
کارگر
İran'dan Arınç'a PKK tepkisi!...
İslami İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Ramin Mihmanperest, İran'ın PKK'ya destek verdiği ve işbirliği yaptığına dair Türkiye başbakan yardımcısı Bülent Arınç'a tepki gösterdi.
MHA'nın İran devlet televizyonuna dayandırdığı habere göre, İslami İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Ramin Mihmanperest, Türkiye başbakan yardımcısı Bülent Arınç'ın, İran'ın PKK'ya destek verdiği ve işbirliği yaptığına dair delilsiz açıklamasına tepki göstererek, İran'ın böyle bir iddiayı kabul etmediği gibi İran'ın son 30 yıldır her zaman başta Filistin halkı olmak üzere mazlum milletlerin hamisi olduğunu söyledi.
Mihmanperest, İran ve Türkiye'nin Suriye konusunda her ne kadar farklı tutumlarının olmasına rağmen bu durumun iki ülke arasında siyasi tutumlarında tefrikaya neden olmaması gerektiğini dile getirdi.
İran dışişleri bakanlığı sözcüsü, PKK güçlerinin İran topraklarından Türkiye'ye nüfuz ettiğine dair iddiaları da reddederken gerçekleri çarpıtmak için yapılan bu gibi asılsız iddiaların Türkiye'nin iç meselesinin hallinde bir katkısının olmayacağını söyledi.
İran ve Türkiye'yi bölgenin iki güçlü ülkesi olarak niteleyen Mihmanperest, iki ülkenin kendi güçlerini, Amerika-siyonist fitnenin önlenmesinde kullanmaları gereğine vurgu yaptı.
Şah- Merdan Ali’nin (a.s) Şehadeti
Bismillahirrahmanirrahim
Şah-ı merdan imam Ali (a.s) hicretin 40. yılı ramazan ayının 19. günü İbni Mülcem lanetisi tarafından zehirli kılıçla darbe almıştı ve ramazanın 21. günü şehadete ermişti.
Mülcemi Muradi, Berke ve Sadi b. Amr bir araya geldiler. Bunların üçü de hariciydi, halkın arasına düşen fikir ayrılığı hakkında konuştular. Nehravan’daki ölülerini andılar, ağlaştılar.’’Onlardan sonra yaşayıp da ne yapacağız, canlarımızı Allah için satmamız, sapıklık ehline öncü olanları öldürmemiz ve şehirleri onlardan kurtarmamız gerekir.’’ diye kendi aralarında ahitleştiler.
İbni Mülcem l.a: ‘’ Ali'ye ben yeterim.’’ dedi. Berke:’’ Ben Muaviye’yi öldürmeyi üstüme alıyorum.’’ Amr: ‘’Ben de As oğlunu öldürürüm.’’ dedi. Üçü de öldürmedikçe veyahut ölmedikçe bu kararlarından asla vazgeçmeyecekleri sözünü verdiler. Kılıçlarını aldılar, zehirlettiler, ramazan ayının 19. günü sabah vakti harekete geçeceklerini kararlaştırdılar.
İbni Mülcem l.a Kufe'ye geldi. Fikirdaşlarıyla buluştu ama yapacağı işi kimseye açmadı. Bir gün fikirdaşlarından birinin evinde bir kadın gördü, kadın çok güzeldi. Adı Kutam’dı. Kadına aşık oldu ve evlenme teklifinde bulundu.
Kadın: ‘’Benim mihriyem çok ağırdır, üç bin dirhem vermedikçe, bir köle alıp bana bağışlamadıkça ve Ali'yi öldürmedikçe sana varmamın imkanı yoktur.’’ dedi.
İbni Mülcem l.a: ‘’ İlk iki şartını yerine getiremem fakat Ali'yi öldürme işi Allah indinde benim için dünyadan daha hayırlıdır.’’ dedi. Kutam’ın babasıyla kardeşi Nehrevan’da öldürülenlerdendi. İbni Mülcem’e dedi ki: ‘’Eğer Ali'yi öldürürsen senin yüreğin de soğur benim de. Ondan sonra seninle güzelce geçinir gideriz.’’ dedi. Ve kavminden olan Verdan ile Şebip isimli kişilerin ona yardım etmelerini sağladı.
Hicretin 40. yılıydı Şah-ı merdan mevla (a.s) bir akşam imam Hasan’ın (a.s), bir akşam imam Huseyn’in a.s bir akşam da Caferi Tayyar oğlunun evinde iftar eder, üç lokmadan fazla yemezdi. ‘’Aç olduğum, midemin dolu olmadığı halde Allah’ın emrinin gelmesi daha sevimlidir.’’ derdi.
Hz. imam Ali (a.s) kılıçla vurulacağı gün fecr vakti evinden çıkıp Kufe mescidine giderken imam Hasaneyn a.s lara hediye olarak getirilmiş olunan ördekler mübarek mevlamızın abasının alt kısmına yapışarak gitmesine engel olmaya çalıştılar.Ördekleri uzaklaştırmak isteyenlere:''Bırakın onlar ölüye ağlayanlardır.'' buyurdular.
İmam Ali (a.s) mescide geldi, namaz kıldırırken namazın ilk secdesine varırken ibni Mülcem l.a : ''Ya Ali hüküm Allah'ındır, senin adamlarının değil.'' diyerek bir kılıç vurdu. Kılıç Hz. imam Ali’nin (a.s) başına Hendek savaşında Amr’ ın vurduğu yere rastladı.Öyle sert bir darbeydi ki, kılıç derinlere kadar işledi. O anda imam Ali (a.s) yere düşüp ''AND OLSUN KABE’NİN RABBİNE KURTULDUM.'' sözünü buyurdular.
Cemaat Ali’nin (a.s) vurulduğunu fark edince hemen her biri mescidin kapısına koşarak ibni Mülcem lanetisini yakaladılar, kılıcını elinden aldılar.Verdan ve Şebip kaçmayı başardılar.Şebip’i, amcasının oğlu gizlendiği evinde öldürerek cehenneme gönderdi.
İmam Ali (a.s) çok ağır yaralanmıştı, çok da kan kaybediyordu, hemen bir kilimin içine bırakarak fazla zahmet vermeden evine götürdüler. Daha sonra ibni Mülcem lanetisini elleri bağlı bir şekilde mübarek huzurlarına getirdiler. Hz. imam Ali a.s : ''Ey Allah'ın düşmanı, ben sana iyilik etmedim mi?'' diye sorunca Mülcem oğlu: ‘’Evet, iyilik ettin.’’ dedi.
İmam Ali (a.s): ‘’ Bunu niçin yaptın ?’’ diye sorduklarında, o zalim şöyle dedi: ‘’Kılıcımı kırk biledim Allah'tan onunla halkın en kötüsünü öldürmesini istedim.’’ dedi. İmam Ali (a.s) :''Sen onunla öldürüleceksin. Halkın en kötüsü görüyorum ki sensin''.
Sonra şöyle devam ettiler: ''Ben ölürsem bu adamı o beni nasıl vurduysa öyle vurun öldürün, eğer sağ kalırsam hüküm benimdir ne yapacağımı ben bilirim.'' Sonra odada toplanmış olan evlatlarına dönerek şöyle buyurdular:''Ey Ebutalip oğulları! Müminlerin emiri öldürüldü diye Müslümanların kanlarını dökmeye kalkmayın, ancak beni öldüreni öldürün. Ey Hasan o bana bir kılıç vurdu, ölürsem sen de onu bir kılıç darbesiyle öldür. Çünkü ben Allah resulünden duydum ki buyurdular: ‘’ Sakının işkenceden, kudurmuş köpek bile olsa eziyetle öldürmeyin.''
İmam Ali (a.s) kanına karışan zehirin etkisiyle çok ağır yaralıydı, dönemin en ünlü tabipleri bile bir şey yapamadılar.Şah-ı merdan Ali (a.s) yaralanmalarından üç gün sonra şehadete erdi.
Mübarek imamın defin işlerinden sonra imam Hasan (a.s) Mülcem oğlu lanetisini huzurlarına getirttiler ve imam Hasan (a.s) babalarının vasiyetine uyarak bir kılıç darbesiyle onu cehenneme gönderdi.
İmam ALİ (a.s) mübarek kabirlerinin yeri düşmanların tehlikesi dolayısıyla çok uzun yıllar gizli kalmıştır. İmam Caferi sadık (a.s) döneminde kabirlerinin yeri halka aşikar olmuştur.
Allah’ın selamı aziz imamımıza olsun, laneti ise ibni Mülcem ve Mülcemi zihniyetlere olsun. Şefaat ve ziyaretleri cümle arzulayan dostlara olsun.
Selam ve dua ile
Ebuzer Göktaş
Uyuyan güzel
Bir cadının büyüsüyle Şato'nun Güzel'i uykuya daldı. Bazı kimseleri de uykunun devamını sağlamakla görevlendirdi. Biz Şato'ya yaklaşamıyoruz, yatak odasına hiç giremiyoruz. Merhum Barış Manço'nun 'domates, biber, patlıcan' türküsünü köşemizden haftada iki kez çağırır gibi yaparken, araya bir de Merhum Cenab Şehabeddin'in mısralarını sokuşturuyoruz ki ninni söyleyenlerin, cadının uyku tozunu Şatoya serpiştirenlerin Hışm-i Devletleri'ne maruz kalmayalım!
Arada; 'domates, biber, patlıcan'ın yeni bir düzenlemesiymiş gibi fısıldıyoruz, 'nakarat' olarak terennüm ediyoruz: -Artık uyan ey Mah! / Ey Mâh-i Dil-ârâm! / Zira geçiyor âh! / Sâât-i semen-fâm!... / Zira geçiyor âh! / Sâât-i muhabbet!
Mâbeynciler'den; duyan ve cevaba tenezzül eden olursa şu cevabı alıyoruz:
-Uyuyan sizsiniz! Kendinize bakın!
Bu arada 'sâât-i muhabbet', sevgi saatleri geçiyor, şuur altlarına gömülü savaş baltaları çıkarılıyor Neyleyelim ey Azîzan? Merhum Cenab Şehabeddin gibi ye'se kapılıp 'artık uyu ey Mâh!'mı diyelim? Ayşe Hanım (Böhürler) gibi 'lâf orucu'na mı girelim? Yanılmıyorsam Ayşe Hanım kardeşimizin orucu, yine yanılmıyorsam Şeref Hanım'ın Sultan Mahmud'a hitab ettiği 'şarkı'sındaki oruç kabilinden idi: -Pür ateşim, açtırma benim ağzımı zinhar! / (Ey Mah!=Aslında: Zâlim!) beni söyletme derunumda neler var!
Ne var ki mâbeynciler, sussanız da, konuşsanız da, aynı sonuca varıyorlar: -Şi'i takıyyesi! Bunlara güvenmemek lazım! Bütün tutum ve davranışları takıyyedir. Biz takıyye yapmayız, Cadı Hazretleri'nin talimatında ne yazılıysa onu terennüm ederiz! Bu mülkün sahibi cadı değil mi? Ul-ül-emre itâat farz değil midir?
Esasen bu şi'iler asırlarca nikah yoluyla Şatomuz'a nüfuz etmişler de nihayet 1915'de ermenilere haddini bildiren şanlı Hükümetimiz acemlerle nikahı da yasak eylemiş! Nur içinde yatalar! 1926'da acemler yine bir oyunla bize Medeni Kanun'u kabul ettirdiler ve bu yasak kalktı. Ne durursuz ey müslümanlar? Bu yasağı ihya vakti değil midir? Görmediniz mi? Acem Serdarı coştu, yanıtını aldı! Bir o eksikti! Cadı benim, ben Cadı'nın, el ne karışır? / Obama'ya beyzbol sopası ne güzel yakışır! Esasen biz Acem'i nükleer krizde yalnız bırakmayıp kendilerine bir hücum olursa yardımlarına koşabilelim ve onları cadının arabasına koşup Cadı'nın gazabından kurtarabilelim deyû füze kalkanı kurdurmuş iken bu nankörlüğe, bu vefasızlığa bakın! Üstelik Cadı Sultan'dan haber geldi: PKK'yı destekleyen de Acem imiş!
Yine 'domates, biber, patlıcan!' arasına bir 'fısıltı' katıyoruz: -Bre Devletlûm, bizde bir haksızlığa uğrayanlar, 'dilsiz şeytan olma!' anlamında, '-susma, sustukça sıra sana gelecek!' deyû çığrışmazlar mı? 'Acem Serdarı' da 'men gelerem şırtu pırtınızı dağıdaram haa!' mı dedi ki bu kadar hiddet buyuruyorsunuz? -'Cadı'nın yangın kundakçıları komşu şatoyu hâk ile yeksân ve Seyyide Zeyneb ve Seyyide Rukayye haremlerini viran ettikten sonra Cadı'nın günlüğündeki sıraya göre ergeç sıra size de gelecek, bugün bana ise yarın sanadır!' demedi mi? Yoksa bunu söylerken, elinde kalyan marpucu varmış da biz mi bilmiyoruz?
Yine soruyorum ey gerçek Azizan, apaçık bir sözün bu kadar aksine yorumu, güven ilkesine göre yorum mu demektir? Alacağım cevabı biliyorum: -Acem'e güven olmaz ki sözünü de güven ilkesine göre yorumlayalım!- -Pes çi bâyed kerd ey akvâm-i, Şark? (Ey Doğu Milletleri! Bu durumda ne yapmalı? -Merhum İkbal'in bir kitap başlığı) '-Süleyman tahtını sanki mâr almış!' Beyzbol sopası; 'Süleyman asâsı'nın yerine geçmiş. Süleyman Asâsı'nın Musa'nın asâsından farkı yoktu. Bugün bunun yerini Dâbbet-ul-Arz'ın sopası aldı. İftar sofrasında Ehl-i Beyt'den bahsetmemi dahî 'Şi'îlik propagandası' sayıp tepki gösteren ebna-i zaman devletluleri, ninni söyleyen mabeynciler ve Cadı marka enfiye tiryakilerinin sayıdan, saygıdan, insafdan ârî yorumları karşısında 'domates, biber, patlıcan' demek dahî zor! İyi bir 'Müslüman Kardeş' bundan gayet mantıklı bir idam fetvası gerekçesi çıkarabilir: -Domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı! Biber de yeşildir mâlûm-i devletleri! Şu halde bu söz, aslında 'kızıl' olup da 'yeşil' görünme parolasıdır, yani takıyyedir, değil mi efendim? Patlıcan da Acem Serdarı'nın beyanatından sonra âşikâr oldu ki patlıyacan! 'tehdididir vs. vs.
Bir kez bu yola girilip de insafa, mantık ve akla 'elveda' dendikten sonra, 'neo-Kemaltahirizm' de peşinden gelir kiKemal Tahir'e dahi parmak ısırtır:
-Pir Sultan Abdal İran casusu idi. Şi'i propagandası ile Anadolu'nun milli birliğini bozdu. Yavuz'a da altmışbin küsûr halkı katletmekten başka seçenek bırakmadı. Şu halde bu tenkillerin sevabı Hünkâr'a, varsa günahı Acem'e yazıla! -Efendi Hazretleri, Pir Sultan Abdal, Yavuz'dan sonra yaşamış değil mi? -Kaziyye değişir mi a dümbelek? -Bu fetvânızdanBeşşar Esed de yararlanabilir mi? -Aslâ ve kat'â! Kaziyye ve kazın ayağı öyle değil! Zalim de olsa, fâsık da olsa sünnî emîre itaat farz, buna mukabil râfızîyî ne olursa olsun alaşağı etmek yine farzdır!
Cenab Şehabeddin Merhum ye'se düşerek: –Artık uyu ey Mâh!... / Etdi güzer eyvâh! Sâât-i Mülakaat! demişdi. Biz 'artık uyu ey Mah!' desek bile 'tala'al-Bedru aleyna!' diyeceğimiz mülâkat saatini bekliyoruz. Akıbet muttakıylerindir. Selâm!
Hû diyelim Gerçekler'in demine!
Hüseyin Hatemi 11 Ağustos 2012 Cumartesi
'Van münit' nerede kaldı?
Başbakan Erdoğan'ın seçim taktiği bellidir:
1/Önce İsrail'e çatar; böylece Türkiye'deki Yahudi karşıtı Müslümanları kandisine bağlar. İsrail Devlet Başkanı Şimon Perez'e karşı 'Van münit' çıkışı da böyleydi.
2/'Tek devlet, tek vatan, tek millet' sloganını devreye sokarak milliyetçi çoğunluğu kazanır.
Soruyorum: Uzun zamandır Başbakan Erdoğan niçin İsrail'e tek laf edemedi?
Edemez: çünkü; Amerika'da seçim var. Başkan Barack Obama'nın rakibi olan Cumhuriyetçi Mitt Romney, açıkça İsrail'in yanında duruyor. Ortadoğu'da İsrail karşıtı ülkelerden hesap soracağını söylüyor; Obama'yı bu konuda pasif kalmakla suçluyor ve kamuoyundan destek buluyor. Bu yönden sıkışan Obama da İsrail'i savunan bir çizgiye geldi.
İşte bizim Başbakan ile telefonda konuşurken elinde tuttuğu o beyzbol sopası; 'İsrail aleyhine tek laf edersen, sopaya hazır ol!' işareti idi. Bunu kamuoyuna da anlatmak için; bu sopalı fotoğraf; Obama tarafından bilinçli olarak basına servis edildi. Böylece; Obama'nın, Başbakan Erdoğan'a ne mesaj verdiği de gösterilmiş oldu.
UÇAK İŞİ DE AYNI
Hani Suriye'de düşürülen uçağımız ya... O da işte bu politikanın eseridir. Amerika; İsrail üzerinde tehdit oluşturan İran'ı ve destekçisi Suriye'deki Esat rejimini yola getirmek için harekete geçti. Bunun için önce Suriye karıştırıldı. Türkieye'nin Suriye'ye karşı kuvvet kullanması için bizim keşif uçağı Suriye'de düşürtüldü(!) Bunu gerekçe göstererek Esat karşıtlarına Türkiye üzerinden binlerce militan ve ağır silah desteği yapıldı. Açık açık Türkiye; komşusu bir ülkeye karşı terör eylemleri başlattı.
Bunun bölgeye yönelik uzun vadeli Amerikan planları ile de tam uyuştuğunu bilmek gerekiyor. İsrail üzerindeki Arap baskısını kırmak amacıyla bölgede bir Kürdistan devleti oluşturma planı da bu arada işletiliyor. Kuzey Irak'ta temeli atılan bu devlete şimdi Kuzey Suriye ekleniyor. Türkiye'nin büyük desteği ile Kürdistan büyütülüyor.
İttifaka bakar mısınız? Amerika-İsrail-Türkiye-Suudi Arabistan-terör örgütü El Kaide aynı safta Suriye yönetimi ile savaşıyor.
Beşşar Esad ne demişti: 'Eğer İsrail ile anlaşma yapsaydım; bu işler başımıza gelmeyecekti.'
-Van münit! Van münit!
İRAN HAKSIZ MI?
Başbakan Erdoğan; Beşşar Esad'a 'Diktatör, zalim, halkını katlediyor!' diye yüklenedursun; aynı suçlamalar; ayrılıkçı Kürtler tarafından kendisine yöneltiliyor. İran yönetimi de bizim tarafa bunu hatırlatıyor: Bakın; bugün Suriye'de rejimi yıktırarak Kürdistan'ı büyütüyorsunuz ama yarın öbür gün aynı gerekçelerle sizin ülkeniz de karıştırılacak.
Şimdi Ortadoğu'daki olaylara mezhepçi açıdan değil de tarafsız gözle bakmasını bilen vicdan sahibiplerine soruyorum: Gelişmeler tam da İran'ın dediklerini doğrulamıyor mu? Şemdinli'deki 20 gündür devam eden çatışmalar bunun işareti sayılmaz mı? Güneydoğu Anadolu'nun Türkiye'den kopartılıp, bölücülerin diliyle 'Kuzey Kürdistan' adıyla Güney Kürdistan ile yani Irak bölgesi ile birleştirilme projesi ağır ağır işletilmiyor mu? Uzun vadeli ABD planlarında bu Kürdistan Devleti açık açık gösterildiği halde; Türkiye'deki iktidarın bunu bilmezden gelmesi ve ayrılıkçılara Süriye'de devlet olma imkanı sunması ne oluyor?
İşte İran hükümeti bize bu büyük tehlikeyi hatırlatıyor. Bunu anlamazdan gelerek 'İran; Türkiye'yi tehdit etti!' gibi gösterenler; Kürdistan projesinin gizli destekçileridir.
***
Hesap sorması gereken halk ise; 'Bilmiyorum, duymuyorum, anlamıyorum. Benim yerime Başbakan Erdoğan düşünür!' diyerek topu taca atıyor.
Ey millet! Van münit!
Rıza Zelyut
Sıfır sorunla gelinen nokta
Türkiye sıfır sorun politikası izleyerek Suriye ile tarihe dayalı hukukunu bitirmiştir.
Dün İranlı yetkililerle yaşanan gerginlik göstermiştir ki, Türkiye İran’la da ipleri atmıştır.
‘Sıfır sorun’dan anlaşılan sadece ABD ile iyi olmak şeklindedir.
Zira, Malatya Kürecik’e kurulan füze kalkanı ABD yararına, İsrail menfaatinedir. Zerre faydamızın olmadığı bu sistem İran’a karşı İsrail’i korumak maksadı ile ülkemizdedir.
Suriye ile hiçbir menfaat çatışmamızın olmamasına rağmen savaş noktasına gelmemiz de sadece ABD yararına, İsrail menfaatinedir.
İran, gelişmeleri Türkiye’den daha iyi değerlendirmekte ve bölgenin geleceğini hesap ederek Suriye’nin bütünlüğünü, İran adına bir beka problemi yapmaktadır.
Türkiye, Kürecik krizinden sonra Suriye hakkında da İran’la karşı saflardadır.
İranlı yetkililerin “Türkiye’ye de sıra gelecek çıkışı” aslında bizimle tarihi ve dini bir olan İran’ın Türkiye hakkındaki endişelerini dile getirmesinden başka bir şey değildir. Ancak yetkililerimiz halen İran’a tavır koymaktadır.
İran’ın, Suriye’nin ve Türkiye’nin kaderini değiştireceği bir proje basına yansımış ve reddedilmemişken, Türkiye’nin bu halini anlamak imkânsızdır.
Yapılması gereken, her üç ülkeyi de parçalama hedefindeki bu gidişata karşı birleşerek hareket etmektir.
Tahran, bü günlerde Suriye konusunda bir toplantı yaptı . Biz, bu toplantıya katılarak, Suriye’nin ve dostlarımızın yanında yer almalıydık.
Biz, gerçek dostlarımızı bırakarak ABD yanında saf tuttukça ülkemizdeki terör konusunda da yalnız kalıyoruz.
Bugün, işgale verilen destek nedeniyle ses çıkarılmayan terör savunması, yarın bölgesinde yalnızlaşan Türkiye’nin başını ağrıtacaktır.
Türkiye bu zihniyetle hareket ettiği müddetçe ne doğru saflarda yer alacak ve ne de Şemdinli’de başlayan bölünme hareketinin önüne set çekebilecektir.
Maalesef Türkiye, onu bölmek isteyenlerin safında ve de yanındadır…
Prof. Dr. Haydar Baş 10 Ağustos 2012
İran konusunda Kemalistler ile islamcılar nicin yer değiştirdi?
Eskiden beri İran'a hep mesafeliydim. İş tutma tarzları, söylemleri, zekadan yoksun sloganik meydan okumaları beni hep rahatsız etmiştir. Mesafeliydim ama hiçbir dönemde İran'a karşı bir düşmanlık da beslemedim.
Mesafeliydim, kafamı kemiren sorular vardı ama Cumhuriyet gazetesi gibi 'eski medya'nın İran muarızlığını her zaman kirli ve şaibeli buluyordum.
Yıllarca 'eski medya' toplumu İran'dan gelecek 'şeriat tehlikesi'ne karşı tetikte tuttu.
“İran Türkiye için her zaman çok tehlikeli bir ülke” yalanı sıklıkla tedavüle sokuldu. Çünkü dünya sisteminin gözüne girmenin, dikkatini çekmenin yolu, İran aleyhine cümleler etmekten geçiyordu.
O zamanlar Türkiye'deki iktidarı paylaşan Kemalist-ulusalcı-solcu çevreler İran aleyhtarlığında baş roldeydiler.
O dönemin İslamcıları, bugünün iktidar çevreleri ise “bunun bir oyun, asıl yapılmak istenenin iki ülkenin sağlıklı bir ilişki kurmasının önüne geçmek olduğunu” söylüyorlardı.
Devran döndü, Türkiye'deki iktidar değişince dünya sisteminin partneri de değişti.
Eskinin “İran ile sağlıklı ilişkiler kurmamız gerek” diyenleri ile “ İran bölge için de, bizim için de çok tehlikeli” diyenler yer değiştirdi.
Cumhuriyet gazetesi İran muarızlığından İran taraftarlığına dönerken Zaman gazetesi ise İran muarızı oldu.
O kadar ilginç bir şekilde yer değiştirdiler ki iki tarafta bir birinin aldığı yeni tutuma şaşırmış gibi gözükmekten mahcup da olmuyorlar.
Muhafazakar çevrelerden Gülen cemaatinin eskiden beri İran'a sempati ile bakmadığını biliyoruz. Fakat ne zaman ki cemaat güçlenip Türkiye'de yönetimden pay istemeye başladı, İran'a karşı hissettikleri asempatik tutumun yerini 'muarızlık' aldı.
İran'ın Türk toplumu ile bağını zayıflatmak için aylardır büyük çaba içerisindeydiler.
AK Parti çevreleri Gülen cemaatinin bu çabasına karşı uzun süre karşılık vermedi.
Fakat bugün ikisi bir çizgiye gelmiş durumda. 'Problem İran' çizgisine.
Bunlar bu çizgide buluşurken, 1 Mart tezkeresini geçmemesi gerektiğini TV'de savunuyor diye -telefonla bağlanıp kendi gazetesinin yazarını fırçalayacak kadar 'demokrasi–özgürlük ve vicdan' havarisi Ertuğrul Özkök ile yıllardır varlığını İran muarızlığına borçlu olan Cumhuriyet de karşı çizgide buluştular.
İslamcı- dindar- muhafazakar kesimler İran aleyhtarlığı yaparken, Ertuğrul Özkök gibi liberal-solcu aydınlar ile Cumhuriyet gibi 'eski medya' ise İran taraftarlığında bir araya geldiler.
Her iki kesimi de dinlediğinizde niçin düşman, niçin dost olduğu konusunda sizi ikna edecekler.
Fakat asıl gerekçenin onların ileri sürdükleri nedenler olmadığını hepimiz biliyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada dindar kesimin aydınları, siyasetçileri, entelektüelleri, gazetecileri İran'la ilişkimizin bozulmasına Suriye'de aldığı tutumunun neden olduğunu ileri sürüyorlar. Ancak İran ile aramızın bozulmasına giden sürecin dönüm noktası radar sistemini kabul ettiğimiz gündür.
Radar sistemi Ortadoğu ile ilişkilerimize bir dinamitti.
Hem İran'a karşı İran'ın yeminli düşmanları ile bir olup radar sistemini topraklarımıza kurmak, hem de İran'ın bundan rahatsız olmasını ayıplamak, kuzuyu yemek isteyen kurdun sunduğu bahaneden daha anlamlı değil.
İktidar insanları nasıl da bir yerden bir yere savuruyor. Nasıl da değersizleştirip bayağılaştırıyor. Görüyorsunuz değil mi?
Kırk yıl düşünseydiniz Cumhuriyet gazetesinin ve Kemalistlerin İran taraftarı, İslamcı gazetelerin, İslamcı aydın-yazar-çizerlerin İran aleyhtarı olacağı aklınıza gelir miydi?
Hiç aklınıza gelir miydi Irak işgalinin en 'kahraman' savunucusu Ertuğrul Özkök'ün bir gün “Ortadoğu'da ilişkilerimizi bozuyor” diye Ahmet Davutoğlu'nu yerden yere vuracağı?
Hiç düşünür müydünüz Hilary Clinton ile şak çeken Ahmet Davutoğlu'nun İran'a meydan okuyacağını.
Neyse, bakalım daha neler göreceğiz…
Benim en çok merak ettiğim şu: “Ahmet Davutoğlu 34 kez”, “Beşir Atalay 25 kez İran'a gitti" diye bu iki bakanı hedefe koyan cemaatteki arkadaşların artık gönülleri rahat mı? Bu iki bakanı artık affetmişler midir?
Ne olursa olsun, 2 yıldır yayın organlarında İran aleyhtarlığı yapıp sonunda AK Parti'yi de kendi çizgisine yaklaştırmayı başaran bu arkadaşlara şapka çıkarıyorum.
“Niçin, hangi gerekçeyle İran muarızlığı yapıyorsunuz” diye sorduğumda bana “Birkaç ay bekle, niçin olduğunu göreceksin" diyen Zaman gazetesi yazarı arkadaşıma da buradan takdirlerimi sunuyorum.
Ben yinede Başbakan Erdoğan'daki 'o damar'ın İran ile ilişkilerin bozulmasına daha fazla müsaade etmeyeceğini düşünüyorum.
Yanılmıyorum değil mi? twitter.com/acikcenk
Levent GÜLTEKİN
Firuzabadi: "İngiliz Subayı yargılanmalı"
Kabil'de bir İngiliz subayının 50 adet bombalı yelekle tutuklanmasına temas eden İslami İran Genelkurmay Başkanı, İngiliz subayın yargılanması gerektiğini söyledi.
MHA'nın haberine göre Genelkurmay Başkanlığı'nın personeline hitaben konuşma yapan İslami İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Seyyid Hasan Firuzabadi, İngiltere'nin sön zamanlarda gerçekleştirdiği terörist eylemlerine işaret ederek, Kabil'de bir İngiliz subayının 50 adet bombalı yelekle tutuklandığını, bu subayın İngiliz mahkemesinde savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğini belirterek, İngiltere'nin bu konuya ilgisiz kalması halinde uluslar arası mahkemenin böyle bir girişimde bulunması gerektiğini söyledi.
Tümgeneral Firuzabadi, İngilizlerin yüzyıllar boyunca bu gibi yöntemlerle müslümanlar ve mezhepler arasında tefrika çıkarmaya çalıştığını konuşmasına ekledi.
Batılı ülkelerin kitle imha silahları ve atom bombalarından dolayı uluslar arası toplumda itibarlarını kaybettiğini söyleyen Firuzabadi, şimdi bu ülkelerin bombalı yelekler üreterek bunları tekfirci gruplara vermek suretiyle, sivillerin canına kastettiklerini dile getirdi.
Tümgeneral Firuzabadi, bombalı yeleklerin savaşlarda kullanılmadığını, genel olarak sivillerin öldürülmesinde kullanıldığını belirterek bunları üreten ülkeleri de kınadı.
İran İslam Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı, konuyla ilgili olarak BM'lerin de üzerine düşeni yerine getirmesi gerektiğinin altını çizdi.
Tahran'da 29 ülkenin katıldığı Suriye toplantısı sonuç bildirisi açıklandı...
Tahran'da Suriye konusunda uluslararası istişare toplantısı yapıldı
Söz konusu toplantıya, Rusya, Çin, Beyaz Rusya, Moritanya, Endonezya, Kırgızistan, Gürcistan, Türkmenistan, Benin, Sri Lanka, Ekvator, Pakistan, Cezayir, Irak, Zimbabwe, Umman, Venezüella, Tacikistan, Hindistan, Kazakistan, Nikaragua, Küba, Ermenistan, Sudan, Ürdün, Tunus ve Filistin temsilcilerinin yanı sıra BM temsilcisi de katıldı.
İslami İran milletvekillerinden İsmail Kevseri ve İran'ın Fars Körfezi bölgesindeki diplomatların da bir çoğu toplantıya katıldılar.
Daha önce İran dışişleri bakan yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, toplantının hedefinin, Suriye'de şiddete son verilmesi ve diplomatik çözüm yolu bulunması olduğunu söylemiş, toplantının Suriye konusunda çok sayıda ülkenin karşılıklı görüş alış verişinde bulunması imkanını sağlayacağını bildirmişti.
İran İslam Cumhuriyeti, Suriye meselesinde dış güçlerin müdahalesine karşı çıkarken, sorunun görüşmelerle yoluyla Suriyeliler arasında halledilmesini istiyor.
Salihi: Halkların taleplerine cevap verilmeli
İslami İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Tahran'da Suriye konusunda düzenlenen danışma toplantısı konusunda yaptığı açıklamada, İran'ın, halkların taleplerine cevap verilmesi inancında olduğunu dile getirdi.
Salihi, toplantının düzenlenmesinden amacın, Suriye halkına yardım etmek ve sorunun diplomatik yolla halledilmesi konusunda çare bulmak olduğunu söyledi.
30'a yakın ülkenin Tahran'da toplantıya katıldığını belirten Salihi, İran'ın Suriye buhranının başından beri sorunun siyasi ve görüşmeler yoluyla çözümüne vurgu yaptığını hatırlatarak, bu konuda İran'ın her türlü çaba gösterdiğini bildirdi.
Annan'ın BM ve Arap Birliği'nin Suriye işleri özel temsilciliğinden istifa etmesinin de aslında Annan'ın planının yenilgiye uğratılması için yapıldığını söyledi.
Salihi, İran'ın, Suriye'de yönetim ve muhaliflerle arasında sorunun diplomatik yolla halledilmesi için her türlü yardıma ve işbirliğine hazır olduğunu kaydetti.
İran dışişleri bakanı açıklamasında ayrıca Suriye'ye dış güçlerin müdahalesinin kabul edilemez olduğunu zira dış müdahalenin sorunun daha da büyümesine ve çıkmaza sürüklenmesine neden olacağını söyledi.
Toplantıda BMT Genel Sekreteri'nin mesajı da okundu.
29 ülkenin Suriye bildirisi
Suriye'deki soruna çözüm bulunması amacıyla İran'da yapılan uluslararası istişare toplantısı sonuç bildirisi açıklandı.
Suriye'deki soruna çözüm bulunması amacıyla İran'da yapılan uluslararası istişare toplantısı sonuç bildirisi açıklandı.
Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, 29 ülkeden temsilcinin katıldığı istişare toplantısında üzerinde uzlaşılan sonuç bildirisini, düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu.
Bildiride, Suriye'de süregiden çatışmalar, can ve mal kaybı ile insan hakları ihlallerinden derin endişe duyulduğu belirtildi, şiddet ve terörün kurbanlarının acılarının paylaşıldığı vurgulandı.
Suriye'de taraflar arasında milli müzakerelere başlanması ve siyasi çözüm yollarının aranmasının zaruri olduğuna değinilen bildiride, tüm tarafların bir an önce şiddet olaylarına son vererek diyaloğa başlamaları gerektiği ifade edildi.
Siyasi reformların hayata geçirilmesi, demokrasinin güçlendirilmesi, siyasi parti ve grupların ülke yönetimine katılımı yönündeki halkın meşru taleplerinin desteklendiği vurgulanan bildiride, barışçıl ve sakin bir ortamda, yabancı müdahalesi olmaksızın bu taleplerin değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi.
Bildiride, BM'nin soruna çözüm çabaları ile Kofi Annan'ın altı maddelik planının desteklendiği belirtildi, sükunet ve huzurun sağlanmasına katkı amacıyla Suriye'de bulunan BM gözlemcilerinin görev sürelerinin uzatılmasının gerekliliğine değinildi.
Ülkelerin içişlerine karışılmamasını öngören uluslararası ilkelere uyulması ve dengelerin gözetilmesinin zaruretine vurgu yapılan bildiride, silahlı gruplara her türlü teçhizat yardımına son verilmesinin şart olduğu kaydedildi.
Bildiride, acı çeken ve sıkıntı içinde olan Suriye halkına hükümetle işbirliği içinde insani yardım yapılmasının gerekliliğine dikkat çekildi.
Suriye'de şiddeti durdurmak için yönetim ve muhalefet arasında diyalog başlatmaya yönelik olarak Tahran'daki istişare toplantısına katılan ülke temsilcilerinden bir temas grubunun oluşturulmasının gerekliliğine değinilen bildiride, tanınmış terörist grupların bu ülkedeki çatışmalara katılmasından ve terörizmin yayılmasından derin endişe duyulduğu ifade edildi.
Bildiride, diyalog zeminin hazırlanması, barışçıl çözüm yollarının bulunması amacıyla tarafların üç aylığına şiddete ve çatışmalara son vermesi yönündeki İran'ın önerisine destek verildi.
Toplantıya ev sahipliği yaptığı için İran'a teşekkür edilen bildiride, Suriye halkının acılarını dindirecek, bölgede barış ve istikrarı sağlayacak adımların atılmasına yönelik bu tür toplantıların devam etmesi temennisinde bulunuldu.
RAST HABER
İftiralara cevaplar Şialar Namazlardan Sonra Neden Ellerini Üç Kere Kaldırarak Tekbir Getirmektedirler
Her ne kadar namaz kılanlardan bir çoğu namazını selam vererek bitirdiğinde başını sağa ve sola doğru döndürerek bitirmekte olsa da, aslında hadislerde ve fıkıh kitaplarında böyle bir tavsiyede bulunulmamıştır. Buna karşın hadisler ve hadislerle yoğrulan müçtehitlerin fetvasına göre namazda selam verdikten sonra elleri üç kere kulak hizasına kadar kaldırarak her kaldırdığında “Allah-u Ekber” demek müstaptır.[1]
Peki Şialar hangi hadislere dayanarak ellerini üç kere kaldırarak Allah-u Ekber demektedirler. Bizim duyduğumuza göre Şialar namazlarını bitirdikten sonra ellerini üç kere kaldırarak “Hane’l Emin” (Cebrail hıyanet etti) demektedirler.
Nedeni ise Cebrail’in nübüvvet görevini Hz. Ali’ye getirmeyerek Hz. Muhammed’e getirmesi! (neuzubillah) Cebrail’in böyle yaparak hıyanet etmiş olduğudur. Şialarda buna tepki olarak Cebrail’i her namaz sonrası hane’l Emin diyerek kınamaktadırlar!
Yukarıda geçenler yüzyıllardır Şia mezhebine atılan büyük iftiralardan biridir. Şia mezhebine mensup insanların bir çoğu bu yazdıklarımızdan habersizdir. Çünkü her gün namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırarak üç kere Allah-u Ekber demektedirler. Onlar bu cümleyi (hane’l emin) hayatlarında hiç duymamış ve ne anlama geldiğini bile bilmemektedirler. Şia alimleri ise Şia aleyhine yazılan iftira içerikli kitapları okuduklarında buna şahit olmaktadırlar. Aslında bu soruya cevap bile vermek doğru değildir. Çünkü böyle iftiraları atanları ve buna inananları her hangi bir Şii camisine götürmek yeterli olacaktır. Hatta teknoloji çağında yaşadığımız asrımızda internet ortamından veya uydu kanallarından her hangi bir Şii namazını açıp izlemeleri yeterli olacaktır. Ama biz yinede bu konu hakkında bir hadis naklederek olayın felsefesini açıklayacağız.
İmam Cafer Sadık’ın öğrencilerinden biri diyor ki Hz. İmam Cafer Sadık’ın yanına gelerek ona şöyle sordum: “Hangi sebepten dolayı namaz kılanlar, selam verdikten sonra üç kere tekbir almakta ve her bir tekbirde ellerini yukarıya doğru kaldırmaktadırlar?”
Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Peygamber, Mekke’yi fethettiğinde öğlen namazını ashabıyla birlikte ‘Hacerül Esved’ın yanında cemaatle kıldı. Namazın selamını verdikten sonra üç kere tekbir alarak şu duayı okudu:
لا اِلهَ الاَّ اللهُ وَحدَهُ وَحدَهُ وَحدَهُ اَنجَزَ وَعدَهُ و نَصَرَ عَبدَهُ وَ اَعَزَّ جُندَهُ وَغلبَ الاَحزابَ وَحدَهُ فَلَهُ اَلمُلکُ و لَهُ الحَمدُ یُحیی و یُمیتُ و هُوَ عَلی کُلِ شَیءٍ قَدیرٌ
“La ilahe illallahu vehdehu vehdehu vehdehu enceze ve’dehu ve nesere ab’dehu ve eeze cundehu ve ğalebe’l ehzabe vehdehu felehu’l mulku velehu’l hamd, yuhyi ve yumiytu ve huve ale kulli şey’in kadir.”
“Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, O tektir, O tektir. Ahdine vefa etti; kuluna yardım etti. Ordusuna izzet -ve zafer- verdi. Tek başına muhalif güçleri bozguna uğrattı. Mülk ve tüm övgüler O’na mahsustur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye kadirdir.”
Sonra yüzünü ashabına çevirerek şöyle buyurdu: “Bu tekbiri ve bu duayı tüm farz namazların ardından okuyunuz ve terk etmeyiniz. Kim selam verdikten sonra böyle yaparsa farz bir şükrü yerine getirmiş olur.[2]
Her tekbirde tevhid-i efalinin üç merhalesine izan ve itiraf vardır. (Tevhid-i Efali: Allah’ın zatında tevhit, Allah’ın isimlerinde tevhit ve Allah’ın sıfatlarında tevhit) şöyle ki namaz kılan kişi tekbir diliyle itirafta bulunmaktadır. Ellerini yukarı kaldırıp kulaklarının hizasına getirerek kendini beğenmişlik ve benliğin atılmasına bir işarettir. Acizlik, zillet, kusur ve eksikliğini Yüce Allah’ın karşısında ifade etmektir.[3]
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - Vesailu’ş Şia, c. 4, 14. Bab. Hadis: 1 ve 2; Urvetu’l Vuska, c. 1, salat, fi ta’kib.
[2] - Vesailu’ş Şia 4 / 1030 14. Bab, 2. Hadis.
[3] - İmam Humeyni’nin Adab-ı Namaz kitabından iktibas.
Batı'daki Ekonomik Bunalım Kapitalizmin Özünden Kaynaklanıyor !
İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei bin kadar üniversite öğrencisiyle üç buçuk saat süren samimi görüşmesinde üniversitelilerin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlardaki görüşlerini dinledi.
Çeşitli öğrenci dernekleri ve kuruluşlarına mensup 11 aktif öğrenci bu görüşmenin başında farklı konulardaki görüş açılarını yansıttılar ve daha sonra da İnkılap Rehberi bir konuşma yaparak üniversitelilerin çeşitli sorularına cevap verdi ve öğrenci kuruluşlarından siyasi, ilmi, ahlaki ve manevi idealizmin beklendiğini belirterek eleştirel, ılımlı, insaflı ve umutlu bakış açılarının gerekliliklerini irdeledi.
İmam Hamenei, bir öğrenci tarafından söz konusu edilen İslam'ın ve adaletçi bir düzenin kapitalizme bakış açısına değinirken, İran'daki ekonomik perspektivin adalete dayanması gerektiğini, ülkedeki özelleştirme sürecinin kınanmakta olan kapitalizmin devletin makro ekonomik kararlarında etki göstermesine yol açmayacağını ve bugün Batı ve Avrupa'da giderek artan sıkıntılar ve problemlerin kapitalizmin özünden, daha doğrusu kapitalizme tapınmadan kaynaklandığını ifade etti ve bu arada sosyalist eğilimlerin ekonomik düşünceye sirayet etmemesi için de dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.
İmam Hamenei daha sonra 'direniş ekonomisi' kavramını izah ederek şöyle konuştu: 'Direniş ekonomisi savunma ya da etrafımıza duvar örme eylemi olmayıp, bir milletin hatta baskılar ve yaptırımlar altında bile gelişme sürecini sürdürebilmesi demektir.'
İnkılap Rehberi konuşmasının bir başka bölümünde üniversite çevrelerinde din ve manevi değerlerin önemine dikkat çekerken, üniversite öğrencilerinin ciddiyet içerisinde derslerini çalışması ve bilimsel araştırmalarını sürdürmesinin bir cihad eylemi olduğunun altını çizdi.
İmam Hamenei ayrıca üniversite öğrencilerinin namaz ve oruca verdikleri önem kadar, gıybet ve iftiradan sakınma konusunda da dikkatli davranmaları gerektiğini öğütledi ve makam ve mevki arzularının kaygan bir tehlike olduğuna dikkat çekti.
İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının devamında müslüman üniversite öğrencilerini 'yumuşak savaşın kurmayları' olarak niteledi ve şunları söyledi: 'Düşmanın yumuşak savaşta halk ve yetkililerin hesaplamalarında değişikliğe yol açmak şeklindeki temel hedefini dikkatle izlemelisiniz. Düşman, halkın kalbi, zihni, düşünce ve iradesini hedef almaktadır. Onlar İran'lıların hesaplamalarını etkileyip dünya zorbaları ve emperyalistler karşısında dikilmenin kendileri lehine olmadığını düşündürtmek amacıyla çaba harcamaktalar. Bu yüzden düşmanın bu alandaki saldırısını da püskürtmek zorundayız.'
Bu görüşme sırasında konuşan öğrenci temsilcileri ise özellikle şu konularda görüş açıklamalarında bulundular: Diplomasi mekanizmasının kimi bölgesel olaylar sırasında hantal davranmasının önlenmesi; siyasal hayat ve medya atmosferinde İslam ahlakı açısından gözlemlenen zaaflara eleştiri; ifade özgürlüğü alanında kimi müdürlerin bağnaz davranışlarına eleştiri; yetkililerin siyasal didişmeye düşmeden hizmetlerini sürdürmesi gerektiği; herhangi bir geri adımda emperyalist cephenin daha da küstahlaştığına dikkat edilmesi; propagandaya dayalı seçimlerin kurumlaşmasından ve kudret ve servet odaklarının seçimlerdeki rolünden duyulan kaygılar; bazı spor dallarında milyarlık harcamalarda bulunulmasının mantıksızlığı ve bunun toplamdaki elitler üzerinde uyandırdığı olumsuz etkiler; Batı'nın ekonomik baskıları ve ambargolarının sonuç vermeyeceği; kültürel alanda bir yol haritasına duyulan ihtiyaç; ambargoların fırsata dönüştürülebilmesi için plan ve proğramla hareketin gerekliliği; ilerleme sürecine paralel olarak adaletli davranılması gerektiği; tarım sektöründeki istikrarsızlıkların giderilmesi zarureti; direniş ekonomisinin hamle ekonomisiyle desteklenmesi ve İslami uyanış sürecindeki teorik boşluğun üniversite çevrelerince giderilmesi gerektiği...
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei bugün fars dili ve edebiyatı hocaları ile genç şairlerden oluşan kalabalık bir topluluğa hitaben yaptığı konuşmada İran'daki şiir konvoyunun hızlı bir biçimde ve büyük bir dikkat içeisinde doğru bir çizgide ilerlediğini hatırlatarak, bu hareketin sürmesi durumunda İran'ın bir kez daha dünya ve özellikle de bölge kültür ve uygarlığına değerli bir armağan sunacağını söyledi.
İmam Hamenei şöyle konuştu: 'Şiir, şairane duyguların yansıtılması için önemli bir araç olmasının yanı sıra, değerlerin hizmetinde olmalıdır. Şairler pratikte görev ve sorumluluklarını yerine getirmek için bu büyük ilahi nimeti din, ahlak, ma'rifet ve inkılabın hizmetine sokmalıdırlar. Bu bağlamda yeni mazmunların oluşturulması ve ardından da zevk sahibi olunması önemlidir. Şiir, dini ma'rifet ile halkın ahlakı ve inkılapçı hareketine hizmet sunabilir. Bu çaba hatta bir gazelde yer alan bir-iki beyitlik inkılapçı ve ahlaki şiirle bile olsa, etkisini gösterecektir. Bu yüzden şiirin biçimsel yapısı da ülkedeki mevcut sorunlar karşısında ilgisiz kalamaz.'
İnkılap Rehberi konuşmasının devamında İran'ın nükleer faaliyetleri hakkındaki büyük zulme işaretle, bu alandaki bilginlerin katledilmesinden ülke gerçeklerinden biri olarak söz etti ve şöyle konuştu: 'Emperyalist cephe tüm siyasi teşkilatı ve propaganda alanındaki gücüne dayanarak İran karşısında çirkin eylemlere başvurmaktayken, bu milli hadiseler sorumluluk duygusuna sahip bir şairin gözünden kaçmamalıdır. Zira Hak-Batıl savaşında tarafsız kalmak mümkün değildir.'