Batı'nın Hizmetindeki Selefi Terörü ve Bir Uyarı...

Rate this item
(0 votes)

Bismillah...

Irak, Pakistan, Lübnan ve Suriye'de Şiilere ait bir mekana hemen her gün bir bombalı saldırı yapılmakta, onlarca masum insan katledilmekte veya yaralanmaktadır. Artık Şiilerin kadın, çocuk, genç, ihtiyar demeden katledilmeleri normal haberler olarak kanıksanmaktadır. Yirmi-yirmibeş yıl öncesi Pakistan ve Afganistan'dan başlayan bu kindarlık ve vahşilik, on yıl öncesinden beri Irak'ta onbinlerce masumun kanına malolmuş ve son iki yıldır Suriye, Lübnan ve Mısır'da sürdürülmektedir. Bu gidişle ve iş başındaki hükümetin izlediği basiretsiz siyasetler yüzünden benzeri terör ve cinayetlerin ülkemize sıçraması an meselesidir.

Bir önceki yazımızda işaret ettiğimiz üzere doğrudan ve dolaylı sayısız komplo planları, askeri saldırılar ve yaptırımlara rağmen İslam İnkılabı'nın yükselişini önlemeyi başaramayan ABD'nin başını çektiği Batı emperyalizmi önceki baskı ve taktiklerine ilaveten mezhep fitnesi silahına sarıldı. Müslümanların yumuşak karnının mezhep taassubu olduğu gerçeğinden hareketle İslam İnkılabı'nın bir Şii inkılabı olduğu, İran'ın gerçek hedefinin Şiiliği yaymak olduğu ve Sünnilerin bu Şii yayılmacılığına karşı tedbir almaları gerektiği ilk olarak ABD ve Avrupa'da siyonistlerin kontrolündeki düşünce ve karar merkezlerinde dillendirilmeye başlandı.

1981'de öğrencilik yıllarımda Almanya'nın Stuttgart şehrindeki bir Protestan kilisesinin düzenlediği aylık rutin toplantılardan birinin "İslam İnkılabı ve Batı'yı Tehdidi" başlıklı ilanını görünce Türkiyeli, Mısır'lı ve İran'lı birkaç arkadaşla merağımızı gidermek amacıyla katılmaya karar verdik. Kilise konferans salonunda düzenlenen bu toplantıya bizim dışımızdakilerin tümü elli yaş üzeri ve resmi kiyafetlerle katılan kadın- erkek davetlilerden oluşuyordu. İlk bakışta salon işçisi olarak algılandığımız için olsa ki, salona girişimize engel olunmadı ve köşedeki bir masaya oturunca etraftakiler arasında tedirginlik ve rahatsızlık oluşmaya başladıysa da umuma açık toplantı olduğundan katılmamıza ses çıkarılmadı.

Konferans konuşmacıları derslerine önceden hazırlanmış oldukları için on-onbeş dakikalık sürelerle görüşlerini özet olarak ortaya koydular. Hemen hemen bütün konuşmacıların savunduğu ortak iki konudan biri, İran İslam İnkılabının nüfuzunu engellemek için tarihi ihtilafları bir yana bırakarak Yahudilerle (İsrail ile) işbirliğine gidilmesi ve ikincisi ise Sünnilerin İslam İnkılabından etkilenmesini engellemek amacıyla Sünni ve Şii müslümanlar arasındaki ihtilafların nasıl körükleneceğinden ibaretti.

Bu ve bunun gibi nice toplantıların Batı dünyasının çeşitli düşünce –komplo- merkezlerinde onlarca yıl öncesinden beri yapıldığından şüphemiz yoktur. Ancak daha İslam İnkılabının zafere ulaştığı ilk yıllardan itibaren alenileştirildiğine bizzat tanık olduğumuz için aktarmayı uygun gördük.

İslam İnkılabının zaferi öncesi Sünni dünyada pek sevilmeyen ve batıllığı üzerinde onlarca fetva ve kitabın yayınlandığı Selefi-Vahabilik cereyanının Ehlibeyt imamlarının türbelerine olan ilgisinden dolayı Şiilere yönelik düşmanlığının farkında olan Batı emperyalizmi, yukarıda zikredilen uğursuz hedefi doğrultusunda İslam İnkılabına karşı kullanacağı ilk silahını bulmuştu.

Çünkü o sıralar bazı mutaassıp milli-mezhebi kesimler istisna tutulursa dindar Sünni müslümanları İslam İnkılabı aleyhine kışkırtmak imkansız gibiydi. Hatta bazı İslami teşkilatların lider kadrosunda bulunan kişiler bile kendi cemaat ve taraftarlarını kaçırmamak için olmadıkları halde bazen kendilerini İslam İnkılabı taraftarı göstermek zorunda hissediyorlardı. Bu liderlerden birinin - ismi mahfuzdur- başkanlığında Stuttgart'ın Bad Cannstad semtindeki bir camide yüzlerce Sünni müslümana hitaben yapılan konuşmalarda merhum İmam Humeyni ve İslami İran hakkında yapılan övgü dolu konuşmaların ardından aynı mekanda üniversite öğrencilerine yönelik özel sohbetinde açıkca camideki konuşmaların maslahata binaen yapıldığını, bu halkın başka türlü güdülemiyeceğini, gerçekte ise Şiilerle Sünnilerin uzlaşmasının mümkün olamıyacağını vurguladığında genç müslümanların tepkisiyle karşılaşmıştı. Bu konuşmadan birkaç yıl sonra vefat eden bu kişinin şüpheli kimliği ve Milli Görüş teşkilatının karşı olmasına rağmen Vahabilerle ilişkileri bizzat yakın teşkilat arkadaşlarınca dile getirilmişti. Bu ve benzeri tecrübeleri yaşayan biri olarak İslam İnkılabı treninden inerek İslami İrana karşı sinsice kalem oyanatan kalemlerin son sıralarda Selefi sitelerde boy göstermelerine pek şaşmıyorum. İslam İnkılabının vahdet çizgisinden asla sapmadığı, anti siyonist ve anti emperyalist duruşunu sürdürdüğü, Filistinli gruplar başta olmak üzere Müslüman Kardeşler kökenli bazı parti ve grupların ilkesel hatalarına rağmen Filistin ve ümmetin vahdeti davasından vazgeçmediğini fiilen göstermesine rağmen bu vefasız kalemlerin geldikleri durumları görünce Batı emperyalizminin özelde İslam İnkılabına genelde İslami uyanış hareketine karşı mücadelede mezhep fitnesi ve Vahabi kartı komplosunda başarısız olduğu söylenemez.

Batı emperyalizminin önceden belirlenmiş planları çerçevesinde Selefi-Vahabi örgütler, Fars Körfezi krallık ve şeyhliklerinin petro-dolarları ve Batılı ülkelerin siyasal-diplomatik desteğinde ve "Harici" terör anlayışı doğrultusunda geçen bu zaman içinde durmadan güçlendi ve İslam dünyasının hemen her yanına serpildiler. Daha düne kadar İslam mezhepleri kategorisi dışında tutulan Vahabilik ve mensupları İslam İnkılabının zaferinden sonra ılımlı Sünni Hanefi anlayışının merkezi durumundaki Pakistan, Afganistan ve Irak başta olmak üzere İslam dünyasının hemen her yanında ABD-Suudi desteğiyle Şiilere karşı terör merkezleri kurmayı başardılar. İktidar merkezlerinin tahrikleri istisna tutulursa asırlardır Sünnilerle aynı mahallelerde barış içinde yaşamış Şiiler, Selefi-Vahabi terörizminin son 30 yıldan beri ABD ve bölgedeki kukla rejimlerince desteklenmesi sonucunda Şiiler son sıralarda Vahabi terörizmi karşısında artık ibadethanelerde bile kendilerini güvende hissetmemektedirler.

Hoşgörü ve kardeşliğin merkezleri durumundaki Irak-Şam-Anadolu ve Mısır diyarları Vahabi terörizmi sayesinde bugün radikal ayrışma, kutuplaşma ve tarihte eşine rastlanmış katliamlara tanık olmaktadır. Artık Şii'lere ait camilere, Hüseyniyelere, matem merasimlerine, Cuma namazlarına yönelik bombalı saldırılar, intihar operasyonları, kitlesel katliamalar normal hadiseler olarak görülmektedir. Bu terör akımını takviye edip yönlendiren Batı emperyalizmi, elinde bulundurduğu medya sayesinde bunların vahşice eylemlerini gizlemekte veya müslümanlar arası mezhep savaşı olarak lanse etmektedir. Batı'nın ülkemiz de dahil İslam ülkelerindeki işbirlikçileri ise maymun gibi uluslararası siyonizmin kontrolündeki haber ajanslarının servis ettiği haberleri aynen yansıtmaktadırlar.

Pakistan ve Irak başta olmak üzere Suriye, Lübnan ve son zamanlarda Mısır'da Şiilere yönelik vahşice saldırılar bir mezhepler arası savaş değildir. Şimdiye kadar adını saydığımız ülkelerde Sünnilere ait tek bir cami veya mekana Şiilerce terör eylemi yapılmış değildir ve dini önderlerinin fetvalarına, içtihatlarına sıkı sıkıya bağlı Şiilerin böyle bir cinayet işlemesi mümkün de değildir. Böyle olunca buna mezhep savaşı değil de Şiilere yönelik tek taraflı Tekfirci- Vahabi terörü demek daha doğru olur. Sünnilere ait camilere yönelik bir saldırı kaydedilse bile bu da yine aynı tekfirci odaklarca Şii ve Sünnileri karşı karşıya getirmek amaçlı gerçekleştirilmiştir.

Cinayet ve terör aklın, mantığın ve insafın bittiği yerde başlar. Terör, acizliğin, yenilginin, tıkanmışlığın ve mantıksızlığın işaretidir. Terör, görüşünü bilimsel olarak, mantık yoluyla kabul ettiremeyen ve meşru meydanda kaybeden cahillerin, mütekkebbirlerin ve üstünlük taslayanların başvuracağı yoldur. Şia'ya ve Şiilere yönelik saldırılar bu açıdan görülmeli ve değerlendirilmelidir.

Önceki yazılarımızda da bu hususa değinerek Selefi-Vahabi terörizminin tehlikelerine dikkat çektik ve yine uyarıyoruz: Arap Yarımadasında yaklaşık iki yüz yıl öncelerinde İngilizlerin desteği ile icad edilen Suudi – Vahabi koalisyonu, o gün bugündür kendisine verilen görevi sürdürmektedir. Dün Batı sömürgeciliğine karşı kalkan durumundaki Osmanlı'yı arkadan vurmakla görevlendirilen Suudi-Vahabi koalisyonu bugün anti emperyalist, anti siyonist İslami hareketlere karşı kullanılmaktadır. Bunun en açık örneği daha geçen hafta Mısır'da İhvan'ul Müslimiyn hükümetinin devrilmesinde Selefi Nur partisinin Batı emperyalizminin Mısır'daki uzantılarının yanında yer almasıdır. Ve yine Suudi rejimi ve körfezdeki şeyhliklerin darbe rejimini tebrik ederek mali destekte bulunmaları bunun açık bir kanıtıdır.

İslamcılık iddiasındaki bu İngiliz beslemesi ve şimdilerde ABD yörüngesindeki sapık akımın İran İslam İnkılabının zaferi öncesinde Sünni devrimci hareketlerin en büyük düşmanı olduğu ne çabuk unutuldu?! İslam İnkılabının zaferinden sonra Ehli Sünnet hamiliğine soyunması efendilerince verilmiş yeni görevi ifa amaçlı değil midir?

Dün Afganistan'ı komünist Sovyet işgaline karşı desteklemek amacıyla cepheye sürülenlerin daha sonra bu ülkeyi ABD-NATO işgaline hazırladıklarına hep birlikte tanık olmadık mı? Bu terör örgütünün Suriye'de, Irak'ta ve Lübnan'da da aynı görev doğrultusunda kullanılmadıklarını kim iddia edebilir? Suriye'de laik rejimi yıkmak pahasına bu canilerle işbirliğine gidilmesi, bu ülkeye girerek mezhep savaşı başlatmasına yardımcı olunması vb. komplo planlarına ortak olunmasının bölgede onarılması imkansız yaralar açacağı niçin öngörülemiyor? Suriye rejiminin hataları, baskıları ve... yüzünden dış müdahaleyle ve mezhebi saikler ileri sürülerek değiştirilme girişimleri İslam dünyasında ve özellikle de ülkemizde muhtemel çatışmalara, toplumsal kamplaşmalara ortam hazırlamasını hangi akl-ı selim kabul edebilir?

Bugün el-Kaide, en-Nusra, İslam Devleti, Nur Partisi, Sahabe Ordusu ve nice başka adlar altında ortaya çıkan bu terör örgütlerini mezhep taassubu, haset ve bazen de duygusal özgürlükçülük düşüncesiyle destekleyenler Vahabi-Selefi akımının Mısır'da izlediği siyaseti yarın Suriye veya başka ülkelerde izlemeyeceğini garanti edebilirler mi?

ABD'nin başını çektiği Batı emperyalizminin İslam dünyasını kendi içinde meşgül etmek, ülkeleri karşı karşıya getirmek için başvurduğu başka silahlar da vardır elbet. İmam Humeyni'nin(ra) "Amerikancı İslam" diye adlandırdığı ve Batı'nın "Ilımlı İslam" olarak çeşitli ülkelerde farklı adlar altında öne sürdüğü planları, bu hareketlerin halk tabanındaki ümmetçi ve anti siyonist özelliğinden dolayı çoğu defa tutmamaktadır. Bölge ülkelerindeki ve özellikle de Mısır'daki son gelişmeler – lider kadrosundakilerin hataları, iktidar düşkünlükleri ve ilkesizlikleri bir yana- bu çerçevede değerlendirilmelidir. Batı açısından kendi uğursuz planlarını – mezhep savaşlarını- uygulamak bakımından daimi olarak güvenilecek tek grup Selefi-Vahabi akımıdır. Sebebi ise bu akım mensuplarının inanç planında öteki İslam mezheplerinden kesin çizgilerle ayrılması ve Sünnisiyle Şiisiyle başka müslümanları kolayca tekfir ederek öldürülmelerini caiz görmesidir. Öyle ki, bu cevaz sayesinde ibadethanelere, okullara, çarşı-pazar da dahil müslümanların toplu bulundukları mekanlara gözlerini kırpmadan intihar saldırısı düzenlemekte ve masum insanları acımsızca katletmekten çekinmemektedirler.

Başta Başbakan ve Dışişleri Bakanı olmak üzere ülke yöneticilerinin bu nasihatımızı dikkate alarak toleranslar, höşgörüler ülkesi Anadolu'yu ve tüm bir bölgeyi zaman geçmeden terör ve cinayet şebekesi bu cani akımın tehlikesinden kurtarmak için bölgesel siyasetlerini yeniden gözden geçirmeleri umit edilir. Defalarca dile getirdiğimiz üzere; bölgesel meseleler sadece ve sadece bölgenin önemli ülkelerinin bir araya gelerek işbirliği ve dayanışmasıyla mümkün olabilir. Bu işbirliği yüzde yüz istediğiniz gibi cereyan etmese ve kısa sürede beklediğiniz sonuçları vermesede İslam düşmanlarıyla aynı cephede bulunmaktan daha hayırlıdır. Batı emperyalizmiyle ittifaklar kurarak, mezhebi ihtilafları körüklüyerek şimdiye kadar kimse başarı elde edememiştir ve bundan sonra da mezhepçi siyasetler sadece ve sadece Batı'nın uğursuz planlarına hizmet etmiş olacaktır.

Not: Değerli okuyucuların mübarek Ramazan ayı boyunca yapacakları ibadetlerin Allah katında kabul görmesi dua ve dileklerimle...

 Y. ZİYA T.YILMAZ    13/07/2013 

 

Read 1676 times