Bir anda yıkılıveren ocakların öyle kolay kurulmadığını hatırlatmak lazım o ocaklarda pişen aşa göz diken soysuzlara. Susuzluklarını kan ile dindiren canavarlar diyarında, tutmak lazım ellerinden çaresizlerin ve ortak olmak lazım bütün acılarına. Timsahlar kadar bile merhametli olmadıkları dökmedikleri gözyaşlarından belli olan büyük şeytanın soytarılarına inat diri tutmak lazım bu öfkeyi. Suskunluğun mekanı haline gelen meydanları doldurmak lazım hınç ile. Sel olup akarken üzerlerine zalimlerin, aldanmamak lazım bizimle aynı dili konuşan(!) vekillerine. Mutlu mesut hayatlar yaşayanların rahmet dileklerini umursamamak lazım, Rahim olana (c.c.) sığınarak ve kaderi azad etmek lazım katillerin avuç içlerinden.
Çünkü görülmemiş acıların mucitlerinin hükmü altında inlerken mazlumlar, gününü gün etmek yakışmaz bize. Günü verene şükretmenin adıdır bugün bütün bu isyanlar. Alınterinin karşılığını ölüm ile alanların hikayesidir yüreğimizi dağlayan. Mütekebbirlerin sultası altında yaşamaktan kendi değerinin farkına varamayan koskoca bir halkın, layık görüldüğü yaşamın yansımalarıdır gözlerimizin önüne serilenler. Bir kol saati kadar değer taşımayan 700 canın yanma sebebidir payitahttaki gökdelenler. Az harcayıp çok kazanmanın kitabını yazanların eseridir geldikleri toprağa kül olarak gidenler. Hüzün ve öfke selinin eriyen ümitlerle coştuğu coğrafyaya aittir on beşinde kazma kürek taşıyan eller.
Çünkü her rakam bir yaşamdır aslında ve her rakam bir matemdir sonsuza doğru uzanan. Birileri duyarsızca telaffuz etse bile anlam taşır her rakam ve kimi için baba, kimi için oğul, kimi için kardeştir kağıtlara yazılan. Doğasında vardır zalimin vurdumduymazlık biliriz, biliriz kıymeti yoktur yitirilmiş canların mütekebbir yüreklerinde. Bundandır batıla olan öfkemiz ve hakkın doğasında olan kıyama teşvik edişimiz. Tekmelerle, yumruklarla tezahür eden nemrutluğun hüküm sürdüğü diyarda, bir kazma, bir kürek ile putlara saldırışımız bundandır işte.
Bu yüzden biriktirmek lazım kinimizi ve öfkemizi, hakkın vaad ettiği gün gelene dek. Nasıl bir inkılapla devrileceklerini görebilmek için saklamalıyız nefretimizi sinelerimizde. Batıla, zulme kinli olmayanın imanı da yoktur zira. Susun diyenlere aldırış etmeden yeri göğü inletmeliyiz, “elleri kurusun”la başlayan beddualarımızla. Sırtımızdan geçinenlerin kurdukları sarayların sütunu olmaktan kurtulup, fay hatlarına dönmeliyiz yürüdükleri yollarda. Öyle bir sarsmalıyız ki yıkılmalı kaleleri ve kibirleri boyları dağlara ulaşamayanların. Çökmeli bedenleri bakışlarımızın ağırlığına dayanamayarak, lal olmalı dilleri hak kelamını duyunca. Körelmiş vicdanlarına eşlik etmeli gözleri ve kararmalı dünyaları tıpkı ahiretleri gibi.
Siyaset yapmayın diyenlere inat siyaset yapmalıyız. Zulme karşı suskunluğu tavsiye ederken en deni siyaseti uygulayanlara aldırış etmeden zalimi teşhis ettirmeliyiz halka. Uyuşturulmuş zihinlerin Allah (c.c.) ile aldatılmasına müsaade etmemeliyiz. Şeytanların zikirlerinin değerinin olmadığını bilmeli bu zikirlerle afyonlanmış mazlumlar. Siyasetlerini dine değil, dini siyasetlerine uyduranların silahını ellerinden almalıyız. Düşmeli bir bir taktığı maskeler nifakın önderinin. Gerçek yüzü görünmeli, kan akarken ağzında kustuğu küfür ile sunmalıyız insanlara.
Ellerinden tutmalıyız yerin bilmem kaç yüz metre altında kalırken yetimlerini bizlere emanet edenlerin. Büyüdüklerinde özgür kalmaları için bugünden savaşmalıyız zulümle, kalemle ve kelimelerle. Karınlarının zaten doyacağını bilmeliyiz, ruhlarını doyurduğumuzda. Küfrün hakimiyetinden kurtulduklarında kurtulacak dünya ve ahiretleri. Fıtratlarının temizliğini muhafaza etmektir bize düşen, bu fıtratlara bütün gücüyle saldıran süfyanilere karşı koyarak. Zihinleri dostu düşmanı ayırt edebilmeli ve düşmanlarının onlardan kopardıklarının yasını tutabilmeli bu yetimler, intikam günü gelene kadar.
Yanan yüreğimizin ateşiyle aydınlanmalı zulümatın karanlığındaki dünya. Yolunu bulmalı mazlumlar kıvılcım saçan sözlerimizle. Gözümüz gözleri olmalı ve hakikati görebilmeli, yalanın zehri derk edilmiş vicdanlar. Sadece düştüğü yeri yakmamalı bu ateş, tutuşturmalı tüm yeryüzündeki adalet aşıklarının yüreklerini. Bir sayhaya dönüşmeli feryatlar hakka kapalı kulakları sağır edecek olan. Bir tufan olmalı gözyaşları, dağların tepesine de kaçsalar zalimleri boğacak olan. Ebabile dönüşmeli her kelime yalanın fillerini eritmek için taşıdığı hakikat siccili ile.
Aldanmamak lazım zalimlerin baş okşayan ellerine. O eller nice boğazı sıkarak inşa ettiler saltanatlarını. Bugün yardıma(!) uzanan o eller yarın yıkmak için gelecektir yuvamızı. Bize ait olanı bizden çalan ellerin sahiplerine kanmamak lazım ve yumruk yapıp sıkarak havaya kaldırdığımız ellerimizle “kırmak lazım çenelerini”. Bir daha cüret edememeli zalim artık mazlumun hakkına uzanmaya. Ve yüreklerimizdeki korkuyu gömmeliyiz kardeşlerimizin gömüldüğü topraklara. İmanımızdan aldığımız cesaretle çıkmalıyız meydanlara.
Haykırmak lazım hakkı, katledilen kardeşlerimiz için hiç susmadan. Yüzlerce canın niçin yitirildiğinin hesabını sorarken zalimlere, “heyhat! minezzilleh” diyebilmek lazım ya zulüm ya ölüm diyerek bizlere iki seçenek sunan süfyanilerin yüzüne. Tıpkı Soma’daki kardeşlerimiz gibi nefes aldırmamak lazım, daraltmak lazım yeryüzünü ve attıkları her adımda karşılarına çıkıp haykırmak lazım hakkı. “Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler hazırlayan ve işte zalimleri böyle cezalandıran!”(A’raf 41) Rabbimizin (c.c.) zalimler için ahirette hazırladığı akıbetin benzerini onlara bu dünyada da tattırmak ve huzurlarını kaçırmak lazım elimizden geldiğince.
Ümitsiz olmamak lazım. Yeise yer yok mektebimizde. Zerre miskal kötülük işleyenin hesap vereceği güne iman etmiş olan bizler, Allah’a (c.c.) dayanarak çıktığımız bu yolda Allah’ın (c.c.) yardımının hakikat yolcularının yanıbaşında olduğunu bilerek savunmalıyız mazlumların hakkını. İmtihan dünyasındaki imtihanın ağırlığı kırmamalı şevkimizi. Nice peygamberler ve yarenleri Allah’ın (c.c.) yardımı nerede diye soracak hale gelebiliyorsa çekilen çileler sonucu, hazırlıklı olmalıyız karşımıza çıkacak zorluklara. Elbet haberdardır Rabbimiz (c.c.) zalimlerden ve elbet vardır bir bildiği mühlet verse de onlara. Ne de olsa “sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim 42) buyruğudur bizi muştulayan. Ve neyse ki var bir Kahhar (c.c.) dedirten bizlere.
Velhasıl birlik olmalıyız hem Soma için hem bütün mazlumlar için. Bir vücudun azaları olmalı dertleriyle dertlenmeliyiz ki dermanın derdine düşebilelim günlük yaşamlarımıza aldanmadan. Hakkın bütünü olup zulmün bütününe meydan okumalıyız beraberce. Çektiğimiz acılarının kemale erdirdiği ruhlarımızla dönerek fıtratımıza, yönümüzü hakka doğru çevirmeliyiz ve hayatımızı, ölümümüzü hakka yöneltmeliyiz her daim. Uyutmanın “usta”larına fırsat vermeden uyanık kalmalıyız ve görmeliyiz bütün zulümlerin kaynağının süfyaniler olduğunu. Ayırt etmeden hiçbirini hepsine “la” diyebilmeliyiz bütün öfkemizi yönelterek kurdukları saltanatın temellerine. Ki o temellerde nice mazlumun ahı ve gözyaşı vardır biliriz.
Yüzlerce yıllık suskunluğumuzun ardından silkinmeliyiz üzerimizi örten ölü toprağından kurtulmak için ve o toprağı üzerimize serenleri göndermeliyiz toprağın altına. Öyle bir kıyam başlatmalıyız ki tüm yeryüzünün zalimleri titremeli, duyduklarında ayak seslerimizi. Hüseyni olma bilinciyle yaşamalıyız aşuraları ve Kerbela’ların hatırına kin tutmalıyız yezidlere bu çağın saltanat sahipleri oldukları için. Susmamalıyız sıra bize gelmese bile, suskunluktan nefret etmeliyiz çiğnenirken hakikat en vahşi ayaklar altında. Bizi bizden uzaklaştırıp zelil kılacak sözlere kulak asmadan, mazlumların çığlıklarına kulak vermeliyiz. Dualarımız fiiliyata geçmeli ve dualarımız zulme karşı beddua halini almalı. Her daim hatırlatmalıyız Soma’yı ve tüm coğrafyalardaki zulümlerin anısını diri tutmalıyız ki ölü ruhlar dirilsin ve düşmanın yüzünü gizleyen sis dağılsın zihinlerde. Çünkü hatırlamak diri kalmaktır ve hatırlatmak bağ kurmaktır yeni nesille her zaman.