Displaying items by tag: Viyana anlaşması
Dr. Ali Ekber Velayeti ile 'Nükleer Anlaşma' hakkında röportaj
ABNA-İran’ın eski dışişleri bakanı ve İslam İnkılabı Rehberinin uluslararası danışmanı Ali Ekber Velayeti, İslam İnkılabı Rehberinin internet sitesine verdiği röportajda, Viyana anlaşması hakkında görüşlerini dile getirdi. Müzakere timini açıkça desteklediğini belirten Velayeti, anlaşmaya varan süreçle ilgili önemli noktalara değindi.
Viyana müzakerelerinin ardından iç ve dış basında iki konu haberlerin baş köşesinde yer aldı ve üzerinde analizler yapıldı; birincisi, anlaşma sağlandıktan sonra İran’ın bölgesel politikalarının da değişeceğiydi ve ikincisi de İran’ın füze ve silah gücünün eksileceğiydi. İslam İnkılabı Rehberi, bayram hutbesinde her iki konuya da değinmiş ve bu hususta bazı açıklamalarda bulunmuşlardı.
Tabnak internet sitesinin bildirdiğine göre, İslam İnkılabı Rehberinin uluslararası danışmanı Ali Ekber Velayeti, İmam Hamanei’nin eserlerini koruma ve yayma bürosunun internet sitesiyle yaptığı röportajda, Viyana anlaşması başta olmak üzere Batı basınında oluşturulan gündeme dair açıklamalarda bulundu.
İslam İnkılabı Rehberi, bayram namazı hutbesinde nükleer müzakerelere işaretle, “İster bu metin tasvip edilsin ister edilmesin, ilahi kuvvet ve kudret sayesinde, hiçbir şekilde suistimal edilmesine izin verilmeyecektir” ifadesinde bulundu. Karşı tarafın, basın üzerinden ortam oluşturarak suistimal etmeye ve amaçlarına ulaşmaya çalıştığı görünmektedir. Bu konun içerdiği örnekler nelerdir?
Bana göre, Batılı tarafların özellikle Amerikalıların her zamanki gibi ortamdan ve müzakere metninden suistifade etmek isteyecekleri zaten başından itibaren de tahmin ediliyordu. Bunu gösteren örneklerden biri, ‘nihayetinde ekonomik baskılar etkili oldu ve İran müzakere masasına oturdu’ şeklinde propaganda yapmaya yönelmeleridir. Tabi kendileri de bunun yalan olduğunu biliyorlar, çünkü İslam İnkılabından sonra İran sürekli yaptırımların hedefi olmuştur. Zaten başından beri Amerikalılar İran’ı ekonomik muhasaraya almak için yaptırım silahını kullanmıştır. Şu noktanın hatırlanması da önemlidir; söz konusu yaptırımlar bizim için zorluklar getirmiş olsa da -ki bunu inkarda etmiyoruz – fakat bununla birlikte, daha fazla özgüven kazanmak, bağımsızlık yönünde hareket etmeye çalışmak ve dışa bağımlığı azaltmak için bir temrin olmuştur. Şüphesiz, üstatların, gençlerin ve uzmanların yetenekleri sayesinde kaydedilen askeri ve savunma alanındaki ilerlemeler, yaptırımların olumlu sonuçlarından biri olup kendine ittika etmenin neticesinde olmuştur. Şayet yaptırımlara maruz kalmamış olsaydık, yeterliliğin ve bağımsızlığın bu payesine yetişmezdik. Bazen olur ki insan bir şeyi kolayca ele geçirir ve füze, tank ya da uçak gibi bir savunma aracını üretmek için ilk aşamalarından başlayarak kendini zahmete atmaz ve en sade, en yakın olan ne ise onu seçer. Ama yaptırımlar neden oldu ki bazı sanayilerde kendimiz sıfırdan üretmeye başlayalım.
Çok açık söylüyorum, İran İslam Cumhuriyeti hiçbir surette savunma pozisyonlarından geri çekilmeyecektir. Defalarca da açıkladığı üzere, bütün kuvvetleler komutanı İmam Hamanei’nin bu husustaki politikası şudur: Savunma alanında hiç kimsenin müdahalesine, neye sahip olup neye sahip olmayacağımızı belirlemesine izin verilmez.
Nükleer meselesi, İran’a karşı yaptırımların daha da şiddetlenmesine neden oldu. Dolaysıyla biz de yeni çözüm yollarını bulmanın arkasına düştük. Petrol dışındaki ihracatların artırılması çözüm yollarından biriydi. Bir zaman Nizamın Maslahatını Belirleme Kurumu, ülkenin cari bütçesinin petrola olan bağımlılığını tedricen azaltıp sıfır düzeyine ulaştırmamız yönünde hareket etmek için bir yasa tasarısı tasvip etmişti. Fakat yaptırımlar şekillenmeye kadar uygulamaya konulmadı. Ama 1393 yılında petrol haricindeki ihracatlarımızın oranı eskiye kıyasla her zamankinden daha fazla artış gösterdiğine tanık olduk. İslam İnkılabı Rehberi tarafından iblağ edilen direniş ekonomisi politikaları da aslında yaptırım koşulları altında ayaklarımızın üzerinde durup ilerlememize yardımcı oldu ki ciddiyetle takip edilmeleri gerekir.
Bununla birlikte ambargo ortamı, sekiz yıllık savaş gibi büyük zorlukları da beraberinde getirmiştir. Savaşta ise kimse bize mermi dahi vermiyordu. Dışişleri bakanlığında olduğum sırada, bazı ülkelerden büyük zahmetlere katlanarak ancak mühimmat tehiye edebildiğimize bizzat tanık olmuştum. Hatta büyük zorluklara katlanarak dışişleri bakanlığı ile savunma bakanlığının işbirliği sayesinde Libya, Kuzey Kore ya da başka yerlerden otuz adet “Scud-B” füzesini alabilmiştik. Ve nihayetinde kendimiz füze üretimi ve yapımına doğru hareket ettik.
Dolaysıyla, ‘yaptırımlar İran’ın müzakere masasına oturmasına neden oldu’ şeklindeki ifadenin boş bir laftan ibaret olduğu açıktır. Eğer onların baskıları etkili olsaydı, bu gün İran’da bir santrifüj dahi bulunmaması gerekirdi. Oysa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde ilk kezdir İran gibi bir ülkenin beş altı bin aktif santrifüjü bulundurabileceğini ve zenginleştirme sürecini sürdüreceğinin tasvip edildiğini görüyoruz. Elbette ki bu, beklediğimiz o ideal nokta değildir fakat zenginleştirilmiş radyoaktif maddelerin üretiminin Birleşmiş Milletleri tarafından bizim için resmen tanınmış olması bile kendi başına büyük bir kazanımdır ve halkın direnişi sayesinde ancak elde edilmiş bir kazanımdır. Bu nedenledir ki korku ya da teslim olma nedeniyle değil, gücümüzden hareketle müzakere masasına oturduk. Nitekim İslam İnkılabı Rehberi de İran’ın müzakere ekibi için ‘cesur ve gayur’ tabirini kullanmışlardı.
Yapabilecekleri diğer bir suistimal de ‘İran’ın Amerika’yla müzakerelerinin kapısı açılmıştır’ demeleridir. Oysa İslam İnkılabı Rehberi devlet yetkilileriyle yaptığı açık ya da özel görüşmelerde, müzakerelerin nükleer mesele dışında başka bir meseleyi kapsamayacağını belirtmişlerdi. Nitekim bundan öncede zaruret gereği istisnai müzakereler yapmıştık. İran ve Amerika’nın Birleşmiş Milletler çatısı altında Afganistan konusu ve Taliban meselesiyle ilgili müzakeresi ya da Irak meselesinde yine Birleşmiş Milletler çatısı altında yaptığımız müzakereler örnek olarak verilebilir. Son olarak da Amerikalılar, İran’a duydukları ihtiyaç nedeniyle Suriye veya Yemen gibi bazı bölgesel konularda İran’la müzakere yapma temayülündeler fakat, İran’ın resmi yetkililerinden hiç kimseye bölgesel ya da ikili meselelerle ilgili Amerikalılarla diyaloga geçme konusunda İslam İnkılabı Rehberi tarafından izin verilmiş değildir. Zira onlara güvenilmeyeceğini göstermişlerdir. O halde Amerika’yla müzakerenin kesinlikle hiçbir temeli yoktur.
Amerikalı yetkililer, Viyana müzakereleri ve mutabakat metninin yazılmasından sonra İran’ın savuma gücünün düşürülmüş olduğunu yansıtıyorlar. Doğru mu?
Bakınız, açıkça söylüyorum, İran İslam Cumhuriyeti hiçbir şekilde savunma pozisyonlarından geri adım atmayacaktır ve ister sıvı yakıtlı olsun ister katı yakıtlı olsun; kısa menzilli veya uzun menzilli olsun maslahat gördüğü her türlü füzeyi –nükleer başlık alabilen füzeler dışında – üretecektir.
Bu konuda İslam İnkılabı Rehberinin defalarca açıkladıkları gibi savunma alanında hiç kimsenin neye sahip olup neye olmayacağımızı belirlemesine izin verilmez. Dayton’da Bosnalılara dayatılanın bir benzerini kabul etmek mümkün değildir. Clinton zamanında imzalanan Dayton anlaşmasında, Bosna hükümetinin kaç adet askeri araca, kaç tane havan topuna, ne kadar silah, mermi ve mühimmata sahip olabileceğini belirlediler. Yani bunu kendileri için tamamen belirlediler. Fakat İran askeri ve teçhizat bakımından bağımsız olduğu için karar almada bağımsızdır ve hangi silaha sahip olacağını veya olmayacağını kimse kendisine dikte edemez. İran İslam Cumhuriyeti, savuma için ne gerekiyorsa ona göre karar alır ve üretir; bu füze olabilir, savaş uçakları olabilir, uçaksavar, tank ve diğer zırhlı araçlarda olabilir.
Dolaysıyla savunma alanında, bazı açıklamalar yapmış olsalar bile İran hiçbir surette ne onların gelip askeri merkezlerimiz denetlemesine ne de İran’ın hangi tür silaha sahip olmasına dehalet etmelerine müsaade eder. İran, İslam İnkılabı Rehberinin fetvası gereği haram saydığı nükleer silah üretimi ve kimyasal bombalar gibi hiçbir zaman kullanmadığı kitle imha silahları dışında, geriye kalan silahları üretme konusunda asla tereddüt etmeyecektir. Şahap, Siccil vs. gibi füzelerde nükleer başlık takılması için asla üretilmedi. Bu nedenle, Viyana anlaşma taslağındaki maddelerin kapsamına girmez.
Bazı kimseler ve yayın organları, İran’ın bölgesel politikalarının bu anlaşmanın uygulanmasından sonra değişeceğini öne sürmek için yeni bir gündem oluşturmanın peşindeler…
İran politikaları asla değişmeyecektir. İran İslam Cumhuriyeti'nin direniş ekseni etrafında bölgenin savaşçılarına olan desteği eskisi gibi devam edecektir, hatta daha da güçlendirilecektir. İran İslam Cumhuriyeti, ister radikal olsunlar ister (Amerikalıların değimiyle) ılımlı olsunlar teröristlere ve teröre karşı Irak devletini ve halkını destekleme konusunda kararlıdır.
Dolaysıyla İran, başta kendisinin olmak üzere bütün ülkelerin hatta Batılı ülkelerin bile (tabi kendileri bunun farkında değiller) zararına olan terörizm olgusunun yayılmasına karşı Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen halklarını himaye etmek için hiçbir yardımı esirgemeyecektir.
‘Yaptırımlar İran’ın müzakere masasına gelmesine neden oldu’ önermesi, boş bir laftan ibarettir. Eğer onların baskıları etkili olsaydı, bu gün İran’da bir santrifüj dahi bulunmamalıydı. Oysa ilk kezdir Birleşmiş Milletlerde, İran gibi bir ülkenin beş altı bin aktif santrifüje sahip olması ve zenginleştirme sürecine devam etmesinin tasvip edildiğini görüyoruz. Bu konu kendi başına önemli bir kazanımdır ve sadece direniş sayesinde elde edilmiştir.
Biz bunun insani ve İslami bir görev olduğuna inanıyoruz. İlaveten, sınırlar dışında terörizmle mücadele etmek, aslında bir nevi İran İslam Cumhuriyeti'nin toprak bütünlünü ve siyasi hayatını savunma olarak da sayılır. Komşu ülkelerde ve etrafınızda olup bitene karşı sessiz kalıp oturarak düşmanın size yönelmesini bekleyemezsiniz. Önde hareket etmemiz gerekir ve ortak bir bölgesel hedef doğrultusunda terörizmle, Amerika ve yabancı güçlerin bölgeye müdahale etmesiyle mücadeleyi sürdürmeliyiz. Bu, İran İslam Cumhuriyeti'nin stratejik görevlerinin bir parçasıdır.
İslam İnkılabı Rehberi, Ramazan bayramı gününde yetkililerle görüşmesinde ulusal çıkarların dikkate alınmasını ve ona göre anlaşma metninin düzenlenmesi gerektiğini söylediler. Söz konusu düzenlemenin ölçütü ulusal çıkarlar olduğuna göre, bu ulusal çıkarlar nenelerdir? Ya da şöyle sorayım: İran İslam Cumhuriyeti, bir maslahat nedeniyle kötü bir anlaşmaya razı olur mu?
Asla! Kötü anlaşma, aklı başında hiçbir şahsın ve yetkilinin katlanamayacağı bir şeydir. Bir süre önce İslam İnkılabı Rehberi de, Amerikalıların ‘biz iyi bir anlaşmanın peşindeyiz’ şeklindeki sözlerinin doğru bir söz olduğunu ve bizimde aynı sözü kabul ettiğimizi açıklamışlardı. Fakat onlar yayılmacı amaçlarını takip ederken bizlerde ulusal çıkarlarımızı korumayı takip ediyoruz. Onlar, kötü bir anlaşmaya katlanmayacaklarını söylediler; onlara göre kötü anlaşmanın bir tanımı vardır, bize göre başka bir tanımı. Görünüşte bu noktada müşterekiz ama taraflardan her biri başka bir şeyi amaçlamaktadır. Biz diyoruz ki kötü anlaşma, o anlaşmadır ki 1 nükleer teknolojiyi bizden alsın; 2 bizi geliştirme ve araştırma alanında kısıtlasın; 3 savunma olanaklarımızı kötü etkilesin; 4 dünya ile serbest ekonomik ilişkiler geliştirmekten bizi mahrum etsin; 5 dünyanın başka ülkeleriyle bilimsel ve teknolojik ilişkiler kurmaktan bizi yoksun kılsın; ve 6 İran’ın ilerleme ve kalkınmaya odaklı geleceğinin önünde engel çıkarmak. Kötü bir anlaşmanın bu tür özellikleri vardır.
İlk etapta bildiğimiz de müzakerecilerimizin ülkemiz ve ulusal çıkarlarımız için kötü bir anlaşmayla sonuçlanacak durumlara katlanmayacaklarına dair talimatıdır. Ülkemizde bu mutabakatı inceleyen yasal mercilerin ölçütü de, söz konusu olumsuz özellikleri kendisinden bulundurmamasıdır. Sonuçta görüşmelerde karşılıklı alıp verme mesele söz konusudur, diğer deyişle, ülkeler ya da 5+1’ye üye olan taraflar arasında yapılan siyasi görüşmelerde iyi bir anlaşma şudur ki söz konusu ilişkilerde ve anlaşmalarda İran milletinin maksimin düzeyde çıkarını sağlayarak olumlu bir mutabakata ulaşalım. Böylece bir kez daha İran İslam Cumhuriyeti'nin hiçbir surette kötü bir anlaşmaya kabul etmeyeceğini vurgulamak istiyorum. Bu, tasvip mi edelim yoksa başka bir karar mı ittihaz edelim diye bu metni inceleyen kimseler için genel bir ölçüdür.
Müzakere timinin performansı hakkında nihai değerlendirmeniz nedir?
Bendeniz otur yıla aşkındır müzakere timinin üyelerini ve sayın Dr. Zarif’i tanıyorum. Kendisi sahip olduğu ehliyetle birlikte İnkılap sorası yıllarda hem mütedeyyinliği, hem İran İslam Cumhuriyeti'ne bağlılığı, hem de performansı bakımından kendini geliştirmiştir. 598 müzakereleri ve bölge ülkeleriyle yapmış olduğumuz müzakereler de dahil ülkenin birçok kritik dönemlerinde birlikte çalıştığımız arkadaşlardan olmuştur. Müzakere timinin üyeleri de uzun yıllar boyunca dışişleri bakanlığında aktif çalışma yürütmüş ve ülkemizin uluslararası alanda en deneyimli kadrolardan olup ellerinden gelen bütün çabayı göstermişlerdir. Eğer yapılması gereken bir iş de kalmışsa, kesinlikle budan daha fazlasını yapamadıklarından dolayı kalmıştır. Bendeniz, bu alanda uzun yıllar boyunca faaliyet göstermiş ve gösteren biri olarak bu arkadaşlardan daha güçlü başka bir diplomatik ekip tanımıyorum. Ve bu gurup seçilirken en uygun olan seçim yapılmıştır.
Bütün bunlarla birlikte, müzakere timinin performansında kuvvet ve zaaf noktalarının olması kuşkusuzdur, ayrıca onların kendileri de üzerinde anlaşmaya vardıkları metnin ideal ve sorunsuz bir metin olduğu iddiasında değiller. Müzakerelerin ve anlaşmanın doğası da böyledir. Anlaşma şöyle değil ki gidip karşı tarafa bir şey diyelim ve onlarda kabul etsinler. Oturmalıyız, tartılmalıyız, pazarlık yapmalıyız ve her iki tarafında bir şekilde razı olacağı ortak bir noktaya ulaşmamız gerekir. muhtemelen bir noktaya varırız ki bir şey karşı tarafın maslahatınadır ve başka bir şeyde bizim maslahatımızadır. Sonuçta her iki tarafın rızasını celp eden bir anlaşmaya varmamız gerekir.
İran’ın politikaları hiçbir surette değişmeyecektir. İran İslam Cumhuriyetinin direniş eksenine verdiği destek eskide olduğu gibi devam edecektir, hatta daha güçlendirilecektir. İran İslam Cumhuriyeti, ister radikal ister (Amerikalıların deyimiyle) ılımlı olsunlar teröristlere karşı Irak’ın devletini ve halkını himaye etmede kararlıdır.
İlk incelemesini yaptığım en son metin de sorunsuz değildir, bazı zaaf noktaları vardır ancak onların İran’ın ulusal çıkarlarını ve hukukunu gözetmek için tüm çabalarını seferber ettiklerinden kuşkum yoktur.
Amerikan basının anlaşma sonrası fiiliyatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zaten bası kesimlerin kendi şeytani planları var. Diğer bir deyişle, kendi rakiplerine karşı basını bir silah olarak kullanıyorlar. Basın ya da medya savaşının kendisi düşmanın bize karşı kullanmak için elinde bulundurduğu olanaklardan biridir. Onların medya imkanları bizden daha fazladır, bu nedenle bazen onların medyasında İran’ın itiraz ettiği bazı şeyler de söylemekte ya da yazılmaktadır. Başka bir deyişle, basından bir araç olarak istifade ediyorlar ve adilane ya da doğru olanı terviç etmek yerine daha çok bu araçtan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanma peşindeler.
Buna göre, şu anki ortamda İran İslam Cumhuriyeti'nin basın mensupları hangi mesajı takip etmeliler?
Şüphesiz, İran İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası alandaki performansı yüksektir ve 5+1’in bazı üyelerinden daha geri değildir. 5+1 ülkelerinin hiçbiri İran İslam Cumhuriyeti'nin bölgedeki iktidarına sahip değildir. İran İslam Cumhuriyeti'nin sayısız avantajları vardır. İslam Cumhuriyeti bu anlaşmayı teyit ya da ret edebilecek kararı alabilir. Başka bir deyişle, müşavere edenler eğer maslahat olmadığı sonucuna varırlarsa anlaşmayı reddederler ve reddedebilecek güçleri vardır. Yok eğer ulusal maslahata uygun olduğunu görürlerse teyit ederler. Dolaysıyla, İran İslam Cumhuriyetinin bölgede ilk sözü söyleyen ve uluslar arası alanda muktedir ve etkili bir ülke olduğunu basın mensupları unutmamalıdır. İran İslam Cumhuriyeti düzeyinde bir ülke –ki bize göre İran İslam Cumhuriyeti'nin kapasitesi şu ana kadar ortaya konulmuş olanının çok çok fevkindedir –müzakere masasının bir tarafında olurken dünyanın en güçlü ülkeleri sayılan altı güçlü ülkenin masanın diğer tarafında olması ve aynı zamanda İran’ın söz konusu güçlerle müzakere ederken hiçbir korku ya da yetmezliği hissetmemiş olması yakın tarihte görülmemiş bir şeydir.
Bu güç ve kuvvet de kesinlikle İslam İnkılabı düşüncesinden, özgüven ve izzet-i nefs halinin oluşmasından neşet ediyor ve İmam Hamanei’nin rehberliği sayesinde, dirayetle hareket ve gelişme halinde olup İran’ın iktidarını günbegün pekiştirmektedir.
Çev: Mehmet Gönül