Nehc"ul Belağa Hz. Ali (a.s)"ın kısa hilafeti döneminde buyurmuş olduğu 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşan bir kitaptır.
Seyyid Razi [1] adıyla meşhur olan ve büyük Şii alimlerinden biri sayılan Muhammed b. Hasan Musevi (359-406) söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri biraraya toplayarak değerli bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehc"ul Belağa olarak adlandırmıştır. O bu değerli kitabı H. 400 yılında kaleme almıştır. Nehc"ül-Belağa yazarı Seyyid Razi, bu eseri oluşturma hedefi hususunda kitabın önsözünde şöyle demektedir: “Ömrümün baharındayken ve ömür dalım henüz tazeyken İmamların (a.s) özellikleri ve hususiyetleri hakkında bir kitap yazmaya başladım. (Hasais"ul Eimme kitabı) Bu kitapta o zatların güzel ve değerli sözleri vardı. Elbette bu kitabın başında da belirttiğim gibi bu işe belli bir hedef ve niyetle giriştim. Ama Hz. Ali"nin özgün hususiyetlerini yazdıktan sonra bu kitabı devam ettirmeyecek bölümlere ve kısımlara ayırdım. Son bölümünde uzun hutbeler yerine, öğütlerini hikmetlerini, örneklemelerini ve kısa edebi sözlerini bir araya topladım.
Bazı dostlarım bu kitabı okuyunca çok beğenip övdüler, fesahat ve belagatı ile eşsizlik ve özgünlüğüne hayran oldular. Bu nedenle benden Hz. Ali (a.s)"ın çeşitli dallarda ve konulardaki öğüt, yazı, hutbe ve hikmetli sözlerini toplayarak derlememi istediler. Onlar Hz. Ali (a.s)"ın bu sözlerinin fesahat ve belagatını, Arapça"nın incileri, dini-dünyevi sözlerin nuru olduğunu çok iyi biliyorlardı; çünkü böylesi özellikler hiçbir beşeri söz ve kitapta bir araya gelmemiştir. Hz. Ali, fesahatin kapısı, belagatın temeli konumundadır. Fesahat ve belagatın gizlilikleri onun sözlerinde tecelli etmiş ve onunla bir düzene girmiştir. Her hatip onun örneklendirmelerini almış, her vaiz onun sözlerinden yararlanmıştır. Buna rağmen o herkesten ilerdedir ve onlar Hz. Ali"den geri kalmışlardır. Zira onun sözlerinde ilahi ilmin izi ve Peygamberin kokusu vardır. Ben de bu isteklerine icabet ettim ve telif ettiğim bu eserin adını da Nehc"ul-Belağa koydum.” [2]
Nehc"ül-Belağa kitabı 1000 yıl boyunca sürekli ilim, edep ve ilahi öğretiler semasında nurlu bir güneş gibi parlamış; ışık saçmış; İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Orduca ve Türkçe dillerine tercüme edilip, basılmıştır. İslam bilginleri bu kitap için sayısız şerhler, talikaler, lügat açıklamaları, lafız beyanları, seçmeler, özetler, Nehc"ül Belağa"da gezintiler ve Nehc"ül Belağa"dan dersler adı altında sayısız kitaplar kaleme almışlardır.
“Merhum Muhaddis Nuri, Seyyit Razi"nin Hesais"ul Eimme” bir nüshasının Şeyh Hadi Al-i Kaşif"ul Gıta kütüphanesinde ve bir nüshasının da Hindistan Rambor kütüphanesinde bulunduğunu söylemiştir. Aynı zamanda H. 1369 yılında da Necef-i Eşref"te de basılmıştır. [3]
Yazıldığı ilk yıllarda bir kitap hakkında doğru dürüst bir hüküm vermek mümkün değildir. Şahsi sevgi ve kinler, aceleden kaynaklanan hükümler, zayıf ve güçlü noktaların gizli kalması ve benzeri sebepler kitabın gerçeğinin gizli kalmasına veya değişik gösterilmesine sebep olabilir. Ama bin yıldır bilginlerin fikirlerini üzerinde yoğunlaştırdıkları, ince görüşlü düşünürlerin bilgisine ve basiretli insanların görüşüne sunulan bir kitapta bu tür ihtimaller düşünülemez. Bütün bunlara rağmen bir kitap, değerini korumuş ve dikkatleri kendi üzerinde odaklandırmışsa bu o kitabın önem ve yüksek değerini gösterir.
İki Büyük Kitap
Bugün Şianın en önemli kaynaklarından sayılan bir eser de merhum Şerif Razi'nin yaklaşık 1000 yıl önce, Hz. Ali'nin (a.s) "hutbeler, mektuplar ve vecizeler" şeklinde üç ana başlıkta derleyip tanzim ettiği "Nehc-ul Belağa" adlı eseridir. Hem anlam, hem edebî çarpıcılığı açısından eşsiz bir şaheser olan bu kitabı okuyup da etkilenmemek mümkün değildir.
Müslümanlar bir tarafa, Müslüman olmayanların da bu kitabı incelemesi halinde İslam'ın Allah, tevhid, ahiret, yaratılış, siyaset, ahlak ve sosyal konulardaki muazzam beyan ve görüşleriyle tanışmaması ve neticede bu yüce dine hayranlık duymaması mümkün değildir.
Şia'ya ulaşan bu büyük miraslardan biri de Sahife-i Seccadiye'dir ki en güzel ve en içerikli dualardan müteşekkil muazzam bir külliyattır. Son decere yüce ve ulvî anlamlar içeren ve fevkâlede eğitici ve öğretici olan bu eşsiz dualar demeti, gerçekte Nehc-ul Belağa'nın bıraktığı tesiri bırakmakta, ancak, bunu daha değişik bir yolla (dua ve
Allah'a yakarıp O'na tazarruda bulunma yoluyla) gerçekleştirmektedir. Bu duaların her cümlesi insana yepyeni bir ders öğretmekte ve gerçek bir kulun, sevgili Yaratıcısı'na nasıl yönelmesi gerektiğini en mükemmel haliyle göstermekte, insanın ruhunu ve canını nurla boğarak bütün varlığıyla Rabbine yönelmesini sağlamaktadır.
Adından da anlaşılacağı üzere bu muazzam dualar demeti, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ikinci göbektan torunu ve Ehl-i Beyt'in dördüncü imamı olan "Seccad" adıyla maruf İmam Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib'e (a.s) aittir; duanın bütün ruhumuza işlemesini, Yüce Yaratıcımız'ın zâtının aşkıyla varlığımızın kavrulmasını ve O Yüceler Yücesi'nin dergahına elimizle birlikte kalbimiz ve bütünüyle ruhumuzun da açılmasını istediğimiz anlarda bu muhteşem duayla kucaklaşmakta ve bahar yağmurlarıyla taptaze bir teravete ve can bulan taze filizler gibi bu duanın doyumsuz pınarından kana kana içmekteyiz.
Şia'nın onbinlerceye varan hadislerinin en önemli kısmı Ehl-i Beyt-i Resulullah'ın (s.a.a) beşinci ve altıncı imamları olan İmam Muhammed Bâkır b. Ali ile İmam Cafer Sâdık b. Muhammed (aleyhimâ selâm)den (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) rivayet edilmiş ve yine önemli bir bölümü de sekizinci imam Ali Rıza b. Musa hazretlerinden (a.s) naklolunmuştur.Bu üç imam döneminde Emevilerle Abbasilerin Ehl-i Beyt (a.s) taraftarları üzerindeki baskısı kısmen de olsa azaldığından, sözkonusu üç imam; İslam fıkıh ve maarifinin bütün dallarıyla ilgili çok önemli ve açıklayıcı hadisleri, babaları vasıtasıyla dedeleri Hz. Resulullah'tan (s.a.a) Müslümanlara aktarabilme fırsatı bulmuş ve böylece İslam dünyasına muazzam bir defineyi miras bırakmışlardır.
Bugün Şia mezhebinin Caferî mezhebi adıyla anılmasının nedeni Şia'nın en fazla rivayetinin altıncı İmam Cafer Sadık b. Muhammed (a.s) hazretlerinden ulaşmış bulunmasıdır. Emevilerin çöküş devrini yaşadığı,
Abbasilerin de halka baskıda bulunabilecek kadar iktidara henüz musallat olmadığı bir geçiş döneminde yaşadığı için eğitim ve tebliğ faaliyetlerini yürütme imkanı bulan İmam Cafer Sadık (a.s) hazretlerinin hadis, maarif ve fıkıh dallarında 4000'i aşkın öğrenci yetiştirdiği bilinmektedir.
Hanefi mezhebinin reisi Ebu Hanife İmam Cafer Sadık'la (a.s) ilgili olarak şöyle diyor: Şu kısa: "Cafer b. Muhammed (a.s) hazretlerinden daha fakih kimse görmedim!"[4]
Malikî mezhebinin imamı Malik b. Enes bir konuşmasında şöyle der: "Cafer b. Muhammed'in (a.s) yanına bir süre gidip geldim, bu müddet zarfında onu daima şu üç halden birinde gördüm: Ya namazdaydı, ya oruçluydu, ya da Kur'an tilavet etmedeydi. Bence ilim ve ibadette Cafer Sadık b. Muhammed'den (a.s) daha faziletli birini kimse ne duymuş, ne de görmüş değildir!"[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[4]- Tezkiret-ul Huffaz, Zehebî, c.1, s.166.
[5] Tehzib-ut Tehzib, c.2, s.104; Esed Haydar'ın "Kitab-ul İmam Sadık"ından naklen, c.1, s, 53.