Mısırdaki Gelişmelerden Alınacak Dersler

Rate this item
(0 votes)

Bismillah

Mısır’daki gelişmeler bir çok açıdan üzerinde ayrıntılı olarak durulup analiz edilmeğe değecek kadar önemlidir. Mısır’ın jeopolitik konumu, Arap dünyasındaki etkin rolü ve bunlara paralel olarak İhvan’ul Müslimiyn veya Müslüman Kardeşler hareketinin ortaya çıkış yeri ve merkezi olması bakımından Arap olmayan İslam ülkeleri ve İslami hareketler için de önemlidir.

Bilindiği üzere Müslüman Kardeşler hareketi 1928 yılında Merhum Hasan El- Benna tarafından İslami değerlere dayalı bir toplum/devlet oluşturma amacıyla tesis edilmiştir. Özelde Mısır’da genelde İslam dünyasında İslamcılık iddiasıyla ortaya çıkan ve bazen iktidarı ele geçiren parti ve hareketlerin ilan edilen ilkelere bağlı kalmamaları, ilkelere bağlılıkta gösterdikleri zaaflar ve bazen mühim ehemm fıkıh kuralına sarılarak ve bir takım maslahatlar ileri sürerek bu ilkeleri ikinci plana atmaları bu hareketlerin çeşitli açılardan incelenmesi gereken afetlerindendir. Öyle afetler ki çoğu defa İslami hükümetin meşruiyet kaynağı, İslami hükümette makbuliyet alanı ve sınırları, halkın rolü ve seçimler, İslami mücadelenin kuralları vb ilkeler konusunda İslami kaynakları değil de liberal demokrasiyi referans almaya kadar sürüklenirler.

Hangi maslahat üzereyse Müslüman Kardeşler ve başka adlar ve partiler adıyla ortaya çıksalar da aynı görüşte olan Sünni- İslami hareketlerin hemen hepsi ister iktidara ulaşmak yolunda ister iktidara ulaştıklarında bu önemli ilkeleri unutur veya gündemlerinden çıkarırlar. İslam’da hükümetin kaynağı, meşruiyeti, yöneticinin makbuliyet vb temel ilkeler konularında bilgi edinmek isteyenler rasthaber yazarlarından Sabahattin Türkyılmaz hocanın “Velayet-i Fakih” konulu yazılarına başvurabilirler.

Müslüman Kardeşler hareketinin ilk kuruluş yıllarından itibaren ilan edilen temel ilkeleri arasında anti emperyalizm ve anti siyonizm ilkesi her dönemde vurgulanmıştır. Biz bu değerlendirmede daha çok iktidara geçen İslamcıların bu ilkeden niçin uzaklaştıkları üzerinde durmak istiyoruz. Bu sapmaları değerlendirirken İran İslam İnklabının siyasal literatüre kazandırdığı kriterleri ve ihya ettği temel ölçüleri görmezden gelmek mümkün değildir. Bunun için önce İslam İnkılabıyla başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi arasındaki mücedeleye kısaca değinelim:

İslam İnkılabının 1979 yılında İran’da Merhum İmam Humeyni’nin liderliğinde zafere ulaşmasıyla birlikte İslami hareketler literatürüne yeni terimler eklendi. İstikbar, müstekbir, mustaz’af, büyük şeytan bunlardan bazılarıdır. Komünizmin en büyük düşman olarak, ABD ve kapitalist Batı ülkelerinin dost ve müttefik olarak tanıtıldığı o dönemde İmam(ra) genel görüşün aksine ABD’yi büyük şeytan olarak tanıtıyor ve dünya üzerindeki zulüm ve baskıların sebebi olarak ilk derecede başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmini sorumlu gösteriyordu.

O zamana kadar dindarlar nezdinde dinin koruyucusu ve bazı cemaat liderleri tarafından “ehven-i şerr”(kötülerin iyisi, şirini) olarak tanıtılan ABD ve Batılı müttefikleri İmam’ın bu duruşu karşısında boş durmadılar elbet. Siyasal, ekonomik ve kültürel olarak İslam inkılabından büyük bir darbe yiyen Batı, müslüman kitlelerin Batı emperyalizmine karşı uyanışını engellemek için sayısız hile ve komplolar düzenlemeye başladı. İslam inkılabının yayılmasını önlemek amacıyla önce İran’a komşu Pakistan ve Türkiye gibi iki önemli İslam ülkesinde askeri darbeler düzenledi, Suudi Arabistan ve Mısır gibi iki önemli Arap ülkesindeki diktatörleri acilen takviye etmeye başladı, Irak’ta işbaşındaki Saddam Hüseyin rejimini İran’a saldırıya geçmeye teşvik etti ve sekiz yıl boyunca her açıdan destekledi. Afganistan’daki Sovyet işgalini bahane eden ABD bir yandan Sovyetler Birliği’ne karşı müslümanların hamisi rolünde Suudilerin petro dolarlarını ve Pakistan istihbaratını seferber ederek İslam İnkılabına karşı alternatif bir İslam modeli (Talibanizm) oluşturmaya çalışırken öte yandan Afganlı mücahitlerle İslami İran’ın yakınlaşması ve işbirliğini önlemek için mezhepçilik fitnesini hortlattı.

İlk yıllarda Selefi-Vahabi kartını anti emperyalist ve anti siyonist İslam İnkılabına karşı alternatif model olarak kullanan ABD, Avrupalı ve İslam ülkelerindeki müttefiklerinin yardımıyla sadece İslam ülkeleri değil ABD ve Avrupadaki müslüman grupları bile parasal yardım ve idari teşviklerle İslam İnkılabına karşı örgütlemeye başladılar. Hatırlatmak gerekir ki Vahabi-Selefilik o zamana kadar Sünni müslümanlar arasında marjinal ve Batı işbirlikçisi bir akım olarak algılanmaktaydı ve ABD’nin bunca çabalarına ve geniş çaplı faaliyetlerine rağmen Türkiye gibi bazı ülkelerde çok az kabul görebilmişti. Selefilik akımı 11 Eylül 2001 tarihinde Amerikan ikiz kulelerine yönelik saldırılar ardından ABD’nin hedefi haline geldi ve ABD ve müttefikleri Afganistan çıkarmasıyla, kendi elleriyle yetiştirip büyüttükleri Taliban ve El-Kaide’ye karşı savaş açmak zorunda kaldılar. Vahabiliğin merkezi ve petro-dolar zengini Suudi rejimini İslam dünyasına alternatif model gösterme komplosu böylece yenilgiyle sonuçlanmıştı. Bu durumda eski planları(mezhepçilik fitnesi ve...) sürdürmekle birlikte yeni alternatif modeller oluşturulmalıydı.

İslam İnkılabıyla müstekbirliğin baş temsilcisi ABD arasındaki mücadele artık yavaş yavaş uygarlık mücadelesine, yani çok yönlü bir savaşa dönüşüyordu. Darbeler ve mezhepçilik fitnesiyle İslam İnkılabının mesajının yayılmasını önlemeyi başaramayan ABD, bir yandan çeşitli bahanelerle (insan hakları, nükleer teknoloji ve...) İslam Cumhuriyetine karşı askeri, ekonomik ve teknolojik ambargolarını durmadan artırırken öte yandan yine İslam dünyasının içinden yeni alternatif modeller çıkarmaya koyuldu. Bu yeni planda artık İslam ülkelerine laiklik dayatmasında ısrar edilmiyecekti. Batılı değerler çerçevesinde oluşturulacak hükümetler aracılığıyla laiklikte ısrar eden kadrolar tasfiye edilerek müslüman kitlelerin bazı beklentilerine olumlu yaklaşılacaktı. “Ilımlı İslamcılık” adındaki bu yeni projede laiklikte ısrar etmeyen demokratik rejimlerin iş başına gelmelerine yardım edilecek ve bu yolla dindar ve anti emperyalist kitleler kontrol altında tutulacaklardı. Hedef Batı’lı değerleri tehdit eden, insanlara mücadele yol ve yöntemi gösteren ve müslümanları vahdete davet ederek asıl düşmanı tanıtan İslami İran’ın etkisini ortadan kaldırmak için yeni modeller ortaya sürmekti.

Başta ülkemiz olmak üzere Mısır gibi önemli İslam ülkelerinde son on yıl içerisinde ortaya çıkan gelişmeleri bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Bu ülkelerde iktidara gelen hükümetlerin illa da ABD tarafından iş başına getirildiği iddiasında değiliz. Ancak bu hükümetlerin iş başına geldikten sonra ABD’nin projeleri doğrultusunda hareket ettikleri, dahili ve bölgesel siyasetlerinde ABD ile koordinasyon içinde oldukları ve müslüman kitlelerin anti emperyalist ve anti siyonist duygu ve duruşunu reel politik adına emperyalizmle stratejik ortaklığa ve siyonizmle uzlaşmaya çevirdiklerini görünce ABD projesinin başarıyla uygulandığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bu hükümetlere yönelik bu ve benzeri eleştiriler cevapsız kalmıyor elbet: Reel politik/gerçekçi politika, maslahatı gözetmek, yerleşene kadar/köprüden geçene kadar ayıya dayı demek, uygun zamana kadar asıl niyeti gizlemek/takiyye, kökten dinci damgası yememek için dikkatli olmak gerekir ve...

Bu bahanelere karşı sormak gerekir:

Batı sizi “Ilımlı İslam” modeli olarak bölge halklarına takdim etmektedir. Bunu kabul ediyor musunuz?

Hemen diyecekler ki, bizim İslami ilkelere dayalı bir hükümet/devlet kurmak diye bir gündemimiz ve böyle bir iddiamız yoktur. Bu durumda niçin her fırsatta bölgenin müslüman halklarına model ve referans olduğunuzu dile getirip duruyorsunuz? İlımlı İslamcı olarak tanıtılan kimliğiniz adına değil de hangi ideoloji namına, Batı uygarlığı adına mı? Hayır, diyorsanız, bu durumda bölge ülkelerine hangi uygarlık ve ideoloji adına model olabilirsiniz? Din kaygınız yoksa iktidarınızı sürdürmek için dindar insanların özlem ve duygularını niçin istismar ediyorsunuz? Niçin gerçek mahiyet ve niyetinizi ortaya koymuyor ve Mevlana’nın “ Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözünü tekrarlayıp durmanıza rağmen kendiniz buna uymuyor sunuz?

Şeytanın taktikleriyle şeytanla mücadele ettiğinizi mi sanıyorsunuz?

İktidara ulaşmak ve iktidarda kalmak için her yolu denemek caiz midir?

Tağuutu inkar etmeden Allaha iman ve sağlam kulptan tutunmak mümkün olmayacağı gibi müstekbirleri, kendilerini uluslararası camia tanıtıp üstünlük taslıyanları, sulta sistemini, emperyalizmi ve uluslararası siyonizm ağını karşınıza almadan İslam nizamı kurmak da mümkün değildir.

Müslüman Kardeşler Hareketinin Mısır’da ve AK Parti hükümetinin ülkemizde izlediği yol maalesef tezad ve çelişkilerle doludur. İki yıl önce Kahire’nin Tahrir meydanını dolduran milyonların önemli taleplerinden biri Siyonist Rejim’le ilişkilerin kesilmesi, Camp David anlaşmasının lağvedilmesi ve Filistin davasının desteklenmesiydi. Hatta Siyonist Rejimin Kahire’deki elçiliğini basarak bunda ne kadar ısrarlı olduklarını gözler önüne serdiler. Ama Mursi’nin Müslüman Kardeşler hükümeti iktidara geçtikten sonra reel politik namına siyonist rejimle yapılan bütün anlaşmalara bağlı kalacağını açıkladığı gibi Filistin davası hususunda bırakın radikal bir karar almayı Gazze’nin Refah kapısını daimi olarak açık tutma cesaretini bile gösteremedi. İsrail’e karşı reel siyaset uygulayarak tek bir kelime deme cesareti gösteremeyen Mursi ne hikmetse iktidara geçtiğinden beri katıldığı her dahili ve uluslararası toplantıda Direniş Cephesinin önemli üyelerinden Suriye hükümetinin devrilmesi talepleriyle kükreyip durdu.

Bu yöntem sadece Mursi hükümetiyle sınırlı değildir elbet, dindar ve anti siyonist müslüman kitlelerin oyunu almak için siyonist rejime sözlü saldırılarda bulunduğu halde iktidara geçtiğinde bu rejimle her türlü işbirliğini genişleten rejimlerin hepsinin izlediği uzlaşmacı ve aldatıcı bir yöntemdir.

Bu çelişkili tavırlar dindar ve anti emperyalist müslümanların gözünden kaçmamaktadır. Bu tavırlara karşı Mısır’da halk kitleleri bir yıl gibi kısa bir süre sonra tepki verdi ve sözünde durmayan hükümetlere tahammül edemiyeceklerini ortaya koydular. Görünürde ekonomik adaletsizliğe karşı cumhurbaşkanını istifaya çağıran ve yeni seçimlerin yapılmasını isteyen kitleler gerçekte verilen tüm vaat ve sözlerin tutulmamasına karşı kızgınlık ve tepkilerini ortaya koydular.

Müslüman halklar artık kendilerine tahakküm eden rejimlerin çeşitli konulardaki tavır ve duruşlarını, kendi ülkeleri ve komşu ülkelere karşı emperyalist güçlerle işbirliği yapıp yapmadıklarını, bölgenin kanser tümörü İsrail’le ilişkilerini yakından izlemektedirler. Hangi söylem ve iddiayla işbaşına gelirlerse gelsinler hükümetler bundan sonra halkın bu konulardaki duyarlılıklarını nazara almak zorunda hissedecekler kendilerini.

Y. ZİYA T.YILMAZ

 

Read 1853 times