Bismillah
Kürt meselesi yeni ortaya çıkmış bir husus değil. Avrupa’da ortaya çıkan ulusalcılık akımının etkisiyle 19.yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan Pan Türkizm, Pan Arabizm ve Pan İranizm akımlarına paralel olarak Kürt meselesi de ortaya çıkmıştır. Daha çok Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altındaki bölgelerde yerleşik Kürtler, Osmanlının yıkılması sonrasında sınırları sömürgeci İngilizler ve Fransızlar tarafından çizilen Irak, Suriye ve Türkiye'ye ilaveten bir bölümü de İran’da yaşıyor.
Bu ülkelerde Türkçülük, Arapçılık ve İrancılık ideolojilerine dayalı devlet sistemleri egemen kılınmaya çalışılırken Kürtler de haklı olarak kendi ulusal devletlerini kurma çabası içine girdiler ve her dört ülkede de zaman zaman ayaklanmalar başlattılar. Ancak adı geçen ülkelere hakim devletler toprak bütünlüğü ve ulusal birliği korumak adına bazen zorla, bazen uzlaşma yöntemleriyle şimdiye kadar kendi egemenlik sınırları içinde Kürt devleti kurulmasına fırsat tanımadılar.
Suriye’nin Kuzeyindeki Kürt bölgelerinde son günlerde meydana gelen gelişmeler, çeşitli kesimlerden aydınların Kürt meselesine yeniden yoğunlaşmalarına yolaçtı. Hemen her kesimden yazarlar, gazeteciler, yorumcular kendi bakış açılarından Kürt meselesine yaklaşmaktadır. Bazıları statükonun korunması için mümkün olan her yola başvurulmasını önerirken bazı yorumcular da artık Kürt varlığı gerçekliğinden hareketle ortaya çıkan sonucun olduğu gibi kabullenilmesinin daha yararlı olacağını vurgulamaktadır. Ancak bu kesimlerin hemen hiç biri teklif ettiği önergeye temel teşkil edecek bir ilke sunamamaktadır. Kürt meselesine ortam hazırlayan sebeplere ve bu sebepleri ortadan kaldırmak için neler yapılması gerektiğine kimse yaklaşmak bile istemiyor. Bazıları problemi hala görmezden gelirken ötekiler sonuçtan hareketle ve daha fazla kan dökülmesin edebiyatıyla teslimiyet içindeler.
Ortada bir nahoş durum varsa önce buna teşhis konulmalı ve ona göre tedavi geliştirilmelidir. Bunun için Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürtler meselesine kısaca değinelim. Kürtlerin adı geçen ülkelerdeki konumları ve kazanımları farklılık arzeder. Bu dört ülke yönetimlerinin izlediği Kürt siyasetinin ve Kürtlerle ilişkilerinin haklı veya haksız oldukları konusunda yargıda bulunmadan önce Kürtlerin bu ülkelerdeki geçmişi, bu konuda sundukları pratik çözüm yolları ve son durumlarını kısaca inceliyelim.
Türkiye: Osmanlı ülkesinden geriye kalan Anadolu ve Trakya’nın bir bölümü üzerinde kurulan yeni devlete Türkiye adı verildi ve Türkçülük ideolojisi bu devletin temel ideolojisi olarak anayasa ve bütün siyasal kurumlara hakim kılındı. Türk kimliği dışındaki bütün kimlikler ve bu cümleden olarak öteki kavmi gruplara oranla daha kalabalık olan Kürt kimliği de görmezden gelinmekle kalmadı, inkar edildi ve bazen zor kullanılarak sindirildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan şu ana kadar çeşitli adlar altında ortaya çıkan bazen İslami, bazen ulusalcı ayaklanmalar Kürt meselesinin inkar edilmeyecek bir gerçek olduğunu ispatlamaktadır. Geçen süre içerisinde işbaşına gelen hükümetler meselenin farkında olarak çözüm yolları aramaya çalışsalar da sorunun temel sebebi Pan Türkizm ideolojisinden vazgeçemedikleri veya buna cesaret edemedikleri için sorunun daha da derinleşmesine yardımcı oldular. Bölge dışındaki sömürgeci güçler, özellikle de son yarım asırdır ABD ve Avrupalı müttefikleri, resmi ideolojinin çarpıklığını ve yöneticilerin zaaflarını fırsat bilerek Kürt meselesine müdahil olmuş ve kendi uğursuz çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Stratejik müttefik olarak işbirliği yapılan bu ülkeler, çarpık sistem tarafından hazırlanan ortamdan yararlanarak Kürt meselesini ülkenin toprak bütünlüğü aleyhinde ustaca kullanmış ve hala da kullanmaktalar. Mevcut hükümet öncekilere oranla daha cesur davranarak meseleyi çözmeye kararlı görünse de izlediği yöntem ve ABD tarafından dayatılan reçete nazara alındığında meseleyi çözmek yerine daha riskli sonuçlarla karşılanabilir. Çünkü Türkiye’de Türkler, Kürtler ve öteki kavimlerin hepsini kapsayacak bir şemsiye/üst kimliği tanımlanmadığı sürece Kürt meselesine çözüm bulunması imkansız görünüyor. Hatta bu şemsiye kimliğinin oluşturulmasında geç kalındığı bile söylenebilir. Kürt meselesi hakkında yazıp çizen aydınlar da dahil kimse bu gerçeği tam olarak dile getirmeğe cesaret edememektedir. Revize edilecek anayasada hala şemsiye kimlik olarak “Türkçülük”te ısrar edildiği sürece kavmiyetçi/ulusalcı Kürt liderlere ve sömürgeci Batı’lı müttefiklerimize(!) ülkeyi parçalamaları için daha çok koz verilir. ABD ve İsrail’in bölge ülkelerini paraçalara ayırmak ve sultalarını genişletmek için bölgesel planlarından bir an bile geri durmayacakları kesindir ve onlardan merhamet beklemek safdilliktir. Ama en azından şeytani planların uygulanmasına ortam hazırlanmamalı ve alt kimliklerin hepisini bir yana bırakarak bütün kavimleri kucaklayacak bir üst kimliğe sarılmakta gecikilmemelidir.
Irak: Irak’ın Osmanlı’nın parçalanması sonrası İngiliz emperyalizminin denetimine bırakıldığı andan itibaren Kürt meselesi var olagelmiştir. Başta Barzani ailesi olmak üzere nüfuzlu Kürt aşiretleriyle merkezi hükümet arasındaki çatışmalar, savaşlar sonucu yarım asırdan beri özerk bir bölge olarak tanınan Irak Kürdistanı, Saddam Hüseyin döneminde liderlerinin İran’a sığınmalarıyla bir dönem bu haktan mahrum kalsa da genellikle sınırlı bir özerkliğe sahip olmuştur. ABD öncülüğünde Batı emperyalizminin 1992 yılında Kuveyt işgalini bahane ederek Irak’a saldırmasıyla birlikte Irak Kürdistanı uçuşa yasak bölge içine alınarak şimdiki Irak Kürdistanı bölgesel hükümetinin temelleri atılmaya başlandı. Resmen açıklanmasa da Irak’ın kuzey bölgelerinde Türkiye, İran ve Suriye’ye komşu ve ABD’nin himayesinde artık bir Kürt Devleti fiilen(de facto) kurulmuş bulunuyor. Mesut Barzani’nin başkanlığını yaptığı bu devlet, öteki bölge ülkelerindeki Kürtlerin bağımsızlık ideallerini desteklediğini artık gizlememekte ve bu hedef doğrultusunda Ulusalcı-Kürtçü liderlerin katılımıyla Kürt Ulusal Kongreleri düzenlemektedir. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi olarak tanıtılan Kürt Devleti, başta ABD ve İsrail olmak üzere Batılı sömürgeci ülkelerin desteğinde büyük Kürdistan’ı kurma planları yapmaktadır.
Suriye: Bölgede Kürt nüfusu barındıran ülkeler arasında Kürt nüfusa ve Kürtlerin yaşadığı alanlara en az sahip olan ülke Suriye’dir. Hatta bu ülkedeki Kürtlerin bir bölümünün komşu ülkelerden gelen göçmenler olduğu bahanesiyle bunlara son sıralara kadar Suriye vatandaşlığı bile verilmemekteydi. Ancak son üç yıl içerisinde Suriye yönetimine yönelik uluslararası güçlerin güdümünde başlatılan savaş sonucu bu ülkedeki Kürtler beklenmedik bir konum kazanmış bulunuyor. Suriye yönetimi daha kötüsünden (Selefi teröründen) korunmak adına ülkenin Kuzeyinde yaşayan Kürtlerin özerk bir bölge kurmalarını istemeyerek de olsa kabullenmiş görünüyor. Bu durum ise Suriye’de yönetimi devirmeyi açıkca dile getiren ve PKK çizgisinde bir Kürt Özerk bölgesiyle komşu olan Türkiye hükümetini ciddi olarak kaygılandırmaktadır.
İran : İslami üst kimliğini anayasasının temel ilkesi olarak alan İran, öteki üç ülkenin aksine devlet sistemi ve resmi ideolojisinde herhangi bir kavmin üstünlüğünü esas almadığı gibi bütün kavimlerin varlığı ve haklarını resmen tanımaktadır. Sadece Kürt kimliğini değil, Türk, Fars, Arap, Beluç gibi yaygın ve belirgin kavimlerin dilleri ve kültürlerini anayasal ve fiili olarak kabul ettiği gibi daha az yaygın olan Lor, Gilek, Türkmen vb. Kavimlerin lehçeleri ve alt kültürlerini de içselleştirmiştir. Farsça asırlardan beri resmi dil olarak kabul edilmekle birlikte adını saydığımız öteki kavimlerin dillerini kendi bölgelerinde idarelerde, televizyon kanalı, radyo, matbuat ve kitaplarda kullanmaları anayasada ve uygulamada teminat altına alınmıştır. Bölgesel dillerin okullarda ve eğitim-öğretim merkezlerinde kullanılması şimdilik uygulanmasa da anayasada bu hakk tanınmıştır.
Eyalet sisteminin hakim olduğu İran’da Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı eyaletin adı Kürdistan ve merkezi ise Senendec şehridir. Böylece Kürt kimliği ve kültürü resmen tanınmasına rağmen Kürdistan eyaletinin özerkliğinden veya federal bir yapıdan söz edilemez. Kürtler kendi bölgelerinde ve başka bölgelerde yerel yönetimlere seçilebildikleri gibi parlamento (İslami Şura Meclisi) ve Rehberlik Uzmanlar Meclisine de seçilebilmektedir.
Kürtlerin Kürdistan Eyaletinde yaşayanların ekseriyeti Şafii mezhebine, Kirmanşah ve öteki eyaletlerde yaşayanların ekseriyeti ise Şia- Caferi mezhebine bağlıdırlar. Şafii mezhebine bağlı Kürtlerin şer’i – fıkhi konularda kendi mezheplerine göre amel etmeleri, dini medreseler kurmaları, medeni mahkemelerde özellikle de ahvali şahsiyyede(nikah, talak, miras vb konularda) Şafii fıkhına bağlı hakimlere başvurma hakları vardır. Şafiilerin yoğunlukta olduğu bölgelerde din dersi ve tarih kitapları Ehli Sünnet inancına göre düzenlenmekte, radyo ve televizyonlarda Şafii mezhebinin öğretilerine riayet edilmektedir.
İran’da kavimler adına parti kurulması ve kavmiyetçi söylemler anayasa ve kanunlar uyarınca yasaktır. Bu kurallar sadece daha küçük kavmi gruplar olan Kürtler, Araplar ve Beluçlara yönelik olmayıp nüfusun yaklaşık %80’ini oluşturan Farslar ve Azeri Türklerini de kapsamaktadır.
Bütün bunlara rağmen İran’da da Kürt meselesi vardır. Ancak bu İran’daki sistem ve yönetimden değil dış faktörlerden kaynaklanmaktadır. İslam inkılabının zaferi sonrası ilk ciddi karışıklık Kürdistan’da başgösterdi ve uzun süre devam etti. Irak’ın ABD ve müttefiklerince işgali sonrasında İran’da kavmiyetçi Kürt hareketi yeniden canlandı ve son yıllarda bu ülke güvenlik güçleriyle Kürt gruplar arasında meydana gelen şiddetli çatışmalar sonucu isyancı Kürtler sindirildi veya Kuzey Irak’a çekildiler. İran’daki kavmiyetçi Kürt gruplar halk desteğinden yoksundurlar. Çünkü ideolojisini İslami temellere ve İslam birliği ilkesine göre düzenleyen İran yönetimi hiç bir kavmi öteki kavimlere üst tutmamaktadır. İran’da çoğunluk-azınlık kriteri sadece dini azınlıklara (Hristiyan, Yahudi ve Zerdüşt) uygulanır. Müslüman olan kavimlerin hepsi birlikte çoğunluk olarak kabul görülür. Uzun sözün kısası İran’da da Kürt meselesi yok değil. Ama Kürtlere ayrıcalık uygulandığı için değil, kavmiyetçilik ideolojisinden ve dış tahriklerden kaynaklanır.
Devletin temelini belli bir kavmin önceliğini esas alarak atanların Kürt kavmine böyle bir hakkınız yoktur deme hakkı olamaz. İran’daki teorik ve pratik söylem ve yaklaşım diğer bölge ülkelerinde de uygulansaydı Kürt meselesi bu kadar kaygı verici bir düzeye ulaşmazdı herhalde.
Y. ZİYA T.YILMAZ