İnsan ruhunun hakikatıyla ilişkisi olmayan mal ve her türlü maddiyat insan için bir kemal sayılmaz.
Kur'ân-ı Kerim'e göre, ruh gayb alemine, beden ise şehadet (madde) alemine ait varlıklardır. Asıl olan da Allah-u Teala'nın feyiz vasıtası olup şehadet alemine ilahi feyizler sağlayan gayb alemidir. Buna göre inanç vb. ruhi özellikler temel ve kök konumundadır. Mali ve ekonomik konulara bağlı olan bedenin ihtiyaçlarını gidermek ise üst yapı ve dallar sayılmaktadır.
Ekonomiyle ilgili düşünce ve onun zor sorunlarını çözümlemek için programlar hazırlamak da başta gelen ilimlerdendir. Ama her ilim, kendi malumunu anlattığı ve gösterdiği için kendi değerini malumundan kazanmaktadır. Bu yüzden de Allah-u Teala nübüvvet, imamet, kıyamet, iman ve İslam'ın temel ilkeleriyle ilgili olan benzeri bilim ve maariflerin gayb alemini anlattığını vurgulayarak ruh alemine ilişkin şeyler oldukları için yüce değerlere sahip olduklarını ve bu değeri ise malumlarından kazandıklarını bildirmektedir.
Bu değerden maksat varlık derecesinin kuvvetidir. Kurumsal bir değer olmadığı için hakikat çerçevesinden inerek kurumsal kavramlar kapsamına girmez ve neticede kuramcılar tarafından değiştirilemez. Gerçi Kur'an-ı Kerim'in kültüründe ekonomi temel değil, yüzeysel bir konudur fakat İslam yüzeysel ve fer'i konulara da ilgisiz kalmamıştır.
İnsanın ruhunun hakikatıyla ilişkisi olmayan mal ve diğer her şey insan için bir kemal sayılmaz; sadece onun tabii ihtiyaçlarının karşılanması için birer vesile ve araçtırlar. Bu vesileler zahmete katlanmaksızın elde edilmeyeceğinden mal kazanma zahmeti ve acısına tahammül edebilmesi için insanın fıtratında değil de, tabiatında makul bir ölçüde sahip olma lezzeti yerleştirilmiştir.
Kur'an-ı Kerim şu güzel yıldızları insan için değil, gökyüzü için bir süs kabul ediyor ve buyuruyor ki: "Biz dünya göğünü yıldızlarla süsledik" (1)
yeryüzünde olan bahçe ve çimenleri de insan için değil, bilakis yeryüzü için bir süs olarak kabul ediyor ve buyuruyor ki: "Biz onlan yeryüzüne bir süs karar verdik de hangisinin daha güzel amel sahibi olduğunu deneyelim diye. Ve biz gerçekten onun (yerin) üzerinde olanları kupkuru-çorak bir toprak yapabiliriz" (2)
Ama buna karşılık ruh türünden olan imanı, insan için bir süs kabul ediyor ve diyor ki: "Size imanı sevdirip kalbinizde onu süsledi. Ve size küfrü, fıskı ve isyanı ise çirkin gösterdi." (3)
Servet ve mala bir vesile olmasını aşacak derece de ilgi duymak ve ihtiyacından fazlasını toplamak kınanmış olmasına rağmen, başkalarının refahını temin etmek, toplumsal fakirliğin ve enflasyonun tahammül edilmez yükünü hafifleştiremek için olursa mal her ne kadar çok olursa, o kadar iyi olur.
Kur'an-ı Kerim, mala olan aşırı sevgiyi ruh için bir üzüntü kaynağı bilerek onu kınamaktadır: "Malı bir yığma tutkusu ve hırsıyla seviyorsunuz" (4) ve eğer maldan "hayır" diye de tabir etmişse, örneğin: "Ve şüphe yok ki insan, hayrına yarayan mala-mülke de pek düşkündür." (5)
Burada bilmemiz gereken nokta şu ki, evvela ayette geçen "hayır" kelimesi mal sevgisinin değil, bilakis malın kendi vasfıdır; İkincisi mala "hayır" denilmesinden malı sevenlerin sanısının tam aksine bu ayetin mal sevgisini övdüğü düşünülemez; zira ayet Hak Teala'ya karşı küfran eden insanı kınamak hususundadır: "şüphe yok ki insan, rabbine karşı pek inatçıdır, pek nankördür ve şüphe yok ki o, buna tanıktır ve şüphe yok ki insa hayrına yarayan mala-mülke karşı pek de düşkündür. " (6)
Yine vasiyet hakkındaki ayette de maldan, "hayır" diye tabir edilmesi onun varlığının dünya yaşantısındaki zorunluluğundan dolayıdır ki, mal bu durumda hayırdır ve kimseye de bağlı değildir.
İslam ekonomisinde servet bir kemal sayılmadığından zengin ve servetli olan bir kimse kamil, servetsiz ve fakir olan bir kişi de eksik ve düşük sayılmamaktadır. Hz. Emir-ül Müminin Ali (a.s) servet konusunu tahlil ederken Hz. Resulullah, Hz. Musa, Hz. Davut, ve Hz. İsa Mesih'in sade ve fakirane yaşantılarını naklettikden sonra şöyle buyuruyor. "Bakan ona (Hz. Resulullah'ın) aklıyla baksın. Acaba Allah Teala Muhammed (s.a.a) bununla (sade ve fakirane yaşantıyla) ikram mı etmiş yoksa alçaltıp tahkir mi etmiştir? Eğer, Allah onu tahkir etmiştir derse vallahi çok büyük bir yalan demiş ve iftira etmiştir. Eğer, Allah onu yüceltip kendisine ikram etmiştir derse o halde şunu bilmelidir ki Allah Teala onlardan başkalarına fazla mal vermekle küçültmüş, tahkir etmiştir ve onu (malı) kendisine; en yakın olan kimseden (Peygamberden) menetmiştir" (7)
Hz. Ali (a.s) bu buyruğunda akıl sahiplerinin dikkatini şuna çekmek istiyor;
Sade ve fakirane bir yaşantısı olan kimsenin Allah katında derecesi düşük olduğu anlamına gelmez. Aksi taktirde Allah'a en yakın olan Hz. Resulullah'ın küçültüldüğünü ve karşısında olan Ebu Cehil gibi kafirlerin ise aziz kılındığını söylemek gerekirdi. Oysa durum bunun tam aksidir.
O halde mal dünyanın süsüdür, insanın değil. Onu sevmek makul ölçüde ve bir araç ve vesileye duyulan sevgi kadar olursa iyidir; bundan fazla ilgi duymak ve ona hedef gözüyle bakmak kötüdür. Servet toplamak, altın ve gümüşe aşırı ilgi duymak yerilmiştir.
Mal-mülk sevgisi insanı Allah'a giden yoldan alıkoyar ve o yolların kapanmasına sebep olur; ruhun yücelmesini engeller. Dünyada bulunan bütün mal ve servetler insanların hepsinin ihtiyaçlarını giderecek miktardadır; onların bir yerde hazine (depo) edilerek bazı şahısların veya grupların nezdinde ihtikar edilmesi İslamın ekonomik düzenine aykırıdır. Peygamberlere uymak, sade yaşamakla mümkündür. Kemal ise tekasürden (mal biriktirmekten) kendiliğinde ve gerçek hayır olan kevsere hicret etmektir. Bu hayır ise ne nisbidir ve ne de kurumsal ve hayali.
Asr-ı seadette ve sonraki dönemlerde İslam ordularının zafere ulaşmalarının bir çok nedenleri vardır. Bunlardan biri de yaşamlarında kanaat yolunu tutmaları ve az bir şeyle yetinmeleridir. Muhacirlerin seçkinleri ile Ensar'ın fedakarları bunun bariz örnekleridir. Müslümanların kafîrlerle olan savaşlarının son tahlili; kevserin (çokluğun) tekasüre (biriktirmeğe), fedakarlığın diğerlerini kurban etmeğe, zühdün hariliğe, sade yaşantının lüks ve şatafatlı yaşantıya kısacası Kelime-i Tevhid'in diğer kelimelere zafer kazanması demektir.
İslam ekonomisinin genel çizgilerini eşitlik ve adalet oluşturmaktadır. Hatta bütün dini çizgiler de böyledir. "Sizlerden yalnızca zenginlerin arasında dolaşan bir devlet olmasın diye" (8) Allah Teala bu genel kanunu indirerek herkesten, özellikle de gerçek alimlerden, din bilginlerinden, takvalı tefsir yazarlarından ve zahid fakihlerden zenginlerle fakirlerin eşitsizliği karşısında susmayıp genel halka ait olan servetin yalnızca özel hukuki veya belirli şahısların nezdinde değil de bütün halkın arasında dolaşmasını ve adaletin uygulanmasını sağlamak için kıyam etmeleri gerektiğine dair ahit almıştır. "andolsun tohumu yarana, insanı yaratana, bu topluluk, bey'at için toplanmasaydı, Allah'ın, zalimin doyup zulmetmemesi, mazlumun aç kalmaması hakkında itilenlerden aldığı ahd-üpeyman olmasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kasesiyle sular giderdim. (9)
Hz. Ali'nin (a.s) bu açıklamasından ister müslümanların önderliğini üstlenmek liyaketine sahip olan biri olsun veya yetenekli diğer bir kişinin bu görevi üstlendiğinden dolayı bu görev boynundan kalkan biri olsun, bütün herkesin ekonomik adaleti uygulama hususunda sorumlu olduğu açıkça anlaşılıyor. Böyle bir kimseye her zaman sahnede hazır olarak Müslümanların önderine yardımcı olup, onu savunması farzdır.
Yukarıda sözü geçen şart eğer Müslümanların önderine oranla elde edilmesi gereken mukaddime değil kendiliğinden hasıl olması gereken bir mukaddime olursa, sahnede olanlara ve yardımcılara farz olma şartı değil farzın kendi şartıdır ve kendiliğinden hasıl olması gereken bir konu değil, elde edilmesi gereken bir konudur.
Zenginlik ve fakirliğin her ikisinin de ilahi bir imtihan olduğu ve hiç birisinin insanın yüceliğine veya düşüklüğüne delil ve sebep olmadığı ilkesi "Fecr" Suresi'nin şu ayetlerinden anlaşılmaktadır: "Ama insan; ne zaman Rabbi kendisini denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa ona nimetler verse; Rabbim bana ikramda bulundu der. Ama onu deneyerek rızkım kıssa, hemen: Rabbim bana ihanette bulundu der..." (10)
Aksine zenginlikten doğan batıl hayeller, insanın mala karşı daha fazla tutkun olmasına sebep olur. Sonuç olarakta fakirlerin ihtiyaçlarını karşılayıp onların karnını doyurmaya ne kendisi ilgi duyar ve ne de diğerlerini buna teşvik eder. Mezkur surenin diğer ayetlerinde bu konuya işaret edilmiştir. Aslında malın önemi konusunda gelen meşhur açıklamaların hepsi vasıflandırma yönünü taşır, emir değil; fakirliğin tehlikesi hususunda gelen açıklamalarda aynı özelliği taşımaktadır. örneğin Hz. Resulullah'dan (s.a.a) ekonomik fakirliğin tehlikesiyle ilgili gelen şu açıklama "Ey Allah'ım bize ekmek hususunda bereket ver, ziyade kıl. Bizimle onun arasını ayırma. Zira eğer ekmek olmazsa ne namaz kılardık, ne oruç tutardık ve ne de Rabbimizin farzlarını yerine getirirdik" (11)
Burada yalnızca konunun tabii tesirine işaret etmektedir; emirsel yönü yoktur. Zira orta halli olan halkın tahammül sınırına değinmiştir, yoksa ister sadr-ı İslam'da olsun ister şimdiki zamanda tek tek ilahi fertler bütün zorluk ve fakirliklere tahammül ederek, asıl İslam'a yardım edip saldırgan düşmanların saldırılarını Müslümanların sınırlarından kovup Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt'in varlığını Allah-u Teala'nın yardımıyla düşmanların tehlikesinden korumuşlardır.
Kaynaklar
1- Saffat/6
2- Kehf/7-8
3- Hucurat/7
4- Fecr/20
5- Adiyat/4
6- Adiyat/8
7- Nehcu'l Belağa; 161. hutbe
8- Haşr/7
9- Nehcul Belağa; 3. hutbe
10- Fecr/15-16
11- Furu-i Kafi, Kitabu'l Meişet, el-İstianet-u bi'd-dunya
Ayetullah Cevadi Amuli