O'nun Kürsî'si (egemenliği) gökleri ve yeryüzünü kaplamıştır; Bunları koruyup gözetmek O'na ağır gelmez.
Kur’an’ı Kerim’in içerisinde bazı ayetlere olan ilgimiz oldukça fazladır. Yasin suresini, Amener Resulü ile başlayan Bakara 285-286. ayetlerini, Ayete’l-Kürsi ismiyle tanıdığımız Bakara 255. ayetini bunlara örnek olarak gösterebiliriz. Bu ayetlerin, özellikle belli günlerde yüzünden okunması üzerinde çok önemle durulmuş, fakat anlamı, verdiği mesajı öğrenme ve üzerinde düşünme gibi çalışmalar nedense ihmal edilmiştir. Oysa Yasin suresi bir Tevhid suresidir. Amener Resulü diye tanıdığımız ayetler kulun Rabbine yakarışının çok muhteşem bir örneğidir. Ayete’l-Kürsi ise İslam düşüncesinin ana esaslarını içeren, Allah (C.C.)’ın sıfatlarıyla doludur.
“Allah. O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz.Göklerde de, yerde de ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir. Onlar ise Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (1)
Bu ayet, yüce Allah’ın tek ve ortaksızlığı, sıfatlarının noksansızlığı, kuşatıcılığı ve kudretinin vurgulanması ile ilgili en kapsamlı, en etkileyici Kur’an ayetlerinden birisidir.
Dilediğini yapma yetkisine sahip olan Allah (C.C.)’ın inanılması gereken tek ilah olduğu, O’nun dışında bir takım insanların kulluk sundukları düzmece ilahların, inkar edilmesi gerektiği gerçeği haykırılmıştır.
Ayet; kesin sözlü bir tek Allah inancını yansıtan, "Allah, O'ndan başka ilâh olmayan...".ifadesi ile başlamaktadır.
Bu kesin sözlü ve katıksız tek Allah inancı, İslâm düşüncesinin dayandığı ve hayatın tümüne ilişkin, İslâm'ın kaynağını oluşturan temel bir esastır. Kulluğu ve ibadet eylemlerini sırf Allah'a yöneltme ilkesi bu düşünceden doğmaktadır. Buna göre hiçbir insan, Allah'tan başka bir kimseye kul olamaz, Allah'tan başka hiçbir mercie ibadete yönelemez, kendisini Allah'tan ve Allah'ın uygun görüp emre bağladığı mercilerden başka hiç kimseye itaat etmekle yükümlü sayamaz. Bütün değer yargılarını, Allah'a dayandırması gerektiği gibi, Allah'ın terazisinde ağırlığı olmayan herhangi bir sosyal değer yargısının da hiçbir önemi olmadığını keşfeder.
Yine bu çarpıcı ifade, Hz.İsa’nın Rab olarak kabul edildiği Teslis(üç ilah) anlayışının savunulmasının da karşısında yer alır.
Bu şekilde yegane Rab ve ilah olarak kabul ettiğimiz Allah (C.C.)’ın, gücü ve kudretinin anlaşılmasında,bize yardımcı olacak sıfatlarının bilinmesi gerekmektedir.İşte ayetin devamı da, bu bilgiye ulaşmamızda bize rehber olmaktadır.
"...diri, yarattıklarını gözetip yöneten..."
Allah'ın sıfatlarından biri olan “Hayy” (hayat sıfatı) O'nun kendinden kaynaklanır, hayatlarını yaratıcılarının bağışına borçlu olan tüm yaratıkların hayatı gibi başka bir kaynaktan gelmez. Aynı zamanda bu hayat ezelî ve ebedîdir, yani ne başladığı ve ne de bittiği bir nokta vardır. Başka bir deyimle bu hayat sıfatı, zaman kavramından bağımsızdır. Bu gerekçe ile bu anlamdaki hayat da sadece Allah'a özgüdür.
Hayy (diri) olan Allah (C.C.) aynı zamanda Kayyum’dur. “Kayyum” yüce Allah'ın bütün varlıkları gözetip yönetmesi, bunun yanısıra her varlığın varoluşunun O'na dayanması anlamına gelmektedir. İnsan, bu hikmete ve tedbire dayalı ve ana hatları çizilmiş kaideler uyarınca yaşar; değer yargılarını bu sistemden alır; bu arada bu değer yargılarını kullanırken yüce Allah'ın sürekli gözetimi (murakabesi) altında bulunur.
Yoksa mesele eski Yunan filozoflarından olan Aristo'nun düşündüğü gibi değildir. Ona göre Allah, yaratıklarından hiçbirini düşünmez; çünkü O, kendi zatından başka hiçbir şey üzerine düşünmeyecek derecede yücedir. Ona göre Allah, yaratıp kendi haline bıraktığı varlık alemi ile ilişkisini kesmiş oluyordu.
Günümüz beşeri ideolojilerinin ortaya çıkması, bu zihniyetin devam ettiğinin bir sonucudur. Çünkü bu fikir akımları referans olarak vahyi almadıkları gibi, vahyin inşa edeceği bir toplumun ortaçağ karanlıklarında boğulacağı hakaretlerini de yapmaktan geri kalmamışlardır. Kendi oluşturdukları toplumlarda, kabul ettikleri ilahın, tabiat ile ilgili işleri düzenlediğini ama işlerimizde müdahale edememe gibi bir konumda olduğunu uygulamaları ile iddia etmişlerdir. Oysaki Allah (C.C.), hem göklerin ve hem yerin Rabbi olarak Kayyum’dur; yani gözetir ve yönetir.
“(O) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. Şu halde O'na kulluk et; O'na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol. Hiç O'nun bir adaşı (benzeri) olan birini biliyor musun? (Asla benzeri yoktur).” (2)
Bu gözetme ve yönetme, bir an bile uyku ve uyuklamaya tutulmayan Allah’a özgüdür.
Yüce Allah ile hiçbir varlık arasında bir benzerlik asla söz konusu değildir. Allah (C.C.), gizli uyuklamaktan (dalgınlıktan) ya da sürekli uykudan, her ikisinden de kayıtsız şartsız bir kesinlikle münezzehtir.
Şu dehşet verici evrende yer alan sayısız atomun, hücrenin, canlı varlığın, cansız nesnenin, bütün bunları gözetimi ve denetimi altında tutan ve bütün bu varlıkların, Allah'ın tedbirine dayalı olarak ayakta durması çok etkileyici bir gerçektir. Oysa tahrif edilmiş bir kitap olan Kitab-ı Mukaddeste yaratıcı, yaratılanın sıfatlarına benzetilmiş, ve bozuk bir ilah anlayışı ortaya sunulmuştur:
"Ve yedinci gün Allah yaptığı işi bitirdi. Ve yaptığı işlerin hepsini bırakarak yedinci günde dinlendi." (3)
"Rab sanki uykudan uyanır gibi ve güçlü bir adamın şarap nedeniyle nara atması gibi uyandı." (4) Elbette Allah tüm bu zayıflıklardan uzaktır.
"Göklerde ve yeryüzünde ne varsa O'nundur."
Kaydı, şartı, kaybedilme ihtimali ve ortaklığı olmayan bir mülkiyettir bu... Gerçek mülkiyet sırf Allah'a bağlanınca,insanların hiçbir şeye malik olmadığı sonucu ortaya çıkar. Bu durumda insanlar sadece, her şeyin mülkiyeti elinde olan, tek mülk sahibinin vekilleridirler. Bu durumda bu vekillik işlevlerini yerine getirirken onlara yetki veren asıl mülk sahibinin şartlarına uymak zorundadırlar. Asıl mülk sahibi olan Allah (C.C.) bu şartlarını Peygamberler vasıtası ile insanlığa açıkça bildirmiştir. İnsanlar bu şartların dışına çıkamamalı, onları çiğnememelidirler.
Yüce Allah'ın göklerde ve yerde bulunan canlı-cansız herşeyin gerçek maliki olduğu gerçeğinin insan bilincinde kökleşmesi, herşeyin sınırlı süreli bir emanet olduğunu, süresi dolunca bu ödünç emanetin sahibi tarafından geri alınacağını bilmesi, doyumsuzluğun, tamahkârlığın, cimriliğin, ihtirasın ve amansız servet yarışının şiddetini düşürmeye, aşırılığını törpülemeye yeterli bir faktördür. Bu bilinç aynı zamanda kanaat, elde edilen rızka ilişkin hoşnutluk, eldeki imkânlar ölçüsünde özveri ve cömertlik duygularını aşılamanın; insan kalbini varlıkta da yoklukta da güven duygusu ile doldurmanın da teminatıdır. Böylece kaybedilen ya da elden kaçan maddî imkânlar karşısında insanın hayıflanması, yazıklanması, kafasına taktığı ve peşinden koştuğu şeyler uğruna kalbinin yanıp tutuşması önlenmiş olur!
Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah (C.C.)’a aitken "İzni olmadıkça O'nun katında kim şefaatçı olabilir?"
Geçmişte, Mekkeli müşrikler taptıkları putlarının kendilerini Allah(C.C.)’a yakınlaştırdığını, söylemekteydiler. Ayrıca Hristiyanlar, Allah (C.C.) için -haşa- oğul edindiğini ya da değişik şekillerde ortağı olduğunu iddia ederek, -haşa- Rab İsa’nın kendileri için şefaatçi olacağına inanmaktadırlar. Yahudiler ise O'nun, yardımını, -haşa- O'nun yakını olduklarından (seçilmiş topluluk) alacaklarını düşünmektedirler. Bu anlayış bazı Müslüman toplumlara sıçramış, kendileri için kurtarıcı olacağı, hesap gününde himayesine girerek sırat’ın kolayca geçileceği kişilerin varlığına ciddi bir şekilde inanılmaya başlanmıştır.
Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah (C.C.)’a aitken "İzni olmadıkça O'nun katında kim şefaatçı olabilir?" vurgusu ise tüm bu bozuk inanışları; peygamberlerin, meleklerin vs. Allah'tan şefaat dileyeceklerini ve O'nu bağışlamaya zorlayacaklarını sanan kimselerin yanlış fikirlerini reddeder. Bu tür kimseler, yaratıklarının hiçbirinin, değil O'nu bağışlamaya zorlamak, O'nun önünde duramayacağı ve şefaat edemeyeceği konusunda uyarılmaktadırlar. Evrenin Hakimi'nin izni olmaksızın hiçbir peygamber, hiçbir melek ve hiçbir kul O'nun önünde bir tek söz bile söyleyemeyecektir.
"İnsanların önünde ve arkalarında bulunan ve olup-biten herşeyi bilir. Onlar O'nun bilgisinin sadece dilediği kadarını kavrayabilirler."
Bu ifade genel olarak Allah'ın bilgisinin yaygınlığını ve herşeyi kapsayan niteliğini anlatan mecazî olmayan yalın bir ifadedir. İnsanlar ise sadece Allah'ın bilmelerine izin verdiği şeyleri bilebilirler. İnsanların bu gerçek üzerinde uzun uzun kafa yormaları gerekmektedir.
Özellikle evrenin ya da hayatın herhangi bir alanında edindikleri bilgi ile hemen şımarıklığa kapıldıkları şu günlerde bu kafa yormaya daha çok ihtiyaçları vardır.
Her şeyi mutlak, kapsamlı ve eksiksiz olarak bilen, sadece yüce Allah (C.C.)'tır. O, kulları tarafından bilgisinin bazı bölümlerinin keşfedilmesine izin verebilir.
Fakat insanlar bu gerçeği unutarak Allah (C.C.)'ın edinmelerine izin vermiş olduğu bilgiler ile şımarmış; kendilerine bu bilgileri bağışlamış olan Allah (C.C.)’a bu nimetlerin karşılığında şükretme yoluna gitmemişlerdir. Tersine pohpohlanmış ve ilâhi bağışa karşı nankörce davranarak asi olmuşlardır.
"O'nun Kürsî'si (egemenliği) gökleri ve yeryüzünü kaplamıştır; Bunları koruyup gözetmek O'na ağır gelmez."
Normal olarak hükümdarlık, egemenlik anlamını içeren Kürsi (koltuk, taht) kelimesi, dilimizde ki kullanılışı gibi iktidar yerine kullanılmaktadır. O halde "Allah'ın Kürsî'si, gökleri ve yeri kaplayınca" O'nun egemenliği de gökleri ve yeryüzünü kaplamış demektir.
Eğer Kur'an'ın kendine özgü üslubunu, ifade biçimini iyi kavrayacak olursak onun içerdiği bu tür ifadeler etrafında yapılan tartışmalara girmek gereğini duymayız, bunun yanısıra bu amaçla Kur'an-ı Kerim'in yalınlığını ve berraklığını büyük oranda bozan Batı kaynaklı yabancı felsefi kavramları ödünç almaya kalkışmayız.
Göklerin ve yeryüzünün egemenliği kendisine ait olan Allah (C.C.)’ya, bu egemenliği koruyup gözetmek asla ağır gelmez.
"Yüce ve büyük olan O'dur."
Burada dikkat etmemiz gereken çok çarpıcı bir mesaj vardır. Ayet "O, yüce ve büyüktür." demiyor. Bunun yerine "Yüce ve büyük olan O'dur" diyerek, bu sıfatların, ortaksız bir biçimde, sadece Allah (C.C.)’a özgü olabileceği gerçeğinin zihinlere kazınması sağlanmaktadır.
Gerçekten yücelik ve ululuk sıfatları sadece Allah'a özgüdür, bu sıfatlarda başka hiçbir ortağı yoktur. Eğer kullardan biri kendisini dev aynasında görerek bu dereceye yükseldiği saplantısına kapılırsa, Allah (C.C.) onu dünyada horluğa ve aşağılığa, Ahirette de azaba ve perişanlığa mahkum edecektir.
"Orası Ahiret yurdudur.Onu, yeryüzünde böbürlenmeyip, bozgunculuk peşinde koşmayanlara veririz. (Güzel) akibet ise takva sahiplerinindir." (5)
Yine yüce Allah, helâk olmanın eşiğindeki Firavun'dan sözederken "O, kendini beğenmiş bir azgın zorba idi" buyurmaktadır..(6)
Artık açıklamasını öğrenen bir kul, Ayete’l-Kürsi’yi okurken, gökleri idaresi altında bulunduran Allah (C.C.)’ın yeryüzünde de tüm işlerine müdahale etme hakkına sahip olduğunun şuuruna varır.
Diri olan ve kendisini hiçbir zaman uyuklama ve yorgunluğun tutmadığı Rabbinin sürekli gözetimi altında olduğunu düşünerek, O’nun belirlediği sınırları aşmamaya çalışır.
Zerre kadar hayr ve şerrin karşılığının alınacağı bir gün olan hesap gününde, dünyada empoze edilen her türlü şatafatlı, varlıklı, şahsiyetlerin, din tüccarlarının peşine gidilmesinin kendisine bir fayda sağlamayacağını, kendisine güvenilip dayanılacak olanın sadece Allah (C.C.) olduğunu bilerek ibadetlerine şirk karıştırmaz.
Namazlarımızdan sonra, yatmadan önce, herhangi bir darlığa düştüğümüzde, ezberimizden sayısız kereler okuduğumuz Ayete’l-Kürsi, işte budur. Bu ayeti, üzerinde tefekkür etmeden, hızlı bir şekilde, birden çok okumakla yetinirsek, yukarıda belirttiğimiz muhteşem mesajına da yazık etmiş oluruz.
-------------------------------------------------------------
Kaynaklar :
Fizilal’il Kur’an........ Şehit Seyyid Kutub
Tefhimu’l Kur’an .....Mevdudi
Et-Tefsirü’l-Hadis.... İzzet Derveze
1-(2/Bakara 255)
2-(19/Meryem 65)
3-(Tekvin, 2:2)
4-(Psalms 78:65.)
5-(28/Kasas Suresi 83)
6-(44/Duhan Suresi 31)