Zaman Gazetesinin Muharram Yazısına Cevap

Rate this item
(0 votes)

Bismihi Teala

Sayın Ahmet Şahin!

Selamun aleykum,

21.11.2012 tarihli Muharrem ayı aşure tatlısı ve orucu üzerine… Zaman Gazetesindenki yazınızı okudum. Yazınızın son bölümünde Hz. Hüseyin’in şehit edilişinden dolayı kalben acı duymakla birlikte matem tutmadığınızı ve bu olayları yeniden gündeme getirmeği uygun bulmadığınızı ifade etmişsiniz ve şöyle demişsiniz:

Hazret-i Resulullah’ın aziz Ehl-i Beyti’nin yetmiş iki eşsiz mensubu da Aşure Günü’nde Kerbela’da şehit edilmiştir. Bu elim olay da mübarek Aşure Günü’nü, gönül yakıcı, vicdan sızlatıcı ıstırap günümüz haline dönüştürmüştür.

Biz matem tutmayız ama bu can yakıp ciğer sızlatan olayın acısını da vicdanımızın derinliklerinde olanca acılığıyla hep hissederiz.. İslam büyükleri, tarihte sahabeler arasında yaşanmış Cemel, Sıffin ve Kerbela gibi elem ve ızdırap verici olayları enine boyuna yeniden gündeme taşıyıp da zihinlerde bir kargaşa meydana getirmeyi uygun bulmamışlar…

İlk müceddit Ömer bin Abdulaziz gibi büyük bir zat ise bu konuda hepimize ölçü olan sözünü şöyle söylemiştir:

-Allah bizim elimizi o kanlı olaylardan -Allah bizim elimizi o kanlı olaylardan temiz tuttu, biz de dilimizi temiz tutar, ileri geri konuşarak zihinleri karıştırmaktan uzak kalırız. Takdir, elbette düşünen insanlara aittir.”

Bu yazıyı okuduktan sonra aşağıdaki hususlara dikkatinizi çekmenin yararlı olduğunu düşündüm.

Birincisi, açıktır ki bir mümin, her konunda olduğu gibi bu konuda da Ömer b. Abdu’laziz’in ahlakı tavsiyelerinden önce Resulullah (s.a.a)’ın tavsiye ve emirlerini önem vermesi gerekir.

Resulullah’ın (s.a.a) bu konuda bir tavsiyesi mi var diyeceksiniz? Evet, konu dikkatle incelendiğinde Resulullah’ın bu konuda tavsiyesinin olduğu anlaşılır.

Bu tavsiyeler şu şekilde açıklanır:

Resulullah s.a şöyle buyurdu:

“İman’ın en sağlam kulpu Allah için sevmek ve Allah için düşman olmaktır. Allah için dostluk ve Allah için buğzetmektir.” (Sahih-i Cami’ Hadis: 2539 El-Bani bu hadisin senedinin sahih olduğunu söylemiştir.)

Buna göre imanın bir parçası hatta en sağlam kulpu olan Allah için sevmek ve Allah için düşman olmak ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir, basit ve sıradan bir konu olarak değil.

Ve şu da kesindir ki Allah ve Peygamber’in sevgisinden sonra en çok tavsiye edilen sevgi Hz. Hasan ve Hüseyin ve diğer Ehl-i Beyt’in sevgisidir. Peygamber Ehl-i Beyt’in sevgisini ve onlara buğz edenlerle buğz etmeyi emretmiştir.

Resulullah buyurmuştur ki:

“Hüseyin bendendir ve ben de Hüseyin’denim. Allah Hüseyin’i seveni sever.” (İbn-i Mace: 1: 29 Hakim: 3: 149 hadisi sahih bilmiştir)

Basıt düşünceli bir kimse, bu sözü Peygamber’in akraba hissine kapılarak söylediği düşünebilir ve hislerden kaynaklanan bir istek olduğnu söyleyebilir. Bu tür bir düşünce imanla çelişen bir görüş olduğu ortada olmasının yanı sıra onu çürüten bir çok delil vardır. Bunlar arasında Resulullah’tan gelen şu sahih hadisleri gelir:

“Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler.” (Sünen-i Tirmizi Hadis 3768:)

Bu hadis onların Allah katındaki makamlarının ne denli yüksek olduğunu bildirmektetir.

Hz. Hüseyin Ehl-i Beyt’tendir ve bu konuda bir terddüt de söz konusu değildir. Yüce Allah Ehl-i Beyt hakkında buyuruyor ki:

“...Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”

Müslim Sahih'inde, Hâkim Müstedrek'inde, Beyhakî es-Sünenü'l-Kubra'sında ve Taberî, İbn-i Kesir ve Suyutî tefsirlerinde nakletmektedirler ki (metin Sahih-i Müslim'e aittir):

"Bir gün Allah Resulü (s.a.a) sırtında siyah keçi kılından örülmüş, desenli bir aba ile dışarı çıktı. Önce Hasan geldi, onu abasının altına aldı; sonra Hüseyin geldi, onu da abasının altına aldı; daha sonra Fatıma geldi ve abanın altına girdi; daha sonra da Ali geldi, onu da diğerleriyle birlikte abanın altına aldı ve şöyle buyurdu: "Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Müslim, Sahih, Ehl-i Beyt'in Faziletleri Babı, c.7, s.130)

Hakim Nişaburi’nin Muslim’in şartına göre sahih bildiği hadiste Resulullah şöyle buyurmuş:

“Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir kim o gemiye bindiyse kurtuldu ve kim uzak durduysa helak oldu.” (El-Müstedrek c. 2 s. 373)

Yine Muslim nakleder ki Resulullah şöyle buyurdu:

“Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi Allah'ın Kitabı'dır, onda mutlak hidayet ve nur vardır. Öyleyse sizler Allah'ın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı sarılınız, buyurdu. Böylece Allah'ın kitabına teşvik edip gönülleri ona rağbet ettirdi. Sonra da şöyle dedi. Diğeri de Ehl-i Beytimdir, ben Ehl-i Beytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum.” (Sahih-i Muslim, Fadailu's-Sahabe bölümü)

Bütün bunları nakletmekten maksadımız iki şeyin açıklık kazanmasıdır

1- Hz. Hüseyin’i sevmemiz Peygamber’in emriyle sabit olan bir vazifedir.

2- Bu vazife sırf hislerden kaynaklanan geçici bir emir ve tavsiye değildir.

Bu sevginin farz olduğu açıklık kazandıktan sonra şu soru söz konusu olur: Eğer gerçek anlamda Hz. Hüseyin’in sevgisi kalbe yerleşirse nasıl onun susuz halde evlatlarından ve yakınlarından 72 iki kişi ile birlikte şehit edilişi kalbi titretmez ve eğer kalp acırsa nasıl gözden yaşlar akmaz? Nasıl bir mümin bu acıları anarak matem ve yas tutmaz?

Nasıl Resulullah’ın göz nuru şehit edilip ciğeri parelenen böyle bir günde bayram havası yaşanır ve tatlılar sarfedilir, kutlanır?

Bu Emeviler’den kalma bir kutlama değil midir? Emeviler bu işlerini meşru göstermek ve Hüseyin hakkında işledikleri cinayeti unutturmak için elbette hadisler uydurmuş ve bu günü kutlu bir gün olarak göstermeye çalışmışlardır.

Acaba bizim çocuğumuz ve babamız hakkında böyle bir cinayet işlenseydi onu görmezlikten gelir ve haklı ve haksız araştırmasına gitmeden unutmaya mı çalışırdık? Oysa ki Resulullah’ı ve onun Ehl-i Beyt’ini kendi babamızdan ve ailemizden daha fazla sevmekle yükümlüyüz?

Hayatları ve din yolundaki fedakarlıkları gündeme gelmeden ve onların dinin tahrifine karşı çabaları bilinmeden, düşmanlarının kim olduğu açıklanmadan gerçek manada sevilmeleri nasıl mümkün olur? İnsan bilmediği tanımadığı bir şeyi nasıl sevebilir? Ya da körkörüne sevgiden ne fayda umar?

Acaba Hz. Peygamber’in sürekli Hz. Hüseyin’in sevgisi üzerinde durması körkörüne bir sevgi için midir yoksa onların hayatlarının örnek alınması için mi?

Eğer sahabileri korumak onları sevmek de bir emirdir denirse cevabı açıktır. Hiçbir şer’i delil sahabilerin muhabbetini Ehl-i Beyt sevgisi düzeyine çıkarmamış ve onları Kur’an gibi ölçü göstermemiştir. Sahabileri sevmek hakkında eğer bir delil varsa bu sürekli belli şartlar çerçevesindedir mutlak değildir. Oysaki Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt hakkındaki sevgi ve bağlılık onların düşmanlarından uzak durmak mutlak bir emirdir. Yüce Allah buyuruyor ki “Allah, bir kişinin içinde iki kalp var etmemiştir...”

Eğer Allah ifk olayında “O büyük yalanı uyduranlar sizden bir topluluktur.” (Nur: 11)” buyurarak sahibilerden bir kısmını şiddetle kınamış veya “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın.” (Hucurat: 6) buyurarak sahibiler arasında fasık olduğunu bildiryorsa ve fasıklardan uzak durmamızı açıkça emrediyorsa bu emirlere karşı biz sahabilerin tümünü seviyoruz dememiz dini emirlerden uzak durmaktır. Evet, sahabi olmak bir fazilettir ama kötülüklerden uzak durmak kaydıyla. İşte bu Kur’an mantığıdır.

İkincisi Ehl-i Beyt’in Kur’an gibi bir ölçü olduğu yukarıda Muslim’den ve diğer kaynaklardan verdiğimiz sahih hadislerde açıklanmıştır. Bu yüzden Ehl-i Beyt’e karşı zulüm ve ihaneti görmezlikten gelmek ölçülere karşı duyarsızlık ve o ölçülerin bizim hayatımızda ölçü olmaktan çıktığı anlamına gelmez mi? Yani Hz. Hüseyin, hak yolu tanımakta, hak yolu korumakta nasıl davranılması gerektiği konusunda bir örnek olmaktan uzaklaştırılmış olur. Oysa Allah ve Resulü onların bizim hayatımızda bir örnek olmalarını bir ölçü olmalarını istemişlerdir. Ama Hz. Hüseyin’in niçin kıyam ettiğini ve neyin uğrunda şehit olduğunu ve kimler tarafından hangi iğernç dünyevi hedefler uğruna şehit edildiği açıklanırsa bu mümine basiret ve bilinç verir ve ona dine darbe vurmak isteyenlere karşı nasıl direnmesi gerektiğini öğretir.

Son olarak şu noktaya dikkat etmek gerekir ki dini çelişkiler yumağı gibi göstermek yerine Emevi zihniyetle şekillenen ve sağlam temellerle çelişen anlayışlar üzerinde düşünmek ve doğruyu bulmak gerekir.

Murtaza Turabi - Kum İlim Havzası

Muharrem 1434

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

00989127588977

 

 

Read 1927 times