Nebevi çizgiyle Emevi çizgiyi birbirinden ayırmak için bazen Hz. İmam Hüseyin (a.s) gibi her şeyini feda etmek gerek.
Marufu emredip hayra ve iyiliğe çağırarak, münkerden sakındırmanın üç merhalesi şöylece özetlenebilir:
Birinci Merhale: İnsanın kalben günah ve kötülükten hoşlanmaması ve Allah'ın hoşlanmadığı şeylerden onun da nefret etmesi. Bu merhaleden kimse muaf değildir. Yani en güçsüzler bile; sağır, dilsiz, kör, fakir... herkes günahtan ve kötülükten nefret duymalıdır.
İkinci Merhale: Bir günah veya kötülük karşısında susmayıp sözlü şekilde muhatabı uyarmak ve onu doğru ve olumlu çizgiye davet etmek gerekir. Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"Allah'a çağıran, sâlih amelde bulunan ve 'gerçekten ben Müslümanlardanım.' diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet, 33)
Üçüncü Merhale: Sözlü müdahale etkili olmazsa güç ve kuvvet kullanarak kötülük ve günah engellenmelidir.
Etki İlkesi
Marufu emretme ve münkerden sakındırmada en önemli faktör, etkili olan yöntemi uygulamaktır, yani muhatabın hangi yolla etkilenmesi mümkünse o yola ve yönteme başvurulmalıdır:
– Eğer işaret yetiyor ve etki gösteriyorsa işaretle uyarmak farz olur.
– Bağırmak etkili olacaksa, bağırmak farz olur
– Tehdit etkili olacaksa tehdit edilir.
– Sürekli uyarı ve ikaz gerekiyorsa, bıkmadan uyarıda bulunulur.
– Toplu dilekçe vermek, duygulandırıcı ve vicdanları uyandırıcı yöntemlere başvurmak gerekiyorsa, bu yapılmalıdır.
– Bizim söz veya uyarımızın etkili olmadığını; ama başka birinin etkili olacağını biliyorsak onu devreye sokmamız gerekir.
Bu farzın uygulanmasında dikkat edilmesi gereken nokta, Allah'ın razı olmayacağı bir yola başvurmamaktır, bu çerçevede kalmak kaydıyla bu mukaddes farizanın uygulanmasında belli bir yol ve yöntem sınırlaması yoktur; ama unutmayalım ki:
– Eğer uyarı için belli bir zaman gerekiyor ve o zamanda uyarının daha etkili olacağı biliniyorsa söz konusu zaman tercih edilmelidir.
– Bir gezi, kamp ya da misafirlik gibi belli mekânlarda uyarının daha etkili olacağı biliniyorsa bu şartları dikkate almak gerekir.
– Eğer kötülüğü durdurabilmek için gerekli uyarı ve girişimlerin etkili olması bir devlet ve nizam gücüyle mümkünse, devlet kurulmalı, iktidar elde edilmelidir.
Yüce İslâm'ın bizden istediği şey bâtılın yok edilmesi, hakkın diriltilip yerine getirilmesi, münkerlerin yasaklanıp engellenmesi ve marufların tavsiye edilip yaygınlaştırılmasıdır.
Bunun uygulama şekli ise, belli bir yöntemle sınırlı değildir; yani ne zaman, nerede, neyle, kimin katılımı veya müdahalesiyle veya ne şekilde yapılacağı, şartlara bağlıdır.
Yüce İslâm dini bunların cevabını akla ve mantığa bırakmış, Allah rızası çerçevesinde kalmak kaydıyla akıl ve mantığı en etkili, en süratli ve en geçerli vesile saymıştır.
Şehit Ayetullah Sadr'ın Görüşü
Bu büyük İslâm âliminin marufun emredilmesi ve mün-kerin önlenmesiyle ilgili ayet ve rivayetlere dayanarak önerdiği yol ve şartlar, bu hususta verilebilecek örneklerden biridir. şehit Ayetullah Sadr şöyle diyor:
"Bazen marufu emretme ve münkerden sakındırma derken birinin diğerine şahsî konularda uyarı ve tavsiyelerde bulunması, yani bireysel bir çerçevede davranılması kastedilmektedir, gıybet eden birini bundan sakındırmak gibi. Bu gibi durumlarda etki ihtimaline göre davranmak ya da can güvenliği şartıyla bu uyarıda bulunmak makuldür. Ancak, kimi zaman marufu emretme ve münkerden sakındırma derken bütün bidatlere, toplumdaki bütün fikrî, fiilî, siyasî ve ahlâki sapmalara son vermek, yeryüzünde bozgunculuk ve fesat çıkaranların kökünü kazımak, hakkı ihya edip bâtılı silmek ve bozuk ve sapmış olan düzeni değiştirmek gibi büyük ve kapsamlı bir gaye kastedilir. Bu durumda marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi için can güvenliğinin sağlanması gibi bir şart öne sürülemez.
Zira Yüce Allah'ın hükümlerinin uygulanması ve O'nun emirlerinin egemenliği söz konusu olunca can ve malın kıymetinden bahsedilemez." (Ayetullah Seyyid Mahmud Haşimî'den naklen)
Binaenaleyh, insanların Nebevî çizgiyle Emevî çizgiyi birbirinden ayırabilmesi için kimi zaman Hz. İmam Hüseyin (a.s) gibi marufu emretme ve münkerden sakındırma yolunda her şeyin feda edilmesi gerekir.
Evet, yüce ve ulvî değerlerin korunması için canların feda edilmesi elbet caizdir. Hz. İmam Ali (a.s) fakirlerin çağrılmadığı, sadece zenginlerin davet edildiği bir yemeğe katıldığı için kendi valisi
Osman b. Hüneyf'e öylesine sert ifadelerle dolu bir mektup yazmıştır ki, aradan geçen asırlara rağmen bu mektup önemli ve öğretici bir belge olarak dillerden düşmemiştir. Osman için tam bir skandal olsa da, bu mektupla Hz. Ali (a.s) gerçek İslâm'ı korumuş, bizzat Hz. Resulullah'tan (s.a.a) öğrenmiş olduğu bu asil İslâm'ın mazlumlardan, fakirlerden ve takva ehlinden yana olduğunu; İslâm'ın kesinlikle zengin şımarıkların sürdürdüğü bir keyif, zevk, refah ve ayrımcılık dini olmadığını tarihin hafızasına kazımıştır. Evet, yüce İslâm dininin değerlerinin ve mukaddesatının korunması, bireyin canından çok daha önemlidir; bu nedenle de İslâm uğruna yeri geldiğinde Müslümanlar seve seve can verirler. Gerçek Müslümanlar İslâm'ı kendilerine değil, kendilerini İslâm'a feda ederler.
Etkileyici Olmasa Bile...
İslâm büyükleri marufu emretme ve münkerden sakındırmanın, ancak etkili olacağına ihtimal verildiği takdirde farz sayıldığını belirtmişlerdir. Yani etkili olmayacaksa, yapılması farz değildir. Bu genel kuralın yanı sıra bazı özel noktaların bilinmesi de faydalı olacaktır:
1- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi hemen o sırada etkisini göstermeyebilir; ama konunun önemine binâen kimi durumlarda hak sözün ifade edilebilmesi ve hakkın ihyası için şehadete kadar yürünmelidir.
İmam Hüseyin (a.s) İslâm ümmetine marufu emretmek ve münkerden sakındırmak için Kerbela'ya gittiklerini buyurmuşlardır. Kerbelâ'da İmam Hüseyin (a.s) şehit düşmüş ve Yezid'le ordusu o sırada bu şehadetten hemen etkilenmemiştir; ama zamanla hür vicdanlar ve selim olan akıllar bu şanlı kıyamın muazzam mesajını almakta gecikmemiş, insanların fıtratı ve tarihin vicdanı Hz. İmam Hüseyin'i (a.s) takdir ve iftiharla bağrına basarken Emevîlerin haksızlığını gün ışığına çıkararak kınanmış, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) temiz Ehlibeyt'inin mazlumiyeti, yiğitliği ve takvası bütün Müslümanlarca anlaşılıp idrak edilmiştir.
Adalet ve maruf için bazen şehit olunması gerektiğine dair Kur'ân'da çeşitli ibarelere rastlamak mümkündür; nice peygamberler bu uğurda şehit düşmüşlerdir. Meselâ şöyle geçmiş: "Peygamberleri öldürürler.", "Adalete emredenleri öldürürler."
Binaenaleyh âvam için marufu emretme ve münkerden sakındırmanın farz olma şartı, onun etkileyiciliği olsa da peygamberlerin ve ulemanın çoğu zaman haykırması gereklidir. Tağutlar, sapmalar ve bidatler gibi etkenlerle doğru yolun ortadan kalkmaması için onların şehadete kadar ilerlemesi kimi zaman kaçınılmaz olmaktadır.
2- Olumlu ve ulvî bir ortam oluşturmak başlı başına bir değerdir. Nitekim yalnız başına bile olsa, namaz kılan kimsenin ezan okuması ve ezanda "Hayye ale's-salât" (haydi, namaza koş) demesi müstehaptır. Böyle bir ortamda ondan başka kalkıp namaza duracak kimse olmadığı hâlde bunu söylemesi, bu davranışın bir değer olduğunu göstermektedir. Ayrıca, kanunun korunması ve unutulmasının önlenmesi de bir değer olduğundan yüce İslâm dini, kadınların namazla mükellef olmadığı günlerde kadınların, namaz vakti girdiğinde kıbleye doğru oturup Allah'ı zikretmelerini, böylece namazdan kopmamalarını tavsiye etmiştir.
Yine yüce İslâm dininde, ilk kez hacca gidenlerin Kurban Bayramı gününde saçlarını kesmeleri buyrulmuş; saçı olmayanların da bu kanuna uymaları ve gerekli hissi duymaları için onların da adeta saçları varmış gibi formalite şekilde başlarına yavaşça jilet veya ustura dokundurmaları istenmiştir.
Evet, bir kavşağa vardığımızda, bizden başka kimse olmasa bile, kanunu korumak ve ona saygılı olmaya kendimizi alıştırmak için kırmızı ışıkta durmamız gerekir.
Bütün bu örnekler şunu göstermektedir: Marufu emretmenin pek etkisinin olmayacağını düşünerek herkesin susması ve çevresine lâkayt kalması hâlinde iyi ve doğru davranışlar -maruf- giderek önemsizleşecek, toplumda kötüler günbegün cesaret bulup küstahlaşacak ve Müslümanlar her gün bir adım daha geri atıp inandıkları değerlerden taviz vermek durumunda kalacaklardır.
Bu nedenledir ki o sırada etkili olmasa bile böyle durumlarda asla susmamalı, gereken tepkiyi göstermeli ve marufu emredip, toplumu münkerden sakındırmalıdır.
3- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi muhatabı etkilemeyebilir; ama en azından günah veya kötülük işleyenin keyfini kaçırmak ve rahatça istediğini yapmasını engellemek mümkündür. Günah işlemeye kalkışan kimsede bu tedirginlik ve rahatsızlığın oluşturulması bile başlı başına bir değerdir. İslâm dini, günah işleyene surat asılmasını ve ona bu rahatsızlığın hissettirilmesini tavsiye eder. Bu durumda aykırı davranışını düzeltmese bile en azından canı sıkılmış ve yaptığının başkalarını rahatsız ettiğini anlamış olacaktır.
4- Münkerden sakındırma eylemi, hür olmanın belirtisidir. Gerekli etkiyi göstermeyecek diyerek, kötülük işleyenin karşısında sessiz kalıp hiçbir tepki göstermemek, onun meydanı boş bulup azgınlaşmasına ve neticede ortamı kötülüğün geçerli olduğu bir baskı, yozlaşma ve dehşet ortamına dönüştürmesine neden olacaktır. Binaenaleyh beklenen etkiyi hemen yaratmasa bile hürriyeti ve insanca yaşamı savunmak için gerekli tepki gösterilmeli, sessiz kalın-mamalı, haykırılmalıdır.
5- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi, bireyin kendisini yetiştirmesi ve kemale ulaşması yolunda bir adımdır; çünkü bireyin kendisine telkinde bulunması, varlığını ilân etmesi demektir; bilincin, sorumluluğun ve uyanışın belirtisidir. Evet muhatap üzerinde kısa sürede etki göstermese bile en azından insanın kendisini etkilemekte ve olumlu hasletleri takviye etmektedir.
6- Bugün söylenen bir söz ille de bugün etkili olmayabilir; ama her hayırlı amelin bir de ahiret ödülü olduğu unutulmamalıdır. Allah'a ve ahirete inanmanın kazandırdığı ayrıcalıklardan biri de mümin insanın hiçbir zaman kendisinin "kaybeden taraf" olduğu zannına kapılmamasıdır. Bu, İslâm dininde bir esastır. Allah rızası için camiye giderseniz, cami kapalı bile olsa siz cemaate katılmanın sevabını kazanmış olursunuz. Sadık ve samimî insan, yaptığı her şeyi Allah rızası için yapar; Allah için tavsiyede veya uyarıda bulunmanın pek sevabı vardır; muhatabın kulak asıp asmaması bunu değiştirmez.
Kur'ân, insanların en hayırlısının "hakka çağıran kimse" olduğunu buyurmaktadır; çağrılan kimsenin bu çağrıya katılıp katılmaması bu hayrı azaltmaz. Evet, öğrenci öğretmeni dinlemezse, öğretmenin alacağı maaşı azaltmaz bu.
7- Marufu emretme ve münkerden sakındırmanın etkisi hemencecik kendisini göstermeyebilir; ama gelecekte etkili olacağından şüphe edilmemelidir. İnsan kimi zaman hak sözü dinleyecek kıvamda olmayabilir; ama haklı bir uyarının onun düşüncesini zamanla etkilememesi mümkün değildir.
8- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi, aynı zamanda bir cesaret egzersizidir de! Sırf etkilemeyeceğini düşünerek bu farzı terk etmek, zamanla, zulme ve haksızlığa karşı kişinin haykırma ve müdahale etme cesaretini köreltir.
9- Günaha veya haksız bir eyleme müdahale ve itiraz, iman ve vicdan sahibinin vicdanını rahatlatır ve huzur bulmasını sağlar. Bir zulüm günah veya haksızlık karşısında susmayıp haykıran ve gerekli tepkiyi gösteren insanın ruhu ve vicdanı elbet huzurlu olacak, hiçbir zaman eziklik ve boynu büküklük duygusu altında rahatsız olmayacaktır.
10- Marufu emretmek ve münkerden sakındırmak, peygamberlerin yolu, enbiyanın sünnetidir.
Unutmayalım ki biz peygamberlerden daha üstün değiliz; o masum ve yüce insanlar en güzel ahlâk ve en mükemmel yöntemlerle, üstelik deliller ve mucizeler göstererek insanları doğru yola davet ettikleri hâlde genellikle halkın çoğu onlara kulak asmamıştır. Kur'ân-ı Kerim "...onlara bir öğüt verildiğinde kulak asmazlardı." buyurur, bir başka ayette Firavun'u örnek göstererek "Firavun'a bütün mucizelerimizi gösterdik; ama o gerçeği kabule yanaşmadı." der.
Bir başka ayete de şöyle buyurur: " Onlara hangi mucizeyi gösterecek olsan yine yüz çevirir ve bu sihirdir derler!"
11- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi, mümin için üzerine düşen sorumluluğu ve vazifeyi yerine getirmek ve günah işleyen kimsenin özür ve bahane yolunu tıkamaktır. Böylece mümin "neden müdahale etmediği" sorusuyla karşılaşmaz ve günah işleyen kimse, "Beni uyaran olmadı." diyemez. Kur'ân, "Uyarıda bulunmak ya hatırlatma ve öğüt sebebidir ya da özür vesilesidir." (özren ev nezren) buyurmaktadır. Marufu emredip mün-kerden sakındırmanın farz olma şartı, etki bırakmasıdır, yani etkileme ihtimali yoksa farz değildir; ama bu durum, bunun, yasak olduğu anlamına da gelmez.
Bu hususta Allah'ın yasaklamadığı kadar gidilebilir, Allah'ın yasakladığı noktadaysa elbette durulmalıdır; nitekim Rabb'ul-Âlemin (c.c) şöyle buyurmaktadır:
"...Onlardan yüz çevir..." (Nisâ 63, 81; En'âm, 68)
"Sağırlara sesini duyuramazsın..." (Rûm, 52; Neml, 30)
"Kimileri mezardaki ölüler gibidir, onlara sözünü duyuramazsın" (Rûm, 52; Neml, 30)
"Onları bırak..." (En'âm, 91; Hicr, 3)
Ayetullah Muhsin Kıraati
ehlader