Allahın Adıyla
Dünyaya musallat sulta sistemi yer yüzünde vuku bulan her olayı, her gelişmeyi kendi siyasal literatürüne göre tanımlamakta, yorumlamakta, dünya kamuoyuna buna göre yön vermekte ve kontrolü altında tuttuğu kuruluşlar aracılığı ile kendi görüşünü dünya halklarına dayatmaktadır.
Sulta sistemine teslim olmayan veya onlarla uyum içinde davranmayan ülkelere, milletlere yasaklananlar uluslararası sulta sisteminin başını çekenler için mubahtır. Örnek olarak nükleer silahların üretilmesi, denenmesi ve hatta bu alanda araştırma yapılması, hammadde sağlama girişimleri uluslar arası sözleşme ve kurallara göre yasaktır. Ama onlar her yıl yenilerini geliştirmekte, üretmekte, denemekte ve depolamaktadır.
Başka ülkelerin sivil/barışçıl nükleer araştırma ve enerji teknolojisini elde etme faaliyetlerini engelleyen müstekbir güçler kendileri nükleer teknolojiyi enerji üretimi, ziraat, tıb, gemicilik vb alanlarda kullanmakta ve başkalarına vermekten de kaçınmaktalar.
Kendileri askeri alanda en modern silahlar üretmekte, ama başka ülkelerin ülke savunması için ihtiyaç duydukları silahları üretmelerine ve hatta kendilerinin izni olmadan başka ülkelerden satın almalarına bile tahammül edememektedir. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi almasıyla ilgili koparılan yaygara bunun en açık örneğidir. Kendileri her türlü füze üretmekte, ama İran’ın kısa ve orta menzilli füzeler üretmesini bölge ve dünya barışına tehdit olarak lanse etmekteler.
Kendileri 2 bin km , 10 bin km ötelerden gelip bölge ülkelerinin içişlerine müdahale etmekte beis görmüyorlar. Ama İran gibi ülkelerin komşu ülkeler halkları ve hükümetlerinin yardım çağrısına koşmasını bölge barışına tehdit olarak yorumlamakta, İran’ı öcü olarak göstererek bölgedeki kukla rejimleri silahlandırmakta, Müslüman halklar arasında düşmanlık icat etmektedirler. Bu gibi çifte standartları, müdahale örneklerini askeri, ekonomik, siyasal, medya ve kültürel birçok alanda görmek mümkündür.
Hiç kuşkusuz bütün bu baskılar, tehdit ve komplo planlarının amacı bölgedeki uğursuz sultalarını sürdürmeye yöneliktir.
ABD ve müttefikleri son birkaç haftadır bir yandan bölgede gerginliği tırmandıracak girişimlerini artırırken öte yandan İran’dan gerginliği artıracak teşebbüslerden kaçınmasını istemekteler. El ele vermiş, sözleşmiş olarak İran’ın petrol de dahil kendi ürünlerini ihraç etmesini açıkca engellerken İran’dan elini kolunu bağlayıp tepki vermeden beklemesini istemekteler.
İçinde bulunduğumuz haftada önce Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve ardından Japonya başbakanı Şinzo Abe’yi İran’a gönderen ABD İran’ı yeniden müzakere masasına davet ediyordu.
Sulta sisteminin temsilciliğinde Tahran’a giden bu iki ülke temsilcisi bölgede artan ABD-İran gerilimi konusunda uyarıda bulunarak, Ortadoğu'da barışın inşa edilmesi için Tahran'ın yapıcı bir rol üstlenmesi gerektiğini, vurguladılar. ABD’nin bölgeye müdahalesini, bölgede savaş atmosferi oluşturmasını normal bir hak olarak gören her iki ülke temsilcisi bölgenin asli unsuru İran’ı gerginliği artırmaktan kaçınmaya davet ettiler.
Hala Amerikan emperyalizminin resmen işgali altında bulunan(her iki ülkede 2.Dünya savaşından beri onlarca Amerikan askeri üssü ve onbinlerce askeri bulunmaktadır) Almanya ve Japonya temsilcileri dört yıl süren nükleer görüşmeler sonunda imzalanan nükleer anlaşmadan ayrılan ABD’ye karşı bir söz etmezken İran’dan anlaşmaya bağlı kalmasını istediler.
İran’la nükleer anlaşmayı imzalayan 5+1 ülkelerinin anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmemelerini Amerikan baskılarına bağlayan bu ülkeler buna rağmen İran’dan taahhütlerini tek yanlı olarak yerine getirmesini istiyorlar. Kısacası “biz seni boğalım ama sen yine de sesini çıkarma” diyecek kadar küstahça bir tavır sergilemekteler.
Halbuki nükleer anlaşmayla verilen tavizler İran ekonomisini zalimce yaptırımlardan kurtarmak içindi. Yaptırımlar kaldırılmadığı gibi anlaşma öncesinde uygulanandan daha şiddetle yaptırımlar başlatılmış oldu. Bütün uyarılara rağmen sulta sisteminin şeytani mahiyetini idrak etmekten yoksun İranlı maslahatçı diplomatlar müzakereler sonunda imzaladıkları anlaşmayla ülke ekonomisi üzerindeki yaptırımları kaldıramadıkları gibi bu ülkenin nükleer teknolojideki ilerleme hızını da kendi elleriyle kestiler.
Dünyanın mustaz’af halklarının umut kaynağı İslam İnkılabının ilkeleri, müstekbirlerle uzlaşmayan duruşu üzerinde şüphe oluşturulması da telafisi zor sonuçlardan biridir.
İran bu şeytani güçlerle 3-4 yıl boyunca masaya oturarak edindiği tecrübenin acısını/ayrı bir ifadeyle yaptığı hatanın olumsuz sonuçlarını son zamanlarda ülke ekonomisinde daha çok hissederken bu anlamsız davetleri haklı olarak geri çevirmektedir.
İmam Hamanei , Japonya Başbakanı Şinzo Abe’yi kabulü sırasında sulta sisteminin temsilcileriyle yapılan nükleer görüşmeler ve varılan anlaşmayı acı tecrübeler olarak nitelerken bununla bir yandan ABD ve müttefiklerine güvenilemiyeceğini, bu tür görüşmelerin tekrarlanmıyacağını belirtirken bir yandan da müzakere heyetinin oyuna geldiğini, hata yaptığını açıklamakta bir beis görmedi.
İran’ın, İslam İnkılabının zafere ulaştığı 1979 yılından beri geçen kırk yıl içerisindeki başarı ve yenilgilerine yeniden göz atarsak; başarıların, zaferlerin inkılabın ilkelerine bağlı kalındığı dönemlerde kazanıldığı, yenilgilere ise ilkelerden taviz verilerek izlenen uzlaşma taktikleri dönemlerinde uğranıldığıyla karşılaşırız.
İmam Hamanei bu gerçeği şu meşhur sözüyle ilan etmiş bulunuyor: “Uzlaşmanın bedeli direnişin bedelinden daha ağırdır”.
İmam Hamanei işte bu uzlaşmasız inkılapçı ilke doğrultusunda Trump’ın Japonya başbakanı ile gönderdiği mesajı alıp cevap vermek bir yana duymak bile istememiş, sulta sisteminin baş temsilcisini mesajlaşmaya layık görmediğini belirtmiştir. Bu inkılapçı duruş karşısında ne yapacağını şaşıran Japon başbakanı ise mesaj mektubunu acemice arkasına gizlemek zorunda kalmıştır. İnananlar için eşsiz bir izzet ve müstekbirler için ise eşsiz bir zillet örneğidir bu.
İslam İnkılabı, Direniş Cephesi ve bunlara umut bağlamış dünyanın mustaz’af halkları İmam Hamanei’nin bu örnek inkılapçı duruşu ile hiç kuşkusuz yeni bir can ve izzet kazanmıştır.
Şeytani cephe gücünü mustaz’af halklara tahakküm eden iktidar/makam/servet düşkünü yöneticilerinin zaafından, korkaklığından ve uzlaşmacı duruşlarından almaktadır.
Ülkenin maslahatı adı altında ABD gibi müstekbir güçlere verilen ödünler sürdürüldüğü sürece ülkelerin siyasal, askeri ve ekonomik gerçek bağımsızlığa ulaşmaları mümkün değildir. Halkına güvenen ve direniş stratejisini seçen hiçbir ülke ve hükümet müstekbir güçler karşısında yenilgiye uğramamıştır.
İmam Hamanei’nin Japonya Başbakanı Şinzo Abe ile görüşmesi sırasında sarfettiği sözler bir tür mücadele manifestosu, ilkeler mecmuası olup tekrar tekrar okunması, üzerinde düşünülmesi gerekir.
Ziya Türkyılmaz