İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Zarif’ in; ABD’nin Ortadoğu’ya egemen olma yolunda planladığı Suriye işgali hakkındaki açıklamaları dünya kamuoyundan neden saklandı?
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’ in Asuman Dergisine Verdiği röportajda İran’ın Suriye konusu hakkındaki görüşleri bütün detaylarıyla açıklandığı halde bu açıklamanın Batı medyası ve Batıya endeksli bölge medyası tarafından hasıraltı edilmeye çalışılması dikkat çekti. İşte bu detaylı röportajın en önemli satır başları:
-Dün Afganistan ve Irak’ta aynı şeyi yapan belli bir grup, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve batılı ülkeleri şimdi de Suriye’de istenmeyen bir savaşın içine çekmeye çalışıyor. Dikkat edilmesi gereken husus, bu işin farklı eğilimlere sahip iki grup tarafından yapılıyor olması. Bir grup sürekli savaştan çıkar sağlayan kesim; öteki grup ise tüm yumurtalarını aşırı ve tekfiri grupların sepetine koyan bazı komşu ülkeler. Hâlbuki bu aşırı gruplar söz konusu komşu ülkelere gitseler, bu ülkelerin yapacağı iş onları kendi ülke topraklarından çıkarmak olacaktır.
-Askeri güçle tehdit etmenin artık işe yaramadığı kanıtlanmıştır. Aksi halde askeri güç kullanma ve tehdit bir gün işe yarasaydı savaş bir dış siyaset aracı olurdu. Sonra dünya savaşın iyi bir araç olamayacağını anladı. Dolayısıyla bu araç illegalleşti. ABD bu noktayı anlamak istemiyor, çünkü, bir askeri güce sahip ve sahip olduğu bu gücün kendine yarar sağlayacağını düşünüyor. Oysaki bu ülke kendi yakın geçmişine şöyle bir göz atsa, her nerede askeri güç kullanmışsa yenilgiye uğradığını görecektir. Bu ilginç bir noktadır. Amerika’nın Vietnam, Irak ve Afganistan’da düştüğü duruma bir bakınız. Amerika’nın güç kullanıp da sonuç aldığı yer var mı?! Bu yanlış mantık, yani askeri güç kullanma ve tehdit, hala Amerikalıların kafasında yerini koruyor.
-Dünyada gerginlik yaratarak çıkarlarını sağlayan gruplar var. Siyonistler bunun bir örneği. Onlar hiçbir zaman huzur ve istikrarı kendi yararına görmezler. Bu sebepledir ki Siyonistler onca süredir ABD’ye baskı yaparak bu ülkeyi yeni bir savaşın içine çekmek istiyorlar.
-Geçen yılın Kasım ayında İran, İsviçre Büyükelçiliği kanalıyla Amerikalılara “sarin gazı” türü ve el yapımı bir kimyasal silahın Suriye’ye sevk edilmek üzere olduğuna ilişkin resmi bir Nota verdi. Bu Notada, söz konusu kimyasal maddelerin aşırı gruplarca kullanılabileceği uyarısında bulunduk.
-Siyasi çözüm yolunda geç kalınmış ise, bu tüm bölgenin sorunudur. Bizler tüm çaba ve gayretimizi Suriye’deki gelişmelerin siyasi yollardan çözümü için harcamalıyız. Askeri yöntemlerin Suriye meselesini çözmeyeceği kesindir. Hatta Suriye’ye yönelik aceleci yasa dışı bir askeri müdahale olsa bile, bu yine de yolun sonu olmayacak. Belki de kriz daha da şiddetlenecek ve siyasi çözüm yolunun zarureti daha da artacaktır.
-Askeri yöntem bir çözüm yolu değildir. Geriye iki yol kalmaktadır. Bu yollardan birincisi şu an Suriye’de yaşananlardır; yani kargaşa ve kardeş cinayeti. İkincisi ise siyasi çözüm için çaba harcanmasıdır.
-Bütün aktörler, özelliklede Suriye’deki gelişmeler üzerinde etkili dış güçler, Suriye’deki tüm iç aktörlere, masaya oturmaları için baskı uygulamalıdır.
-İran İslam Cumhuriyeti kimyasal silah kullanımını şiddetle kınadığı gibi Suriye Hükümeti’nden de kimyasal silah kullanılan bölgeleri gezmesi için BM denetçilerine izin vermesini istemiştir. Bütün deliller, tekfiri grupların hükümet güçlerinin ilerleyişini engellemek için söz konusu bölge halkına karşı kimyasal silah kullandığı yönündedir. Tabii şuan kesin bir görüş belirtemeyiz. Bu görüş bir uluslar arası araştırma ile netlik ve kesinlik kazanacaktır.
-Batı, Suriye’ye yönelik bir operasyon başlatabilir; ancak bu operasyona son vermek onların elinde değil. Amerikalılar bu noktayı göz ardı ediyorlar.
-Suriye’yi BM ile işbirliğine nasıl teşvik etmişsek, bu ülkenin kimyasal silahların ne şekilde kullanıldığının belirlenmesi, dolayısıyla da Suriye hükümeti ve Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak isteyenlerin aleyhinde kurulan bu tuzağa düşülmemesi için tüm verilerini paylaşması gerektiğini düşünüyoruz.
-Bazıları Amerikalıların her şeyi bildiklerini zannediyorlar. Oysaki Amerikalılar birçok gerçekten habersiz ve çok rahat bir şekilde tuzağa düşebiliyorlar. Bunu hem Afganistan’da hem de Irak’ta gördük. Dolayısıyla aydınlanma oldukça önemlidir. Güçlü ülkeler bazen şüphe ve kuruntuya kapılıyorlar ve sorunlarını güç kullanarak aşabileceklerini sanıyorlar.
-Amerika toplumunun özelliği, bu ülkede baskı ve lobi gruplarının aktif şekilde bulunmasıdır. Eğer Amerikan toplumunda yaşadıysanız lobiciliğin orada bir endüstriye dönüştüğünü anlarsınız. Amerika’nın iç koşullarının tanınması önemli çözüm yollarından bir tanesi sayılır. Amerika’da bütün kararların akla uygun bir ortamda alındığını düşünmemek lazım. Amerika toplumu karmaşık bir toplumdur. Amerika’da kararlar her zaman doğru bilgi ve verilere dayanarak akla uygun şekilde alınır diye bir şey yok. Amerika’nın kararları birçok kez bu baskı grupları tarafından empoze edilmiştir.
-Son zamanlarda Harvard ve Chicago üniversitelerinden tanınmış iki Amerikalı yazar Siyonizm lobisinin Amerikan dış politikasını bu ülkenin menfaatlerinin dışına çıkardığına dair makaleyi kaleme aldılar. Bu bilim adamlarından birisi Amerika’nın ünlü neorealistlerinden Stephen Walt ve diğeri ise ünlü teorisyenlerden olan Mearsheimer’dir. Harvard üniversitesi baskı gruplarının etkisiyle bu bilim adamlarını üniversitenin amblemini söz konusu makalelerinden kaldırmalarına mecbur etti. Bu olay gösteriyor ki Amerikalılar bile her zaman politikaları kontrol edenin Amerika’nın çıkarına olmadığını kabul ediyorlar.
-Küreselleşme ve yeni uluslararası koşullar egemenliğin doğasını değiştirmektedir. Başka bir deyişle egemenlik iktidardan sorumluluğa doğru hareket etmektedir. Eğer bu gerçeğe dikkat etmezsek, iktidarı korumak ve milli gücü pekiştirmek için ondan yararlanamayız. Dolayısıyla evvela bu kavramı anlamamız gerekiyor. Kamu diplomasisi konusuna bu bilinçle ulaşıyoruz. Bir dönem iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu olduklarına inanır, halkı da vatandaş olarak görürlerdi. Yani kendileri tek başına hiçbir kişilik ifade etmezlerdi. Bugün uluslararası hukukta insan, bir konudur. Sorumluluğu olan bir gerçektir. Bundan dolayı kişiyi uluslararası suçlardan ötürü uluslararası ceza divanında yargılamak mümkündür. İnsanın hem hakları ve hem sorumlulukları vardır. Kamu diplomasisi bundan ötürü şekillenmiştir. Bundan önce bir iktidarın temsilcisi başka bir iktidarın temsilcisiyle bir odaya girip bir konu hakkında anlaşıyorlar ve olay bitmiş oluyordu. Bunu bugün yapmak mümkün değil. Zira artık iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu değiller. Eğer bu kavram kabul edilmezse uluslararası arenada iyi bir oyuncu olunamaz. Bu hususta değinmem gereken ikinci konu ise şudur, güç kullanmak artık işlevselliğini yitirmiştir.
-Bizce Suriye’de iktidar tarafından yapılan büyük yanlışlar, maalesef suiistimallere zemin hazırlamıştır. Ama bu durumun kötüye kullanıldığını da unutmamalıyız.
-Bence Birleşmiş Milletler bildirisinde gerekli hukuki ve yasal yapı mevcuttur. Bildirinin ikinci maddesinin dördüncü fıkrası her türlü tehdit ve güç kullanmayı yasadışı ilan etmiştir. Böyle bir durumu tersine çevirmek için yapılacak olan her türlü çaba, irticai bir çabadır. Ondokuzuncu yüz yıla geri dönme çabasıdır. Günümüzdeki koşullar ondokuzuncu yüzyıldaki koşullardan farklıdır. Ondokuzuncu yüzyılda savaşlar yönetilebiliyordu. Bugün ise ne savaşı kontrol etmek ne de yönetmek mümkün. Ondokuzuncu yüzyıldaki koşullara dönüş, insanlık için tehlikelidir.
-Savaşı her zaman savaşı kazanabileceğini düşünen taraf çıkarıyordu. Ama yirminci yüzyılda savaşların yüzde seksen beşinde, savaşı çıkaran taraf sonunda yenilgiye uğramıştır. Dolayısıyla halkın bu gerçeği öğrenmesi lazım. Savaşın her koşulda ve her bahaneyle bir araç gibi iktidarların hizmetinde olmasına izin vermemiz, gericiliktir ve çok tehlikelidir.
-Uluslararası camianın demokratik olmayan devletlere karşı halkın ülke içindeki yerel dinamikler vasıtasıyla sorunlarının üstesinden gelmesi için elverişli bir ortam sağlama sorumluluğu vardır. Dışarıdan bir ülkenin askeri müdahale ile baskı ve yerel olmayan mekanizmaların empoze edilmesiyle durum değiştirmeye çalışmanın iyi sonuçları olmamıştır. Bu durum bölgemizde de görülmektedir.
-Şu konuya da değinmek isterim ki neden şu anda İran bölgenin tek istikrarlı ülkesidir? Çünkü ülkemizde kullanılan mekanizma, yereldir. Tabi bunun eksikleri var ve bendeniz insan hakları dersi veren biri olarak onları biliyorum. Ama bu mekanizmanın yerel olması ve biraz iniş ve çıkışın ardından gereken yere ulaşacak olması önemlidir. Ülkemizdeki bu yerel mekanizma 2013 seçimlerini meydana getirdi.
-Bölgemizde iki zıt yöneliş şekillenmiştir. Birincisi eski kafalı aşırı Selefilik yönelişi; diğeri de toplumda her hangi bir dinin varlığına karşı olan aşırı sekülarizimdir. Oysaki eski Sovyetler Biriliği’nin 70 yıllık dini sindirme çabasında başarısı olması dini toplumdan silmenin mümkün olmadığı göstermektedir.
-İslam ülkelerinde İslami temellerden yararlanacak çeşitli yönelişlerin oluşu bizim için sevindiricidir. Fakat bunlardan bir model olarak bahsedemeyiz. Çünkü bu modeller bir takım çelişkiler içermektedir: Aşırılığa kaçması durumunda kendini Mısır örneğindeki gibi kısa bir süre sonra kendi toplumunun ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma gelen şartlar içinde bulmaktadır. Veya diğer yerlerde durum aşırı sekülerizme sürüklenmektedir. Biz başkalarının içişlerine karışmadan, bu modellerde bazı sapmalara yol açacak noksanlıklar görüyoruz. İslam dünyasında hangi modelin gerçekten başarılı olabileceğinin düşünülmesi gerek.
-Esad yönetimi başlangıçta siyasi reformlar yerine antidemokratik girişimlerde bulunmuş ve bu yüzden eleştirilmiş olabilir. İran İslam Cumhuriyeti de Suriye Hükümeti’ni siyasi reformlar yapmaya teşvik etmiştir. Ancak Suriye meselesinin çözümü, İslam, demokrasi ve yirmi birinci yüzyıl ile yakından uzaktan ilişkisi olmayan tekfiri bir grubu Suriye halkının üzerine salmak ve Suriye halkını katletmek olmamalıydı! Bahsettiğimiz bu gruplar kameraların karşısında Suriyeli bir askerin cansız bedeninden kalbini çıkararak ağızlarına alanlardır.
-Bizim Türkiye ile birçok konuda ortak görüşlerimiz var; ancak Suriye konusunda Türkiye Hükümeti’nin çok tehlikeli ve yanlış bir siyaset izlediği kanaatindeyiz.
-İran’ın söylemi, savaş yanlılarının ve aşırıcıların izole edilmesine dayanır. Bence bu işi bu söylemle ileriye taşıyabiliriz. Nükleer konunun çözümü için siyasi irade İran’da mevcut. O da İran’ın haklarının korunması ve her türlü kaygının giderilmesi olmak üzere iki esasa dayalıdır. Biz nükleer silahı yalnızca faydalı görmemekle kalmıyor, aynı zamanda güvenliği ihlal edici bir unsur olarak algılıyoruz. Hatta nükleer silah edinmeyi düşünmek bile bizim nazarımızda güvenliği ihlal edicidir.
-Suriye’ye saldırı sınırlı ve sadece Suriye Hükümetini zayıflatmak amacıyla yapılırsa ne gibi sonuçları olacaktır?
Fark etmez. Amerikalılar bunun sınırlı kalacağını sanıyor. Oysa, böyle bir girişimin ilerde doğuracağı sonuçlar artık bu eylemi başlatan kişinin kontrolünde değildir. Şimdi bu sonuçlar hemen kendini göstermeyebilir, muhtemelen de öyle olacaktır. Amerika’nın muhtemel girişimi, bölgede bizzat Amerikalıların yıllarca koşuşturarak kaldırmaya çalışacağı etkileri de beraberinde getirecektir.
abna