İnsan ve Tabiat İlişkisi

Rate this item
(0 votes)
İnsan ve Tabiat İlişkisi

Tasavvuf düşüncesine göre yüzde yüz yabancı iki unsurun ilişkisidir bu. Hatta bundan da öte, mahkûmla zindanın ilişkisidir; bülbülün kafesle, Yusuf'un Kenan diyarındaki kuyuyla ilişkisi gibidir.

Kimilerine göre insanın dünyaya gelişi, bülbülün kafese konulmasına, bir hürün hapsolmasına, ya da Yusuf'un (a.s) kuyuya düşmesine eş bir olay olarak değerlendirilebilir.

Tabiatı insanoğlunun zindanı, düştüğü bir kuyu ya da içine kapatılmış olduğu bir kafes şeklinde yorumlamamız halinde, insan-tabiat ilişkisini de yekdiğerine zıt iki unsurun ilişkisi olarak kabul etmemiz gerekecektir elbet.

Bu durumda insanoğlunun tabiatta; üzerinde yaşamakta olduğu bu yeryüzünde ne yapması, hangi ve ne tür faaliyetler göstermesi gerekecektir peki?

Dünyayı bir kafes, insanı da bu kafese kapatılmış bir kuş olarak kabul edersek; kuşun kafes içinde yegâne düşüncesinin ve yapması beklenen yegâne eylemin bu kafesten kurtulmak olduğunu; bu durumda onun başka hiçbir şey düşünmeyip, hiçbir şey yapmayacağını da kabul etmemiz gerekecektir.

Bir mahkûmun, bir an önce zindandan kurtulmaktan başka bir düşüncesi olabilir mi? Hatta zindanın duvarını delmek ya da yıkmak pahasına da olsa hürriyetine kavuşmak için elinden geleni yapmasından başka ne beklenebilir?

Kapatılmış olduğu zindanla mahkûm arasındaki en bariz ilişki ve mahkûmun göstereceği en tabii tepkidir bu.

Kuyuya düşmüş bir Yusuf'un, oralardan geçecek bir kervanı beklemekten, kervandakilerin su almak için kuyuya sallayacakları bir kovaya tutunup kuyudan kurtulabilmekten başka bir umudu ve düşüncesi olmayacaktır elbet.

Peki, İslam nazarında insan-tabiat ilişkisi nasıldır?

Kur'an-ı Kerim bu ilişkiyi mahkûmun zindanla, kuşun kafesle, Yusuf'un kuyuyla ilişkisi şeklinde mi tanımlamaktadır acaba?

Bu soruya tatmin edici bir cevap aramak kaçınılmazdır; zira tasavvufta bu mevzu üzerinde ziyadesiyle durulmuştur.

Bakınız Senai ne diyor:

"Kırıver kafesi, tavuslar misali. Kanatlanı ver şu yücelere bir..."

Ya da diğer bir tasavvufçunun deyişiyle:
"Ey Mısır'ın Yusuf'u. çıkıver kuyudan artık..."

İslam'ın Görüşü

Tasavvufi düşüncede insan-tabiat ilişkisi böyle tanımlanmaktadır. Ancak, İslam nazarında insanın tabiatla olan ilişkisi çiftçinin tarlayla, tüccarın ticaretle, ibadet eden abidin mabetle olan ilişkisi şeklinde yorumlanır. Bir çiftçi için tarla amaç değil, araçtır. Yâni çiftçinin evi barkı şehirde ya da mesela köydedir; asıl yurdu orasıdır; fakat o, geçim için gerekli mutluluk, refah ve saadeti sağlayabilmek maksadıyla tarlaya gider ve orada çalışır. Gitmelidir tarlaya o.

Evet, tarlaya gitmeli ve orayı ekime müsait bir hale getirmelidir.

Bu amaçla çift sürüp kazdığı tarlaya tohum ekmeli, buğdaylar yeşerince mevcut zararlı otları söküp atmalı, olgunlaştığında mahsulü biçip harman etmelidir:

"Dünya, ahiret tarlasıdır." (1)

Evet, insan-tabiat ilişkisi böyle değerlendirilir İslam'da. Tarlasını yanlışlıkla evi zanneden bir çiftçi hata etmektedir elbet. çiftçi tarlasını bilmeli ve tarlayla evini karıştırmamalıdır; biri yerleşip yaşadığı yer; diğeriyse bu yaşamı ve sonrasını temin edebilmek için kullanacağı bir araç ve vesiledir.

Keza bir tüccar için piyasa iş yeri, çalışıp çabalama mekânıdır. Yâni sermaye ve emeğini birleştirecek ve daha fazla kazanacaktır bu mekânda. İslam nazarında dünya ve tabiat âlemi de böyle bir ticaret piyasasından ibarettir işte. Ali'nin (a.s) de, Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) de belirtmiş olduğu gibi:

"Dünya, Allah evliyalarının ticaret mekanıdır" (2)

Bir gün adamın biri Hz. Ali'nin (a.s) yanına gider ve oturup dünyayı kötülemeye başlar Ali'nin (a.s) dünyadan hoşlanmadığını, dünyayı yerdiğini duymuştu, ama dünyanın nesini kınadığından haberi yoktu bu adamcağızın. Onun anladığı kadarıyla Ali (a.s) dünyadan hoşlanmıyordu işte; bu yüzden de dünyayı, yâni tabiat âlemini ha bire yeriyor olmalıydı.

Hâlbuki bilmiyordu ki Ali'nin (a.s) kınadığı şey tabiat elemi ya da salt dünya küresi değildi asla! O, dünyayı değil, dünya perestliyi kınamakta, insanı değil, maddeye tapan şaşkını yermekteydi. Zira Hakka tapış ve hakikate ibadet edişin karşı eylemi olan ve gerçekte insani değerleri bütünüyle reddetmekten başka bir şey olmayan büyük bir hatadır bu.

Evet, adam oturup dünyayı kötülemeye, dünyadan yakınmaya başlayınca Hz. Ali (a.s) pek rahatsız oldu:

"Ey dünyayı kınayıp duran kişi, behey dünyaya aldanmış adam! Dünya seni aldatmış değil, sen dünyaya aldanmışsın! Dünya insanı aldatmaz ki; kişi kendi aldanır..." (3)

Evet, dünyanın aldatan değil, insanın aldanabilen olduğuna dikkat çekilmekte. Hz. Ali'nin (a.s) özellikle vurguladığı bu noktayı basit bir örnekle açıklayabilmek mümkün: İhtiyar bir kadın düşünün; takma dişler, takma kirpikler, peruk ve daha nice çeşitli makyajlarla süslenmiş ve kendisine genç bir kadın görüntüsü vermiştir. Delikanlının biri onun görünüşüne aldanıp onunla evlenmek isteyebilir.

Burada genç delikanlı aldanmış ve hata etmiştir; ancak ihtiyar kadın da "aldatıcı" olmuş ve bu aldanışa bizzat ve bilfiil sebep teşkil etmiştir. Kadın yaşlı mı yaşlıdır; kendisiyle evlenmek isteyen delikanlıya bunu açıkça söylemekte ve:

"Yaşım geçkin, ağzımda bir tek dış yok, başımda gördüğün nesne de saç değil peruktur!. Ben buyum işte; ne dersin, yine de evlenmek ister misin benimle?!" demektedir. Ancak kadıncağız her ne kadar yaşının geçkin, dişlerinin takma, saçlarının peruk olduğunu söyleyip durmaktaysa da delikanlı "bunlar işin cilvesi" diyerek onunla evlenirse bu durumda kadıncağız onu aldatmamış, bizzat kendisi kendisini kandırmak istemiştir.

Ali (a.s) şöyle demektedir:

"Dünyanın hiç bir şeyi örtülü değil ki! Dünya hangi gerçeğini gizlemiştir bugüne dek? Ne zaman aldattı, neyiyle aldattı seni dünya?! Babanı kendi ellerinle toprağa verdiğinde mi aldattı seni dünya? Dünya, "Ben buyum işte demekte açıkça." Bende sebat yoktur, kalıcı değilim. "Olduğum gibi gör ve bu gerçeğimle tanı beni. Neden olduğum gibi değil de, olmamı istediğin gibi görmektesin beni hala?" diye haykırmakta hep."
 O halde dünya kimseyi aldatmış değildir; kişinin kendisi kendisini aldatmaya çalışmaktadır.

Ve şöyle ekler Ali (a.s):

"Gel muhasebe yapalım şimdi; bu durumda dünya mı sana, yoksa sen mi dünya ya kıymaktasın? Sen mi bu dünyaya ihanet etmektesin, yoksa bu dünya mı ihanet etmekte sana?!

Ne zaman kandırdı seni dünya? Ne zaman mahvetti seni? Heveslerinin, nefsani arzularının peşi sıra giden kendin değil misin? Dünya, Allah evliyalarının ticaret mekânı, Allah dostlarının ibadetgâhıdır. İbadetgâhı olmayan kişi nasıl ibadet eder, abid kişi nerede ibadete koyulabilir? Piyasa denilen şey olmazsa tüccar nasıl artırabilir sermayesini? Piyasa ve ticaret olmazsa kişi nasıl kazanç elde edebilir ki?!" (4)

Dünyanın insan için bir zindan, bir kuyu ya da bir kafes sayıldığı ve insanın yegâne görevinin bu kafesi kırmak, bu zindandan kurtulmak olduğu düşüncesi ruh ve nefsi tanıma meselesiyle ilgili olarak ayrı bir düşünceye dayanır ki İslam onu kabul etmemiştir.ehlader

Kaynaklar

1-Menavi'nin Künuz-ül Hakaik adlı eseri,
2-Nehc-ül Belağa, Hikmetli sözler: 131.
3- Nehc-ül Belağa, 492.
4- Nehc-ül Belağa, Hikmetli sözler: 131.

 
 

Read 2257 times