Yazının başlığında yer alan kavramların sözlük manası ile yazıya başlamak istiyorum. Nedir bu kavramlar?
Din: Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum.
Dinci: Dinî görüşleri her alana yaymak isteyen kimse.
Dindar: Din inancı güçlü, din kurallarına bağlı (kimse), mütedeyyin.
Evet, bu kavramlar Türk Dil Kurumu sözlüğünde yer alan kavram tanımlarıdır. Fakat bu kavramların bazıları bugün insanlar arasında daha farklı şekilde kullanılmakta ve algılanmaktadır. Şimdi de bu kavramların halk arasındaki yaygın kullanımını sizlere sunmak istiyorum.
Din: İnsanları sonsuz saadete, huzura götürmek için Allah tarafından peygamberler vasıtasıyla gösterilen yol.
Dinci: Din’i kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışan kimse.
Dindar: Din’i hükümleri hayatının her alanında uygulamaya çalışmasında dolayı modern hayatı takip etme yeteneğinden yoksun kimse.
Kavramların tanımları ne kadarda farklılaştı değil mi? Evet bu kavram karmaşası biz insanların yapısı gereği her şeyi bir şekil içersinde değerlendirme hevesinden kaynaklanmaktadır. İnsan fıtratı gereği insanların yaptığı her şeyi inancı, ibadeti, huyları, kişiliği vb. bir şekilsellik içersinde değerlendirmeye çalışır. İşte bu noktada dinci ve dindar kavramları arasındaki karmaşa derinliği gittikçe artmaktadır. Dindar kimdir? Dinci kimdir? Peki, bunlar aslında din ve toplumsal hayat adına zarar mı yoksa yarar mı sağlar?
Var olan her şeyi şekilsellik içersinde ele almaya başladığımız zaman kendimizi aslında olması gerekeni değil görmek istediklerimiz arama çabası içinde buluruz. Peki, bizim insanlarda aradığımız ve görmek istediğimiz şeyler aslında olması gereken şeyler mi?
Zamanımızda insanların dinci ve dindar kavramlarının içini doldurmada ki öncelikleri insanların şekil ve aksesuarları olmaya başlamıştır. İnsanların çoğunluğu bu inkâr etse bile bu şekilsellik insanların benliğine sağlamca oturmaya çalışan vesveselerden başka bir şey değildir. Bu şekil hayranlığı insanları tamamen kavramıştır. Bu şekil hayranlığı din, mezhep, cemaat, grup ayrımı olmadan tüm insanlıkta görülmeye başlanan bir hastalık halini almıştır. Bence Müslümanlığa en büyük zararı verecek olanda budur. Bu konuda geçen günlerde Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun bir röportajı dikkatimi çekti. Bardakoğlu "dindarlığının daha içselleşmesi, ahlakileşmesi ve bilgiye dayalı olması lazım. Türkiye'de görsel dindarlık artıyor.” Diyerek bu soruna dikkat çekmeye çalıştı.
İnsanların dini kimin için yaşadığı, itaatin kime olması gerektiği, Din’in amacı gibi konularda sapmalar yaşanmakta dahası insanlar kendilerini kandırmaktan alamamaktalar. Bu kendini kandırma durumu Müslüman toplumları asıl amaçlarından uzaklaştırıp hedef sapmasına neden olmaktadır.
Evet, Ehl-i Şia - Ehl-i Sünnet ayrımı olmaksınız inancımızı şekillendiriyoruz. Yaradan’ın hükümlerini unutarak ya da değiştirerek yaşadığımız din’in kime ne faydası olacak? Bugün dinci denilince neden insanların zihinlerinde dini kullanan insanlar belirmektedir? Ya da dindarlık neden geri kalmışlık ibaresi olarak akıllarda yer etmektedir? Biz İslam’ın özünü unutup dini şekillerle yaşamayı ne kadar sürdüreceğiz? Üstün insan’ın en marka giyinen değil, en takvalı olan olduğunu ne zaman dilimizden çıkarıp yüreklerimize koyacağız?
Mağazalarda kapitalistler dinimizi bize markalayarak satarken, en pahalı giyinenin en dindar olduğunu kulağımıza fısıldarken, İslam’ın öz değeri olan mütevazılığı ne zaman anlayıp yaşamımızın odak noktasına oturtacağız?
Zamanımızın bu din, dinci ve dindarlık anlayışı kızgın kumlar arasında beliren serap misalidir. Uzaktan cennet çeşmesini andırır, yakınlaştığında insanı kavuran çöl ateşidir.
İmam Ali(a.s) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz İslam’ın bir hedefi, amacı vardır. Öyleyse o hedefe ulaşın; Allah’ın size vacip ettiği haklardan (onları yerine getirerek yüz akıyla) çıkın.”
Serdar Gündoğdu
TR.JAMNEWS