"Nifak'ın varoluş gerekçesi, karşı tarafın ürkütücü gücü, pratikte bir çıkar beklentisi ve kısa vadeli çıkar elde etme olarak sınırlandırılamaz. Dolayısıyla bu saydığımız hususların olmadığı ortamlarda nifak da olmaz demek isabetli değildir. Çünkü toplumlarda öyle insanlar görürüz ki, bunlar her çağrıya uyarlar, nerede bir gürültü varsa orada toplanırlar. Hatta bu çağrılara muhalif olan tarafın ezici gücüne ve karşı çıkışına bile aldırış etmezler.
Bu uğurda her türlü tehlikeyi göze alırlar ve bunda ısrarlı olurlar. Çünkü içinde bulundukları hareketin bir gün başarılı olabileceğini, o zaman hedeflerini gerçekleştirebileceklerini, toplumun yönetim mekanizmasında yer almak ve yeryüzünde üstün bir konuma gelmek suretiyle insanlara egemen olabileceklerini düşünürler. Bu amaç uğruna ilkelerine gerçek anlamda inanmadıkları hareketlerin içinde yer alır, hareketin yılmaz savunucuları olabilirler. Hem unutmayın; Hz. Peygamber (s.a.a) kavmini İslam'a davet ederken, şayet kendisine iman edip tabi olurlarsa, bir gün yeryüzünün hakimleri olacaklarını söylüyordu. " Siyasal hareketler sırf mevki ve makam elde etmek amacıyla yer alan kimseler için böyle bir iktidar vaadi gerçekten iştah kabartıcıdır.
Bu nedenle Peygamber Efendimize (s.a.a) zahiren iman eden, onun dinine taabi olan bazı kimselerin, bu davranışlarıyla asıl amaçlarına, statü olarak ilerleme, liderlik makamına ulaşma ve yüksek bir mevki elde etme hedeflerine ulaşmayı düşünmüş olmaları aklen mümkündür. Bu mahiyetteki bir nifakın da doğal belirtisi, gelişmelerin İslam ve Müslümanların aleyhine cereyan etmesini sağlamaya çalışmak, İslam ve Müslümanların başlarına felaketlerin gelmesinin beklentisi içinde olmak, dini toplumifsat etmeye çabalamak değildir. Bilakis böyle amaçları olan kimseler, amaçlarına ulaşmak için mümkün olduğu nispette dini toplumun gelişmesine katkıda bulunur, mallarını ve sahip oldukları makamlarını feda etmeyi göze alırlar ki, gelişmeler onların istedikleri istikamette ve belli bir düzen içinde seyretsin, ileride istifade edilecek bir mahiyet arz etsin, kişisel çıkarları için kullanabilecekleri kıvama gelsin. Kuşkusuz bu gibi münafıklarda, dini hayat, statü olarak kendilerinin ilerlemeleri ve topluma egemen olmaları beklentisinin aksi bir istikamette seyrettiği zaman, bozguncu amaçlarıyla sonuçlanacak çizgiye dönmesi için muhalefetlerini ve sahih İslami önderliğe karşıt tavırlarını sergilemekten kaçınmazlar.
Aynı şekilde bazı Müslümanların dinleri hususunda kuşkuya düşmüş olmaları, ardından irtidat etmeleri, ama dinden dönüşlerini gizlemiş olmaları mümkündür.
Yine fetih günü iman eden Mekke müşriklerinin büyük çoğunluğunun gerçekten ve samimi olarak inandıkları söylenemez. Davet yıllarında yaşanan olayları inceleyen birisi açık bir şekilde görecektir ki, Mekke kafirleri, bu kafirleri izleyenler, özellikle Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, fetih günü güçlerini aşan ordularla sarılmış olmasalardı, kınlarından çekilmiş kılıçlar başlarının üzerinde parıldamasaydı, Hz. Peygamber'e (s.a.a) iman edecek değillerdi.
Buna rağmen, bu objektif koşullar ışığında iman nurunun onları kalplerini aydınlattığına, nefislerinde ihlas ve kesin inancın oluştuğuna, dolayısıyla hep birlikte gönüllü olarak Allah'a iman ettiklerine ve bir daha asla içlerinde nifak duygusunun depreşmediğine hükmedebilir mi?
İkincisi: Peygamber efendimizin (s.a.a) vefat edeceği zamana yakın günlere kadar süren münafıklığın, Peygamberimizin (s.a.a) vefatıyla birlikte bir anda bıçakla kesilmiş gibi son bulması, ortadan kalkması eşyanın tabiatına aykırı, imkansız bir şeydir. Evet, Peygamber efendimizin (s.a.a) vefat etmesiyle ve hilafetin kurulmasıyla birlikte artık münafıklardan söz edilmez olduğu, münafıkların izlerinin silindiği, daha önce sergiledikleri İslam'a aykırı davranışları sergilemez oldukları, artık komplolar kurmadıkları ve uğursuz desiselerini planlamadıkları doğrudur.
Ancak bu, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatıyla birlikte münafıkların İslam'ı benimsedikleri, topyekün olarak ihlaslı bir şekilde iman ettikleri, Peygamber'in (s.a.a) hayatından etkilenmedikleri kadar onun ölümünden etkilendikleri anlamına gelir mi ? Ne oldu da münafıklarla Müslümanlar arasında bir anda bir anlaşma meydana geldi ve artık bir kaynaktan su içmeye başladılar ? Yoksa münafıklar yeni süreçte amaçlarının gerçekleşebileceği ümidine mi kapıldılar ? Ve bu yüzden çatışmaya, kavgaya son mu verdiler ?
Peygamber efendimizin (s.a.a) son döneminde meydana gelen olaylar ve Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra çıkan fitneler üzerinde etraflıca düşündüğümüz zaman, bu sorulara ilişkin doyurucu cevap bulabiliriz.
Allame'nin bu analizi ışığında diye biliriz ki, Medine'de örgütlü biçimde ortaya çıkan münafıklık hareketinin psikolojik ve sosyolojik dayanaklarını, farklı bir karakter ve davranış biçimi arz eden Mekke dönemi nifak hareketinde aramak gerekir. Yine Peygamberimizin (s.a.a) vefatından sonra ortadan kalkmadığının, tam tersine iktidar gücünü ve İslami söylemleri kullanacak kadar pervasızlaştığının kanıtlarıdır. İslam tarihi içinde ortaya çıkan ve günümüzde de varlıklarını ve etkinliklerini sürdüren sapık ekollerinde teorik ve psikolojik altyapısını tarihi nifak hareketi oluşturmaktadır. Fıkıh, kelam, tefsir ve hadis gibi hayati öneme sahip ilim dalları münafıkların serpiştirdikleri sapkın düşünce ve rivayetlerle doludur. İslam ümmetinin bir türlü berrak bir zihniyete sahip olamaması, dolayısıyla sahih ve Kur'ani bir tavır sergileyememesi işte bu nifak tortularından kurtulamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Münafıklar düşmandır ve tarih bize onlardan sakınmanın bir zorunluluk olduğunu gösteriyor.
(Ehlader)