıklarıdır. Zeydî mezhepli olmalarına ragmen İmâmiyye’ye yakınlar ve nasıl bir olumlu rol oynadıklarını da görüyoruz.
- Bir şeyi açıklığa kavuşturayım. “Buldân” (beldeler, bölgeler) başlığı altında bazı rivayetlerimiz mevcuttur. Bu rivayetlerde bazı coğrafi bölgelerin özelliklerinden söz edilmektedir. Bir görüşe göre de bazı mıntıkalar hakkında diğer yerleri gözden düşürmek için pek çok fazilet uydurulmuştur. Fakat Yemen ve özellikle de İran hakkındaki rivayetler, Ahir Zaman’daki Direniş Hareketi konulu bahsi geçen yorum ile uyuşmaktadır. Yani Ahir Zaman’daki hareketi icad edenler tam da bu sıraya göre İran’dan başlayarak sonrasında hareketlerinin halkasını genişletecekler. Bu özelliği inkar etmek mümkün değildir. Bu önemli bir noktadır.
İkinci nokta da şudur. Biz Ahir Zaman’ın apaydın sahnesine doğru yol alıyoruz. O dönemde “Kimliğinizi getirin, bakalım mezhebiniz neymiş?” demeyecekler. Zira sahne, tam zuhur sahnesidir artık. Kim İmam Mehdî’nin (a.s.) yanında yer alırsa İmam’ın Şiisi olacak. Şii kimliği taşıyıp bu hareketin karşısında yer alanların adı Şii olsa ne olur? Onlar Şii olmadıkları gibi dinsizdirler de. Şiiyim deyip de bu macerada İsrail haklıdır demen mümkündür, bu durumda Şeytan’ın ve İsrail’in yanındasın demektir. Bu durumda Şiiyim demeniz mümkün mü? Bizim bildiğimiz resmi Şiilik veya gayri Şiilik Zuhur öncesi içindir. Sahne açıldığında artık sadece iddia ile değerlendirilmeyeceğiz. Artık kimlik geçmeyecek. Bu harekete katılanlar, İmam’ın Şiisi olacaklar.
(Tesnim-Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu/Medya Şafak)