Velayet şehidi Allame Hasan Şehate ile sağlığında yapılmış son röportajlarından birinin çevirisini yayınlıyoruz...
Mısır medyası onu ülkenin en ilgi çekici ve en kavgacı alimi olarak tanımlamıştı. Şehid Şeyh Hasan Şehate Mısır müstebsirlerinin (sonradan Şii olanlar) rehberi ve bu ülkedeki en ünlü cuma hatibiydi, öyle ki, onun sohbetlerindeki bazı konuşmaları, orada hazır bulunanların % 90'ının Şii olmasına sebep olmuştu.
İki hafta önce Mısır'da, tekfirci akımın büyüklerinin de hazır bulunduğu, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen İslam alimlerinin katılımıyla bir konferans gerçekleştirilmişti. Bu konferansta, Suriye hükümetine ve Hizbullah'a karşı "cihad" fetvası verilmiş, ülkenin cumhurbaşkanı Mursi'nin kişisel emriyle, Kahire ve Şam arasındaki ilişkiler askıya alınmıştı. Bu olay bir kaç yıl öncesinden tekfircilerin Şia aleyhine başlattıkları propagandaların devamı niteliğinde olup, yabancı gizli servisler de, tüm güçleriyle, bir çok önemli medya organından da yararlanarak bu işin fitilini ateşlemişlerdi. Bu çirkin fitne ağacı geçtiğimiz günlerde Mısır'da İmam Mehdi'nin (a.f) doğum gününde acı meyvesini verdi: Mısır'ın önemli alimlerinden ve Şiilerin rehberlerinden Şeyh Hasan Şehate, beraberindeki üç yaranıyla feci bir şekilde şehid edildi.
Yaklaşık iki hafta önce, Kahirenin 30 kilometre güneyinde "el Cize" vilayetinin "Ebul Nemres" bölgesindeki "Ebu Muslim" köyünde, Şiiler aleyhindeki tebliğatlar şiddetlenmişti, öyle ki, onları kafir ve necis olarak niteleyen köy halkı bu insanları öldürmek için can atar vaziyetteydiler. Şeyh Hasan Şehate ve köy halkından bir grup Şii, İmam-ı Zaman'ın (a.f) doğum günü kutlamaları için köy halkından birinin evinde toplanmıştı. Olayın şahitlerinden biri olan Yasir Yahya şöyle diyor: "Köy halkı, şeyh Hasan Şehate'nin köyde olduğunu haber alınca, ev sahibinden onu kendilerine teslim etmesini istediler, ancak ev sahibi bunu kabul etmedi. Bunun üzerine onlar da eve saldırmaya başladılar." Bu saldırıda molotof kokteyli kullanarak evi yakmaya çalıştılar.
Yasir Yahya devamında şöyle diyor: "Kalabalık büyük balyozlar ve kazmalar getirerek evin duvarının bir bölümünü yıktılar ve evde bulunan Şiileri dışarı çıkararak, döve döve köy meydanına getirdiler ve onları öldürene kadar linç ettiler." Öldürdükten sonra da, şehitlerin bedenlerini yerlerde sürüklediler.
Şahitlerden bir diğeri de şöyle diyor: "Onları kurtarmak için çabaladım ancak halk onları öldürmeyi kafalarına koymuştu."
Lübnan El Menar televizyonunun haberine göre, köy halkı, bu Müslümanlar dövüp işkence ederken bir yandan da, "Şia kafirdir" ve "kafir, kafir" diye bağırıyorlardı.
Bu elim olayda, Şeyh Hasan Şehate (66), kardeşi Muhammed Şehate (35), Şehate Şehate (55) ve Abdulkadir Haseneyn Ömer (45) şehid olurken, bilinmeyen sayada Şii de yaralanmıştır.
Mısır'ın tanınmış müstebsiri (sonradan Şii olan), Mısır Şiilerinin lideri, El Ezher Üniversitesi'nin üstadı, Kahire'nin en büyük mescidlerinden birinin eski imamı, Mısır ordusunun dini ve manevi mürşidi, Mısır radyo ve televizyonunda ve mescidlerinde "El Alem" adlı programın yapımcısı olan Şeyh Hasan Şehate, bu yıl Şaban ayının 15'inde 66 yaşındayken, Mısır'ın Vahhabi ve Selefilerinin sopaları altında şehadet nuruna erişmiştir.
Yıllar boyunca, binlerce kişi Kahire'de siyonist rejimin elçiliğinin önünde bulunan mescidinde onun imametiyle namazlarını kılmak ve onun hutbelerini dinlemek için bir araya geliyorlardı. O her zaman Ehl-i Beyt-i Nübüvvetin (a.s) hakkı ve velayeti meselesini konu ediyor, zalimleri, münafıkları ve sapkın grupları rezil edici, kendi elçiliklerinin önünde siyonistlerin öfkeden kudurmasına sebep olan konuşlamalarda bulunuyor, bu yüzden Mısır polisi ve askeri, şeyhin konuşma yaptığı yerlerde sıkı tedbirler almaya mecbur kalıyordu.
Şeyh Şehate, yalnızca El Ezher'in önemli alimlerinden ve şeyhlerinden biri olarak değil, bir çok alimin de hocası olarak biliniyordu. El Ezher'in büyük şeyheri, örneğin "Şeyh Tantavi" onun çocukluktan beri yakın dostuydu, onu yakından ve çok iyi tanıyordu. Şii olmadan önce bile herkes Şeyh Şehate'nin Emirül Müminin'e (a.s) olan vefasını ve aşkını çok iyi biliyordu. Bu halde bile her zaman üstadlarına ve talebelerine şöyle diyordu: "Canınızın istediği her şeyi söyleyin, ancak bilin ki, Hz. Peygamber (s.a.a) ve Emirül Müminin Ali ve Fatıma Zehra ve Haseneyn (a.s) öyle bir ağaçtırlar ki, dalları ve meyveleri birdir."
Şeyh Şehate'nin Şii olması öyle kolay olmamış, yaklaşık 50 yıllık bir zaman içinde gerçekleşmiştir. Şeyh Hasan, sadık bir rüyasında, Hz. Peygamber'i (s.a.a) gördü ve bu durum onu minberlerde ve yazılarında Emirül Müminin Ali'ye (a.s) itikad ve imanı kabul etmeye, ona bağlılığını ve düşmanlarından beri olduğunu ilan etmeye yönlendirdi. Şeyh'in bu kararı Mısır'da bomba etkisi yarattı ve binlerce Mısırlıyı Şeyh'in safına çekti. Mısır'ın temiz fıtratlı halkının, hakkın sesini duymaları için hakikate, ismet, teharet ve vahyin Ehlibeyti'ne (a.s) olan alaka ve aşklarını Şeyh'in nezdinde ve konuşmalarında bulmaları yeterliydi.
Şeyh Şehate'nin faaliyetleri, baştan başa tüm Mısır'da dalgalanmalar meydana getirdi, Şeyh'in hutbe ve konuşmaları halk arasında dilden dile yayıldı, hutbeleri, Vahhabiliğin merkezlerini, sapkın grupçukları, tahrif olmuş fırkaları adeta titretti. Bu yüzden bu grupçuklar ve sapkın fırkalar, Şeyh'e karşı savaş açtılar ve bu saldırılar 1996 yılında Hüsnü Mubarek rejiminin emniyet ve istihbarat güçlerince tutuklanmasıyla neticelendi. "İmam Ali'ye (a.s) bağlılık ve velayetini kabul etmek, ve o hazretin sevgi ve bağlılığını dile getirmek"le itham edilerek hapse atıldı. İtham edildiği mevzu, Şeyh Şehate'nin her zaman Allah'tan istediği şeydi. Artık konuşma yapmak için ülke dışına çıkamıyordu, çünkü Mubarek rejimi tarafından yurt dışına çıkış yasağı konmuştu.
Bu mukaddes velayet bağlılığı ilanının Şeyh için pahalıya mal olduğu, cemaat imamlığını kaybetmesine, dini görevlerini eda edememesine ve en nihayetinde canının alınmasına yol açtığı doğrudur, ancak onun mahbubiyeti aynı şiddetiyle Mısır halkının zihinlerinde baki kalacaktır. Onlar aynı şekilde Şehid Şehate'yi bu ülkenin büyük alimlerinden biri, batıl ve sapkın gruplar karşısında hak ve hakikati söyleyen tek ses olarak görmektedirler.
Şeyh zindandan çıktığında, her türlü görsel, işitsel ve yazılı görüşme ve sohbet kendisine yasaklanmıştı. Oysa ki, Şii olmadan önce medya ve özellikle de Mısır televizyonu, Şeyh Hasan'la sohbet etmek için randevu almak konusunda biribirleriyle neredeyse yarışıyordu.
Şeyh zindandan çıktıktan sonraki ilk programında, Mubarek rejiminin hapishanelerinde yapılan işkenceleri ifşa etti ve kendi hayat hikayesini, Sekaleyn'e yani Allahın Kitabı'na ve Peygamberi'nin İtreti'ne tutunmasına ve yönelmesine etki eden etmenler konusunda konuşmalar yaptı. Bu konuşmalar hüzünlü ve sıkı ambargoların başladığı günleri beraberinde getirecekti.
Şu an okumakta olduğunuz röportaj "El Minber" dergisi tarafından basılmıştır ve Şeyh Hasan Şehate ile yapılan tek söyleşidir, bu tercüme ilk kez Meşrik News tarafından yayınlanmaktadır.
- Lütfen kendinizi tanıtarak, yaşamınız ve geçmişiniz hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
- Şeyh Hasan Şehate: Bismillahirrahmanirrahim. Ben, Allah Teala'nın fazlıyla, benim için 50 yıl süren zorluklardan sonra, Ehl-i Beyt'in (a.s) kurtuluş gemisine binmeye muvaffak oldum ve ilahi lütuf ve fazl ile Ali b. Ebi Talib'in ve diğer Pak İmamların (a.s) velayetine iman edip baş koydum ki bu, benim için anlatılmaz ve tarif edilemez bir iftihardır.
Adım "Hasan bin Muhammed bin Şehate bin Musa el Enani"dir. Hicri 13 Zilhicce 1365 tarihinde, pazartesi günü, miladi 10 Kasım 1946 yılında, Mısır'ın doğu vilayetindeki "Ebu Kebir"in "Herbit" köyünde, üç hanımlı bir babanın oğlu olarak, orta düzeyde bir ailede dünyaya geldim. Annem babamın son hanımıydı ve ben altı kardeşin ikincisiyim.
İki kez evlendim ve birinci hanımımdan üç erkek çocuk sahibiyim, sonra ondan boşandım ve şimdi ikinci hanımımdan bir kız çocuğum var. Babam bana Kur'an öğretmeye anne karnında olduğum zamandan başladı ki bu konuyu kendisi bana anlatmıştır. Sütten kesildiğim dönemden yani iki yaşından sonra, beni Şeyh Abdullah el Avil'den Kur'an öğrenmem için mektebe gönderdiler. Babamın mushafın bir köşesine düştüğü tarihten öğrendiğim üzere Kura'n-ı Kerim'i öğrendiğimde 5 buçuk yaşındaydım.
Bundan sonra, mektebin ikinci devresine geçtim, Şeyh Muhammed Musa Şeneb'den ders gördüm daha sonra da Şeyh Abdulhalim Abdunnebi İsmail benim eğitimimi devraldı. İlk mektebin bitmesinden sonra okul birinciliğini elde ettim ve El Ezher'e doğru yola çıktım.
Yazdığım eserler konusunda şunları söyleyebilirim. "İhyai Ulumuddin" kitabını tashih edip tüm yalan ve hurafelerden arındırarak basıma hazırladığımda 15 yaşına basmamıştım. Aynı şekilde kasideler, şiirler ve "Siracul Umme fi Hesaisi Essadetil Eimme" ve bunun gibi diğer risalelerim mevcuttur.
Dini faaliyetlere çok erken başladım; çünkü babam bütün evlatlarını Ehl-i Beyt aşkı ve bağlılığıyla terbiye etmişti. Bizimle Emirül Müminin'in (a.s) şahsiyetiyle ilgili pek çok konuşma yapmıştır. O bana şöyle diyordu: "Evladım! Emirül Müminin İslam'ın en büyük yardımcısı ve koruyucusuydu; o Peygamberin yanında yürüdüğü zaman, kimse efendimize laf söylemeye ve eziyet etmeye cüret edemezdi."
İlk kez cuma hutbesi okumak için minbere gittiğimde henüz 15 yaşıma basmamıştım. Cuma namazı hutbesini de kendim yazmıştım ancak minbere çıktığımda yazdıklarımı bir kenara bıraktım ve Ehl-i Beyt'ten yardım isteyerek, onların lütfu, bereketi ve inayetiyle hutbemi okumaya muvaffak oldum.
Beş yıl boyunca köyümüzün El İşrak Camisinde hutbe okudum ve ondan sonra cemaat imamı ünvanıyla bazı fitnelerden etkilenmiş olan çevre köydeki El İhraz Camisine gittim. O camide iki yıl imamlık yaptım ve bu müddet zarfında bütün derdim tasam camide, halkın içinde, gerek üniversite üstadları ve gerekse Mısır'ın diğer şeyhleri arasında bulunan Ehl-i Beyt (a.s) düşmanlarıyla, yani habis Vahhabilerle uğraşmaktı.
Bundan sonra miladi 1968 yılında askerlik görevini yapmak için çağırıldım ve Mısır silahlı kuvvetlerinin askeri mühendislik biriminde manevi irşad ve hidayet görevine geldim. Bu devrede "Eddurretul behiyye fi Medhil İtretil Nuraniyye" adlı kasidemi yazdım ve "Fatihetul Kitab" konusundaki araştırmamı kaleme aldım. Aynı şekilde bu dönemde bir kaç Hıristiyanın da İslam'la şereflenmesine vesile oldum.
Hayatınızın en önemli merhalelerini bize özetleyebilir misiniz?
1- Askerlik dönemim. Bu dönemde siyonist rejimle yapılan Ramazan ayı savaşına iştirak ettim.
2- "Edduramun" dönemi. Bu Şarkiye vilayetinin şehirlerinden birinin adıdır ki, burası İhvan-ı Müslimin'in ve vahhabiliğin sağlam kalelerinden sayılırdı. Orada öğrencilerimden % 90'ını Şia mektebiyle tanıştırmayı başarmıştım.
3- 1984'ten başlayıp 1996'ya kadar süren Kahire dönemi. Dini faaliyetlerimin doruğa ulaştığı zamandır. Bu dönemde rejimin emniyet güçleri tarafından tutuklanana kadar cuma namazlarını "Kubra" bölgesinde eda ettim. O zamanda, Kur'anı Kerim ve halk radyolarında programlarım devam etmekte, Kahire'nin çeşitli bölgelerinde ve Mısır'ın diğer vilayetlerinde konferanslar vermekteydim. Sonra Mısır televizyonunda yayınlanan haftalık "Esmaullâhul Hüsna" adlı televizyon programını yaptım.
Emirül Müminin'e ve Pak İmamlara (a.s) bağlılığınızı ne zaman ilan ettiniz?
Göğsümün daraldığı, zorluklarımın arttığı bir zamanda, Emirül Müminin'in (a.s) velayetini minberde, televizyonda, ve yazılı basında ilan ettim. Ehlibeyt'in (a.s) düşmanlarından beri olduğumu ilan ederek bütün beyanatlarımda Hz. Peygamber'in (s.a.a) ailesine düşman olanları lanetledim ve bu yüzden de hicri kameri 1416 yılı Rebiulevvel ayında, miladi Eylül 1996 tarihinde tutuklandım. Hakkımdaki tek itham "Ali bin Ebi Talib'in velayetini ilan ve O'na olan alaka ve aşkımı yaymak" idi.
Lütfen bu konuyu biraz daha açabilir misiniz?
Ben küçüklüğümden beri Ehl-i Beyt aşkıyla ve onlara bağlılıkla büyüdüm. Ama hak ve hakikat bana uzun yıllar sonra aşikar oldu. 1994 ve 1996 yılları arasında gördüğüm bir sadık rüyadan sonra bu iş gerçekleşti. Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir dağın tepesindeydi ve Emirül Müminin (a.s) yanına yeni varmıştı ve aralarında benim de anladığım bir dilde sohbet ediyorlardı. Sonra Peygamber (s.a.a) Emirül Müminin'i (a.s) bir iş için görevlendirdi ve sol eliyle bana işaret ederek onun arkasından gitmemi buyurdu. O hazretin peşinden yola koyuldum ve mubarek endamına bakıyordum. Sadece boynunu görüyordum ki, muhteşem bir güzelliğe sahipti. Ben onun peşi sıra dağ tepe yürürken bazan düşecek gibi oluyordum ve her düşecek gibi oluşumda, Emirül Müminin mubarek eliyle işaret ederek buna mani oluyordu. Uykudan uyandığımda, sonsuza kadar Emirül Müminin'in (a.s) ardı sıra hareket etmem gerektiğini anladım. Yine pek çok zorluklarla karşılaşacağımı ancak bu hal ile o hazretin velayetine bağlı kalacağımı da anladım.
O zamandan beri, tüm zorluklara rağmen, Allah Teâla'nın sağlam ipine ve sıratı mustakimine sarıldım ve Ehl-i Beyt'in (a.s) velayetine bağlılığımı ilan ettim. Ehl-i Beyt'in düşmanlarını da her yerde rezil ettim. Bu işin benim için ağır bir bedeli olsa bile, bu mevlam ve serverim olan Emirül Müminin'e sunabileceğim en küçük şeydir ve ümitvarım ki o hazret bu küçük ve naçizane hizmeti kabul edecektir.
Ondan sonra mı tutuklandınız?
Evet üç ay tutuklu kaldım ve sonra beni serbest bıraktılar.
Acaba İmam Hüseyin (a.s) ile alakalı sohbet halkalarınızın, rejim aleyhine bir inkılabın başlangıcına zemin hazırlamak olduğu yönündeki söylenenler doğru mu?
Ümeyyeoğulları ki, Allah'ın laneti onların üzerine olsun, Aşura gününü, bir bayram günü olarak ülkemizde gelenekselleştirdiler ve insanların biribirleriyle görüşmeleri, yeni elbiseler giyilmesi, gusül alınması ve oruç tutulması gibi yalanları Hz. Peygamber'e (s.a.a) dayandırarak, Aşura'nın insanın mutlu günü olduğu yalanını kabul ettirdiler.
Ben bütün bu yalan dolanları görüyordum ve bütün bunlardan dolayı kalbim sıkışıyordu. Halkın genelinin bu günlerde bayram ettiğini ve o güne özel tatlı olan aşura tatlısını dağıttıklarını gördüğümde ızdırap duyuyordum. Kendime engel olamıyordum. Feryad ettim: “Ey insanlar! Böylesi bir günü nasıl bayram olarak kutlayabiliyorsunuz ve mutlu olabiliyorsunuz, oysa ki böyle bir günde Peygamber'in (s.a.a) oğlunu, gözünün nurunu katlettiler. Böylece İmam Hüseyin'e (a.s) eza ve yas meclisleri düzenlemeye başladım. Ben dostlarımla beraber, Muharrem ayında, o büyük İmam'ın hatırasına ve çektiği musibetlere bütün gece boyunca ağlıyor, siyah elbiseler giyiniyor, sanki onun mutahhar kabrinin yanındaymış gibi matem merasimleri düzenliyorduk. Rejim Mısır halkının onların aleyhine dönmesinden korkuyordu ve bu yüzden o musibet ve belaları başımıza açtılar.
Gerçekten de İmam Hüseyin'in (a.s) bu kadarcık bile anılmasından korkuyorlar mıydı?
Acaba size göre, onların hatırası tarih boyunca zalimleri ve tağutları titretmemiş midir?
Genel olarak Hüseyni şiarlar hakkındaki görüşünüz nedir?
Hüseyni şiarlar da, diğer ibadetler, dini adap ve gelenekler gibidir. Marifet ve tanıma yoluyla halisane dökülen göz yaşları, gerçekte kıyamet günü cehennem azabına karşı bir siperdir. Bu yüzden İmamları anmak, doğum ve şehadet günlerininin kıymetini bilmek gerekir. Size göre acaba akıllı bir insan, sevdiğinin ismini anmadan, onu yadetmeden hayatını devam ettirebilir mi?
Ben bazı rejimlerin Ehlibeyt'in (a.s) zikrini unutturmak için yaptığı girişimlere ve uğraşlara hayret ediyorum. Oysa ki, Hıristiyanların Hz. isa'dan (a.s) kalan eserlere, hatıralara ve onu anmaya ne kadar önem verdiklerini, onun adına kiliseler kurduklarını görüyorum. Ya da Yahudiler, ağlama duvarının kenarında dikiliyorlar ve mabed için göz yaşı döküyorlar ve kimse onlara itiraz etmiyor. Ancak biz, İmamımız için ağlarsak hemen bize itiraz ediyorlar oysa ki, İmam Hüseyin (a.s) için bütün mahlukat ve mevcudat ağlamaktadır.
Şeriatta Ehlbeyt'in (a.s) makamı nedir?
Bu makamı, büyük bir makam olan "imamet" makamı olarak görmek lazımdır. Onlar varlığın aslı ve mahiyeti, hidayet yıldızlarıdır, Allah'a ve Hz. Peygamber'e itaatten sonra onların itaati herkesin üzerine farz ve zarurettir.
Bazı Ehli Sünnet fırkaları diyorlar ki: Peygamberin (s.a.a) hanımları da Peygamberin (s.a.a) Ehlibeyti'nin parçası olarak sayılırlar. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?
Ehlibeyt (a.s), Ehl-i Kisa ve Hazreti Hüseyin'in (a.s) soyundan gelen 9 İmamdır. Hiç bir sahabe ve Peygamber hanımı bu iftiharla müşerref olmamıştır. Bu konudaki hadisler mevzuyu yeterince açıklamaktadırlar.
Size göre İslam Ümmetinin Ehlibeyt'e (a.s) karşı vazifeleri nelerdir?
Bu ümmetin sırtına ağır vazifeler yüklenmiştir. İslam Ümmetinin bu işe, yani Ehlibeyt'in tam ve mutlak ismete sahip olduğuna kamil bir itikadı olmalıdır. Bu inanca erişebilmek için de onların düşmanlarından beri olmaları gerekmektedir.
Mısırdaki Şiileşme hakkındaki görüşünüz nedir?
Mısır halkı tabiatı itibariyle Ehl-i Beyt sevgisi olan bir halktır. Ancak bazı vahhabi unsurlar, İmam Hüseyin'in (a.s) kabrini ziyaret etmenin, insanların cehenneme gitmesine sebep olduğu inancındadırlar. Ancak Mısır halkının eğitim ve bilgi eksikliği olduğunu söylemeliyim. Hiç şüphesiz eğer onlar Ehl-i Beyt'i (a.s) doğru bir şekilde tanısalar, onları kabul edeceklerdir ve eğer kendi düşmanlarını gerçekten tanırlarsa, onlardan beri olduklarını ilan edeceklerdir.
Geçmişte El Ezher İmamiye mezhebi hakkında muhafazakar bir tutum takınırdı. Ancak şimdi daha saldırgan bir tutum izlemekte, öyle ki onlardan bir tanesi, bir Suudi dergisiyle yaptığı söyleşide, Şia'nın kökeninde Yahudilik bulunduğunu bile söylemiştir. Bu konudaki görüşünüz nedir?
Kadim El Ezher uleması arasında, " Şeyh Abdullah Şebravi", " Şeyh Muhammed Abduh", "Şeyh Selim Beşeri" ve "Şeyh Şeltut" gibi alimler vardı. Ancak şimdi böylesi kimseleri El Ezher'de göremiyoruz. Onlardan bir kısmı bazen öyle şeyler söylüyorlar ki, ya cahiller, bilmiyorlar veya bilip kasten böyle söylüyorlar diyoruz.
Dünya Müslümanlarına ne mesaj vermek istiyorsunuz?
Dünya müslümanlarından, Emirül Müminin'in ve Tahir İmamların (a.s) velayetine bağlanmalarını ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'in (a.s) düşmanlarından beri olmalarını ve her zaman amellerinde akıllı ve tedbirli davranmalarını istiyorum.
Çev: Ali Naki Dedesoy
medyasafak.com