Displaying items by tag: Filistin meselesi
Ne İranlıların devrimidir ve ne de Şiilerin, İslam İnkılabı, “evrensel bir devrim”dir!
Allah’ın adıyla
“Andolsun Fecre, On geceye… Bunlarda akıl sahibi için elbette birer yemin değeri vardır.” (Fecr/1-5)
İranlı Müslümanların arka planı neredeyse bir asra dayanan emperyalizm ve siyonizmin İran’da ki yansıması ”Şahlık düzeni” ile mücadeleleri; feylesof, bilge, abid ve arif devrimci İmam Humeyni (r.a)’nin 1 Şubat 1979’da ülkeye dönmesi ile başlayan on günlük eşsiz ve tarifsiz mücadelenin ardından 11 Şubat 1979 günü insanlık tarihinin en şanlı ve yüce devrimi “İslam İnkılabı”nın gerçekleşmesi ile taçlanmıştır.
Evet, İslam İnkılabı 1979 yılında İmam Humeyni (r.a) önderliğinde ekseriyetle Şii Müslümanlardan oluşan İran Milleti eliyle gerçekleşmiştir.
Ancak İslam İnkılabı ne sadece İranlıların devrimidir ve ne de Şii bir devrim. Hatta İslam İnkılabı’nı sadece Müslümanlara hasretmek bile doğru değildir. Bilakis İslam İnkılabı, “evrensel bir devrim”dir! İslam İnkılabı, herhangi bir coğrafya kaydı olmaksızın tüm Müslüman, mustazaf ve mazlum halkların ortak inkılabıdır!
Zira İslam İnkılabı her ne kadar İran coğrafyasında “Şahlık düzeni”ne karşı gerçekleşmiş ola bile esasında arka planda “küresel emperyalizm ve siyonizm”e karşı mazlum ve mustazafların evrensel bir zaferidir. Bu yönü ile dünya devrimler tarihi ele alındığında görülecektir ki, mazlum ve mustazafların emperyalist ve siyonist düzene karşı yegâne devrimi, İslam İnkılabı’dır. Ve İslam İnkılabı, vahşi kapitalizm, emperyalizm, siyonizm ile onların İslam coğrafyasındaki uzantı ve tetikçileri olan Selefizm, Vahhabizm, Gülenizm, Mistisizm gibi akım, cereyanlar ve fitnelere karşı mazlum ve mustazafların kurtarılmış tek kalesidir.
Meseleye yüzeysel yaklaşan bazı şahsiyetler: “Madem ki İslam İnkılabı, tüm Müslüman, mustazaf ve mazlum halkların devrimidir, o halde hani yansıması?” sorusu ile kinaye yollu hem İslam İnkılabı’nı mahkum etmek ve hem de bir karşılığının olmadığını vurgulamak istiyorlar.
Bu yaklaşım içerisinde olan düşünce ve şahsiyetler, maalesef bir yönü ile haklılar ki, “İslam İnkılabı”nın ne anlama geldiğini küresel emperyalizm ve siyonizm, Müslüman kitlelerden daha erkenden ve daha derinden kavramıştır. Ve onu boğmak ya da en azından kendi coğrafyasına hapsetmek için ilk günden tüm varlıkları ile harekete geçmişlerdir.
Küresel emperyalizm ve siyonizm, İslam İnkılabı’nı boğmak için Saddam eliyle dayattığı sekiz yıllık savaş ve ardı arkası kesilmeyen ve asla gevşemeyen ambargolar yanında iki büyük fitneyi; “mezhepçilik ve ulusçuluk” canavarını harekete geçirmişlerdir. Yüce İslam İnkılabı’nı, “İran Devrimi ya da Şii Devrim” ve bu inkılaba gönül verenleri ise “İrancı” olarak adlandırarak, ellerindeki tüm medya ve kültürel araçlarla özellikle Müslüman halkları zihinsel olarak iğfal etmişlerdir.
Ancak İslam İnkılabı, geride bıraktığı otuz altı yıllık süreçte kendisine karşı uygulanan tüm fiziksel, siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik baskı ve ambargolara rağmen dünya dengelerinin tamamen ve yeniden şekillenmesini temin etmiştir. Bir devrimin gerçek sonuç ve etkilerini görmek için otuz altı yıllık bir süreç elbette yeterli değildir. Ancak bu otuz altı yıllık süreçte elde edilen kazanımlardan hareketle şunu söyleyebiliriz: “Yeni bir dünya kuruluyor! Mustazaf ve mazlumların başrolde olduğu bir dünya!
İslam İnkılabı’nın geride bıraktığı otuz altı yıllık süreçte ürettiği siyaset ve bu siyasetin sonuçları sadece İran ya da Müslümanların değil, tüm insanlığın kaderini ilgilendirmektedir. Üzerine uzun ve köklü araştırmalar yapılması gereken bu başlıkla ilgili olarak bizim bazı tespitlerimiz şöyledir.
1-İslam İnkılabı gerçekleştiği an itibariyle Müslümanlar, Amerika ve Avrupa’dan oluşan Batı Bloğunun dayattığı “kapitalizm ve liberalizm” ile öncülüğünü SSCB’nin yaptığı Doğu Bloğunun dayattığı “sosyalizm ve komünizm” arasında sıkışmış ve iki tercihten birine mahkum bırakılmıştı.
İslam İnkılabı, Müslümanların hatta insanlığın bu iki tercihten birini seçmeye mecbur olmadıklarını, adalet ve hakkaniyet içeren “üçüncü bir yol” olduğunu gösterdi. Müslüman halklara kurtuluşun “İslam”da olduğunu teorik ve pratik olarak ayan etti.
2-İslam İnkılabı, insanlığın en büyük musibetinin “küresel emperyalizm ve siyonizm” olduğunu, emperyalizmin “Büyük Şeytan Amerika” ve siyonizmin ise “Gasıp İsrail Rejimi” şahsında müşahhas hale geldiğini faş etti.
Yine İslam İnkılabı sayesinde insanlık, dünyanın neresinde ve ne türden bir sömürü ve zulüm varsa, o zulüm ve sömürünün esas köklerinin Amerika, İsrail ve bunların yandaşlarından bağımsız düşünülemeyeceği, bu zulüm ve sömürüden hakikatte kurtulmak isteyenlerin esas olarak Amerika ve İsrail ile mücadele etmesi gerçeğini öğrendi.
3-İslam İnkılabı halklara, egemen güçlerin kofluğunu ve onların plan ve desiselerinin mutlak olmadığını, “direniş” ile egemenlerin sultasından kurtulmanın mümkünlüğünü ve istikbar güçlerin sömürgeci ellerinin mazlum ve mustazaf halkların yakasından nasıl kesileceğini öğretti.
4-İslam İnkılabı, Müslüman ümmetin hatta insanlığın en mühim meselesinin “Filistin Meselesi” olduğu gerçeğini aşikar etti. İslam İnkılabı sayesinde öğrendik ki; Filistin Meselesi, sadece Filistinlileri ilgilendiren bir sorun değildir. Filistin Meselesi, küresel emperyalizm ve siyonizm ile İslam ve mustazafların mücadelesinde ana cephesidir. Ve bu cephenin sonuçları da sadece Filistin ve İsrail’i değil evrensel olarak tüm insanlığı etkileyecek çaptadır.
5-İslam İnkılabı’nın özellikle “Filistin Cephesi” üzerinden emperyalizm ve siyonizme karşı başlattığı mücadele, İslam ülkelerindeki batıl, kukla, dikta, uşak ve manda yönetim, cemaat, aydın ve entelektüellerin maskesini düşürdü. Zira Filistin Meselesi, “hak-batıl” mücadelesinde gerçek bir turnusol kâğıdı görevi yapmaktadır. İslam İnkılabı, emperyalizm ve siyonizm ile hakikaten mücadele edenlerle, onlara uşaklık ve yandaşlık yapanların ayırt edilmesi için “Filistin Meselesi” üzerinden şaşmaz bir ölçü oluşturmuştur.
6-İslam İnkılabı, asırlardır İslam dünyasının en büyük musibeti olan ancak yüzyıllardır değişik araç ve bahanelerle kendini perdeleyen Selefizm ve Vahhabizm’in hakikatini açığa çıkarmıştır. İslam İnkılabı sayesinde öğrenildi ki; Selefizm ve Vahhabizm, küresel emperyalizm ve siyonizmin İslam coğrafyası içerisindeki tetikçileridir. Selefi ve Vahhabi akım, düşünce ve örgütlerin “öz İslam” ile alaka ve ilgileri yoktur ve bu yarı vahşi mağara insanları sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için bir tehdit ve tehlikedir.
7-İslam İnkılabı, “Batı”ya dayanmadan bilimsel, teknik, teknolojik ve sosyal ilerlemenin mümkün olduğunu ispat etmiş ve tüm mazlum ve mustazaf kitlelerin gözünü açmıştır. İnanılmaz baskı ve ambargolara rağmen İslam İnkılabı’nın bilim, teknik, sanat, spor, sinema ve sosyal alanda elde ettiği başarılar göz kamaştırıcıdır. (ki İran, bilimsel çıktılarda dünya lideridir ve çıktı oranı şu anda dünya ortalamasının on bir katıdır.)
8-İslam İnkılabı, “Batı Medeniyeti”nin gerçek yüzünü açığa çıkarmıştır. İslam İnkılabı sayesinde insanlık, elde ettiği bilimsel ve teknik kazanımları günah ve suçlarına örtü yapan Batı Medeniyeti’nin gerçek karakterinin; sömürgeci, köleci, kan dökücü, korku ve nefret politikaları üzerinden halklara tasallut olan, “öteki” olarak addettiği kendi dışındaki herkese karşı “vehimlere dayalı aşağılama siyasetini” ilke edinmiş vahşi bir uygarlık olduğunu fark etti.
9-İslam İnkılabı, İslam tarihinde istenmedik bir dizi olay neticesinde maalesef saklı kalmış eşsiz bir hazine misali tarihin hiçbir evresinde gereğince tanınamamış Ehl-i Beyt (s.a)’in hakikatinin ve onlardan sudur eden pak ve münezzeh bilginin insanlıkla buluşmasına zemin oluşturmuştur. Böylece gerek Müslümanlar ve gerekse insanlık asırlardır bihaber kaldıkları “Kevser Havuzu”nun tatlı suyundan bir damla olsun tatma imkanı bulmuşlardır.
10-İslam İnkılabı sayesinde yeni bir Ortadoğu kuruluyor! Rehber Hamaney’in ifadesiyle: “Allah Teala’nıntakdir ettiği hakikatler esası gereği yeni bir Ortadoğu’nu şekilleneceğinde kuşku yoktur. Bu Ortadoğu, İslam’ın Ortadoğu’su olacaktır..!”
Akıl ve basiret sahipleri açısından kurulmakta olan bu yeni Ortadoğu üzerinden yeni bir dünya kurulacağını görmek zor değildir!
Hizbullah’ın İsrail’e karşı elde ettiği zaferler (ki, Hizbullah-İsrail mücadelesinin örtülü bir İran-Amerika savaşı olduğunu düşündüğümüzde bu başka bir anlam kazanır), Yemen ve Bahreyn’de ki İnkılabi gelişmeler, yüz beş ülkenin birlikte saldırmasına rağmen Suriye yönetimini devirememeleri ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile Büyük İsrail hayalinin çökmüş olması, Irak’ı parçalama planlarının pratik bulamaması, emperyalizm ve siyonizmin uşaklığını yapan bölgesel iktidar ve diktatörlerin birbiri ardına yıkılıyor olması gelişmelerinin hiç biri “İslam İnkılabı”nın etki alanı dışında okunması mümkün olmayan gelişmelerdir.
“Biz ise, yeryüzünde mustazaflara lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” (Kasas-5)
Muntazar Musavi / Rasthaber
Bir Yorum Yazın
Adınız
Soyadınız
E-Mailiniz
Yorumunuz
İran’ın Yedi Büyük Günahı
Allah’ın adıyla
Emperyalist Batı dünyası on yıllardır özellikle Ortadoğu coğrafyasında yaşanan olumsuzlukların tek müsebbibi olarak İran’ı / İslam İnkılabı’nı görme ve göstermeyi bir görev telakki etmekte. Sahip oldukları küresel medya gücü ve bölgedeki yandaş yönetimlerinde katkısı ile bu algının yerkürenin her yanında zemin bulması için büyük bir çaba ortaya koymaktalar.
Türkiye’de de özellikle laik çevreler ile Cemaat yapılanmasının bu algıyı, Batı’yla birebir örtüşen bir şekilde benimseyip paylaşıyor olmaları bu çevreler için alametifarika haline gelmişti. Ancak ilginç olan son yıllarda, özellikle de “Suriye VekaletSavaşı”nın başlangıcından itibaren “Türkiye İslamcıları” arasında da en üst düzeyde revaç bulmuş olması. Belki de daha doğru ifade ile zihin arka planlarında, düşünce örgülerinde var olan bu anlayış, zemin bulunca birden bire kök saldı, filiz verdi.
Taassup ve önyargıdan sıyrılıp, aklıselim ile düşününce gerek küresel olarak Emperyalist ve Siyonist çevrelerin ve gerekse Türkiye’de ki laik ve İslamcı çevrelerin hep birlikte dillendirdiği: ”Özelde Ortadoğu’da ki tüm terör ve şiddetin, kan ve gözyaşının, genelde ise dünyadaki siyasi gerilim, ekonomik dalgalanma ve sömürünün, dünya barışının tehdit ve tehlike altında oluşunun esas müsebbibi İran’dır”iddialarınınyabana atılır cinsten olmadığını görüyor insan.
Samimi bir şekilde itiraf etmek gerekiyor ki; hakikaten İran / İslam İnkılabı gerek küresel ve gerekse bölgesel olarak pek çok suç ve günaha bulaşmış durumda! İnsan bunların bir bölümünü görmezden gelse bile İran’ın küresel ve bölgesel olarak işlediği “kebair-i seba”, Türkçesi ile “yedi büyük günah” affedilir cinsten değil.
Peki, “nedir İran’ın / İslam İnkılabı’nın yedi büyük günahı” diye sorulacak olursa; işte cevabı…
1-Suriye meselesi : (Esasında bu günah işleniş bakımından diğerlerinden daha sonra olsa da etki bakımından şu an itibariyle hepsini bastırmış durumda.) Amerika’sından İngiltere’sine; Fransa’sı, Almanya’sından Suud’una kadar 105 (yazıyla: yüz beş) ülke, kendilerini Suriye’nin dostu ilan edip yağlı kolotu nasıl taksim edecekleri ve Ortadoğu’ya nasıl şekil verecekleri konusunda anlaşmışken; İran tuttu pişmiş aşa su kattı. Kâh “direnişi korumalıyız” diyerek, kâh “Ortadoğu’yu Emperyalizm ve Siyonizm’e bırakmayalım” diyerek Esad’ı korudu ve “dostların” planlarını çökertti.
Hâlbuki sana mı kaldı Esad’ı Suriye’yi korumak, kollamak? Sende katıl dostlar kervanına (ki Amerika orada, İsrail orada, İngiltere orada, AB orada…) ve yağlı keteden sende al payını. Emperyalizm ve Siyonizm, Ortadoğu’ya çöreklenecekte derdi seni mi aldı? Ah İran! Ah!
2-Filistin meselesi : İran tutturdu bir “Kudüs meselesi” gidiyor! Yok efendim neymiş; “Mescid-i Aksa Müslümanların kutsalıymış, kutsanmış Filistin toprakları Gasıp Siyonist Rejim’in işgali altındaymış, mazlum Filistinlilere yardım etmek tüm Müslümanlara görevmiş.” Yok efendim neymiş; “İsrail, İslam ümmetinin kalbine saplanmış hançermiş.” Yok daha neler neler! Diline pelesenk etmiş: “Filistin’i özgürleştirelim, kıblegahımızı kurtaralım…” Akşam sabah nakarat gibi tekrarlamasa rahat etmiyor.
Adam meseleye kafayı o kadar takmış ki, tutup “Kudüs Günü” diye özel bir gün ilan etmiş!
Ya sana mı kaldı Filistin meselesi? Sen bir kez “Sünni” bile değilsin! Bak Arap Dünyasına; Suud’undan Katar’ına, Mısır’ından Ürdün’üne hepsi İsrail’le iş tutmak için sıraya girmişler. Onlardan bir defa olsun duydun mu “Kudüs ya da Filistin Davası” diye bir söz? Sen de aynı yolu takip et. Bırak, Filistinliler ne halleri varsa görsünler. Sen ticaretine bak, karına bak kardeşim…
3-Irak meselesi : Irak kurtlar sofrasında tam taksim edilmiş, harita da üçe beşe bölünmüşken İran tuttu tüm tarafların uzlaşabileceği planlar ortaya koydu. Tarafları yönlendirdi, ikna etti ve Irak’ın tek parça ve merkezi hükümet çerçevesinde kalabilmesi için büyük bir mesafe kat etti. Sofranın düzenini bozdu, hevesler kursaklarda kaldı.
Yine demeden duramayacağım: Ne güzel herkes taksimde, yeni sınırlarda, petrolün yağmasında anlaşmışken; Irak bölünüyor da derdi seni mi aldı? Hâlbuki Şiiler içine bir pay çıkmışlardı güney taraflarda. Ama İran’ı ikna etmeye bu da yetmedi. Her zaman ki gibi: “yok Amerikan emperyalizminin eli Irak’ın yakasından koparılsın, yok İsrail güdümünde yeni devletçiklerin açığa çıkmasına müsaade etmeyelim, yok Irak’ı ve bölgeyi tekfirci teröristlerden temizleyelim!..” Im da ım!..
4- Nükleer meselesi : Dünya da tam anlamıyla “nükleer teknoloji”ye ulaşmış ülke sayısı belli. Neredeyse geriye kalan iki yüz ülke ne yapıyor? Tabi ki efendilere tabi oluyorlar ve onlar ne pahaya ne kadar ihsan ederseler onunla yetiniyorlar. İran’ın her yerdeki mızmızlığı burada da tuttu: “Ben kendi imkanlarım ve kendi insanımın yeteneği ile nükleer teknolojiyi elde edeceğim. İlmin, bilimin ya da teknolojinin bir bölümüne tekel konulamaz. Evrensel olan bir değer ve imkandan kimse bizi mahrum edemez!” diyerek nükleer enerji peşine düştü.
Gerisi malum. Ambargolar, kısıtlamalar, tehditler, ayak oyunları, gerginlikler vs. vs. İran’a soruyorum: “Sen ne akla P5+1 ülkelerine sormadan nükleer enerji peşine düşersin? Sana mı kaldı nükleer teknolojinin önemini dünya halklarına anlatmak? Sana mı düştü Batı’nın bilim ve teknoloji tekelini delmek? Sende herkes gibi büyüklere tabi ol. Ne demişler: Salla başını al maaşını!
5-Emperyalizm ve Siyonizm meselesi : Dünya bugün global bir köye dönüşmüş durumda. Hoşuna gitsin ya da gitmesin, bu global köyün muhtarı da Amerika’dır. Amerika, Siyonist uşağı ile beraber bu köyde bir düzen kurmuş. Tamam, adil bir sistem olduğu söylenemez ama düzen düzendir. Atalarımız ne demiş: “Bal tutan parmağını yalar.” Bu global köyde sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel olarak aslan payının da köyün muhtarı Amerika ve Siyonist uşağının olmasından daha doğal ne olabilir?
Her yede çıbanbaşı olan İran, burada da hemen kendini belli ediyor. Neymiş efendim: “Dünya da büyük bir sulta düzeni varmış. Küresel adalet, halkların hürriyet ve saadeti için bu sulta sistemin yıkılması, değişmesi gerekiyormuş. Adalet, hürriyet ve eşitlik için dini, dili ve rengi fark etmeksizin dünyanın tüm mazlum ve mahrum halkları bilinçlendirilmeli ve harekete geçirilmeliymiş.”
Halbuki global köyden payını almak istiyorsan kethüda / muhtar ile uyumlu olmalısın. Köylüyü muhtarın zulmünden kurtaracağım diye ortaya düşersen işte böyle çekersin!..
6- Kürt meselesi : GünümüzOrtadoğu’sunun en kadim sorunlarından biri “Kürt meselesi”dir. Emperyalizm İran, Irak, Suriye ve Türkiye coğrafyasında dört parçaya böldüğü Kürt halkının önce haklarının gasbedilmesini temin etti. Şimdi de haklarına kavuşturulma adına Kürt halkını Amerika ve İsrail’in kucağına itmeye ve bu mazlum halk üzerinden bahsi geçen dört ülkeyi küçük parçalara ayırmayı amaçlıyor.
İslami İran, ilk günden bu yana bu konuda da başkaları açısından günah telakki edilebilecek bir politika izledi. Hem bir yandan Kürt halkının tüm insani hak ve hürriyetlerine kavuşması gerektiğini savundu, hem de bölgede Amerika ve İsrail’in uydusu olacak yapılanmaların faşedilmesinde başrol oynadı. Kaç defa Amerika’nın planlarını bozdu. Kaç defa İsrail’in işlerini tersyüz etti. Siz Amerika olsanız, siz İsrail olsanız, İran’ı bir kaşık suda boğmak istemez miydiniz?
7-“İlkeli duruş” meselesi : Dünya devletlerinin istisnasız tamamı yanardöner bir politika yürütürler. Bazen öyledir bazen böyle. Yöneticilerle beraber düşünce ve eylem tarzları da değişir. Yeni hükümetler eski icraatları reddeder, yeni algılar üretirler. İslam ülkeleri de bu tespitlerimizin tam göbeğindedir. Hatta en fazla onlar pragmatiktirler. Yön ve yöntemleri çıkarlar belirler. Çıkarlar için vazgeçilmeyecek değer, çiğnenmeyecek ilke yoktur. Hesapların hepsi dünya için ve maddi temeller üzerine inşa edilmiştir.
İslam İnkılabı’nın izlediği siyaset, yol ve yöntemler olmasa bunların batıllığını ortaya koyacak hiçbir argüman olmayacaktı. İnsanın İran’a: “Kardeşim sen niçin Yunus Emre’nin odunu gibisin? Sen niçin çıkarlarını önemsemiyorsun? Ne tutturdun ilke diye ne tutturdun değer diye? ” sorası geliyor.
Ve yine insan merak ediyor: “Nasıl oluyor da İran, tüm ambargo, baskı, tehdit ve kısıtlamalara rağmen her zaman Emperyalizm ve Siyonizm karşıtı olabiliyor? Ve nasıl olabiliyor da İran yıllar yılıdır bin bir türlü bedel ödemesine rağmen her zaman mazlum ve mahrum halklardan yana olabiliyor? Ve nasıl olabiliyor da düşmanların çokluğu ve vahşiliği, dostların azlığı ve ihmalkarlığına rağmen bu ilke üzerine kurulu yoldan sapmadan yürüyebiliyor?” Bunlar affedilir cinsten günah değil vesselam…
Muntazar Musavi / Rasthaber