Kur’an Okumanın Fazilet ve Adabı

Rate this item
(0 votes)

Resulullah’ın (s.a.a) vasiyetlerinden biri de Kur’an tilavet etmektir. Kur’an tilavet etmenin, hıfzının, taşınmasının, kavranmasının, öğrenmesinin, sürekli okunmasının, anlam ve sırları hakkında tefekkür etmenin fazileti, kısır aklımızın alacağından çok daha fazladır. Bu hususta Ehl-i Beyt’ten nakledilen hadisler bu sayfalara sığmayacak kadar çoktur. Dolayısıyla bir kaçını aktarmakla yetiniyoruz.

Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Sadık’a şöyle buyurmuştur: “Kur’an Allah’ın, kuluna bir ahdidir (anlaşmasıdır) ve Müslüman insanın her gün bu ahdine bakması ve günde en az elli ayet okuması yakışır.”

Hz. Seccad ise şöyle buyurmuştur: “Kur’an ayetleri hazinelerdir. O halde hazinelerden her biri açıldığında ona bakman yakışır.”

Bu iki hadis, zahiren, ayetler üzerinde tefekkür edilmesinin ve anlamlarının düşünülmesinin güzel olduğunu ifade etmektedir. İlahî muhkem ayetler üzerinde tefekkür etmek ve tevhid, hikmet ve marifetlerini anlamaya çalışmak; ilahi kelamın muhatabı olan vahy Ehl-i Beyt’ine sarılmadan, kendi şahsi görüş ve bozuk heveslerine uyanlar hususunda nehy edilmiş olan kendi reyine göre tefsirden apayrı bir şeydir. Bu husus, kendi yerinde ispatlanmıştır ve dolayısıyla da bu makamda detaylara yer vermek gereksizdir. Sadece Allah-u Teala’nın şu ayeti bile yeterlidir: “Onlar Kur’an üzerinde tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?”

Kur’an’a müracaat etmek ve manasına teveccühte bulunmak hadislerde oldukça tavsiye edilmiştir. Hatta Emir’ul Müminin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefekkür üzere olmayan bir kıraatin hiç bir hayrı yoktur.”

Bu hususta Ebi Ca’fer’den (a.s) naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir gecede on ayet okuyan kimse gafillerden yazılmaz. Elli ayet okuyan ise zikredenlerden yazılır. Yüz ayet okuyan itaat edenlerden yazılır. İkiyüz ayet okuyan boyun eğenlerden yazılır. Üçyüz ayet okuyan, kurtuluşa erenlerden yazılır. Beşyüz ayet okuyan, ibadette çaba gösterenlerden yazılır. Bin ayet okuyana, en küçüğü Uhud dağı kadar, en büyüğü ise, yer ile gök arası kadar olan bir kıntar iyilik yazılır ki bir kıntar, onbeş bin (veya ellibin) miskal altın ve bir miskal da yirmidört kırat değerindedir”

Bir çok hadislerde, Kur’an’ın güzel bir surette tecessüm edeceği ve ehli ile kıraat edenlere şefaatte bulunacağı yer almıştır ki biz bunların naklinden vazgeçtik.

Bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “Eğer mümin genç, Kur’an’ı tilavet ederse, Kur’an, onun et ve kanına karışır. Allah-u Teala onu değerli ve iyi elçileriyle birlikte kılar. Kıyamette Kur’an onun sığınağı olur. Allah’ın huzurunda (Kur’an) şöyle der: “Ey Allahım! Benimle amel edenler dışında her amel eden kimse mükafatını aldı. O halde beni okuyanlara, en iyi mükafatını ver.” Böylece Allah-u Teala ona (Kur’an ile amel edenlere) cennet elbiselerinden iki elbise giydirir ve başına keramet tacını koyar ve (Kur’an’a), “Acaba razı oldun mu?” diye hitab edilir. Kur’an, “Ben daha fazlasını ümit ediyordum.” diye arz eder. Böyle olunca da eman ve güven sağ eline, cennette ebedi kalmak ise sol eline verilir, böylece cennete girer ve kendisine, “Oku ve yücel.” denir. Daha sonra da Kur’an’a şöyle hitap edilir: “Biz onu bir çok makamlara ulaştırdık, acaba razı oldun mu?” Kur’an o zaman “Evet” der.”

Hakeza Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Kur’an’ı çok okur ve ezberlemede zorluklara katlanarak ahdini yenilerse, kendisine iki mükafat verilir.” Bu hadisten anlaşıldığı üzere Kur’an-ı Şerif’i tilavet etmekten maksat; insanın kalbine tesir etmesi, insanın batınının, ilahî kelamın sureti haline gelmesi ve meleke/yeti (aptitude)) mertebesinden tahakkuk (aktüel/edimsel) mertebesine ulaşmasıdır. Nitekim “Eğer mümin genç, Kur’an’ı tilavet ederse, Kur’an, onun et ve kanına karışır” sözü de buna işaret etmektedir. Bu da, Kur’an’ın suretinin kalpte yer etmesinden kinayedir. Öyle ki artık insanın batını liyakat ve kabiliyeti miktarınca Kelamullah-ı Mecid ve Kur’an-ı Hamid haline gelir. Kur’an’ı yüklenen kimselerin batını ise, her şeyi ihata eden ilahi kelamın tüm hakikati haline gelir. Bizzat Kur’an’ın kendisi, her şeyi kuşatan kesin bir kanıttır. Hz. Ali ve onun neslinden gelen masum imamlar ise tümüyle ilahî temiz ayetlerin tecessümüdür. Onlar Allah’ın büyük ayetleri ve tam Kur’an’dırlar. Hatta tüm ibadetlerde bu anlam amaçlanmıştır. İbadetlerde ve ibadetlerin tekrarındaki en büyük sırlarından birisi de, bu ibadetlerin hakikatinin aktüel hale getirilmesi, kalp ve zat batınının ibadetin suretiyle tecessüm etmesidir. Nitekim bir hadiste “Hz. Ali’nin (a.s) müminlerin namazı ve orucu olduğu” yer almıştır.

İbadetin Gençleri Etkilediğinin Beyanı Hakkında

Bu kalbî etkilenme ve batınî tecessüm, gençlik çağında daha iyi hasıl olur. Zira gencin kalbi latif ve tazedir, sefası daha çoktur. Meşguliyetleri, çatışmaları ve yoğunlukları ise daha azdır. Dolayısıyla tepkisi az, kabulü ise daha çoktur. Tüm güzel ve çirkin huylar, gencin kalbinde daha iyi, çabuk ve şiddetli şekilde etki eder. Bir çok gencin ehliyle muaşeret ettiği takdirde hak ve batılı, veya güzel ve çirkini hiç bir delil ve kanıt olmaksızın kabul ettiği görülmüştür. O halde gençler, kalplerinde güçlü bir iman da olsa kimlerle muaşeret ettiğinde iyi bakmalı ve kötülerle oturup kalkmaktan sakınmalıdır. Kötü kimselerle oturup kalkmak her sınıftan insan için zararlıdır. Hiç kimse kendine güvenmemeli, güzel ahlak ve ameline aldanmamalıdır. Nitekim hadislerde de kötü kimselerle muaşeret etmek yasaklanmıştır.

Kıraatin Adabı Hususunda

Özetle Kur’an-ı Kerim’in kıraatinden istenilen husus kalpte Kur’an'ın suretinin tecessüm etmesi, emir ve yasaklarının kalbi etkilemesi ve davetlerinin yerleşmesidir. Bunlar sadece kıraat adabına riayet edildiği zaman söz konusudur. Kıraat adabından maksadımız ise Kur’an kurrâları nezdinde mütedavil olan sadece tüm gücünü lafızların mahreci ile harfleri eda etmede tüketmesi türünden şeyler değildir. Aksi takdirde Kur’an ve anlamı hususunda tümüyle gaflete düşmekle beraber tecvit de bozulur, bir çok defa kelimeler aslî suretinden çıkar, madde ve suretiyle değişikliğe uğrar. Zaten şeytani hilelerinden biri de ibadet eden bir insanı ömrünün sonuna kadar Kur’an-ı Kerim’in lafızlarıyla meşgul etmesi; Kur’an’ın nüzul sırlarından, emir ve yasakları ile hak inançlara ve güzel ahlaka davetinin hakikatinden bütünüyle gafil kılmasıdır. Ancak elli yıllık kıraatten sonra, aşırı kalın ve şiddetli okuma sebebiyle kelam suretinden tamamıyla çıktığı ve ilginç bir hale geldiği anlaşılmaktadır! Dolayısıyla adaptan maksat, tertemiz şeriatta göz önünde bulundurulan adaptır ve bunların en büyüğü ve başlıcası da ayetler üzerinde tefekkür etmek ve ibret almaktır. Nitekim buna daha önce de işaret edilmişti.

Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Sadık şöyle buyurmuştur. “Bu Kur’an’da hidayet meşaleleri ve karanlık gecenin kandilleri vardır. O halde görüş sahibi insan gözleriyle Kur’an’ı taramalı ve nurundan istifade etmek için gözlerini açmalıdır. Zira Kur’an’da tefekkür etmek basiretli kalbin hayatıdır. Karanlıklarda aydınlanan kimse nurdan istifade ettiği gibi (cehalet ve delalet karanlıklarında da Kur’an’dan istifade edilir).”

Hz. Ali ise uzun bir konuşmasında takva sahiplerinin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Takva sahibi kimseler, Kur’an’da korkutucu bir ayete rastladıklarında gözlerini ve kalp kulaklarını açarlar. Bütün bedenleri titremeye başlar, kalpleri korkar, adeta cehennemin korkunç sesinin ve feci bir inilti ve solumasının kulaklarının dibinde olduğunu sanırlar. Teşvik eden bir ayete rastladıklarında ise hırsla ona itimat ederler ve kalpleri şevkten adeta uçar hale gelir. Adeta o vaatlerin hazır olduğunu sanırlar”

Açıkça bilindiği gibi Kur’an’ın manaları üzerinde tefekkür eden bir insanın kalbi etkilenir ve yavaş yavaş takva sahiplerinin mertebesine erer. Eğer ilahî yardıma mazhar olursa o makamdan da geçer ve tüm kuvve ve organları ilahî ayetlerden bir ayet haline gelir. Dolayısıyla ilahî hitapların cezbeleri onu kendinden geçirir, “oku ve yücel” hakikatini bu alemde elde eder, sonunda kelamı vasıtasız bir şekilde bizzat söyleyenden işitir ve böylece benim ve senin gibilerin hayaline bile gelmeyen şeyler olur.

Kıraatte İhlasın Beyanı Hakkında

Kur’an kıraatinin kalbi etkileme hususunda temel bir konumu bulunan ve yokluğu durumunda da hiç bir amelin kabul görmediği, hatta zayi ve batıl hale geldiği ve de Allah’ın gazabına neden olduğu olmazsa olmaz adaplarından biri de, uhrevi makamların sermayesi ve ahiret ticaretinin anamalı olan ihlastır.

Bu hususta da Ehl-i Beyt’ten bir çok rivayet nakledilmiştir. Örneğin İmam Bakır şöyle buyurmaktadır: “Kur’an kârileri üç kısımdır. Onlardan birisi Kur’an okur, kıraatini geçim vasıtası kılar, bu vasıtayla hükümdarlardan maaş alır ve insanlardan öne geçmeye çalışırlar. Birisi de Kur’an okur, harfleri ezber, Kur’an'ın sınırlarını zayi eder ve kasenin arkaya atıldığı gibi Kur’an’ı arkaya atarlar. Allah-u Teala bu tür Kur’an yüklenicilerini çoğaltmasın. Başka bir grup ise Kur’an’ı kıraat eder, Kur’an'ın devalarıyla kalp dertlerini ilaç etmeye çalışır. Onun vasıtasıyla geceleri (ibadet ile) sabahlar, gündüzleri (oruç tutarak) susuz geçirirler. Onunla camilerde namaz kılar ve gece (ibadet için) yatağından kalkarlar. Aziz ve cebbar olan Allah onlar vasıtasıyla belaları def eder, onlarla düşmanlara üstün gelir ve onlarla göklerden yağmur yağdırır. Allah’a andolsun ki Kur’an’ın bu kârileri simyadan daha değerlidir.”

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Halktan istifade etmek için Kur’an tilavet eden insan kıyamet gününde yüzünde hiç bir et olmaksızın kemik olduğu halde haşrolur.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı öğrenen, onunla amel etmeyen ve dünya sevgisiyle ziynetini Kur’an’a tercih eden insan, Allah’ın gazabını hak eder ve hakikatte Allah’ın kitabını artlarına atan Hıristiyan ve Yahudilerin derecesindedir.

Kur’an’ı kıraat eden, ama bununla kendini beğenen ve dünyayı talep eden insan, kıyamet gününde yüzünde hiç et olmaksızın kemikli bir halde Allah’ın huzuruna çıkar, ateşe girinceye kadar Kur’an ensesine vurur ve sonunda cehenneme düşenlerle birlikte cehenneme düşer.”

Allah Kur’an’ı kıraat eden, ama amel etmeyen kimseyi kıyamet gününde kör olarak haşr eder ve o şöyle der: “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim” der. Allah, “Böyledir, ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun” der” Daha sonra onu ateşe atarlar.

Kur’an’ı Allah için ve sadece dinin öğretilerini öğrenmek için kıraat edenin sevabı, bütün meleklerin, nebilerin ve resullerin tümüne verilen sevap gibidir.”

Kur’an’ı riya, kendini beğenmek, cahillerle mücadele etmek, alimlere karşı kibirlenmek veya dünyayı elde etmek için öğrenen kimsenin Allah-u Teala kıyamette kemiklerini dağıtır ve ateşte hiç kimse onun kadar azap görmez. Allah-u Teala ona şiddetli gazap ettiği için de onu her türlü azapla cezalandırır.

Kur’an öğrenen, ilimde tevazu gösteren, bu ilmi Allah’ın kullarına öğreten ve sadece Allah nezdinde olanı taleb eden kimseye gelince, cennette hiç kimsenin sevabı ve derecesi, ondan daha büyük değildir ve cennetteki bütün yüce ve nefis makamlarda, nasibi en fazla ve derecesi en değerli kimsedir.”

Tertilin Manasının Beyanı Hakkında

Kur’an'ın nefiste etkili olmasına sebep olan ve Kur’an’ı kıraat eden kimsenin dikkat etmesi gereken hususlardan biri de kıraatte tertildir ve hadis-i şeriflerde yer aldığı üzere tertil; sürat ve acele ile kelimelerin birbirinden kopmasına ve dağılmasına neden olan aşırı yavaşlık ve gevşeme arasındaki orta yoldur.

Nitekim Kafi kendi senediyle Abdullah b. Süleyman’dan şöyle dediğini aktarmaktadır: Hz. İmam Sadık’a (a.s) “Kur’an’ı tertille okuyunuz.” ayeti sorunca şöyle buyurdu: “Hz Emir’ül Müminin Ali (a.s) şöyle buyurdu “Yani, Kur’an'ın harflerini kamil bir şekilde izhar et ve şiir okurken acele ettiğin gibi acele etme. Hakeza harfleri dağınık çakıl taşları gibi de dağıtma. Kalbi etkileyecek ve duygulandıracak bir şekilde okuyun ve derdiniz süreyi bitirmek olmamalıdır.”

O halde Allah’ın kelamını okumak, ilahî ayetlerle kendi kasvetli kalbini tedavi etmek, her şeyi ihata eden ilahi kelamla kalbi hastalıklarını iyileştirmek; bu gaybi ve nurlu meşalenin ve semavi “nur üstüne nur”un ışığından istifade ederek uhrevi makamlara ve kemal merhalelerine ulaşma yoluna ermek isteyen insan, bunun zahirî ve batınî araçlarını temin etmeli, zahirî ve manevi adaplarına riayet etmelidir; bizim gibi değil. Bizler Kur’an’ı okurken mana, maksat, emir, nehy, vaaz ve sakındırmalarından tümüyle gaflet ettiğimiz gibi, cehennemin sıfatları, şiddetli azabı ile cennet ve nimetlerinin niteliklerinin de bizimle hiç bir ilgisinin olmadığını sanıyoruz. Hatta Allah korusun bir roman okurken kalp huzurumuz daha çok ve duygularımız daha hassas iken, Allah-u Teala’nın kitabını okurken zahirî adaplarından bile gaflet ediyoruz.

Hadis-i şerifte yer aldığı üzere “Kur’an’ı hüzünlü bir şekilde ve güzel bir sesle okuyunuz.” Hz. Ali bin Hüseyin Kur’an’ı güzel bir şekilde tilavet ediyordu. Öyle ki oradan geçen kimseler duruyor, onun Kur’an okuyuşunu dinliyor ve kendinden geçiyorlardı. Ama biz Kur’an’ı okurken daha çok kendi güzel sesimizi insanlara duyurmaya çalışıyoruz. Kur’an veya ezanı bir vasıta kılıyoruz. Maksadımız Kur’an’ı tilavet etmek ve bu müstahap amelle amel etmek değildir. Özetle şeytanın ve nefs-i emmarenin hileleri çoktur ve genellikle batılı hakka benzetmekte, çirkin ve güzeli birbirine karıştırmaktadır. Dolayısıyla bunların şerrinden ve hilelerinden Allah’a sığınmak gerekir.

İmam Humeyni (k.s)

ABNA.İR

Read 3188 times