Asırlar süren fetret devrinden sonra yeniden somut meyveler veren şecere-i tayyibenin gerçekleştirdiği ve kendisiyle baharın geldiğinin müjdelendiği İslam Devriminin üzerinden 36 yıl geçti. Onca asır suskunluk illetine müptela olan mazlumların dillerindeki düğüm 36 yıl önce İmam Hümeini (r.a.) nurani hareketi ile çözülmüş, içlerindeki birikmiş öfkeyi büyük şeytanın ve siyonizmin üstüne salan mustazaflar, birer birer ve ikişer ikişer kıyam ederek (Sebe 46) şahları devirdikleri gibi, şahlık hayalleri kuranları da lisan-ı hal ile uyarmışlardır.
Bu kıyam öyle bir kıyam olmuştur ki, sadece 2500 yıllık şahlık rejimi değil, bütün tarihi ile birlikte nifak ve küfür, üstelik her coğrafyada, ya yıkılmış, ya yıkılmaya yüz tutmuştur. En kurak topraklara dahi devrim tohumu ekilmiş ve kayaların ortasına düşen tohumlar o kayaları yavaş yavaş delerek yeşermeye başlamış ve mazlumların gölgelerine sığınacakları ağaçlara dönüşmüştür. Ve bugün bu tertemiz ağaçların sayısının arttığı ve bir ağaçtan bir ormanın oluştuğu gören gözler için artık gizli değildir.
Özellikle İmamın (r.a.) işaret ettiği gibi Fecr suresinde ilahi bir vaad ve müjde olarak kendini belli eden İslam İnkılabı, Resulullah’ın (s.a.a.) ve İmamların (a.s.) hadislerinde adres gösterilerek muştulanmıştır ki bunun üzerine yıllardır çokça yazı yazılmış ve bu deliller sürekli gündemde tutularak halkların gönlündeki şüpheler giderilmeye çalışılmıştır. Siyasetmektebi olarak bahsi geçen delilleri bir çok yazımızda beyan ettiğimiz için bugün İslam İnkılabını ve İmamı (r.a.) farklı bir boyutta ele almayı ve ahir zamanın vaad edilen bu zaferinin temsil ettiği hakkı, yüreklere nasıl yerleştirdiğini izah etmeye çalışmayı uygun gördük. Zira hak diye ortaya çıkan batılların, göreceli olarak kazandıkları zaferlerin kısa ömürlü olması, sınırlarla çevrili olup tüm insanlığa hitap edememesi, çizilmiş bütün sınırları ve kurulmuş bütün setleri alaşağı eden, farklı dinlerden de olsa mazlumların tümünü kuşatabilen ve tüm mahrumların kurtuluş ümidi haline gelen İslam İnkılabı hakikatinin bu gücünü nerden aldığını ve neye dayandığını bilmek, benzeri kıyamların, zalimlerin sultası altında nifak ile uyuşturulmuş olan halklar tarafından da gerçekleştirilebilmesi için önemlidir.
Bu meyanda bize göre İslam İnkılabını gerçekleştiren ve bunu gençlik yıllarında planladığını Sebe suresi 46. ayeti ön plana çıkartarak belli eden İmam’ın (r.a.) hareketini ve bu hareketin başarısını özetleyen en önemli ayet ‘attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı’ (Enfal 17) ayetidir ki, bütün bir ömrünü Allah (c.c.) rızası için tüketmiş olan ve en sonunda gönül huzuruyla, razı olan ve razı olunan olarak Rabbine dönen (Fecr 27-30) İmam’ın (r.a.), nur dolu hayatının özeti bu ayettir. Gençliğinden itibaren bütün varlığı ile ömrünü İslama adayan İmam (r.a.), bulunduğu her cephede, planladığı her işte başarıya ancak bu şekilde ulaşmış, rızasını kazandığı Rabbine (c.c.) itaatinin mükafatı olan devrimi ancak bu şekilde gerçekleştirmiştir. Tıpkı ceddi Resulullah (s.a.a.) gibi çıktığı yolda önceleri tek olan ve daha sonraları hakikati kalplerine akıttığı talebeleri ile maddi olarak güçten yoksun olmalarına rağmen tüm dünyayı karşılarına alabilecek azme sahip olduklarını yıllar boyu süren mücadeleleri ile ispatlayan İmam (r.a.) ve O’nun (r.a.) talebeleri, adeta İslam’ı yeryüzüne ikinci kez getirmiş ve Süreyya yıldızına sürgün edileceği Resulullah (s.a.a.) tarafından asırlar önce beyan edilen imanı, devletleştirmişlerdir.
Bu yüzden İmam’ın (r.a.) attığı hiçbir adım kendisine ait değildir. Çünkü attığı zaman o atmamıştır, Allah (c.c.) atmıştır. Bu adımların bunca sağlam oluşu ve her daim hedefe yönelik oluşu, sonuç getirişi ve Allah (c.c.) düşmanlarına darbe vuruşu bunun ispatıdır. Bu adımlar öyle sert adımlardır ki yeryüzü boyun eğmiş ve halifesini olanca edebiyle karşılamaya hazırlanmıştır. Bunun ilk nişanesi olarak, sırtında taşıdığı küfür ve nifağı sarsmış, büyük şeytanın ve siyonizmin bağrında ehil olanların göreceği depremleri oluşturmuştur. Bu adımların sesi binlerce kilometre uzaktan işitilmiş, kavimleri helak eden sayhanın benzeri zalimlerin kulaklarına kadar ulaşmıştır. ‘Ölüden diri, diriden ölü çıkaran’ (En’am 95) Allah (c.c.), bu adımların bereketiyle nice ölüyü diriltmiş, nice diri görüneni ise hakkı işitemeyen ölüye (Rum 52) çevirmiştir ki, kendi elleri ile kendi kalplerini mühürleyenlerin yaşamlarının hayat olmadığı bizler tarafından anlaşılsın ve İmam (r.a.) ile İnkılabın hakikatinin değeri ortaya çıksın.
Konuştuğu zaman da İmam (r.a.) konuşmamış, her söz ilahi bir hakikatten kaynaklandığı için İmam’ın (r.a.) diliyle Allah (c.c.) konuşmuştur. İmam’dan (r.a.) önce ve sonrada çokları konuşmuş olsa da kalpler bu sözleri anlayamayıp kabullenmedikleri halde, İmam’ın her sözünün müslüman olsun veya olmasın herkesin kalbine tesir etmesi de bu hakikatin en önemli delilidir. Zira yaşamı ile Allah’tan (c.c.) bir ruh olduğunu ispatlayan İmam (r.a.), ‘kendi heva ve hevesinden konuşmayacağı'(Necm 3) bizlere bildirilen Ceddi (s.a.a.) gibi, bütün yaşamında heva ve hevesinden uzak durmuştur ve dilinden sadece hakikat pınarları akmıştır. Duru, temiz ve berrak olan bu pınar, içine nifak karışıp bulanıklaşmış olan nice zehirli suyla uyuşturulan halkların gönlüne ab-ı hayat olarak akıp, o kalplerdeki iman, onur ve izzet tohumlarını yeşertmiş ve direniş meydanının ‘Lebbeyk’ nidaları ile dolup taşmasını sağlamıştır.
Baktığı zaman da aslında bakan İmam (r.a.) değildir. Zira hiçbir dünyevi gözün basireti, zulmün kurduğu bunca tuzağı deşifre etmeye ve zaferi bu kadar net olarak mazlumlara sunmaya yeterli değildir. Zaten bakan göz olunca görünen hakikat olmamaktadır çoğu zaman. O halde kalbi Allah’a (c.c.) ait olan İmam’ın (r.a.) bakışı da Allah’a (c.c.) aittir ve o bakış gizlenen bütün hakikatlerin üzerlerindeki perdeleri kaldıracak kadar net, mümine huzur verecek kadar şefkatli ama kafirlerin yüreklerini delip geçecek kadar keskindir. Bu yüzden İmam’a (r.a.) bakan mümin huzur bulurken, küfrün önderlerinin ömrü tükenmekte, uykuları kaçmaktadır. Zira İmam’ın (r.a) varlığı onların varlığının en büyük düşmanıdır. Ve İmam (r.a.) İslam İnkılabı var olduğu sürece var olmaya devam edecektir ki mirası zaten emin ellerdedir.
Ve idare edip yönettiği zaman da aslında idare eden O (r.a.) değildir. Başından sonuna kadar ilahi direktifler doğrultusunda kurulan İnkılabın bütün kurum, kuruluş, yasa ve kanunları ile dayandığı Kur’an’ı gönderendir İslam İnkılabının işlerini düzene koyan ve İnkılabın idaresini üstlenmiş olan. Çünkü ‘zikri gönderen o zikri korumayı da üstlenmiştir'(Hicr 9) ve O’nun (c.c.) koruduğunu bozabilecek hiçbir güç yoktur yaratılmış olan. İslam İnkılabının habire birleşik şeytanların topyekün saldırılarına maruz kalsa da dimdik ayakta durabilmesinin dayanağı da budur. Vurulmak istenen her darbe, ‘tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirerek ve İnkılabın daha da güçlenmesini sağlayarak bu tuzakları bozup bunlara karşı kurduğu tuzağı'(Enfal 30) ayan eden Allah (c.c.) tarafından hayra çevrildikçe, yönetenin kim olduğu aşikar olmuştur aslında bizce.
İşte ister savaşta ister barışta attığı her kurşunu, füzeyi ve adımı hedefe ulaştıran Allah (c.c.) olunca İmam’ın gerçekleştirdiği İnkılap ta ilahi bir nimet olmaktadır bizim için. Ve bu nimetin çağrısının ulaştığı beldelerde İmam’ın (r.a.) manevi talebeleri kıyam etmekte. İnkılabın ağacı 36 yıldır meyve vermekte ve 36 yaşında bu meyveyi dermeye güç yetirenler yetişmekte İnkılabın ve İmam’ın (r.a.) medresesinde. 36 yaş ne mübarek bir yaşmış ki sarayları sarsacak olgunluğa eriştirmekte insanı. 36 yaşında olan insan yıkabilmekteyse onlarca yaş büyük zalimlerin tahtını, 36 yaşına basan İnkılabın yıkmasını beklemekteyiz yüzlerce yıllık küresel siyonizmin saltanatını. Umut vermekte bizlere İmam’ın (r.a.) varlığının devamı olan Rehberin varlığı ki İmam (r.a.) attığı zaman atmadıysa, Allah’ın (c.c.) attığıdır Rehberin bu zamanda attığı. Kutlu olsun İnkılabımızın yeni yaşı ve mutlu olsun İmam’ın (r.a.) yolundan giderek Allah’ın (c.c.) adım attırdıkları.
siyasetmektebi