Geçtiğimiz yıldan bu yana Mısır halkında bir Mursi nefreti yaratmıştı. Başbakan Erdoğan, Mısır’daki darbelere bakarak kendi akıbetini görüyordur.
Gazeteci Erman Çete ile Mısırda askeri darbenin Türkiye’yi nasıl etkilediğini konuştuk. Ayrıca, gazeteci Erman Çete bize Mısır’daki askeri darbenin nasıl bugüne geldiğini de anlattı.
AKP Mursi’nin devrilmesini kendisine verilen bir mesaj olarak algıladı
AKP, ABD’nin Mursi’nin devrilmesine ses çıkarmamasını, aynı zamanda kendine verilmiş bir mesaj olarak değerlendirdi ve ona göre tavır belirledi. Zannediyorum ki, AKP’nin asıl korkusu, Türkiye’de de bir “darbe” olma ihtimali değil, kendisini iktidara getiren ulusal ve uluslar arası konjonktürün değişmeye başlaması.
ABD İran, Hizbullah ve Suriye üçlüsüne karşıdır
Mısır’daki askeri darbe ve sonrasında AKP’nin tepkilerini anlamak için biraz geriye gitmek gerekiyor. ABD, başat emperyalist güç olarak bir süredir Ortadoğu’daki eski dengelerin sürdürülebilir olmadığını fark etmiş durumdaydı. Başta Filistin olmak üzere, Ortadoğu’daki kangren hale gelmiş sorunlar, ABD açısından bir dizi “yönetme” sorununu ortaya çıkardı, bu birincisi. İkinci olarak ise, bölgede “direniş ekseni” olarak nitelendirilen İran, Hizbullah ve Suriye üçlüsüne karşı, Filistin’i de içerecek bir biçimde bir “Sünni ekseni” kurma çabası ayyuka çıktı. Bu eksen içinde Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Irak Kürdistan’ı, Hamas ve Mısır yer aldı.
Türkiye kendini bölgenin lideri olarak kabul etmek istiyordu
AKP’nin 2002 yılında Türkiye’de iktidar oluşu, devleti ve ülkeyi dönüştürmek için attığı adımlar, dış politikada geliştirdiği “Yeni Osmanlı” stratejisi, hem ABD’yi projeye ikna etme anlamı taşıyor, hem de ABD’nin projesine güç veriyordu. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta gerçekleştirdiği “One minute” şovu, hemen ardından İsrail’in Mavi Marmara katliamı ve ardından gelen diplomatik kriz, Türkiye’nin kendini bölgesel liderliğe ve Arap halklarına ısındırma girişimleri olarak tarihe geçti. “Filistin’in hamisi” Erdoğan, daha öncede Irak’taki ABD karşıtı direnişi hizaya çekmek için ABD’ye çokça yardımda bulunmuş, yanı sıra Hamas ile de iyi ilişkiler kurarak bu örgütü direniş ekseninden kopartmak için ciddi hamleler yapmıştı. Yine bu hamlelere benzer şekilde, AKP hükümeti birkaç sene önce İran’la da “samimi” ilişkiler kurmaya çalışmış, ancak hem İran’ın AKP’nin gerçek niyetini sezmesiyle, hem de ABD’nin AKP’ye “sen bu işi çok yavaş ilerletiyorsun” demesiyle süreç akamete uğramıştı. Suriye’de ise İran’a göre daha çok yol katetmişti AKP. Bugün biliyoruz: AKP, İsrail ile Suriye arasında “arabuluculuk” yapmıştı. İsrail, Golan Tepeleri’ni Suriye’ye verme karşılığında, Baas iktidarının direniş eksenine sırtını çevirmesini, Hizbullah ve Hamas’a silah transferini durdurmasını istiyordu.
Mübarek devrilmeden, İhvan-ı Müslimin pazarlık masasına oturmuştur
2011’de başlayan “Arap baharı”, AKP’nin ve ABD’nin yelkenlerinin yeniden şişmesini sağladı. Ortadoğu’daki Amerikancı, İsrail yanlısı ve soyguncu diktatörlük rejimlerine karşı, özellikle Tunus ve Mısır’da büyük bir halk isyanı başladı. Ancak halk, Mübarek ve Bin Ali gibi yöneticilere karşı kendi seçeneğini yaratamayınca, örgütlü bir güç olarak Müslüman Kardeşler iktidara talip oldu. Oysa daha Mübarek devrilmeden önce, İhvan-ı Müslimin Mübarek yönetimi ile pazarlık masasına oturmuş, dahası Tahrir Meydanı’ndaki kalabalıklara uzun süre uzak durmuştu. Bu sürecin emperyalist bir restorasyona doğru ilerleyeceğini, Ortadoğu’da anti-emperyalizmin törpülenip piyasacılıkla daha uyumlu bir İslam’ın İhvan eliyle –ve tabii ki AKP desteğiyle- yerleştirileceğini, Suriye, Hizbullah ve İran’a yönelik emperyalist tehdidin daha da artacağını, ancak bunun doğrudan ABD askerleri eliyle değil, bölgedeki yeni ve “İslamcı” taşeronlar eliyle gerçekleşeceğini düşünmüştük o zamanlar. Ama ekleyerek: Hem Türkiye’de, hem de Ortadoğu’da “Sünni ekseni” kalıcı ve sürdürülebilir olamaz!
Muhammed Mursi’nin Mısır’a biçmeye çalıştığı gömlek, ülkeye dar geldi
Şimdi, bu “kehanetimizin” doğrulandığını görüyoruz. Mısır’da geçtiğimiz sene Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursi, AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 küsur senede yaptığı dönüşümleri bir sene gibi kısa bir dönemde elde etmeye çalıştı. Yargıyı kendi kontrolüne almayı denedi, anayasayı Müslüman Kardeşler ve Selefilerin desteğiyle yapmaya çalıştı, “seçim Meşruiyeti”nin arkasına sığınsa da toplumun çok küçük bir bölümünün oyunu alarak seçildi vesaire… Tıpkı Türkiye gibi, Mısır büyük bir ülke! Bazı gelenekleri, toplumsal dokusu, mücadele birikimi var. Muhammed Mursi’nin Mısır’a biçmeye çalıştığı gömlek, ülkeye dar geldi. Ancak Mursi’ye karşı patlayan halk öfkesi 30 Haziran ile sınırlı da değildi. Geçtiğimiz yıldan bu yana, gerek Anayasa oylaması, gerekse Mısırlıların “yaşam tarzlarına” müdahale, zaten Mısır halkında güçlü bir Mursi nefreti yaratmıştı. Mursi’nin kendisine karşı toplanan “istifa et” çağrılarını ciddiye almaması, “kan dökülür” tehdidi bardağı taşırdı ve 30 Haziran’a geldik.
Erdoğan, “bölge lideri” gibi karşılanmayı beklerken, sönük bir karşılık aldı
“Arap baharı” süreci, Türkiye’de AKP’nin ve Mısır’da Müslüman Kardeşlerin yükselişini sağlarken, Ortadoğu’daki aktörler arasında bazı sürtüşmeler de meydana geldi. Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu gezisini hatırlatayım. Erdoğan, “bölge lideri” gibi karşılanmayı beklerken, Mısır’da ve Tunus’ta sönük bir karşılık almıştı. Dahası, Mısır’da yaptığı “laiklik” vurgusu, İhvan tarafından hemen soğuk bir şekilde yanıtlanmış ve top taca atılmıştı. Ayrıca, özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik son saldırısının ardından, Siyonist rejim Türkiye’yi değil, Mısır’ı Hamas’la görüşmeler için arabulucu olarak kullanmış, “Arap baharı” ile sarsılan Mısır’ı rehabilite etme çabalarını hızlandırmıştı. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi, bana sorarsanız İsrail’in sıkışmasından daha çok, AKP’nin dış politikada sıkışmasından ileri geliyordu. Yanı sıra, Suriye’de yürütülen vekalet savaşında da, özellikle Katar ile Suudi Arabistan arasındaki gerilimi sağır sultan bile duydu. Silahların ve paranın kime dağıtılacağından tutun, hangi koltuğa kimin yerleştirileceğine kadar bir sürü sürtüşme yaşandı. Mursi’nin devrilmesinden önceki aylarda çıkan Suudi eksenli gazeteleri şöyle bir karıştırın: Hanedanlıkla yönetilen Suudi Arabistan’ın Katar’da İhvan-ı Müslimin’in ne kadar da diktatör olduğundan yakındığını göreceksiniz! Mursi’nin devrilmesi sürecinde El Arabiya’nın yayıncılığını saymıyorum bile. Şunu da belirtmekte fayda var: Suudi Arabistan, Mısır’da Mursi’nin devrilmesi sürecine açıkça Selefi parti aracılığıyla dahil oldu.
Erdoğan Mursi’nin ve İhvan’ın çöküşüne bakarak kendi akıbetini görmeli
Özellikle AKP’nin Suriye konusundaki saldırgan dış politikası ve bunun karşılıksız kalması, Reyhanlıdaki katliamın ardından AKP’ye yönelik öfkenin açığa çıkması, üniversitelerde AKP’ye ve Erdoğan'a karşı gelişen gençlik hareketi, Alevilerin AKP’den ümidi kesmesi, yaşam tarzına müdahale gibi nedenlerle başlayan güçlü AKP karşıtı hareket, emperyalist merkezlerde ve sermaye çevrelerinde de bazı aranışlara yol açtı. AKP’nin bugünden yarına devrilmeyeceği muhakkak; ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın, Muhammed Mursi’nin ve İhvan’ın çöküşüne bakarak kendi akıbetini görüyor olması muhtemel. AKP Mursi’nin bir askeri darbeyle devrilmesine, kendisinden beklenen ölçüde “sert” karşı çıkmadı. Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları bunun kanıtıdır. AKP, ABD’nin Mursi’nin devrilmesine ses çıkarmamasını, aynı zamanda kendine verilmiş bir mesaj olarak değerlendirdi ve ona göre tavır belirledi. Zannediyorum ki, AKP’nin asıl korkusu, Türkiye’de de bir “darbe” olma ihtimali değil, kendisini iktidara getiren ulusal ve uluslar arası konjonktürün değişmeye başlaması.
S-Erman Çete kimdir?
C-Erman Çete Gaziantep doğumludur. Liseyi Mersin Fen Lisesi'nde bitirdikten sonra, Orta Doğu Teknik Üniversitesinde Felsefe okudu. Ve soL Haber Portalı'nın yayın kurulunda gazetecilik yapmaktadır./CESİM İLHAN