BAYRAKTAR VE KOTİL-KABAHATİN BÖYLESİ
Birisi dost diye gorquram indi. (şimdi) Azerice şiir.
Düşmandan gelecek taşa tedbir almıştık, lakin dost sandıklarımızdan gelen gül yaraladı bizi; hem de öyle derinden, öyle yürekten yaraladı ki; bilmem sargı tutar, merhem kabul eder mi bu yara?
Sünni, Şia, Alevi vahdetini ilke edinen ve gerçek vahdetin necat gemisi olan Ehlibeyt gemisinde sağlanacağını haykıran ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışan Sayın Prof. Dr. Haydar Baş hoca efendi, kadrosu, İcmal gençliği özellikle son yıllarda çok güzel hizmetlerin altına imza atmalarına rağmen ne yazık ki bu hizmetlere bu kadronun içerisinde bulunan iki önemli kalem (kanaatimce farkında olmadan) gölge düşürmüştür. Dolayısıyla kaleme aldığım bu satırların muhatabı kesinlikle Sayın Prof. Dr. Haydar Baş hoca efendi, kadrosu, Meltem medya kuruluşu ve İcmal gençliği değildir. Muhatap sadece ve sadece bu kadronun içerisinde bulunan ve İran hakkında asılsız konuları yazan iki kalemdir.
Türkiye’de yaşayan biz Şii’ler inanç bakımından İran, Irak, Bahreyn gibi ülkelerde ki Şiilerden bir farkımız yoktur. Ülkeler nazarında ve ülkemiz içerisinde en sakin topluluklarız. Yıllardır özellikle son 15 yıldır Tv ekranlarında, Sanal Medya ve Sitelerde, Siyonist ve Emperyalistler gibi İslam Düşmanı güçler ve o güçlere hizmet eden Vahhabi, Harici kimselerin İran – Şia –Ehl-i Beyt üzerine çirkin mi çirkin iftiralarına tanık olduk. Yeri geldi İran İslam Devrimini Fransa'ya yaptırdılar yeri geldi İsrail'e, yeri geldi ABD’ye yaptırdılar. Yeri geldi İmam Humeyni Fransız, bazen ABD ajanı oldu çıktı. Yeri geldi İran'da yapılan İslam Devriminin aslında İsrail'i, ABD’yi sevindirdiğini onlardan bağımsız bir devrim yapılamayacağını söylediler. Yeri geldi İRAN’IN, ABD ve İsrail'in bir Eyaleti olduğunu bildirdiler. Yeri geldi, İran’ın aslında İsrail'e Düşman olmadığını, düşmanmış gibi gözüküp her türlü silah anlaşmasını yapıp Sünnilere Saldırmak için fırsat kolladığı iftiralarını yağmur gibi yağdırdılar. Bunlara ek olarak özellikle Şia’da ki Takiyye mekanizmasını da yanlış algılayarak güç aldılar. Bu maddeleri uzatmak daha da mümkündür.
Derken bir grup çıktı ortaya. Prof. Dr. Haydar Baş ve Ekibi. Gerek İran ile ilgili açıklamaları, gerek Ehl-i Beyt ile ilgili itiraf gibi açıklamalar ve gerekse Şiilere yaklaşımları yüreğimize su serpti. Bu ekip çalışmalarını Kitap, Külliyat, Program, konferans, Şii Âlimlere söz hakkı verme fırsatı ile de güçlendirdi. Ve biz Şiiler bunlara çok sevindik. Önce şaşırdık sonra gülümsedik. Neden şaşırdık derseniz, dedim ya en başında yıllarca hasret kaldık bu tür çalışmalara. Bunlardan dolayı prof. Dr. Haydar Baş hoca efendiye ve Ekibine her fırsatta Teşekkür ettik, onlar hakkında yapılan eleştirileri göğüsledik ve verdiğimiz cevaplarla eleştiri yapanların veya şüphede olanların yahut temkinli olan insanların bu konu da rahatlamalarını sağladık. Yer yer kendi camiamız içerisinde bulunanlarla ters düştüğümüz bile oldu. Ama yine de biz inandığımızdan geri durmadık.
Ama gel gelelim, geçenlerde Bu ekibin en önde gelen iki yazarı yenilir yutulur cinsten olmayan iki yazı yazdı ki o an yukarıda da belirttiğim gibi daha düne kadar bu ekibin savunmasını yaparken acaba biz mi hataya kapıldık diye düşündük ve bu düşünce bizleri konu ve bu ekibin çalışmaları hakkında ister istemez karamsarlığa sürükledi. Kendi kendimize dedik ki acaba yoksa bu da mı bir oyun. Bu yazılar da neyin nesidir. Şimdi dilerseniz yazıları satır satır inceleyerek Vahhabilerin, Şia Düşmanlarının biz Şiilere ve İran’a attığı iftiralar ile karşılaştırıp cevabını verelim. Zira malum yazar kardeşlerimin yazdıkları yazı ve ortaya attıkları düşüncelerin yıllarca Müslümanlar arasında mezhep çatışması çıkarmak isteyen vahhabilerin görüşlerinden pek de fazla farkı yoktur.
Önce Sayın Muharrem Bayraktar’dan başlayalım:
Yazısının Başlığı: İran’a ne kadar Güvenilebilir?
Yazılış Tarihi: 22.11.2012
Yazar Muharrem Bey daha yazısının ilk girişinde tüm okuyucuların şaşıracağını, şoke olacağını bildiğinden bunu itiraf edercesine diyor ki: Hatta bazılarınızın “nereden çıktı bu başlık?” diye sormaya başladığını duyar gibiyim.
Evet! Yazar neden şaşırmasın ki; Çünkü daha düne kadar böyle bir şey yazmış değil. Peki, durup dururken böyle bir yazı yazmanın gereği nereden doğdu? Doğrusu Merak konusu değil midir bu?
Biz Yazarın Madde Madde ne dediğine değineceğiz. Ama önce girişini bir özetleyelim:
Geçtiğimiz günlerde Rusyadan kalkıp Suriyeye gitmekte olan bir Uçak Türkiye Hava Sahasında belirtildiği gibi gelen bir istihbarat sonucu indirildi. Medyada kimileri bu istihbaratın Almanyadan, Kimileri ABD’den, Kimileri Rusyadan kimileri ise Suriye İstihbaratında ki köstebekler vasıtası ile geldiğini söylemişti. Vel hasıl bu güne kadar kimse Medyada Muharrem Bayraktarın söylediğini söylememişti. Bakalım Yazar ne diyor:
Suriye’ye yolcu taşıyan Rus uçağının Türkiye’ye zorunlu indirilişinden sonra en çok tartışılan konu “uçakta silah olduğu istihbaratının Türkiye’ye kimler tarafından verildiği” idi. Biz bu konuda yazdığımız yazıda, bu istihbaratın CIA kaynaklı olabileceğini söylemiştik ama kafamızda aksi yönde birtakım kuşkular da yok değildi. Zira aynı günlerde bazı yayın organları bu istihbaratın İran ajanları tarafından Türkiye’ye verildiğini iddia ettiler.
Yazar bu sözü sarf ettikten sonra bir de soruyor: İran istihbaratı böyle bir şey yapar mıydı?
Acaba Yazısının içeriğinde buna delil olabilecek net bir bilgi mevcut mu! HAYIR! O zaman biz Sayın Muharrem Bayraktar’a soruyoruz: NET BİR DELİL İLE BUNUN DELİLİNİ SUNMADIĞINIZ SÜRECE HANGİ DURUMA DÜŞECEĞİNİZİ SİZ BİZDEN DAHA BİLİRSİNİZ. BUNUN DELİLLERİNİ SUNAR MISINIZ?
Yazar yazısında meselenin daha doğruluğunu bile ispatlayamamışken kendi yazdığına kendisi inanmış olacak ki ardından hemen şöyle demiş: İran, destek verdikleri Suriye rejimine yardıma giden bir uçağı ihbar ederek “dostunu arkadan hançerleyebilirler miydi?”
Anlaşılan o ki Sayın yazarın kendisi de bu konuda gerçekten net değil. Ve Yandaş Medyada ki taktiği güzel kullanıyor. Ve Şöyle diyor: Bu iddialar neden İran tarafından yalanlanmamıştı?
Peki, biz soralım. Bu İddiaları hangi Gazete, Hangi Köşe yazarı, Hangi Haber sitesi yazdı Sayın Bayraktar! Bize bir Yazar, bir İstihbaratçı, bir Gazete ismi verir misiniz?
Ve yine Faraza yine dediğinizi doğru sayar isek, gerçekten de bir Gazete bunu yazmış olsun (Ki daha bilmiyoruz siz diyeceksiniz) Allah Aşkına İran neden buna cevap vermek zorunda olsun ki? 15 yıldır daha doğrusu 30 yıldır İran Hakkında o kadar uç sözler söylendi ve söyleniyor iken İran bunların hangisine yetişsin, hangisine cevap versin? Söyleyin Bakalım? Ve her yazılana cevap vermek bir Devlet geleneği midir? Mecburiyeti var mıdır?
Yazar Bayraktar yine diyor ki: İsrail’in ve ABD’nin İran’a olası bir saldırısını önlemek için görünürde “hiçbir şeyden korkmuyoruz, geleceğiniz varsa göreceğiniz de var” diyorsa da perde arkasında Türkiye’yi devreye koyarak bu saldırıyı önlemek için her şeyi yapmaya hazır oldukları görülüyor. Bu konuda “Ankara’nın İran adına Amerika ve İsrail nezdindeki girişimlerin” ayrıntılarını yakında öğrenirsiniz.
Şayet İran'ı yıllarca takip eden ve İnancını sözde iyi bilen Bayraktar’ın bu sözleri sarf etmesi, bizim için Acaba bu sözleri Muharrem Bayraktar yazmadı da kendisine yazdırdılar mı düşüncesi hâkim oldu? Yakında öğreneceğimiz dediğiniz o bilgileri sabırsızlıkla öğrenmek için bekliyor olacağız.
Yazar diyor ki: Yani İran, Haçlı güruhunun olası saldırısını Türkiye’de çok güvendiği AKP’li iktidar tarafından bertaraf edilebileceğini umuyor.
İran’ı ve İranlıları yakından tanıyan bir yazar İran’ın Umudunun AKP değil bizzat Allah olduğunu mutlaka bilir. Yazarımız Mahmut Ahmedi Nejat'ın, BM konuşmalarını galiba takip etmemiş. Tahran’da, Kum’da, Erdebil’de ve birçok şehir de Cuma Namazlarında Ayetullahların İsrail’e, ABD’ye ateş püsküren sözlerini ve Dayanaklarının Allah olduğunu belirten sözlerini duymamışlar galiba. Ve yazar şayet konuya vakıf olmuş olsa idi, Suriye meselesinden sonra İran'ın AKP konusunda ki İHTİYATININ zirveye çıktığını anlardı.
Muharrem Bayraktar: İndirilen Rus uçağının istihbarat akışında İran parmağı varsa (ki ben buna yüksek ihtimal vermeye başladım)…
Daha İddiasını güçlendirmeden, delillendirmeden İddianın doğruluğuna inanmaya başlamış. Buna kendin pişir kendin ye mi derler, kendin çal kendin oyna mı derler bilemiyorum artık.
Sayın Muharrem Bayraktar Çıtayı yükselterek İnancımızdan bir terim kullanarak İrana saldırmaya devam ediyor: İran siyaseti “takiye” üzerine kurulu. Ne zaman doğru ne zaman yanlış söylediklerini bilemezsiniz.
30 Yıla yakındır Vahhabilerin, Şia, İran Düşmanlarının İran'a, Şialara her saldırışında kullandığı kelimedir TAKİYYE! Aslında yazar bu sözü ile sadece İran’a Değil Tüm Şiilere de Hakaret etmiştir.
Şimdi Sayın Bayraktarın Yeni Mesaj gazetesindeki köşe yazılarında düne kadar İran hakkında düşündükleri ve yazdıklarından birkaç örnek verecek ve muhakemeyi siz okurlara bırakacağım:
Sayın Bayraktar 21 Eylül 2012 tarihinde Yeni Mesaj gazetesinde kendi köşesinde "Şevket Eygi neden Şia düşmanı?" başlıklı yazısında bakın ne diyor; "Bu cahiller arasında pek çok gazeteci - yazar tayfası da bulunmaktadır ki, bunlar hem İran’a hem Türkiye Caferilerine karşı korkunç bir saldırı ve düşmanlık içine girmişlerdir. Bu saldırının sadece içten değil dışarıdan da desteklendiğini tahmin etmek zor değil. Mesela Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi de bunlardan biri."
Bu sözler bire bir Sayın Bayraktara ait satırlardır. Sayın Bayraktar iki ay önce İran'a saldıranlar hakkında "Bu cahiller arasında pek çok gazeteci - yazar tayfası da bulunmaktadır ki, bunlar hem İran’a hem Türkiye Caferilerine karşı korkunç bir saldırı ve düşmanlık içine girmişlerdir. Bu saldırının sadece içten değil dışarıdan de desteklendiğini tahmin etmek zor değil diyor" Şimdi biz, ister istemez sormak durumundayız; Sayın Bayraktar bu noktada cahiller diye nitelendirdikleriniz ile sizin durumunuz nasıl olmuş oluyor! Onları içeriden ve dışarıdan yönlendirenlerin olduğundan söz ediyorsunuz. Acaba sizi demi birileri bu konuda çark ettirdi. Ne değişti iki ay öncesi ve iki ay sonrası ile. İran'ın değişmediği bir gerçek. İran değişmediğine göre o zaman değişen siz olmuş olmuyor musunuz?
Sayın Muharrem Bayraktar’ın yazısını burada Noktalayıp şimdi yazıların, köşe yazılarının en kötüsü, bizi kalbimizden hançerleyen Sayın Selim Kotil beyin Yazısına gelelim:
Yazının Başlığı: Şii Dünyanın AKP’si İRAN
Yazı Tarihi: 20.11.2012 (Yani diğer yazıdan 2 gün önce)
Selim Kotil yazıya Muharrem-Aşura-Hz. Hüseyin Motifleri ile başlıyor ve Devamında Sünni Dünyada, Arap ülkelerinde Haçlı Dinler Arası Diyalog Dansına tutulanlara değiniyor ve biz Şiilerin kınadığı gibi kendiside kınıyor. Fırtına devamında başlıyor ve diyor ki: Şii dünyayı temsil ettiğini söyleyen İran da durum maalesef bundan farklı değil.
Şii Dünyayı Temsil eden İran Acaba ne zaman Haçlı ile kol kola oldu? Ne zaman Dinler Arası Diyalog Masalına F Tipi yapı gibi kandı, inandı, yapılandırdı ve dansa tutuldu? Hayırdır durup dururken İran'a bu denli saldırının nedeni nedir acaba?
Sayın Selim Kotil diyor ki: İmam Cafer-i Sadık’ın “din adına düşmana kâfire karşı hile yapılır, buna takiye denilir”ölçüsünü, kendi siyasi ikballeri için nefsi adına “dini Müslümana karşıkullanmak” diye algılayan İran’ın durumu bundan farklı değildir.
Bu sözü Sarf eden Selim Kotili, Haydar Baş Hocanın yazdığı İmam Cafer-i Sadık İsimli kitabı çok iyi okumaya davet ediyorum, şayet okumuş ise bir daha anlaması için okumaya davet ediyorum. Takiyye Hilekârlık, Yalan konuşmak değildir. Şia’nın Takiyyeye Bakış açısını bilmeyenlerin VAHHABİ ağzı ile Takiyyeyi anlatması ne kadar da çirkin ve alışık olmayan bir durum değil mi?
Selim Kotil: Takiyeyi Müslümana karşı yapan, arka planda düşman gördüğü ile el sıkışmayı siyaset sayan İran, maalesef Şii dünyanın AKP’si olarak karşımızda duruyor.
Yazar, İran'ın Görünürde Takiyye Yaptığını Düşmana Ateş püskürdüğünü arka planda ise El sıkıştığını söylüyor. Peki, kimmiş bu düşman veya Düşmanlar? Bir bakalım ne diyor Yazar: İran, ABD ve İsrail ile kavgalıdır, basında hep böyle yazılıp çizilir çizilmesine ama acaba gerçek acaba böyle midir?
Bu tür sorular dediğim gibi 15 ila 30 yıldır İran – Şia düşmanları tarafından yoğunlukla sorulur ve İran’a karşı mideler bulandırılmaya çalışılır. Soru o kadar iğrenç ki devamında bakın Sayın Selim Kotil nasıl döktürüyor:…İran - Irak savaşında ABD milyarlarca dolar silah satmıştır İran’a…
Aslı hakikati olmayan ayrıştırıcı bu söylemin fenalık bakımından büyüklüğüne bakar mısınız? Bu söze sağır sultanlar bile güler geçerler. 8 Yıllık Savaş boyunca ABD Acaba Saddam'ın Irağına mı Silahları Peşkeş çekti yoksa Kendisine sert bir tokat Atan Ayetullah Humeynili İrana mı? Yazar vallahi bu gerçeği biliyor olmasına rağmen, böyle yazmasının nedenini büyük soru işaretleri ile düşünmekte ve derinden üzülmekteyiz. Zira Türkiye de Müslümanların birliğine, Ehlibeyte dair birçok programlar yapan Sayın prof. Dr. Haydar Baş hoca efendinin, ekibinin bunca zahmetlerinin iki yazar tarafından bazılarının gözünde hiç edilmesi ve bazılarının yanında da gölgelenmesi akli selim olan her Müslüman'ı üzer ve üzmelidir de. Ben şahsi kanaatim olarak birilerinin düşündüğü ve söylediği gibi bu iki yazıyı yazdıranın birileri olacağına kanaat etmiyorum. Sadece yazılanları yanlış bilgilendirilmeden dolayı büyük bir hata olarak değerlendiriyorum. Biz bu iki yazıda geçen bir takım söylemleri İran ve Şia düşmanlığı yapan web sitelerin de bile görmedik. Yazık değil mi Sünni, Şia, Alevi birliği için onca yapılan programlara, çekilen zahmetlere. Bu iki yazıdan sonra yazarların Sünni; Şia, Alevi vahdetine, birliğine dair yaptıkları çağrıları ve yapılan konferanslarda bu dalda konuşmaları ne kadar inandırıcı olabilir acaba?
Yazar Komik ve bir o kadar da hoş olmayan sözünü günümüze taşıyarak devam ediyor ve diyor ki: …Sadece ABD değil halen günümüzde dahi el altından İsrail’in sürekli İran’a silah sattığı bilinen gerçektir…
Sormak Lazım Sayın Selim Kotile:
1- 40 Yıla yakındır, Özellikle Son 20 Yılda, Hizbullah’a Lübnan Ordusu bile Silah vermez iken, Hizbullah Ordusunun İsraile karşı yaptığı amansız mücadelede, Hizbullah Ordusu Silah ve Teçhizatı nereden Aldı?
2- İsraile karşı defalarca Zafer kazanan Hizbullah Ordusu ve Komutanı Merceiyyet anlamında dini lider Veliyyi emr-i Müslimin Ayetullah Hamanei’ye bağlı mıdır değil midir? Sözünüz doğru ise bu İsrail Kafayı mı yedi İran’a Silah satacak aynı silahı da İran Hizbullah’a verecek Hizbullah’da İsraili vuracak! Bu akıl kârımıdır? Buna vallahi kargalar bile güler!
3- Yıllardır Filistin'de İsrail’e karşı mücadele eden başta Hamas olmak üzere birçok grubu her türlü silah, gıda, eğitim ile destekleyen İran’a, Hamas komutanının, Filistin Yöneticilerinin, Hamas üyelerinin defalarca ve defalarca teşekkürü olmuş mudur olmamış mıdır? Daha geçtiğimiz günlerde Gazze saldırısı ve sonrasında gelen zaferde Hamas yöneticileri zaferlerine İran’ı ortak ettiler mi etmediler mi?
4- Orta doğu ülkelerinde İsrail ve ABD için tek ve yegâne düşman İran mıdır değil midir?
5- 30 yıldır her türlü ambargonun uygulandığı ülke İran değil midir?
6- 2006 yılında 33 gün İsrail'e karşı savaşında Hizbullah’ı destekleyen, gururla onura eden İran mıdır değil midir?
7- Sayın Selim Kotil beyefendiye şunu sormadan edemeyeceğim; Dün nerelerdeydiniz. Bunları söylemek yeni mi aklınıza geldi. Düne kadar böyle bir şey demiyordunuz. Hayırdır.
Şimdi Kısa birkaç bilgi “Haber” Paylaşalım:
İRNA'nın Beyrut'tan bildirdiğine göre dün (01/12/2012) Filistin İslami Cihad hareketi genel sekreteri, Ramazan Abdullah "İran halkı ve devletinin yardımları olmasaydı, Filistinli ve Lübnanlı savaşçılar Siyonist İsrail rejim karşısında zafer elde edemezlerdi" dedi.
Filistin'in önde gelenleri İran'ın İsrail'e karşı kendilerine her zaman yardım ettiklerini söylemelerine rağmen Sayın Kotil neden bu gerçeği çarpıtıyor acaba!
Şimdi Sayın Kotil'in Yeni Mesaj gazetesindeki köşe yazılarında düne kadar İran hakkında düşündükleri ve yazdıklarından birkaç örnek verecek ve muhakemeyi siz okurlara bırakacağım:
18 Kasım 2012 yani İran hakkındaki olumsuz yazıyı kaleme almadan tam iki gün önce "ABD, Patriotları İran’a karşı mı kullanacak?" Başlığı altında köşe yazısında şunları söylemiş:
Yazısından 5 Nolu Madde: Bir diğer ihtimal de şu: Eğer İran’ın elinde Rus yapımı balistik füzeler varsa, İran sadece İsrail’i değil ABD’yi de vurur çünkü menzilleri 12000 kilometreyi buluyor….
Sayın Kotil iki gün önceniz ile iki gün sonranız çelişkiler yumağına bürünmüş. Bunu sizin kendinizde fark ettiniz mi. İlim adamlığı, gazetecilik, siyaset kusura bakmayın ama bu değildir. İki gün önce dost dediğini iki gün sonra düşman ilan etmek ilim, siyaset, gazetecilik hiçbir şeyle bağdaşmaz.
Bu kadronun önemli kalemlerinden birisi olan Hukukçu Ahmet Erimhan beyefendi 01 Aralık 2012 de Yeni Mesaj gazetesinde Bayraktar ve Kotil'in tam aksini dile getirmiştir. Bakalım Erimhan ne diyor:
İkincisi ise unutmamalıyız ki Suriye’nin, özellikle bu yönetimin Filistin ve Lübnan’daki direnişin yanında duruşu, sadece bir duruştan ibaret değildir. Lübnan’daki ve Filistin’deki direnişi desteklemiştir. Bu en önemli etkenlerden birisidir. Hatta İran’ın desteği bile, Suriye kanadıyla direnişe ulaşmaktadır. Eğer Suriye’nin iradesi ve duruşu olmasaydı, İran’ın desteği ne Lübnan’a ne de Filistin’e ulaşırdı.
Ben bu konu için kırk tane basiretli ve şuurlu genç görevlendirdim ve Sayın Bayraktarın son on yılda ve Sayın Kotil'in son sekiz yılda Yeni Mesaj da kaleme aldıkları köşe yazılarını dikkatlice okumaları görevini verdim ve bu güne kadar bu iki yazarın İran hakkında asla olumsuz yazılarına rastlanmadı. Acaba birden bire yüz seksen derece çark etmenin nedeni ne olabilir?
Sözün sonu:
Sayın Bayraktar ve Kotil kardeşlerim: Bu zihniyet ve düşünce ile gazetecilik, yazarlık, siyaset sahibine kendi etrafında dönmesinden başka bir şey sağlamaz. Sahibini asla ileri götürmez, aksine her geçen gün geri götürür. Sayıların çoğalmasına değilde sayıların azalmasına, nefretlerin artmasına sebep olur. Ben derim ki, yanlış kula mahsustur ve özür sahibini alçaltmaz, aksine yüceltir. Bu güne kadar Sayın Prof. Dr. Haydar Baş hoca efendinin, kadrolarının, İcmal gençliğinin, Meltem medya grubunun ümmet adına yaptıklarının fırsat kollayanlar, malzeme arayanlar tarafından menfi anlamda dillere destan edilmemesi, dostların üzülmemesi, münafıkların daha fazla sevinmemesi için kendi üzerinize düşeni en güzel şekliyle yerine getirirsiniz inşallah. Bu benim âcizane düşüncem ama yine de son karar sizindir.
Şahsım cevap nitelikli bu yazıyı ahret kaygımdan dolayı kaleme almak ve Müslümanların birlik ve beraberliğine çok önemli hizmetler yapan ve bu sebepten dolayı İran, Irak, Azerbaycan, Türkiye kısacası tüm Şia dünyasında takdir ile karşılanan Sayın Prof. Dr. Haydar Baş Hoca Efendi ile kadrosunun ve İcmal gençliğinin emeklerinin iki yazıdan dolayı hiç olmasına veya hiç edilmesine yahut gölge düşürülmesine gönlüm razı olmadığı için yazma gereği duydum.
Tevfik Allah'tandır.
Selam ve Dua ile…
NOT: ANTALYA EHLİBEYT KONFERANSINDA ÇIKARMAMI İSTEDİKLERİ VE İTİRAZ ETTİKLERİ VE SÖYLEMEMİ İSTEMEDİKLERİ BÖLÜM kırmızı bölümdür:
İmam Hüseyini anlamak; yaklaşık otuz küsur yıldır mazluma ümit, zalime, siyonizme, emperyalizme korku olan ve şii bir ülke olarak İsraile ve çağımız zalimlerine karşı sünni Filistine her türlü yardım ve desteği veren İran İslam Cumhuriyetini iyi tanımak, iyi okumak, İran'ı ve beraberinde Şiayı İsrail işbirlikçisi tanıtmamaktır. Zira bu sünni şia vahdetine vurulabilecek en büyük darbelerden bir tanesidir. Bu görüşleri dile getirenler vahdetten ve Ehlibeytten söz ederlerse kendileri kendi yaptıkları güzelliklere gölge düşürmüş olurlar. Onun için insan bir sözü söylemeden önce sonuçlarını iyi okumalı ve ona göre konuşmalıdır.
İmam Hüseyini anlamak; Şahdan sonra Merhum İmam Humeyninin ve bu gün veliyyi emri müslimin SEYYİD ALİ HAMANEİnin İranında ibre ve ilkenin mezhep ayrılığı yapılmadan daima müslümanlardan yana olduğunu bilmek ve bil husus bu gün veliyyi emri müsliminin siyonist ve emperyalistler karşısındaki dimdik ve ilkeli duruşuna, ferasetine, basiretine, takvasına, ilmine lebbeyk demektir.
İmam Hüseyini anlamak; Şiilerin merkezi olan İranı dün övüp bugün ise İsrail ile işbirliği içinde olduğunu savunmak demek değildir. İranı takiyyecilikle suçlayanlar kendileri ile çelişiyorlarken takiyyemi yapıyorlardı acaba?
İmam Hüseyini anlamak; günlük, haftalık, aylık, yıllık ve dönemlik hareket etmek, dostun ve düşmanın yerini olaylara göre değiştirmek demek değildir. Dost; dün de dostundur, bu gün de dostundur ve dost hata bile yapsa asla düşman olmaz. Düşman oluyorsa demek ki dün dost görülmediği, sadece takiyyeden dolayı dost addedildiği için bir anda düşman ilan edildi.
Sözlerimi iki hadis ile noktalıyorum:
Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyorlar; “Allah Tebareke ve Teâlâ dileseydi, kendisini kullarına doğrudan tanıtırdı. Fakat bizi, kendisini tanımanın kapıları, yolu, aracısı ve izlenen yönü olarak belirledi. Kim bizim velayetimizden ayrılırsa veya başkasını bize tercih ederse, kuşkusuz onlar doğru yoldan ters yüz döndürülmüşlerdir. İnsanların sığınıp doğruyu bulmalarına vesile olan gerçek imamlarla, kendilerini korunmaya ve yol göstericiye muhtaç olan kimseler bir olur mu? Bizden başkasının peşine düşenler, sularını bir birinden alan ve küçük bir su sızıntısı akıtan çeşmelere gidip susuzluklarını gidermeye çalışan kimselere benzerler. Ama bizim peşimizden gelenler, Rabbinin izniyle berrak ve gür sularını akıtan, tükenmeyen ve kurumayan pınarlara giden kimselere benzerler.”
İmam Caferi Sâdık şöyle buyurmuştur: Sırat köprüsü iki tanedir. Birisi dünyada diğeri ahirette. Dünyadaki sırat (yol) masum 12 imamın yoludur. Herkim bu dünyada o yoldan giderse kıyamette de sırattan geçecek. Aksi halde... yüz üstü ateşe düşecektir.
mehdı aksoy