İyiliği Emretmede Zarara Uğramak!

Rate this item
(0 votes)
İyiliği Emretmede Zarara Uğramak!

Hz. Hüseyin niçin gerekli şartların bulunmamasına rağmen iyiliği emretmek için kıyam etti?

 Soru: İmam Hüseyin'in (a.s) buyurmuş olduğu, "Ben iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak için kıyam ettim." sözünden maksat nedir?

Cevap:

İmam Hüseyin (a.s) bu cümlesiyle niçin kıyam ettiğini ve başlatmış olduğu bu hareketin temel felsefesinin ne olduğunu çok kısa, fakat özlü bir şekilde anlatmaktadır.

Bu rivayetten ayrıca, iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın (emri bil maruf ve nehyi anil münker) önemi ve İslâm'daki yeri anlaşılmaktadır. Hadisi daha iyi anlayabilmek için, bu ilâhî farizanın, Allah katındaki konumuna dikkat etmeliyiz.

İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, İbrahimî dinlerin hepsinde konu edilmiş, bütün peygamberler, resuller, imamlar ve salih müminler tarafından uygulanması istenilmiştir. Bu Allah tarafından yapılması istenen diğer emirler gibi değildir. Birçok mesele için ölçü ve peygamberlerin gönderiliş sebebidir. Zira içerisinde bulunduğumuz bu madde âlemi iyiliklerle kötülüklerin, hakla batılın, karanlıkla aydınlığın, güzel sıfatlarla kötü sıfatların iç içe, bazen ayırt edilemeyecek kadar karışık olduğu bir yerdir. Öyle ki, çoğu zaman insan neyin iyi ve neyin kötü olduğunu ayırt edemez duruma gelir. Güzellikle kötülüğü birbirinden ayırıp sonrasında ona göre davranmak çok zor bir hal alır.

İşte bu esnada, hikmet sahibi, kullarını seven ve onların kemale ulaşmasını isteyen yüce Allah, peygamberler gönderir. Sırf insanlığa neyin iyi ve neyin kötü olduğunu anlatmaları için. Bütün ilahi dinler; insanlara neyin iyi neyin kötü, hangi işin karanlığa hangi işin aydınlığa götürdüğünü ve nelerin faydalı, nelerin zararlı olduğunu gösterdikten sonra, insandan iyilikleri yapıp kötülüklerden uzak durmalarını istemektedir. Buna Allah'ın insanı hidayet etmesi diyoruz. İşte yüce Allah doğru yolu kullarına böyle gösterir.

Yüce Allah, Kur'ân'ın birçok yerinde müminlerden ilk önce iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı, daha sonra namaz kılmalarını, zekât vermelerini, Allah'a ve Resulüne itaat etmelerini istemektedir. (1)

Resulullah (s.a.a) bu vazifenin önemini şöyle açıklıyor: "Kim iyiliği emredip, kötülükten sakındırırsa Allah'ın, Allah'ın kitabının ve Allah'ın Resulü'nün yeryüzünde ki halifesidir." (2)

Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmaktadır: "Dinin intizamı iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya bağlıdır." (3)

İmam Bâkır (a.s) nakledilen bir hadiste buyuruyor ki: "İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, peygamberlerin yoludur. Salih ve iyi insanların en önemli programıdır. Diğer farzlar bu farzın uygulanmasına bağlıdır. Yollar ancak bu emri yerine getirmekle güvenli olur. Alışverişlerinizin helâl olması bununladır. Bilin ki, iyiliği emredip kötülükten sakındırdığınız sürece düşmanlarınız insaflı olacaktır. İşleriniz bir düzene girecektir." (4)

Demek ki, Allah tarafından herkes için konulan bu görev sadece İmam Hüseyin'e özel değildi. Bu ilahi emir bütün peygamberlerin, resullerin, imamların ve müminlerin uygulaması gereken bir görevdir.

Hz. Hüseyin'in (a.s) döneminde bu farzı yerine getirmek çok daha hayati bir önem arz etmekteydi. Çünkü iyiliklerle kötülükler ayırt edilmeyecek şekilde birbirine karışmış, toplumun her kesiminde günahlar işlenip, iyilikler terk edilmişti. Artık Allah'ın dini ve Peygamberin sünneti unutulmuş, yok olmaya bırakılmıştı.

Peygamberin ve Hz. Ali'nin kurmuş olduğu adalet düzeninden geriye bir eser kalmamıştı. İşte bu durumda köklü bir değişime ihtiyaç vardı. Toplumda büyük bir reform başlatıp, İslâm dinini eski canlılığına kavuşturmak ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmak gerekiyordu. Bu yapabilecek tek kişi de İmam Hüseyin (a.s) idi.

O kıyam etti, bozuk sisteme karşı başkaldırdı, herkese iyiliği emredip kötülükten sakındırarak hareketini başlattı, böylece hakla batılı bir birinden ayırdı, ceddi Resulullah'ın (s.a.a) dinini yok olmaktan korudu, İslam'a yeni bir canlılık kazandırdı.

Hüseyin b. Ali (a.s) insanlığın ebedi saadeti için kıyam etti ve bunun yolunun iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktan geçtiğini çok iyi bildiğinden kıyamını da bunun üzerine oturttu.

"Ben bozgunculuk yaratmak, toplum düzenini bozmak, zulüm etmek için kıyam etmedim, ben ceddim Resulullah'ın (s.a.a) ümmetini ıslah etmek ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için kıyam ettim." (5)

Soru: İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın şartlarından biri de yapıldığı takdirde insana bir zarar gelmemesidir. Bunu herkes kabul etmektedir. Yezid'in ve Ümeyyeoğullarının nasıl insanlar olduğu malumdur. Kim onların karşısında bu ilahi farizayı yerine getirmek istese büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacaktır. İmam Hüseyin (a.s) bunu çok iyi bilmekteydi. Peki, niçin gerekli şartların bulunmamasına rağmen iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için kıyam etti?

Cevap:

Allah'ın hükümlerini, genel olan hükümlerin kayıt ve şartlarını, sadece Peygamber'den, ondan sonra da masum İmamlardan öğrenebiliriz. Onların yaptıkları her iş caizdir; söyledikleri, yaptıkları ve onayladıkları her şey Allah'ın hükmüdür. Zira Allah'ın hükmünün dışında bir şey yapmazlar.

Demek ki, iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın şartlarından biri, zarara uğrama tehlikesinin olmaması ise, İmam'ın canını tehlikeye atarak bunu yapmak istemesi bir diğer şartın da bulunduğunu göstermektedir.

Şöyle ki, eğer insanın zarara uğramasından çok daha önemli bir durum varsa, o zaman burada zarara uğramamak şartı geçerli değildir. Hedef önemli olduğu zaman, insanın canına, malına ne kadar zarar gelirse gelsin yine de Allah için iyiliği emredip kötülükten sakındırmalıdır.

Mesela, iyiliği emredip kötülükten sakındırmadığın takdirde Allah'ın dini yok olacaktır, ama eğer yaparsan da canın tehlikeye düşecektir. Bu durumda Allah'ın dini, candan daha önemli olduğu için mutlaka yapılmalıdır ve yapılmaması caiz değildir.

Diğer bir tabirle, normal ve sıradan iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla, tüm toplumu ilgilendiren, genel iyiliği emredip kötülükten sakındırma arasında çok fark bulunmaktadır. Sıradan iyiliği emretmede sadece şahıs günahtan kurtarılmaya çalışılmaktadır. Oysa İmam Hüseyin'in (a.s) yapmış olduğu emri bi'l-maruf ve nehyi ani'l-münker tüm toplumu ilgilendirmektedir. Dinin bekası, Allah'ın hükümlerini yaşamak ve yaşatmak ve yeniden adalet düzenini oluşturmak buna bağlıdır. Bunun için de canı tehlikeye atmaya değer.

Yezid'in döneminde, İslam toplumu hızlı bir şekilde küfür toplumuna dönüşmekte idi. Allah'ın emirleri kaldırılmaya başlanmıştı ve çok kısa bir süre sonra İslam'ın fatihası okunacaktı. İslam dininden bu büyük tehlikeyi uzaklaştırmak için her ne şekilde olursa olsun bu farz yerine getirilmeliydi, hatta insan canını bile feda etmesi gerekirse, din uğruna feda etmeliydi.

İmam Hüseyin (a.s) toplumun ne tarafa doğru sürüklendiğini, İslam'ın nasıl büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğunun farkındaydı. Bu yüzden Medine valisi Mervan, Yezid'e biat etmesi gerektiğini söylerken İmam ona şöyle buyurdu: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Yezid gibi birisi, İslam toplumunun başına geçecekse artık İslam'a veda etmek gerekir."

Yani, Yezid'in hükümeti ele geçirerek Müslümanların başına geçmesi halinde İslam'ı neyin beklediği açıktır. Yezid'in olduğu yerde İslam, İslam'ın olduğu yerde de Yezid olmaz.

Bu büyük tehlike ve münkir karşısında İmam'ın görevi, kıyam ederek İslam'ı savunmaktı, kendi canı, sevdiklerinin ve ailesinin canı tehlikeye düşse bile. İmam, İslam'ın baki kalmasını, kendisinin yaşamasından daha önemli olduğu inancındaydı. Dolayısıyla vazifesini yerine getirmek için canını feda etmekten, çocuklarını ve ailesini zorluklara sokmaktan çekinmedi.

İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamı tam anlamıyla iyiliği emredip kötülükten sakındırmak içindi. O gerçek manada zulüm, haksızlık, küfür ve gericiliğe karşı direniş gösterendir. Tarih hiçbir zaman böyle bir mücadele görmemiştir. Tek başına bir orduya karşı durmak, aileyi bile tehlikeye atmaktan çekinmemek, görevi en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmak ve tüm bunlarla beraber izzetini, onurunu ve nefsin kerametini koruyabilmek yalnızca İmam Hüseyin'e has bir özelliktir.

Bu uğurda, Aşura günü nice acı, elem ve zorluklara katlandı; musibetler gökten bir yağmur gibi başına yağmasına rağmen o dimdik, yiğitçe, ayakta durarak canını iyiliği emredip kötülükten sakındırma uğruna feda etti. Böylece hak yolunda şehit olanların serveri oldu.

Bu konu hakkında şehit Mutahhari şunları söylemektedir:

"İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın, bir tehlikeye maruz kalmama şartıyla farz olduğunu herkes kabul etmektedir. Fakat eğer bir zarara uğrayacaksa bazılarına göre farz oluşu buraya kadardır ve canı, malı, namusu tehlikeye düştüğü anda bundan sonra farz olmaktan çıkar. Fakat bazılarına göre de bu farzı yerine getirmek zarara uğramaktan çok daha önemlidir.

Konu küçük bir meseleyse ve iyiliği emredip kötülükten sakındırdığın takdirde sana bir zarar gelecekse o zaman farz değildir. Lakin mesele büyük ve çok önemliyse farz oluşu asla ortadan kalkmaz. Eğer Kur'ân tehlikedeyse, adalet uygulanmayacaksa, İslami vahdet yok olacaksa, bu farzı terk edemezsin. Bu durumda 'Canım tehlikeye düşer, beni küçük düşürürler, toplum kabul etmez' gibi bahaneler Allah katında geçerli değildir."

Soru: Bütün şer'i hükümler için geçerli olan şartlardan biri de, mükellefin gücünün yetebilmesidir. İnsanın gücünün yetmediği hiçbir şey kula farz olmaz. Bu iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için de geçerlidir. İmam Hüseyin (a.s) bilinçsiz, rahatlık ve dünya düşkünü olan halkın yardımını kazanamamıştı. Diğer taraftan da karşında tam donanımlı büyük bir ordu bulunmaktaydı. Peki, İmam Hüseyin (a.s) hiç gücünün olmamasına rağmen niçin bu farzı yerine getirmekte ısrar etti?

Cevap:

Şehit Mutahhari bu konu hakkında şunları söylüyor:

"İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın şartlarından biri olarak, "gücün yetebilmesi-kudret sahibi olmak" belirtilmiştir. Bundan anlaşılan iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın güçsüze farz olmadığıdır. (6)

Bunu bazıları yanlış anlayarak şöyle diyorlar: "Bu işi yapmaya benim gücüm yetmez, İslam da gücün yetmiyorsa yapma demiş, öyleyse benim yapmam gerekmez." Böyle bir sonuca varana şu cevabı vermemiz gerek; evet gücün yetmediği zaman sana farz değil, ama sürekli de güçsüz kalamazsın, o farzı yerine getirmek için güç ve kudreti kendinde oluşturmak zorundasın.

Allah'ın bu farzını (iyiliği emredip kötülükten sakındırmak) yapmak için çoğu zaman haram bile haramlıktan çıkıp farz olabilir. Örneğin zalim hükümetin memuru olarak çalışmak haramdır, ama bu memurluk sayesinde iyiliği emredip kötülükten sakındırabileceksen, o görevi kabul etmek sana farz olur. Tarihte bizzat İmamların emriyle zalim padişahın hükümetinde çalışanlar görülmektedir.

Soruda geçen iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın ne şekilde güce bağlı olduğunu daha iyi anlayabilmemiz için, bu farzın önem ve ehemmiyetine değinmemiz gerekir.

Bu ilahi emir; İslam'da o kadar önemlidir ki, İmam Hüseyin (a.s) bunun için kendi canını, sevdiklerinin canını feda ederek ailesinin esir olmasına razı olmuştur. Bir rivayette ahir zaman halkını kötülerken nedenlerinden biri olarak şöyle buyrulmaktadır: "Onlar iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın sadece bir zarara uğramadıkları takdirde onlara farz olduğunu zannediyorlardı." (7)

Başka bir hadiste İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle naklediliyor: "İyiliği emredip kötülükten sakındırmak peygamberlerin yolu, salihlerin sürekli yaptıkları bir iştir. Bu farz sayesinde Allah'ın hükümleri uygulanır, yeryüzü bayındır olur, ancak bu farzı yapmakla düşmandan hak alınabilir." (8)

Böylesi önemli bir emir için, eğer gücün varsa yap yoksa gerekmez, denilebilir mi? Etki edeceğine dair en ufak bir ihtimal veriyorsan hemen yapman gerekir." (9)

Nitekim Kerbela'da İmam'ın şehit edilmesiyle görevin tamamlandığı zannedilmesin. Kıyamın amacına ulaşması için ikinci bir plan uygulamaya konulmuştur. O da İmam'ın ailesinin mesajı herkese ulaştırmasıdır. Hz. Zeyneb ve Hz. İmam Seccad (a.s) Kufe'de İbn Ziyad'ın, Şam'da da Yezid'in sarayında yaptıkları konuşmalarla mesajı ulaştırmışlardır. İmam'ın şehit olması onlar için işin bitmesi değildi, aksine her şey daha yeni başlıyordu.

Soru: İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın bir diğer şartı, etki etmesidir. Etki etmeyeceğini biliyorsan farz olmaz. Kerbela kıyamında, Hz. Hüseyin'in (a.s) iyiliği emredip kötülükten sakındırmasının ne Yezid'e ve ne de onun ordusuna etki etmeyeceği çok açıktı, onlar ne pahasına olursa olsun asla hükümeti bırakmayacaklardı. Öyleyse Hazret, hangi akli ve nakli delillere dayanarak bu farzı yerine getirmek için kıyam etti?

Cevap:

Önceden de dediğimiz gibi, İmamların yapmış oldukları her iş şer'i delilin kaynağıdır. Bir işin caiz olmasına en büyük delil, masumun o işi yapmasıdır. Eğer iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın şartlarını öğrenmek istiyorsak, İmamların ne yaptığına bakmamız gerek.

Etki etmeye gelince; eğer etki edeceğine dair en ufak bir ihtimal veriyorsan yapman gerekir. İyiliği emredip kötülükten sakındırmayı yaptığın zaman etki edip etmemesi de iki çeşittir:

Birincisi; söylediğin takdirde, o günahkârı günahından vazgeçiremeyeceğini kesin biliyorsan, bu durumda farz olmaz.

İkincisi; o esnada etki etmeyeceğini biliyorsan ama yaptığın takdirde gelecekte etkisini göstereceği ihtimalini veriyorsan bu durumda farz olur.

Bunu çağımızda işgalci ve sömürgeci güçlerin esaretinden kurtulup özgürlüğüne kavuşmak isteyen nice halkaların uyguladığını görmekteyiz. Mücadeleleri sonucunda hemen özgürlüğe kavuşamayacaklarını bilmekteler, ama gelecek nesiller için direnişten vazgeçmiyorlar. Bunun için düşmanın hain planlarını halka anlatarak düşmanın orada kalıcı olabilmesinin önünü kesmişlerdir. Zamanla bilinçlenen halk da bilinçlenerek bağımsızlığına kavuşmuştur. Mücadeleyi başlatanlar çok önceleri ölmüştür, kendileri hükümete ulaşamamışlardır, ama hedeflerine yıllar sonra ulaşmışlardır, o da halkının bağımsızlığına kavuşmasıdır.

İlahi insanlar da aynı şekilde anlık düşünmezler, gelecek üzerine planlar yapıp, şimdiden başlarlar. Düşmanın onları öldürüp, işkencelerle parçalayacaklarını bilmekteler, fakat İslam'ın geleceği için, tevhidin dünyaya hâkim olması için cihattan vazgeçmezler. Onların bugünkü kıyamı, yarın halkların uyanışı olacaktır.
Peygamber'in (s.a.a) vefatından elli yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen toplum öylesine değişmişti ki Kur'ân'ın hükümleri büyük bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Din yok olmaya doğru gitmekte ve İslam'ı zifiri karanlık günler beklemekteydi, çok kısa bir süre sonra İslam güneşinin batıp yerine cahiliyet döneminin başlayacağı açıkça görülmekte idi.

Bütün bu olup bitenler karşısında İmam Hüseyin (a.s) ne yapabilirdi? İbn Ömer gibi bir cami köşesine çekilip İslam'ın yok oluşunu mu seyretmeli miydi? Onlara karşı gücüm yetmez, ne söylersem fayda etmez ve bana zarar verirler diyerek sessiz kalabilir miydi?

Tabii ki hayır, çünkü İmam, kıyam edip, bu düzene baş kaldırdığı takdirde İslam'ın yok olmayacağını ve Allah'ın dininin baki kalacağını çok iyi biliyordu. Hz. Hüseyin (a.s), Ümeyyeoğullarının onu öldürmesiyle halkın buna çok sert bir şekilde karşı geleceğini, Yezid hükümetini meşru bilmeyip, asıl planlarını anlayacaktı. Zira herkes Hüseyin'i Peygamber evladı, vahiy evinin gülü, halkın en değerlisi ve kalplerin tek sevgilisi olduğunu bilmekteydiler. Müslümanlar İmam Hüseyin'in (a.s) öldürülmesine seyirci kalamazdı, Yezidi rejimden hesap soracak, öfkelerini göstereceklerdi. Hükümet de yıkılmamak için halka karşı tüm gücünü kullanacaktı, onlara büyük zulümler edecekti ve İmam hiçbir hükümetin halka zulümle kalıcı olamayacağını çok iyi biliyordu.

İmam Hüseyin (a.s) kendisinin şehit edilmesi ve ailesinin esir alınmasıyla, Ümeyyeoğullarının gerçek yüzlerinin ortaya çıkacağını biliyordu. Halk onların aslında İslam'ın en büyük düşmanları olduklarını anlayıp, Peygamber'e karşı olan kinlerinin farkına varacaktı. Bu da İslam'ın yok edilmesi için, Ümeyyeoğullarının yapmış olduğu tüm planların suya düşmesi ve halkın gönlünde bulunan İslami gayretin yeniden alevlenmesi demekti.

Hz. Hüseyin (a.s), kendisinin öldürülmesiyle Yezid'in zorba rejiminin rezil rüsva olacağını biliyordu. İnsanlar başlarında nasıl bir devletin olduğunu, Peygamber'in halifesi iddiasında bulunanın aslında nasıl Peygamber düşmanı olduğunu anlayacaktı. Bu bilince ulaşan halka hükümet etmekse imkânsız olurdu, kısa bir süre için başta kalsalar bile, İslam'a hiçbir şey yapamazlardı.

Kerbela faciası, tüm İslam âlemini yerinden oynattı. Peygamber evladının ölümünde, sanki Resulullah (s.a.a) ölmüş gibi herkes üzgün ve öfkeliydi. Bu öfkeler her yerde yavaş yavaş Emeviler aleyhine kıyama dönüştü. Düne kadar İslam adına şirk ve küfrü yayan rejim, İmam Hüseyin'in (a.s) kanının bereketiyle, Müslümanlar tarafından yıkıldı. Böylelikle Peygamber'in (s.a.a) aziz dini İslam yok olmaktan kurtarılmış oldu.

Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan anlaşılan şudur; İmam Hüseyin'in (a.s) yapmış olduğu "iyiliği emredip kötülükten sakındırma" tamamen fıkhi ölçüler içerisinde idi ve farz oluşu gün gibi aşikârdı. Hz. Hüseyin (a.s) Allah'ın bu emrini yerine getirmek için hiçbir şeyini feda etmekten çekinmedi. Kendi canını bu yolda feda etti, gözleri önünde en sevdiklerinin parçalanmasına, kardeşlerinin, evlatlarının öldürülmesine sabretti ve bütün bu acılara yalnızca Allah için sabretti. En büyük ülküsü olan ceddi Resulullah'ın (s.a.a) dinini korumak için dayandı. Bütün bela ve musibetlerin ona sel gibi gelmesine rağmen, yolundan dönmedi, onurla ayakta durup, dinini savundu ve hedefi için yılmadan mücadele etti.

ehlader
----------------------------------------------

[1] Tövbe, 7.

[2] Mizanu’l-Hikme, c. 4, s. 80.

[3] Gureru’l-Hikem, c. 2, s. 400.

[4] Usulu Kâfi, c. 5, s. 55.

[5] Biharu’l-Envar, c. 44, bab. 37, hadis. 2.

[6] Furu-u Kâfi, c. 5, s. 59.

[7] Furu-u Kâfi, c. 5, s. 55.

[8] Furu-u Kâfi, c. 5, s. 55.

[9] Hüseyn-i Yiğitlik, c. 1, s. 304/312.

Read 969 times