Mısır, Suriye, Libya, Irak ve Tunus'un durumu şu açık gerçeği bağıra bağıra ortaya koyuyor: ABD'nin ve Batı'nın ipiyle asla kuyuya inilmez. Bundan da ötesi onların bir şekilde çevresinde bulunduğu kuyuya da inmemek lazım. İlk yapılması gereken onları uzaklaştırmak.
Bu ülkelerdeki devrimlerin en büyük yanlışı bir şekilde ABD ve Batı'ya güvenmek veya en azından mesafeli olmamak. Hal bu ki bütün sorunların onlardan kaynaklandığı konusunda da herkes hemfikir.
Suriye muhalefeti ve Türkiye, Suriye konusunda Batı'ya güvenmese silahlı mücadeleye girişmezdi. Çünkü onların silah ve hava gücü desteği olmadan militarist yapısıyla öne çıkan ve Alevilerin, Gayri Müslimlerin ve laik Sünni kesimin desteğine sahip bir düzenin devrilmesi imkansız. Bunu tahmin etmek için dahi olmaya da hiç gerek yoktu.
ABD ve Avrupa yani Batı, Suriye muhalefetini destekledi tabi ki ama yeterli olmayacak kadar! Çünkü onların istediği Suriye muhalefetinin güçlü ve diri kalması ama sadece bu kadar. Çünkü en ideal durum iki tarafın da biri birine zarar verebilecek güçte olmasıdır.
Onlar için Sünni, Alevi, muhalif veya muvafık fark etmez, önemli olan İslam dünyasının birikim ve kaynaklarının tükenmesi ve kendilerine karşı zaafiyet içine girmesidir. Böylece İsrail'in güvenliği de sağlanmış olur.
Mısır'da İhvan-ı Müslimin gerçi ABD ve Batı'ya bağımlı bir hareket değil ama yine de onların icazetinden de kendini tamamen azade görememiştir. İhvan-ı Müslimin Türkiye'deki AK Parti hükümetini kendine örnek almakla büyük hata etmiştir. Mısır'ın şartları Türkiye'den çok farklıdır. İhvan'ın kendisi de AK Parti'den çok farklıdır. İslamcılıkla muhafazakarlık aynı şeyler değildir. Birinde asıl olan geçinmek diğerinde ise döndürmek, değiştirmek yani devrimci anlayıştır. Devrimci İslamcı düşüncenin ise temelinde emperyalizmle muhalefet vardır. Bu esastan uzaklaşan İslamcı bir hareket içi boşaltılmış ve anlamsızlaşmış olur. Bu içi boşaltılmışlığın da halk kitleleri nezdinde çok ciddi kaşlığı vardır.
Batı'ya elini veren kolunu kurtaramaz ve nitekim kurtaramıyor da. Bunlardan gelen Allah'tan gelsin demek ve sıkıntıları göze alarak uzun vadeli maslahatları kısa vadeli sıkıntılara tercih etmek lazım.
Baktığımızda öze dönüş hareketi olarak gerçekleşen hiç bir devrim ABD ve Batı ile iyi geçinerek bir mesafe kaydedememiştir. Bu naçizane benim gözlemlediğim kadarıyla hem İslam dünyası hem de diğer anti emperyalist ülkelerde böyledir.
Bir şekilde dönüp dolaşıp Batı'nın dümen suyuna girdiğinizde sizden öncekilerle bir farkınız kalmaz. Onlar namaz kılmazdı ama siz kılıyorsunuz. Onlar milli ve batılı değerlerle halka hitap ediyordu siz dini manevi değerlerle... Sonuçta ana rolünüz aynı. Yani emperyalizmin, hakim olan küresel değerlerinin belirlediği yol haritasına tabi olmak zorunda kalıyorsunuz. Liberal ahlak, siyasi uyumluluk, İsrail'in hakimiyetine (bağırıp çağırsanız bile pratikte) saygı, kapitalist ekonomi sistemi...
Maalesef Batı bizimle oynadığı her satrançta bizi şah mat edecek kadar akıllı. Bu gerçeği kabul etmek zorundayız. Biz oyununun acı sonuçlarını yaşamadın olayın boyutlarını göremiyoruz. İstediğiniz kadar aksini iddia edin vaki olan gerçek apaçık ortada.
Onlar açısından İslamcının da laikin de kanı aynı değerde. Onlar akan her kanı kendi kâr hanesine yazıyor. Bizler ise her birimiz bir cepheden bakıp karşımızdakinin kanının değersiz olduğunu düşünüyoruz. Temel sorun bu zaten. İnsanlarımız ister laik ister İslamcı ister Alevi ister Sünni bizim gözümüzde aynı değerde değil. Bu bizim katmerli cehaletimizin tezahürüdür.
Sadece ekonomisi, teknolojisi, bilimi zayıf değiliz, aynı zamanda bilinç seviyesi de düşük bir topluluk olarak kalakaldık. İslam hakkındaki tasavvurumuz bile olması gerekenin çok altında. Böyle olmasa idi bir kısmımız tekbirlerle baş keserken diğer bir kısmımız da laiklik kisvesi altında kendi dinimize düşman kesilmezdik.
İlginçtir ki bu iki kesimin dışında kalanlar da "dilsiz şeytan" olmakla suçlanıyor.
Irak'ta El-Kaide terörü yüzlerce insanı kadınlı erkekli çocuklu büyüklü her gün katlediyor. Mısır'da ordu, Batı'ya dayanarak kendi halkını katlediyor. Tunus'ta hala istikrardan bir haber yok. Suriye zaten kan gölü. (Daha ayaklanmalar yeni başladığında silahlı mücadelenin Suriye'yi dipsiz bir karanlığa doğru götüreceğini kesin bir dille yazmıştık. Hatta Türkiye bu işe müdahil oluyorsa Batı'ya güvenerek değil kendi gücüne güvenerek bunu yapmalı ve eğer bu güce sahip değilse bu vebale girmemeli demiştik.)
Özetle hal-i pür melalimiz şundan ibarettir:
Dini gruplar kendini Allah'ın yeryüzündeki tek hak ve haklı güruhu ve Allah'ı da kendi taraflarında cephe almış eli kanlı bir kabile reisi olarak gördükleri sürece İslam dünyasına barış gelmez. Çünkü Batı'nın da tek kozu bu cahil düşünce tarzını kullanmaktır.
İslam beldeleri olan Mısır, İran ve Suriye'ye seferler düzenleyen Yavuz'un değil bütün insanlığa gönlünü açan Mevlana'nın torunları olma liyakatine yükselmediğimiz sürece ya katil ya maktul olmaya mahkumuz.
http://twitter.com/ErsanBaydemir