Bu sahte din adamlarının simgesi neden Bel’am’dır? Bel’am-ı Baura’nın kıssasına baktığımızda ilginç detaylarla karşılaşıyoruz.
Allah’ın adıyla…
Merhum Şeriati “Dine Karşı Din” adlı kitabında Şirkin üç yüzünden bahseder: Mel’e (Halka zulmeden yönetici sınıf), Mütrefin ( Bu yönetici sınıf ile kol kola girmiş sermaye sahipleri) ve Bel’am (bu ikisinin emrinde, inananları yanlış yönlendirmek, bizzat inançlarını kullanarak bu zalimlere köle yapmak üzere görevlendirilen din adamları)…
Bunların içinde ise en dikkat çeken simge Bel’am’dır… Çünkü tarih boyunca Tevhid erlerinin mücadele ettiği sınıflar ilk iki sınıftır. Onların zulmüne karşı, Allah’ın peygamberleri yalınayaklılar ile beraber dikilmiş, o zalimler ise kibirleri ile “İlahi vahiy neden bizden birine inmedi” diye sayıklamışlardır… Ama Tevhid erleri ile baş edemeyen bu zalimler topluluğu, sinsice yalınayaklıların inançlarının içini boşaltıp kendi istedikleri şekilde doldurmanın yollarını aramışlardır. İşte burada devreye sahte din adamlarını sokmuş, insanları “Allah’ın adını kullanarak” aldatmaya girişmişlerdir….
Bu sahte din adamlarının simgesi neden Bel’am’dır? Bel’am-ı Baura’nın kıssasına baktığımızda ilginç detaylarla karşılaşıyoruz. Hz. Musa (a.s.) döneminde yaşayan Bel’am-ı Baura, önceleri “Duaları Kabul edilen” ve kendisine İsm-i Azam öğretilmiş yüce bir zattır. (1) Ancak Hz. Musa’nın peygamber olarak görevlendirilmesi üzerine etrafının da yönlendirmesiyle onda “hased” duygularını coşturmuş ve Hz. Musa’ya “beddua” edecek hale getirmiştir… Kur’an-ı Kerim, Bel’am hakkında şöyle buyurur:
"(Ey Muhammed!) Onlara, o kimsenin haberini de oku ki, biz kendisine âyetlerimizi vermiştik de o, bunlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan olmuştu.
Eğer dileseydi, onu bu (âyetler)le yükseltirdik. Fakat o yere saplandı, hevâsına uydu. Artık onun sıfatı o köpeğin hâli gibidir ki, üstüne varsan dilini sarkıtıp solur, yahut kendi hâline bıraksan yine dilini uzatıp solur. İşte âyetlerimizi yalan sayanlar gürûhunun sıfatı budur. Artık sen (Ey Muhammed!) kıssayı onlara anlat. Belki iyice düşünürler."
(A'raf: 174-176)
Önceleri Hz. Musa’nın hakkını teslim eden ve ona karşı çıkanları uyaran Bel’am, sonraları “hased”in etkisi ile Firavun’a eğilim göstermiş ve Hz. Musa’ya karşı çıkmıştır. Bakıldığında Bel’am’ın üç önemli özelliği ön plana çıkmaktadır:
1- İlim sahibidir, ancak hasedi ona ilmine amel etmeyi terk ettirmiştir.
2- “Enaniyet”, onu Allah’ın peygamberine düşman etmiştir.
3- Bu düşmanlık, onu Firavun’un emrine sokmuştur.
Ve bu özellikleri ile ilmine ameli terk ederek zalim yönetici ve sermayedarların emrine giren, Allah’ın dinini “Allah” adı kullanarak saptıran her “din adamı” artık birer Bel’am’dır…
Bel’am’lar her devirde mutlaka var olmuşlardır. Hz. İsa’nın (a.s.) karşısına da çağının Bel’am’ları dikilmiş, Hz. Resulullah’ın döneminde de Yahudi alimleri Resulullah’ı yalanlayarak Bel’amî özellikleri sergilemişlerdir. Hz. Resulullah’tan (s.a.a.) sonra da Bel’am’lar, bu defa İslam adına özelliklerini sergilemeye başlamışlardır. Kimi zaman Muaviye’nin sahtekarlıklarını ve cinayetlerini onaylamış, kimi zaman Yezid’in yanında İmam Hüseyin’in katline ferman vermişlerdir.
Ve günümüzde de Bel’amlar her yerde habis çehreleriyle arz-ı endam etmekteler…
35 yıl önce, Çağdaş Firavunların karşısına Hz. Musa’nın asası, Hz. İsa’nın (a.s.) nefesi ve Hz. Muhammed’in (s.a.a.) Kur’an’ı, Sünneti ve Ehl-i Beyt’i ile dikilen İslam İnkılabı’nın karşısına da yine bu Bel’am’lar çıkmıştır, hala da çıkmaktalar… Kimi zaman bir “Ayetullah” olarak ortaya çıkıyorlar, Kimi zaman bir Vahhabi-Selefi, kimi zaman da kendilerini Ehl-i Beyt’e nisbet veren, ancak onlardan öne geçmeye çalışan “Gulat” olarak…
Çağdaş Firavunlardan ABD, İngiltere, AB, İsrail gibi müstekbirlerin emrine girmekte beis görmeyen, hasetlerini ise gizleyemeyen bu çağdaş Bel’am’lar, hasetlerinden ayette buyrulduğu gibi “dillerini çıkarıp solumaktalar”… Sahip oldukları ilme ameli terk etmeleri onların benliklerini ilahlaştırmalarına yol açmakta… Kimi zaman Londra’dan gelir sesleri, kimi zaman Riyad’dan, kimi zaman…
İslam İnkılabı ve onun Aziz Rehberine en ağır hakaretleri yaparken, yönelttikleri en büyük suçlama ise “Şii-Sünni” vahdetidir… Onlardan kendilerini “Ehl-i Beyt” aşıkları olarak sunanlar, maalesef Ehl-i Beyt’in öğretilerine ne büyük darbe vurduklarının bilincindeler mi acaba? Ehl-i Beyt adına Sünnileri kâfir gören bu güruhla, Hz. Peygamber’in Sünneti ve Sahabeler adına Şiileri kâfir gören güruh arasında fazla da bir fark yok aslında…
Şehid Mutahhari’nin Adli İlahi adlı kitabında, El-Kafi’den naklettiği bir kıssa aslında bunların gerçek çehresini apaçık ortaya sermektedir:
“Kafi’de Haşim İbn’il Berid’in ( Sahib’ul Berid) şöyle dediği rivayet edilir:
Ben, Muhammed ibn Müslim ve Ebu’l Hattab bir yerde toplanmış idik. Ebu’l Hattab sordu: “Sizin imameti kabul etmeyen bir kimse hakkında fikriniz nedir?”
Ben cevap verdim: “Benim inancıma göre böyle birisi kafirdir.”
Ebu’l Hattab şöyle dedi: “Ona hüccet tamam olmadıkça (kendisine gerçek öğreti iletilmemiş ise) kafir değildir. Hüccet tamam olur da inkar ederse o zaman kafir olur.”
Muhammed ibn Müslim de şöyle dedi: “Sübhanallah! İmamı tanımıyor ise, fakat inkar ve cuhud halinde de değilse, nasıl olur da kafir olabilir? Hayır! Gayr-i Arif olan, bilecek durumda olmadığı için bilemeyen, cuhud (Bir şeyi bildiği halde inkâr etmek) ) göstermiyorsa, kafir değildir.”
Böylece biz üç kişi ayrı sonuca varmış olduk.
Sonra hac mevsimi geldi. Hacca gittim. Mekke’de İmam Sadık’ın (a.s.) huzuruna eriştim. Aramızdaki konuşmayı arz ettim. Görüşünü sordum. İmambuyurdu ki: “Konuşmaya katılan diğerleri de hazır olunca cevap vereceğim. Bu gece, Mina’da, Cemre-i Vusta’da buluşalım, orası buluşma yerimiz olsun.”
Gece olunca oraya gittik. İmam, bir yastığa göğsünü dayamış olarak bize sormaya başladı:
- Hizmetinizi görenler, kadınlar ve aile efradınız için ne dersiniz? Allah’ın birliğine, vahdaniyetine şehadet etmiyorlar mı?
Ben dedim ki:
- Elbette ediyorlar!
- Peygamberin risaletini kabul etmezler mi?
- Elbette ederler, niçin etmesinler?
- Peki, onlar da sizin bildiğiniz ve kabul ettiğiniz gibi imamet ve velayeti bilir ve kabul ederler mi?
- Hayır!
- Şu halde onların durumu inancınıza göre ne olabilir?
- Benim ( Haşim İbni’i Berid) inancıma göre İmam’ı tanımayan kafirdir.
- Sübhanallah! Sokaktaki, çarşıdaki halkı, mesela sakaları hiç görmedin mi? Bunlardan haberin yok mu? [ Sokaktaki adamları tanımaz mısın?]
- Tanırım elbette.
- Onlar namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, hacca gitmiyor mu? Tevhide mi inanmıyorlar? Peygamberi mi tanımıyorlar?
- Hayrı, böyle değil; hepsini yapıyor ve inanıyorlar.
- Pekâla. Bu halk çoğunluğu, sizin gibi mi? İmam’ı da biliyor, tanıyorlar mı?
- Hayır!
- Şu halde bunların durumu nedir?
- İnancıma göre İmam’ı tanımayan kâfirdir.
- Sübhanallah! Kâbe çevresinde bu halkın tavafını görmez misin? Yemen ehlinin, nasıl Kâbe örtüsüne yapıştıklarını görmüyor musun?
- Görüyorum.
- Bunlar tevhide ve nübüvvete iman etmezler mi, Allah’ı ve Peygamberini bilmezler mi yoksa? Namaz, oruç ve hacları mı yok?
- Bilirler, iman ederler, bunu da yaparlar.
- İmam’ı sizin gibi tanırlar mı?
- Hayır!
- Şu halde inancınız nedir bunlar hakkında?
- Bana göre İmam’ı tanımayan kâfirdir.
- Sübhanallah! Bu inanç Havariç ( Hariciler) inancıdır.
İmam bu sözünden sonra buyurdu ki:
- İster misiniz size gerçeği söyleyeyim?
Haşim; merhum Feyz’in sözüne göre İmam’ın söyleyeceğinin kendi inancına karşıt düşeceğini anladığı için:
- Hayır, istemem dedi.
İmam bunun üzerine şöyle buyurdu:
- Bizden, Ehl-i Beyt’ten işitmediğiniz sözleri kendiliğinizden ( Ehl-i Beyt görüşü imiş gibi) uydurup söylemeniz çok çirkin bir davranış!
- Haşim, sonradan başkalarına şöyle dedi:
- Öyle zannettim ki, bende şu kanaat hasıl oldu ki, İmam, Muhammed ibn Müslim’in görüşünü doğru buluyordu ve bize de onu öğütlemek istiyordu. ( El Kafi, c.2, Bab’ul Dalal,s. 401) (2)
Evet, yukarıda da görüldüğü gibi, kendi görüşlerinin hilafına olunca, Ehl-i Beyt İmamı’nın (a.s.) bile kendilerine doğru olanı söylemesine tahammül edemeyen bu güruh, maalesef günümüzde de varlar ve Ehl-i Beyt adına ahkam kesmekten, İmam Sadık’ın (a.s.) buyurduğu o “çirkin davranışı” sergilemekten geri durmamaktalar…
Londra’dan, İngilizlerin himayesinde çemkiren Bel’amlar ile, Ehl-i Beyt’ten öne geçerek o “çirkin davranışı”, hem de Ehl-i Beyt adına sergileyen Bel’amlar, Bel’am-ı Baura’nın o üç özelliğini nasıl da ayan beyan sergiliyorlar!...
Onlara karşı “Artık sen (Ey Muhammed!) kıssayı onlara
anlat. Belki iyice düşünürler." İlahi buyruğunda olduğu gibi Bel’am kıssasını anlatmanın zamanıdır. “Dillerini sarkıtıp solusalar” bile…
Hidayete tabi olanlara selam olsun…
(1) Kur’an-ı Kerim ve Meali, Ayetlerle ilgili Açıklamalar bölümü, 78 Nolu ( Araf Suresi 75. Ayet) açıklama, sayfa 36, Hazırlayan Murtaza Turabi, Kevser yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2013
(2) Adl-i İlahi, Murtaza Mutahhari, “Kaasırlar ve Mustaz’aflar” bölümü sayfa 344, Çev. Hüseyin Hatemi, Kevser yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2005
Ali KIRAN