Unvanı Basri Hadisi, Ehlibeyt (aleyhimu's selam) takipçileri için çok kıymetli ameli düsturları içine alan bir çok salik ve ariflerin üzerinde önemle durduğu değerli bir hazinedir. Maliki Mezhebinin kurucusu İmam Malik'in 94 yaşındaki öğrencisi Unvanı Basri adındaki bir kişinin bir gün gelerek İmam Cafer Sadık'tan öğüt ve nasihat istemesini konu alan bu hadisi şerifi Şia'nın çok değerli alimlerinden Şeyh Bahai kendisi el yazısı ile yazmış ve Allame Meclisi onu Biharu'l Envar kitabında nakletmiştir. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) Unvanı Basri ve tüm Allah'a doğru yol kat etmek isteyenlere öğütlerini içeren bu altından daha değerli hadisi şerifi siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Unvanı Basri[1]Rivayeti ve Tercümesi
Unvan-i Basri ömrünün üzerinden 94 yıl geçmiş yaşlı bir adamdı. Kendisi şöyle anlatıyor: “Ben sürekli (Ehli Sünnet mezheplerinden Maliki Mezhebinin kurucusu) Malik b. Enes’in yanına gidip geliyordum ve onunla yakın bir irtibatım vardı. Cafer b. Sadık (aleyhi selam) Medine’ye geldiğinde ben o hazretin de yanına gidip gelmeye başladım. Malik b. Enes’ten yararlandığım gibi ondan da ilmi istifadeler elde etmek istiyordum.
Bir gün (İmam Cafer Sadık'ın) huzuruna vardığımda bana şöyle buyurdu: “Ben hükümetin denetimi ve gözetimi altında bulunan biriyim, takip edilmekteyim (serbest olmadığım için zamanımın kontrolü elimde değil, hükümet casusları ve denetleyicileri hareketlerimi takibe almış durumdalar) buna ilave olarak benim gece ve gündüzün belirli saatlerinde virt ve zikirlerim vardır ki onlarla meşgul oluyorum. Benim virt ve zikirlerime mani olma, istediğin ilimleri de Malik’ten öğren! Eskiden onun yanına gidip ilim öğrendiğin gibi şimdi de onun yanına git, ilmini öğren!”
Ben buna çok üzülmüştüm. Sonra oradan dışarı çıktım. Kendi kendime "Eğer Hazret bende birazcık hayır görseydi kesinlikle huzuruna varıp ilminden istifade etmeme izin verirdi" dedim.
Sonra bu düşüncelerle üzgün bir halde Mescidi Nebi'ye girdim ve Allah Resulü'ne (Allah'ın selam ve salatı ona ve ehlibeytine olsun) selam verdim. Ertesi gün Ravza'ya geri döndüm ve orada iki rekât namaz kıldım ve şöyle arz ettim: "Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ben senden Cafer b. Sadık'ın (a.s) kalbini bana şefkatli kılmanı ve ilminden bir miktarını benim rızkım karar kılmanı istiyorum. Böylece ondan öğrendiğim ilimle sırat-i müstakim ve hak yol çizgisinde hareket edeyim."
Kırık bir kalp ve hüzünlü halimle evime döndüm. Kalbim Cafer b. Sadık'ın (aleyhi selam) sevgisiyle dolup taştığı için artık Malik b. Enes'in yanına gidip gelmemi kestim ve bir daha da yanına gitmedim. Dolayısıyla tamamen kabuğuma çekildim, artık sadece namaz için evimden dışarı çıkıyordum. (camide cemaatle namaz kılmak için)
Ama sabrım tükenmiş ve havsalam daralmıştı. İkindi namazımı kıldım. Sabrımın tükendiği ve sinemin üzüntüden sıkıştığı bir halde terliklerimi giydim, abamı omzuma attım ve Cafer b. Sadık'ı (aleyhi selam) ziyarete gittim.
Cafer b. Sadık'ın (aleyhi selam) evine vardığımda hazreti görmek ve ziyaret etmek için giriş izni istedim. O sırada hizmetkârlardan biri dışarı çıkarak bana "Ne istiyorsun?" diye sordu.
"Şerife (imama) selam vermek istiyorum" dedim.
Hizmetkâr: "O, kendi namaz mahallinde ibadetle meşguldür" dedi. Bu cevap üzerine ben Hazretin kapısının önünde oturdum ve beklemeye başladım. Bu şekilde çok kısa bir süre beklemiştim ki birden hizmetkâr dışarı çıkarak "Allah'ın bereketiyle içeri gel (ki Allah sana inayet etsin)"dedi. Davet üzerine içeri girdim ve Hazrete selam verdim. İmam selamımın cevabını verdi ve bana: "Otur, Allah seni bağışlasın" buyurdu.
Hazretin isteği üzerine oturdum. İmam Sadık (aleyhi selam) başını öne eğdi ve bir müddet düşünceye daldı. Sonra kafasını kaldırdı ve bana: "Künyen nedir?” diye sordu.
"Ebu Abdullah” (Allah kulunun babası) dedim.
Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: "Allah künyeni sabit kılsın ve seni Muvaffak etsin ey Ebu Abdullah! Şimdi söyle hacetin nedir?"
Bu sırada ben kendi kendime "Bu ziyaretimden hazrete verdiğim selam ve hazretin hakkımda ettiği hayır duadan başka hiçbir şey elde edemezsem bile bu benim için büyük bir ödüldür" dedim.
Hazret kafasını kaldırdı ve "Ne istiyorsun?" diye sordu.
Arz ettim: "Allah'tan kalbinizi bana yönlendirmesini ve ilminizden beni rızıklandırmasını istedim! Allah'tan Hz. Şerif (İmam) hakkında istediğimin bana verilmesini ümit ediyorum."
İmam sadık (aleyhi selam) şöyle buyurdu: “Ey Ebu Abdullah! İlim öğrenmekle elde edilmez, ilim bir nurdur ki Allah Tebareke ve Teâlâ onu hidayetini istediği kulunun kalbine yerleştirir ancak. O halde eğer ilim istiyorsan ilk merhalede 1. kendi katında (nefsinde) kulluğun (ubudiyetin) hakikatini talep etmelisin; 2. ilme amel ederek, ilmin talibi olmalısın; sonra onu sana anlatması ve kavratması için 3. Allah'tan istekte bulunmalısın."
Dedim ki: “Ey Şerif!”
Dedi ki: “Söyle ey Allah kulunun babası (Ebu Abdullah)”
Dedim ki: “Ey Ebu Abdullah! Kulluğun hakikati nedir?"
Dedi ki: Üç şeydir.
1. Allah’ın kulu, Allah’ın kendisine (emanet olarak) verdiği, yetkilendirdiği şeyler hususunda kendisi için bir sahiplik ve mülkiyet hakkı görmemelidir; Çünkü kullar mülkün (gerçek) sahipleri değildirler, onlar Allah’ı bütün malların ve mülklerin hakiki maliki (sahibi) olarak görürler ve o (malları) Allah’ın kendilerine infak edilmesini emrettiği yerlerde infak ederler.
2. Allah’ın kulu kendisi için maslahat ve tedbir gibi bir düşünce içinde olmamalıdır.
3. Kulun bütün zikri ve fikri şu olmalıdır ki Allah ona neleri emretmiştir ve onu nelerden sakındırmıştır. (Allah’ın kendisine neler yüklediğini, ondan neler istediğini ve nelerden sakındırdığını ve kendisine neleri haram kıldığını düşünür.)
Dolayısıyla eğer Allah’ın kulu, Allah’ın kendisine verdiği şeylerde kendisi için bir malikiyet hakkı görmez ise işte o zaman Allah’ın infak edilmesini emrettiği yerlerde harcaması kolay olur. Kul, işlerinin tedbirini asıl müdebbirine (Allah’a) havale ederse dünyanın sıkıntıları ve musibetleri ona kolay gelir ve kendisini Allah’ın emrettiği ve yasakladığı şeylerle meşgul ederse işte o zaman bu iki işten feragat edip kendisini insanlara göstermeye, gururlanma ve insanlara karşı böbürlenmeye fırsat bulamaz. Dolayısıyla eğer Allah kuluna bu üç şeyi ikram ederse o zaman dünya, iblis ve mahlûkat onun için kolay ve katlanılabilir hale gelir; artık dünyanın peşinden koşmaz, mal biriktirme, insanlara karşı övünme ve böbürlenme arzusunda olmaz (ki keşke benimde şu kadar malım mülküm olsaydı da bende aziz ve saygın biri olsaydım) demez, günlerini boş ve batıl işlerle geçirmez.
Bu (makam) takva merdiveninin ilk basamağıdır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir. (Kasas–83)"
Dedim ki: “Ey Ebu Abdullah! Bana nasihat et, öğüt ver”
Dedi ki: “Sana dokuz şeyi tavsiye ediyor ve öğütlüyorum; Bu öğütlerim Allah yolunda yürümek isteyen kimselere nasihatimdir ve Allah’tan seni onlara uymaya muvaffak kılmasını ve bu yolda sana tevfik merhamet etmesini diliyorum! O dokuz şeyden üç tanesi nefsi terbiye ve eğitme hakkındadır, onlardan üçü hilm ve sabır hakkında ve üç tanesi de ilim ve marifet hakkındadır. O halde ey Unvan! Onları ezberle, aklına yerleştir, sakın bunlara amel etme konusunda gevşeklik gösterme!
Unvan şöyle diyor: “Ben, Hazretin bana buyuracaklarını alıp, onlara amel etmek için düşüncemde ve kalbimde olan her şeyi boşalttım ve kendimi can kulağıyla hazrete odakladım."
Sonra İmam Cafer Sadık (aleyhi selam) şöyle buyurdu:
“Nefsi terbiye edip, eğitmeye gelince:
1. Sakın istek ve iştahının olmadığı bir şeyi yeme! Çünkü iştahsızlıkla yenen yiyecek insanda ahmaklık ve cehalet icat eder
2. Sakın acıkmadan bir şey yeme
3. Bir şey yemek istediğinde helal olan şeylerden ye, Allah’ın adını an ve Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şu hadisini hatırla: “İnsanoğlu, karından daha kötü bir kabı doldurmamıştır.” Dolayısıyla karnın yemeğe ihtiyaç duyacağın kadar acıktığında yemek ye, karnının üçte birini yemeğe, üçte birini suya ve üçte birini de nefes almaya ayır!
Hoşgörü Ve Sabra Ait Üç Şey
1. Biri sana şöyle derse: “Eğer sen bana bir söz (hakaret, küfür vb. gibi sözler) söylersen sana on misli cevap vereceğim” Sen ona şöyle cevap ver: “Eğer sen bana on söz (küfür, çirkin sözler vb.) söylersen benden tek bir cevap bile işitmeyeceksin!”
2. Seni azarlayıp, sana çirkin sözler ve hakaret edene şöyle de: “Eğer hakkımdaki sözlerin doğruysa Allah’tan beni affetmesini istiyorum ve eğer dediklerin yalan (ve iftira ) ise o zamanda Allah’tan seni affetmesini diliyorum."
3. Eğer biri sana “Sana küfür edeceğim, kötü sözler söyleyeceğim” diyerek korkutursa sen ona “ben senin hakkında hayır dileyeceğim ve hakkına riayet edeceğim” diyerek onu müjdele!"
İlim Hakkında Olan Üç Şey
1. Bilmediklerini âlimlere sor
2. Sakın âlimleri hataya düşürmek, onların (ilimlerini) sınamak ve onlara galebe etmek amacıyla soru sorma
3. Sakın kendi rey ve görüşünle bir işi yapmaya kalkışma ve yolunu bilmediğin (içinden çıkamadığın) bütün işlerinde Allah’ın emrine muhalefet etme hatasına düşmemek için ihtiyat yolunu kendine ilke edin! Yırtıcı bir aslandan kaçtığın gibi (kendi görüşüne göre ) fetva vermekten öyle sakın! Ve boyunu insanlar için geçiş köprüsü yapma.
Artık yanımdan kalk ey Allah kulunun babası (Ebu Abdullah)! Şüphesiz sana öğüt verdim. Virt ve zikrimi bozma. Kuşkusuz ben, ömür ve zamanımdan geçen her an için hesap yapmaktayım. Ve onun bir anının bile boş bir şekilde telef olmasından endişeliyim. Allah'ın selam ve selamet derecelerinin tamamı hidayete tabi olanların üzerine olsun.
* İmam Cafer Sadık’tan (aleyhi selam) rivayet edilen bu rivayeti Allame Meclisi Biharu’l Envar kitabının 1. Cildinin 224. Sayfasında nakletmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] — Ayetullah Seyyid Muhammed Hüseyin Tahrani “Ruhu Mucerred” kitabında şöyle diyor: “Ağa Gazi, (Allame Tabatabai’nin ahlak üstadı) menşei genellikle kin, hırs, şehvet, gazap ve dünya lezzetlerinden yararlanmada aşırıya gitmekten kaynaklanan nefs-i emmareyi ve maddi isteklere galebe etme hususunda seyri ve suluk yolunda yürümek isteyen öğrencilerine ve müritlerine “Unvan-i Basri Rivayeti’ni” tavsiye ediyordu. Üstat öğrencilerinden bu uygulamalı ahlaki desturları yazmalarını ve içeriğine amel etmelerini istiyor ve bunun seyri sulukta esasi ve çok mühim bir destur olduğunu hatırlatırdı. Üstat buna ilave olarak şöyle diyordu: “Bunu yazın cebinizde taşıyın ve haftada en azından bir ya da iki defa mütalaa edin."