Seküler Dünya'ya Ayak Uydurmak

Rate this item
(0 votes)
Seküler Dünya'ya Ayak Uydurmak

Sekülerizm veya sekülarizm; toplumda âhiretten ve diğer dîni-ruhânî meselelerden ziyâde dünyâ-hayâtına odaklanılması yönündeki hareket

[+] metin Boyutu [-]
“De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez” (Tevbe 24).

Sekülerizm, lâikliğin yumuşatılmış benzer şekli olup, “dîni yarım-yamalak yaşamak” demektir. Din derken tabî ki İslâm’dan bahsediyoruz. Zâten Allah katında din İslâm’dır ve diğer bâtıl dinler zâten yarım-yamalaktırlar ve yarım-yamalak oldukları için bâtıldırlar. Yarım-yamalak olan seküler din, öncelik sırasında ilk sırada değildir ve ilk sırada olma derdi de yoktur. TDK sözlüğünde sekülerizmin tanımı şöyledir:

“Sekülerizm veya sekülarizm; toplumda âhiretten ve diğer dîni-ruhânî meselelerden ziyâde dünyâ-hayâtına odaklanılması yönündeki hareket”.

Sekülerizm bâzen insanlara açıkça, bâzen de çeşitli kanallardan; din-merkezli yaşamanın negatifliğinin propagandasını yapar. Fakat bunu genelde söz ve eylemle değil de bilinç-altına göndermeler yaparak oluşturur. Der ki; “bana uygun yaşamazsan, benim sistemime ayak uydurmazsan çok zor bir hayâtın olur. “Toplumun aşağı tabakası”ndan olursun ve hattâ “yeryüzünün lânetlileri” arasına girersin”. Bunu sezinleyen ve Dünyâ’da bolca örneğini gören insanlar, hemen tutum ve davranışlarını değiştirme yoluna girerek sekülerizme bir-an önce ayak uydurarak sınıf atlamanın derdine düşer. Âhiret bilinci ve inancı olmayanların böyle yapması zorunludur. Zîrâ onlar tek-dünyâ’lıdır ve ölünce her-şeyin bittiğine inanmaktadırlar. Bu nedenle de hayâtı en uzun, en sağlıklı, en zengin, en haz ve zevk içinde yaşamayı hedeflerler. Fakat müslümanlara-mü’minlere ne oluyor?.

90’lı yılların sonuna doğru, Türkiye’de 28 Şubat ve Dünyâ’da 11 Eylül’den sonra müslümanlar da İslâmî iddiâlarından büyük ölçüde vazgeçerek liberâlleşme yoluna girdiler ve kısa bir zaman sonra da maddî durumlarının düzelmesiyle din hakkında eski düşünceleri ile çelişmeye başladılar. Bu nedenle dîni aşırı yorumlara tâbi tutarak demokratlaştılar ve de dolayısı ile sekülerleştiler. “Akîde farklı, siyâset farklı”, “önce devlet gelir”, “şûrâ’nın günümüzdeki şekli demokrasidir” vs. demeye başladılar. “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya vermek” şeklinde bir tutum izlemeye başladılar. İşin ilginç yanı, Kur’ân’ın daha fazla okunmasına rağmen bunun böyle olmasıdır. Kur’ân ısrarla ve şiddetle bu tutumun yanlış ve hattâ şirk olmasını söylediği hâlde, gerek 28 Şubat’ın etkisiyle, gerekse ABD’nin tek küresel güç olduktan sonra liberâlizmi Dünyâ’nın kılcal damarlarına kadar yaymasıyla ve nefse aşırı cömert davranan liberâlizm ve kapitâlizmin etkisiyle ve de nefsin zorlamasıyla Kur’ân’ın bu uyarılarını dinlemediler-duymadılar-uymadılar. Üstelik bunu, kendilerine “Kur’ân cemaati, grubu, halkası” diyenler de yaptı-yapıyor. Ellerinde Kur’ân var, Kur’ân okuyup duruyorlar ama Kur’ân’ın kapağını kapattıkları anda Kur’ân’a göre değil de, bağlı oldukları ideolojiye, kurumlara, lîdere ve devlete göre hareket ediyorlar. Böylece Kur’ân’ı bir edebiyat-felsefe kitabı hâline getiriyorlar. Sâdece okumanın, bilginin, epistemolojinin konusu olarak kullanıyorlar. İş hüküm konusuna gelince onu Allah’a değil, başkalarına veriyorlar. Sezar’a veriyorlar. Hâlbuki daha yakın zamanlara kadar tam-aksi görüşleri vardı.

Sekülerizme ayak uydurmanın bir raconu vardır. Laik olunacak, seküler olunacak, demokratik olunacak. Onların düzenlediği Dünyâ’ya-hayâta göre davranılacak. Din vicdanların en derin ve kuytu köşelerine, o da laytlaştırılmış olarak hapsedilecektir. Zâten “ibâdet demek de, ara-sıra yapılan duâdır” ya(!). O kadar.

Zamânında kadının biri Annemi namaz kılarken görünce şöyle demiş. “Böyle namazla-niyazla uğraşırsanız fakir ve câhil kalırsınız”. Namaz kılmak ve fakirlik ilişkisi. Aslında söylediği şey şu: “Böyle namazla-niyazla uğraşırsanız “sistem” tarafından fakir ve câhil bırakılırsınız”. Seküler sisteme göre doğru söylüyor. Çünkü seküler dünyâya göre namaz kılanlar madden fakir kalırlar. Fakat bu namaz kılanlar, “seküler olmayan musalliler”dir. Yoksa hem seküler olup ona göre hareket edenler ve bir de namaz kılanlar hem şeytanın, hem tâğutların, hem de sekülerizme tapanların görmek istediği en güzel şeydir. Onlar böyle bir insan-tipinden beslenirler çünkü. Namaz kılanlar neden fakir kalır?; çünkü sekülerizme ayak uydurmamaktadırlar. Onların dediğini yapmadıklarından, otomatikman onların düzenlediği Dünyâ’dan daha az yararlanırlar. Bu bir tercih meselesi. Hz. Ömer bir-gün, Peygamberimizin hücresine girince hıçkıra-hıçkıra ağlamaya başlar. Efendimiz, niçin ağladığını sorunca Hz. Ömer şöyle der: “Ya Resûlullah!. Dünyâ kralları, Kisra’lar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok, yatağın hasır ve tenine yattığın zeminin izleri çıkmış. Hâlbuki sen âlemlere rahmetsin. Peygamberimiz şu cevâbı verir: “İstemez misin ya Ömer, Dünyâ onların, âhiret de bizim olsun!”.

Tabi namaz kılanlar-mü’minler Dünyâ’dan da yaralanmalıdır ve Allah namazı hakkıyla kılanlara Dünyâ’yı yasaklamamıştır. Bunu yasaklayan sekülerizmdir. Kur’ân’da şöyle denir:

“Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru’ der” (Bakara 201).

Allah Dünyâ’ya zayıf bırakılmış mustazafların hâkim olmasını istemektedir:

“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak istiyorduk. Ve (istiyorduk ki) onları yeryüzünde iktidar sâhipleri olarak yerleşik kılalım, Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim” (Kasas 4-6).

Sekülerizme ayak uydurmak için devletin laik-seküler-demokratik yapısına aykırı davranmayacaksınız. Seküler sisteme göre düşünecek, konuşacak, yiyip-içecek-giyinecek, onların ürettiklerine hem karşı çıkmayacaksınız, hem de kabûl edeceksiniz. Tesettürü söz-konusu etmeyeceksiniz. Etseniz bile modernleştirilmiş olana uyacaksınız. Zâten sekülerizm, dînin kapitâlist kuşatmaya alınmış tarafıdır. Kısaca her şeylerini kabûl edeceksiniz, sürekli ondan bahsedip bedâvaya reklâmını yapacaksınız, aykırı bir eylem, söz ve hattâ düşünceniz bile olmayacak.

Sekülerizm, “dinden tâviz vermek” demektir. Fakat verilecek en ufak tâviz, arkasından yavaş-yavaş dînin tamâmından tâviz vermenizi gerektirecektir. Böylece ortada hak din somut olarak kalmayacak ve seküler bir din hayâta hâkim olacaktır. Sekülerizmin prensleri için bu dînin “tâviz verebilen” dindarı olmak çok önemsenir. Peki neden tâviz istiyorlar?. Çünkü, sekülerizm hayâtiyetini, dinden verilen tâvizler sâyesinde sürdürür. Zîrâ verilen her tâviz onların ekmeğine yağ sürmek anlamına geliyor. Meselâ baş-örtüsünden verilecek tâviz, bir-süre sonra kuaför-kozmetik-tekstil-ayakkabı vs. her şeyin değişmesini ve ihtiyâcını da yanında getiriyor. Dominonun ilk taşını devirdiğinizde gerisi peşi-sıra geliyor.

Sekülerizm ve liberâlizmle ve onun pratik şekli olan demokrasiyle müslümanların önünün açıldığında bahsediyorlar. Sekülerizme ayak uydurmakla müslümanların önünün açıldığı falan yoktur.

Sekülerizm dînin zıddıdır. Yakında sıklıkla kullanılmaya başlayacağını zannettiğimiz “seküler İslâm” söylemi, şeytanın bir uydurmasıdır ve böyle bir sentez olamaz. Bu yüzden sekülerizme ayak uydurarak müslümanlık yaşanamaz. Zîrâ şeytanın telkinleriyle İslâm yaşanamaz.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.
islamianaliz

Read 3039 times