SURİYE, YİNE SURİYE

Rate this item
(0 votes)

 Allah’ın adıyla

Suriye krizi uzadıkça bazı çevreler için öne çıkan belirsizlikler, meçhuller de aydınlanmaya başlıyor. ABD, İsrail ve AB şer üçgeninin başından beri Suriye krizinin arkasında olduğu, bu ülke halkının- muhalif ve muvafık- katliama uğratılmasını organize ettiği ve desteklediği her geçen gün daha bir su yüzüne çıkmaktadır. Müslüman halklara bu müstekbir güçlerin Suriye rejiminin arkasında olduğu yalanı medya aracılığıyla söylene dursun Roma’da düzenlenen sözde Suriye’nin dostları toplantısında ABD dışişleri bakanı John Kerry’nin yaptığı açıklama her şeyi ortaya koyuyor.

Suudi Krallığı, Katar Emirliği ve AKP hükümetinin Suriye krizinde Batı müstekbirliğinin komplo planlarının uygulanmasında bilerek veya farkında olmadan maşa rolü üstlendiklerini, bölgenin müslüman halkları için onarılması imkansız yaralar açtıklarını, bu hizmete karşılık aç gözlü Batılıların bölgesel işbirlikçilere Suriye’de zırnık bile kaptırmıyacaklarını önceki yazılarda dile getirmeye çalıştık.

Batı müstekbirliğinin bölgesel işbirlikçileri buna rağmen taşeronculuk rolünü kendi halklarına kabul ettirmek için mezhepçilik silahına sarılarak efendilerinin başaramayacağı görevleri yerine getiriyorlar. Suriye’de rejim değişikliği bölgesel işbirlikçilerin açtığı tahrip ve mezhep fitnesi yanında devede kulak kalır desek meseleyi abartmış olmayız.

Suriye’de mezhepçilik silahının istedikleri sürede sonuç vermediğini gören işbirlikçiler nitekim bu fitneyi son sıralarda bölge ülkelerinden Irak ve Lübnan’a da yaymaya çalıştıklarına tanık olmaktayız.

Batı emperyalizmi açısından Suriye halkının nasıl bir yönetim istediği değil Ortadoğu’da kendi uğursuz çıkarlarını nasıl koruyacakları, uzun süreli planlarını nasıl uygulamaya koyacakları önemlidir. Bunun için Suriye krizini sonlandırmak konusunda pek aceleleri yoktur. Çünkü Suriye krizi İslam dünyasındaki uzun süreli planlarının sadece bir bölümünü oluşturuyor. Bunun için Suriye’de daha çok kan dökülmesi, düşmanlıkların daha çok derinleşmesi ve muhtemel bir rejim değişikliği sonrasında karışıklıkların uzun süre devam etmesi gerekir.

Peki Batılı müstekbirlerle bölgesel taşeronlar böyle bir yol izlerken Suriye halkı ve muhalifler de acaba aynı görüşteler mi? Suriye halkının bir kısmının mevcut rejimin yanında olduğu inkar edilemez. Aksi takdirde istenmeyen bir rejimin halka rağmen iki yıl ayakta durması görülmüş bir durum değildir. Muhaliflerin büyük bir kısmının da iç savaşın sürdürülmesi yanlısı olmadıkları ve bu görüşlerini gevşek bir ortam bulduklarında dile getirdikleri bilinmektedir. Muhalifler koalisyonu başkanı Muaz el-Hatib’in son sıralarda bu gerçeğin farkında olarak mevcut rejimle görüşmeye dair açıklamaları bunun açık bir kanıtıdır. Suriye hükümeti üst düzey yetklilerinin muhaliflerle ön şartsız görüşme masasına oturmaya hazır olduklarını açıkladıkları da biliniyor.

Batı emperyalizminin komplolarını hatırlatıp duran İran ise başından beri Suriye krizinin Suriyelilerin kendileri tarafından çözüme kavuşturulması gerektiğini, Batılı müstekbirlere müdahale fırsatı verilmemesi için her türlü çabadan kaçınmamaktdır. Bu doğrultuda muhaliflerle rejim arasında uzlaşma yolları arama yanında bölgenin etkili ve krize müdahil ülkelerinden Türkiye, Mısır ve Suudi krallığını işbirliğine davet edip durmaktadır.

Peki muhaliflerin sözcüsü Muaz El-Hatib’i rejimle görüşmeye oturmaktan alıkoyan nedir? Veya meselenin bölge ülkelerinin denetiminde ve Suriye halkının iradesiyle çözüme kavuşturulmasını isteyen İran’ın çabalarının sonuç vermesini kimler ve niçin engellemektedir?

ABD dışişleri bakanı John Kerry medyada yayınlanan son açıklamasında “Esed'in bundan sonra yapacağı seçimlerin de önemi yoktur” demiş. Bunun anlamı şudur: ABD ve bölgedeki taşeronları uşaklarını seçimle iş başına getiremiyecekleri sonucuna varmış olarak Suriye halkının görüşüne, iradesine başvurmadan silahlı çeteleri iktidara taşımaya karar vermişlerdir. Muaz el-Hatip ve öteki muhalif liderleri de bu yüzden mevcut hükümetle görüşmelerden alıkoymaktadırlar. Bundan sonra muhaliflerle hükümet arasında görüşme iddiaları ortaya atılsa bile bu kamuoyunu yanıltmak amacıyla başlatılacak taktiklerden öteye geçmeyecektir.

Kısacası bölgede oldukça karmaşık oyunlar sergilenmektedir, Suriye bu oyunun sadece bir parçasıdır. Taşeronlar ise defalarca dile getirdiğimiz üzere müstekbirler adına büyük bir kumar oynamaktalar. Öyle bir kumar ki yenseler de yenilseler de efendilerine hizmet etmekten başka bir kazançları olmayacaktır.

Suriye’de halkın iradesi ve desteğinden yoksun herhangi bir rejim müstekbirlerin oyuncağı olmaya mahkumdur. Bu ise daha çok katliam, daha çok karışıklık, daha derin anlaşmazlıklar demektir. Çünkü müstekbir güçler bölge halklarının ihtilafları üzerinde sultalarını sürdürebilirler ancak. ABD ve müttefiklerinin, kuklalarının şimdiye kadar herhangi bir ülkeye özgürlük ve halk iradesine dayalı bir düzen getirdikleri görülmüş, duyulmuş değildir.

Bu gerçekler ortadayken bölgedeki taşeronları bunu niçin farkedemiyorlar sorusuna gelince; yayılmacılıkta/büyümekte işverene benzemeye çalışmak, leş kargalarına özenmek ve efendilerince kendilerine rakip olarak gösterilenlere duyulan kıskançlık ve onlardan öne geçmek isteği taşeronların özelliklerindendir. Bu arzularını gerçekleştirmek için bir defa yola koyuldular mı artık her türlü cinayete, katliama ortak olmaya; kendi halklarının inançlarını istismar etmeye, mezhepçilik yapmaya kadar vardırırlar işi.

Taşeronların ve dolaylı olarak müstekbir güçlerin planlarını kendi halklarına tersyüz gösteren sözde din alimleri ve kalem erbabının düştüğü durum ise daha acıdır. Bunların sorumluluğu ve suçu taşeronlar ve müstekbir efendilerininkinden daha büyüktür. Çünkü zalimler bu alim müsveddeleri ve kalem erbabı aracılığıyla müslüman halkları sultalarını kabul etmeye ikna etmektedirler.

Son söz olarak şunu diyebiliriz ki, Suriye krizi ancak ve ancak bölge ülkelerinin arabuluculuğu ve denetiminde ve de bu ülke halkının iradesine başvurularak çözüme kavuşturulabilir, ABD-AB-İsrail şeytan üçgeninin müdahil olmasıyla değil.

Y. ZİYA T.YILMAZ

Read 1655 times