Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla bölgeye şekil vermesine “Bu bir emperyalist projedir. Bu bir Siyonist harekettir” demeyenler,
Allah’ın adıyla
Dünyada ki hiçbir devlet ya da hükümet başkanının ismini zikrederken bırakın mezhebini dinini bile vurgulama ihtiyacı hissetmeyenler, söz sırası Irak’a gelince “Irak’ın Şii Başbakanı İbadi” diyerek lafa başlıyor ve İbadi’yi mezhepçilikle suçluyorlar.
Türkiye’nin hatta dünyanın başına musallat olmuş PKK, FETÖ, El-Kaide, Taliban, IŞİD, Nusra, Boko Haram, Şebab gibi terör örgütlerini tanımlarken hiçbir zaman bu örgütlerin “Sünni” olduğunu vurgulama ihtiyacı hissetmeyenler, Lübnan Hükümeti’nin meşru koalisyon ortağını tanımlarken “Şii Hizbullah Hareketi” diyerek girizgah yapıp Hizbullah’ı mezhepçilikle suçluyorlar.
IŞİD ve diğer tekfirci örgütler her türlü kutsalı çiğneyip her ilkeyi ayaklar altına alarak Irak’ta yüz binlerce insanı katledilip milyonlarcasını mülteci durumuna düşürdüğünde, ne mazlumların ne de zalimlerin “din ve mezhepleri” ile ilgilenmeyenler, IŞİD’in Musul’dan doğal olarak Irak’tan temizlenmesi aşamasında birden “mezhep” damarları harekete geçirdiler. Bu güruh olmamış ve olmayacak “mezhep” çatışması üzerinden tehditler yağdırıyor.
IŞİD, Bağdat kapılarına dayanıp Sünni, Şii, Ezidi ve Hıristiyan tüm halkların hayatına ve kutsallarına kastettiğinde bırakın kıllarını kıpırdatmayı “IŞİD, bir terör örgütü değildir, IŞİD, öfkeli Sünni gençlerin oluşturduğu bir patlamadır” mealinde açıklama yapanlar, Irak’ın tamamen terörün kucağına terk edildiği bir anda sorumluluk alarak vatanlarını savunan Irak Kuvay-i Milliye’si olarak tanımlanabilecek Haşd-i Şabi’nin “tekfirci terörü” bitirme aşamasına gelmiş olması dolayısıyla bir anda Haşd-i Şabi’nin “Şii”liğini hatırladılar. Irak’ın öz be öz kendi insanından müteşekkil bu yapının nereye girip giremeyeceğini belirlemeye kalktılar
Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla bölgeye şekil vermesine “Bu bir emperyalist projedir. Bu bir Siyonist harekettir” demeyenler, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla Büyük İsrail’i inşa etme projesine karşı koyanları “Şii yayılmacılığı” ile suçlama da hiçbir beis görmüyorlar.
Musul’u IŞİD’e teslim eden (Sünni) Vali Esil Nuceyfi’ye Türkiye’de lüks otellerde gününü gün etmesi için ortam hazırlayanlar, Irak ordusunu Musul’u Sünni olduğu gerekçesiyle savunmamakla suçluyorlar.
Her ağızlarını açtıklarında her kalem oynattıklarında Suriye’de azınlık Nusayri Esad Hükümeti’nin çoğunluğu Sünni olan Suriye halkını yönetemeyeceği ve devrilmesi gerektiğini savunanlar, söz sırası halkın Şii, yönetimin tamamının Sünni olduğu Bahreyn’e gelince dut yemiş bülbüle dönüyorlar.
“Ey İbadi!” diye başlayan cümlelerle “Irak’ta siyaset ve bürokratik makamları nüfus/mezhep dağılımlarına göre yapmalısın” diye üst perdeden racon kesenler, aynı mantık ve mantaliteyi Türkiye’de işletelim dediğinizde “efendim seçimi kazanan yönetir, onun dediği olur” ayağına yatıyorlar.
Bu zamana kadar siyasi, sosyal, dini ve kültürel asimilasyonun ana öğeleri olan hiçbir Amerikan (daha genel ifade ile Batı) filmi için kıllarını kıpırdatmamış yapılar, cemaatler, şeyhler, şıhlar, Hz. Peygamber (s.a.a)’in çocukluğunu konu alan “ Allah’ın elçisi Muhammed Resulullah” filminin seyredilmemesi için topyekûn harekete geçtiler. Tek karşı koyuş argümanları ise: “Bu film “Şii”ler tarafından yapıldı!” savunusu…
Akıl ve mantık çerçevesinde izahı mümkün olmayan bu paradoksal örnekleri sayfalar dolusu uzatmak mümkün. Ancak akıl ve basiret sahipleri için konunun anlaşılması için bu kadarı yeterlidir.
Peki, bu örnekleri niçin sıraladık? Hep beraber müşahede ediyoruz ki, bir el Türkiye’de “mezhepçilik”i tırmandırmakta. Bu akli ve ruhsal rahatsızlık maalesef öyle bir noktaya vardı ki, toplumun etkin ve yetkin tüm şahsiyetleri “şizofrenik bir vaka” olarak her olayı “mezhep” temelli izah etmeye başladılar. İşte bu noktada şu soruya cevap aramak gerekiyor: “Mezhepçiliği kim, niçin yükseltiyor?”
1- Cehalet, taassup ve basiretsizlik: Bir tespit olarak şunu söyleyelim ki, “mezhepçilik”in esas kaynağı “cehalet ve taassup”tur. Türkiye’de özellikle dini cemaatlerde yaygın bir hastalıktır. Zira Türkiye’de cemaatler “bilgi ve akla” değil “itaat ve biat”e davet ederler. Ve yine cemaatler açısından esas olan “değerler ve ilkeler” değil “ritüeller”dir. Kendi “ritüel”ini “din” zanneden kitleler, farklı “ritüel” sahibi mezheplerin “değer ve ilkeler”ine hiç değer vermeksizin onları “öteki” olarak görmekte ve mücadeleye yönelmekte.
2- Gerçek düşmanı tanıyamama: Türkiye İslamcılığı dünyayı bir bütün olarak görememekte. Dünyayı bir bütün olarak görememe basiretsizliği de “hak-batıl” savaşı ve taraflarını doğru tanımlayamama hatasını beraberinde getirmede. Bugün sadece İslam ve Müslümanların değil tüm dünya mazlum ve mustazaflarının esas düşmanı ve yeryüzündeki zulmün esas kaynağı “Emperyalizm ve Siyonizm”dir. Ve bu iki akımın müşahhas karşılığı da “Büyük Şeytan Amerika ve Gasıp Siyonist İsrail Rejimi”dir. Tam bağımsız bir ülke ve “adalet-hürriyet-eşitlik” temelli bir yönetim inşa etmenin yegane yolu emperyalizm, siyonizm ve onların uzantıları ile mücadele etmekten geçmektedir. Bu mücadeleye fikirsel, ideolojik ve pratik olarak yeti ve cesareti olmayanlar, farkında olmadan “emperyalizm ve siyonizm”in kuklasına en iyi ihtimalle yandaşına dönüşmekte ve enerjisini onun işaret ettiği bir yönde tüketmekte.
3- İlke ve değer üretememe: Bölgesel lider küresel oyun kurucu olma arzusu her daim telaffuz edilmekte. Ancak böyle bir rol üstlenebilmek için bölgesel ve küresel değerler ve ilkeler üretmeniz gerekmekte. Halkları ve yönetimleri yanınıza çekmenin yegane yolu budur. Hoşumuza gider ya da gitmez Batı, “demokrasi” ilke ve değerleri ile dünyaya şekil vermekte. Siz en fazlasından onu taklit edebilir bir pozisyondasınız. Taklit işe yaramayıp yeni değer ve ilke de üretemeyince etrafta her biri bizden farklı etnik kökene sahip topluluk ve ülkelere mesaj vermek için geriye tek bir yol kalıyor:”Mezhepçilik!”
4- Başarısızlık ve basiretsizlikleri örtme aracı: Yukarıda işaret ettiğimiz maddelerin neticesi olarak gerek içsel ve gerekse bölgesel bir başarısızlık ve batağa saplanmışlık hali artık kimse için sır değil. Böyle bir durumda birinci olarak; “hakim kitleyi bir ve diri tutmanın en kolay yolu olarak mezhebi hassasiyetleri kaşımak ve bölgesel meselelerde alınan başarısızlığı “öteki”lerin üzerine yıkma girişimi en kolay ve basit yöntem olarak görülmekte.” İkincisi: “15 Temmuz sonrası göreceli de olsa “Batı” ile iplerin gerilmesi Türkiye için başta “ekonomik” olmak üzere pek çok riskli alan yarattı. Böyle bir durumda “Arap ülkeleri”nin destekleri ni sürekli arkada hissetme ihtiyacı var ki, onlara mesaj vermenin en etkin yolu olarak onların en hassas olduğu alan seçiliyor.!”
“Mezhepçilik”i yükseltmek, tüm evlerin ahşap ve bitişik olduğu bir mahallenin ortasına ateş yakmak gibi bir şeydir. Göreceli ve geçici kazanımlar için tüm mahalleyi ateşe verecek akılsızlık ve basiretsizlikten başta etki ve yetki sahipleri olmak üzere herkes kaçınmalı, akli ve vicdani sorumluluğunu kuşanmalıdır. Emperyalizm ve siyonizmin yüz yıldır hayalini kurduğu “Büyük İsrail Projesi”ne hizmet edecek her türden fikir ve amelden Allah’a sığınmalı ve uzak durmalıyız.
Muntazar Musavi