کارگر

کارگر

İslami İran’ın BM nezdindeki  temsilciliği, İran dışişleri bakanının  Yemen  buhranının çözümüne dair dört maddelik  teklifini içeren mektubu  BM  genel sekreter vekiline teslim etti.

 

İran’ın BM nezdindeki temsilcisi ve büyükelçi Gulam Ali Huşro, İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif’in  Yemen buhranının çözümüyle ilgili dört maddelik teklifini içeren mektubu BM genel sekreteri Ban Ki Muun’un gıyabında  onun vekili Yan İlyason’la görüşmesinde ona teslim etti.

İran dışişleri bakanının sunduğu dört maddelik önerinin yer aldığı mektupta, Suudi Arabistan’ın Yemene başlattığı hava saldırıları sonucu Yemen’de durumun her geçen gün çok daha kötü olduğuna işaret edilirken, bu saldırıların açık bir şekilde en temel insan hakları ilkeleri ve BM bildirgesini çiğnediğine dikkat çekildi.

İran İslam Cumhuriyeti,  Yemen’de buhranın askeri çıkış yolu olmadığını ve  barış ve sebat için tek yolun, Yemen’de bütün partilerin yabancıların müdahalesi olmaksızın  kapsamlı milli uzlaşı hükümetinin kurulmasından  geçtiğine vurgu yapmaktadır.

İran İslam cumhuriyeti bu hedefe varmak için, BM bildirgesi ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde 4 maddelik teklifinde;   ateşkesin derhal sağlanması ve yabancıların  askeri saldırıların derhal durması,  kayıtsız şartsız bir şekilde Yemen halkına  sağlık ve  insani  yardımların derhal gönderilmesi, Yemenli bütün siyasi grup ve partiler arasında milli görüşmelerin   tekrar başlaması ve Yemen’de milli uzlaşı ve koalisyon hükümetinin kurulması yer almaktadır.

İran mektubunda BM’lerin  elindeki yetkileri Yemen sorununun sona erdirilmesi ve Yemen’e yönelik  saldırıların durdurulması için kullanması temennisi yer alırken, bir an önce Yemen’de facianın durdurulması ve sorunun siyasi yolla halledilmesi için  gerçek  görüşmelerin başlatılması için girişimde bulunması umudu dile getirildi.

İran ve Rusya savunma bakanları Moskova'da yaptıkları görüşmede, iki ülke arasında bölgesel ve uluslar arası meseleler konusunda görüş alış verişlerinde bulundu.

Mehr Haber Ajansı'nın İRNA'dan aktardığı habere göre, İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı Tuğgeneral Hüseyin Dehgan, Rusya Ferderasyonu Savunma Bakanı Sergey Şaygo ile görüşmesinde, dünyada kalıcı bir barışın sağlanması için Amerika ve müttefiklerinin yayılmacılığa dayalı siyasetleri karşısında bir direniş cephesinin olması gerektiğini söyledi.

Dehgan, Rusya'nın bölgesel ve uluslararası meselelerle ilgili görüşünün İran'a yakın olduğunu belirterek, Tahran'ın Amerika'nın güvenilir bir dost ve müttefik olamayacağına dair Rusya'nın görüşüne destek verdiğini söyledi.
Sözkonusu görüşmede Rusya Savunma Bakanı Şaygo da, İran ve Rusya arasında ilişkilerin gelişmesini olumlu olarak nitelerken, ikili ilişkilerin bölgesel ve dünya istikrarında önemli olduğunu söyledi ve yakın bir zamanda, ortak tehditlere karşı mücadele amacıyla, İran, Rusya ve Çin arasında üçlü bir oturumun gerçekleşeceğini söyledi.
İran ve Rusya savunma bakanları ayrıca Rusya'nın İran'a bu yılın sonuna kadar teslimatını yapacağı S-300 hava savunma füze sistemleriyle ilgili olarak teknik konularda da görüştü.

Savunma Bakanı:“Suudi Arabistan, Yemen’e saldırmakla kendi çöküşünü hazırlamıştır”
Şangay İşbirliği Örgütü Güvenlik Konferansı’nda konuşan İran Savunma Bakanı, Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı başlattığı hava saldırıları vesilesiyle kendi çöküşünü kendi elleriyle hazırladığını söyledi.

Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, Moskova’da düzenlenen Şangay İşbirliği Örgütü Güvenlik Konferansı’nda konuşan İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı Hüseyn Dehgan, Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı başlattığı hava saldırıları vesilesiyle kendi çöküşünü kendi elleriyle hazırladığını söyledi.

Dehgan ayrıca Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı düzenlediği hava saldırılarında ağır ve gelişmiş bombalar kullanarak, Yemen alt yapısını imha ederken bu ülkenin mazlum  halkının ölümü ve yaralanmasına da yol açtığını ve bu olayların Siyonist İsrail Rejimi’nin mazlum Filistin halkına yönelik gerçekleştirdiği saldırı ve cinayetleri aratmadığını da ekledi.

 

Dışişleri Bakanı Yemenli gruplardan bu ülkede ceryan eden krizin çözümü için bir araya gelerek müzakere etmelerini istedi.

 

Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Euronews Kanalı’na verdiği mülakatta, Yemenli siyasi grupların bu ülke krizinin çözümü için bir araya gelerek müzakere masasına oturmaları gerektiğini belerterek, bu müzakerelerin ise sadece Yemenli gruplar arasında düzenlenmesi gerektiğinin altını çizdi.

Zarif ayrıca, “Biz sadece Yemenlilerin müzakeresine şahit olmalıyız” açıklamasını yaptı.

Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Yemenliler dışında başka bir tarafın bu müzakre sürecine müdahale etmemesi gerektiğini söyledi ve “Dış ve yabancı güçler Yemen’in

Zarif Yemen krizini Ban Ki-moon ile görüştü
İran Dışişleri Bakanı BM Genel Sekreteri ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde, Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı düzenlediği hava saldırılarının bir an önce durdurulması gerektiğini söyledi.

Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif  ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde önemli ve güncel uluslararası ve bölgesel konular ele alındı.

Bu telefon görüşmesinde Zarif Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı düzenlediği hava saldırılarının devam ettiğini ve böylece bu ülkenin alt yapısının tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirterek, Yemen’in savunmasız halkına yönelik gerçekleştirilen bu saldırıların bir an önce durdurulması gerektiğine vurgu yaptı.

Zarif Moon ile yaptığı bu telefon görüşmesinde ayrıca İran’ın dört maddeden oluşan çözüm önerisini hatırlatarak, Yemenli değişik siyasi gruplar arasında bir çözüme ulaşmak için müzakerelerin bir an önce başlaması gerektiğini söyledi.

Bu görüşmede BM Genel Sekreteri Moon ise İran İslam Cumhuriyeti’nden bu konuda yaptığı çalışmalarından dolayı teşekkür etti ve Yemen hava saldırılarında zarar görenler için bir an önce ve acilen yardım edilmesi gerektiğine de vurguda bulundu.

Geçtiğimiz aylarda Rakka ve Musul’da IŞİD kamplarını gezip, bir kitap çıkaran Alman yayıncı Jürgen Todenhöfer, çarpıcı açıklamalarda bulundu.


Geçtiğimiz aylarda Rakka ve Musul’da terör örgütü IŞİD kamplarını gezip, bir kitap çıkaran Alman yayıncı Jürgen Todenhöfer IŞİD’in dini bir soykırımı planladığını söyledi.

Todenhöfer Stern dergisine verdiği röportajda kendisine yöneltilen IŞİD propagandası yapma suçlamalarını “Düşmanı ancak onu yeterince tanırsak yenebiliriz” diyerek yanıtladı.

Todenhöfer “Oraya bu geziye karşı gelen oğlum Frederic ile birlikte gittik. Beni tehlikeli ortamda yalnız bırakmamak için geldi. Tehlikeyi çok iyi bildiğimizden yanımıza dört tane zehirli hap alarak gittik. Herhangi bir esir alınma durumumuza karşı, ölüm kararımızı IŞİD’e bırakmak istemedik. Ama hapları elime almamı gerektirecek bir an olmadı” dedi.

“Dini soykırımı” planları

Al-Bagdadi’nin verdiği yaşam güvencesi mektubu ile tehlikeli geziyi gerçekleştirdiklerini söyleyen Jürgen Todenhöfer, gördüklerinden sonra IŞİD’in dini temizlik aksiyonu planladığı endişesi taşıdığını söyledi.

Todenhöfer “onlarla ilgili her şeyi bilmek zorundayız. Onlar soykırımı planlıyorlar. Şimdiye kadar insanlık tarihinde görülenleri gölgede bırakacak dini bir temizlik hareketi planlıyorlar” dedi.

Cihatçı John’la tartışmış

Bir çok kafa kesme olayında cellat olarak bilinen İngiliz “Cihatçı John’a da rastladıklarını söyleyen Todenhöfer “gezi boyunca sık sık tartışmalarımız oldu. Özellikle “Cihatçı John” ile”. Onlar için biz kanlı düşmandık” dedi.

Todenhöfer, gezisinde daha önce vaizlik yapan birinin orada yargıçlık yaptığını gördüğünü söylerken “Daha önceki yargıç Dünya yasalarını Allah’ın yasalarından üstün tuttuğu için infaz edilmiş” dedi.

ajanslar

Cumartesi, 18 Nisan 2015 01:59

Hedef: IŞİD- Hizbullah Savaşı!

Kosova bağımsızlık savaşı sırasında bölgede NATO başkomutanı olan ABD’li General Wesley Clark, CNN International Televizyonu’nda katıldığı bir programda ”IŞİD’i Batılılar kurdu” ve “IŞİD-Hizbullah savaşı hedefleniyor” iddiasında bulundu.


1998-1999 Kosova bağımsızlık savaşı sırasında bölgede NATO başkomutanı olan, ABD’li General Wesley Clark, Gazeteci Amy Goodman ve Juan Gonzalez’in yönetimindeki democracynow.org sitesine bir mülakat verdi.

Clark, “Bush yönetimince 5 yılda 7 ülkeyi kapsayan bir savaş planı hazırlandığını, Saddam’ın devrilmesine karşın ABD’nin Irak’ı yönetmeyi başaramaması üzerine planın devre dışı kaldığını” açıkladı.

11 Eylül hadisesinden 9 gün sonra bir generalin, kendisine ‘bir karar alındığını ve Irak’a girileceğini’ söylediğini aktardı. Bunun üzerine, nedenini sorduğunu belirten eski NATO komutanı General Clark, ‘hem zamanı, hem de nedeni hakkında hiç bir şey bilmediğini, ancak teröristlerin işgale bahane edileceğini’ biliyorum dediğini söyledi.

İSRAİL VE İNGİLTERE TÜRKİYE’Yİ BÖLGEDEN ÇIKARMAK İSTİYOR

ABD’li Orgeneral Wesley Clark, geçtiğimiz günlerde ise CNN International’de canlı yayın konuğu oldu. Bu yayında Clark, “İsrail ve İngiltere’nin, Amerika Birleşik Devleri ve Türkiye’yi bölgeden çıkarmak istediğini” iddia etti.

Clark, “2007’de yaptığı ifşaatla, Irak’ın işgali ile başlayacak olan senaryo, daha sonra Suriye, Libya, Somali, Sudan, Lübnan’la devam ederek, İran’la bitecekti. Irak savaşında Saddam’ı devirseler de, Irak’ı yönetemediler. Bu ekonomik ve siyasi anlamda ABD için tam bir hezimetti” ifadesini kullandı.

“DEAŞ’I BATILILAR KURDU”

CNN International’de, “IŞİD’i en yakın dostlarımız kurdu ve destekliyor” diyen Clark’a göre, bölgenin daha da istikrarsızlaştırılması ve ABD’nin bölgede sürekli savaş halinde kalması için, İsrail ve batılı diğer müttefikler IŞİD’i oluşturdular.
Böylece, Amerika’nın bölgedeki itibarı daha da kötüleştirmiş olacak ve İsrail’le mücadele edebilecek güçlerin enerjisi bu şekilde yok edilecekti.

Clark’ın iddiaları doğrulayan açıklamalar yapan CIA Ortadoğu masasından emekli Elizabeth Murray’de El Kaide’nin kuruluşunda rol alan CIA’ın, IŞİD’in kurulmasında da önemli rol oynadığını belirtiyor.

“DEAŞ-HİZBULLAH SAVAŞI HEDEFLENİYOR”

Hizbullah’la savaşabilecek Sünni görünümlü bir güç oluşturulduğunu belirten Clark, “IŞİD ile Hizbullah savaştırılarak, Müslümanlar arasında bir mezhep savaşı planlandığını” iddia ediyor.

Batılı pek çok yorumcuya göre, Türkiye’nin bölgedeki soğukkanlı davranışları nedeniyle, planlanan savaşın prova alanı olarak Yemen seçildi.

Batı, Körfez ülkeleri ile İran arasında meydana getirdikleri gerilim ile kendi planladıkları hedeflere erişmek istiyor.

Cumartesi, 18 Nisan 2015 01:24

Saddam’ın ‘sağ kolu’ öldürüldü

Selahaddin Eyaleti Valisi de, Duri’nin öldürüldüğünü doğruladı


Saddam Hüseyin‘in “sağ kolu” diye bilinen ve Irak’ta yasaklı Baas Partisi’nin yeraltındaki lideri olan İzzettin el-Duri‘nin öldürüldüğü öne sürüldü.

Harmin Dağı’na Irak ordusu tarafından düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğü iddia edilen Duri’nin cesedinin fotoğrafları da yayımlandı.

Selahaddin Eyaleti valisi de, Duri’nin öldürüldüğünü doğruladı.

Duri’ye ait olduğu iddia eidlen cesedin, uzun sakallı ve bıyıksız olduğu görülüyor.

Duri’nin, Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ile ittifak yapan eski Baas’çıların oluşturduğu Nakşibendi Ordusu’nu yönettiği iddia ediliyordu.

Duri, uzunca bir süredir İran ve Şii karşıtı bir siyaset üretiyordu.

İranlı araştırmacılar Devedikeni bitkisinden normal antibiyotik ilaçlara dirençli bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde kullanılan bir çeşit nanotek antibiyotik üretmeyi başardı.

 Mehr Haber Ajansı’nın aktardığı habere göre, İranlı kadın araştırmacı Zohre Faezizade MHA’ya yaptığı açıklamada, bazı bitkisel maddelerin ilaçların taşınması için kullanılan nano taneciklerinde yerleşme özelliğine sahip olduklarını ve kendilerinin de bu yolu kullanarak Devedikeni bitkisinden bakteriyel enfeksiyonların tedavisi için yeni ve çok etkili olan yeni nonotek antibiyotik geliştirdiklerini söyledi.

Faezi ve ortaklaşa çalıştığı diğer araştırmacıların bu konuyla ilgili vardıkları yeni buluşlar, Iranian Journal of Pharmaceutical Research dergisinin 2015 sayısında yayımlandı.

Gilan'a giden İran Cumhurbaşkanı, nükleer müzakereler ve İran'a uygulanan yaptırımlar ile ilgili konuştu.

 

MHA'nın haberine göre, Gilan'a giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, düzenlenen basın toplantısında nükleer müzakereler konusu ile ilgili sorulara yanıt verdi. Müzakerelerin anlaşma ile sonuçlanmaması durumunda, devletin nasıl planlar belirleyeceği hakkında sorulan soruyu yanıtlayan Ruhani, "Anlaşmaya varılmamsı durumunu şimdiden konuşmak istemiyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, sadece bizim bu anlaşmaya ihtiyacımız yok ve herkesin bu anlaşmaya ihtiyacı vardır. İran, nükleer alanda ülkemizin asılsız ve yanlış bir suçlama ile karşı karşıya olduğunu söylemiştik. Bu anlaşmadan en önemli amacımız, tüm dünyaya İran aleyhine öne sürülen bu iddiaların asılsız ve yalan olduğunu vurgulamaktır. Tüm dünya artık İran halkının tüm halklar gibi barışçıl nükleer teknolojiden yararlanma hakkına sahip olduğunu söylüyor. Kuşkusuz genel anlaşma, İran ve P5+1 ve tüm dünya için daha uygun bir diyalog olanağı sağlayacaktır" dedi.

Devam eden müzakerelerin karmaşık olduğu ve asla basit olmadığını belirten Ruhani, "İran'ın kararı, müzakerelere anlaşmaya varana kadar devam etmektir. Bugüne kadar gerçekleşen çalışmaların büyük önemi vardır ve sorunların büyük bir bölümünde çözüme ulaştık. Lozan bildirisi ile, genel anlaşmanın çerçeveleri belirlenmiştir. Ama genel anlaşmaya kadar zor bir yolumuz var. P5+1 ülkeleri şimdiye kadar gösterdikleri iradeye devam ederler ise, önümüzdeki 2 ay içerisinde anlaşmaya ulaşabiliriz. Anlaşmaya varılmaması durumunda bile yaptırımlar eskisi gibi devam edemez ve karşı taraf da bunu biliyor. Anlaşmamak kimsenin yararına olmayacaktır ve tüm tarafların gösterecekleri irade ile çalışmalarını devam ettirmelerini umut ediyoruz" dedi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran’a S-300 füze savunma sistemi sevkiyatının önündeki yasal engeli kaldırdı.


Kremlin Basın dairesinden yapılan açıklamaya göre Rusya’nın İran’a S-300 füzesi sevk etmesini engelleyen yasak, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kararıyla iptal edildi. Açıklamada, “Karar, Rusya topraklarından (hava sahası dahil) İran İslam Cumhuriyeti’ne transit sevkiyat yapılması ve İran’a deniz ve hava yoluyla S-300 füze savunma sistemleri sevk edilmesi önündeki yasağı kaldırıyor” denildi.

Rusya ve İran, 2007 yılında 800 milyon dolar değerinde S-300 füze savunma sistemi anlaşması imzalamıştı. Ancak BM’nin İran’a nükleer programı nedeniyle uyguladığı uluslararası yaptırımlar nedeniyle, 2010 yılında dönemin Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev, İran’a S-300 sevkiyatını askıya almıştı. Bunun üzerine İran Savunma Bakanlığı, Rusya askeri ihracat şirketi Rosoboronexport aleyhine Cenevre Tahkim Mahkemesi’nde Nisan 2011’de 4 milyar dolarlık dava açmıştı.

Rusya’nın İran’a yeniden silah sevk edebilmesinin önünü açan gelişme, İran’ın 2 Nisan günü P5+1 ülkeleri ile nükleer programı konusunda çerçeve anlaşma imzalaması oldu. Anlaşma, Tahran’ın uranyum zenginleştirme programını sınırlaması karşılığında İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılmasını öngörüyor.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, çerçeve anlaşmasının imzalanmasından sonra vakit kaybetmeden, İran’a uygulanan silah ambargosunun da kalkacağını söylemişti.

sputniknews

Şii Merciliği önderliğinde gerçekleşen cihad hareketi, halkı, “Müslüman diyarını savunmak” adına Osmanlılar ile birlikte olmaya ve “kâfir” taraf olan İngilizlere karşı “kutsal savaşa” yönlendiriyordu.


İngilizlerin Irak’ı işgal etme konusundaki girişimleri, Bahreyn’deki askerî güçlerinin harekete geçmesi ve 1 Kasım 1914 tarihinde Fav’a çıkarma yapması ile başlamıştır. Bunun üzerine Osmanlılar, İngiliz işgaline karşı mücadele etmek için hazırlık yapmaya başladılar. İlk olarak Şeyhülislam Hayri Efendi 7 Kasım 1914 tarihinde düşmanlara karşı tüm Müslümanları cihada çağıran bir fetva verdi. Şeyhülislam aynı fetvayı 11 Kasım’da bir kez daha tekrarlamıştır. Söz konusu fetva otuz din adamı tarafından imzalanarak 23 Kasım 1914 tarihinde bir bildiri olarak yayınlanmıştı. Ancak bu fetva yeterince etkili olmaması hasebiyle Müslümanlar tarafından karşılık bulmamıştır.[1] Fetva ile birlikte Osmanlı Devleti, özellikle Necef ile Kerbelâ’daki müçtehidleri cihad çağrısına katılmaları konusunda ikna etmeye çalışmıştır. Söz konusu savaş da kâfirlere karşı yapılan bir kutsal savaş olarak gösterilmiştir.[2]Kaynakların çoğu Şii mercilerin Şeyhülislam Hayri Efendi’nin İngiliz işgaline karşı cihad çağrısının pek etkili olmadığını belirtmişse de biz bu fetvanın Şii mercileri üzerinde etki yarattığını düşünmekteyiz. Nitekim Hayri Efendi’nin fetvasının üzerinden çok geçmeden Şii mercileri İngiliz işgaline karşı cihad fetvası çıkarmışlardır.[3] Zira XX. yüzyılın başlarında Şiiler ile Sünniler arasında büyük bir yakınlaşma olduğu ve daha önce bahsedildiği üzere Müslümanları kenetlenmeye ve birliğe davet eden birçok İslamî şahsiyetin ortaya çıktığı bilinmektedir.

Kutsal kentlerde siyasal İslam bilincinin yükselmesi, Şii mercilerinin bu konudaki tutumlarının bir göstergesiydi.[4] XX. yüzyılın başlarından 1917 yılında Irak’ın İngilizler tarafından işgal edilmesine kadar, kutsal kentler ülkede siyasî düşüncelerin kaynağı ve yönünü belirten merkezler olmuştur. Siyasal İslam bilincinin yükselmesinden kaynaklanan birçok düşünce ise siyasî akım ve örgütlenme şeklinde ortaya çıkmıştır.[5] Şiilerin yoğun olduğu diğer kutsal şehirlerin önemi ne kadar çok olsa da Necef ile Kerbelâ, İslamî hareketin, ekonomik, sosyal ve siyasî akımların ve düşünsel bulguların temel merkezi olma özelliğini ve önderliğini üstlenen şehirlerdir.[6]

İngilizlerin Irak’a yönelik olarak gerçekleştirdikleri askerî işgalin ilk günlerinden itibaren büyük Şii mercileri, İngiliz işgaline karşı mücadele etmek ve Osmanlı Devleti’ne destek verme konularında cihad fetvaları yayınlamışlardır.[7] Şii mercileri, “Osmanlı Devleti’nin gerçek Müslümanlığı temsil etmediğini düşünseler de bu tehlikenin kâfir İngilizlerin tehlikesinden daha hafif” olduğunu düşünmekteydiler. Nitekim Şii mercileri, şehirlerdeki insanlarla aşiret üyelerini savaşa hazırlamaya başlamış, onları cihada çağırmış ve gönüllüleri organize ederek savaş meydanlarında “mücahidleri” yönetmişlerdir. Şii mercileri ile toplumun bu tutumu, İngilizleri çok şaşırtmıştır. Zira İngilizler, asırlardır Irak’ı yöneten Osmanlı Devleti’nden memnun olmayan Şiilerin savaşta kendi saflarında yer alacaklarını düşünmüşlerdi.[8]

Bu önemli gelişmeler sayesinde Şii Merciliği, siyasî ve fikrî açıdan çok önemli yeni bir döneme girmiş bulunuyordu. Yaklaşık on yıl süren bu dönemin en önemli özelliklerinden biri, silahlı mücadelenin hâkim unsur olmasıydı.[9]

Bu gelişmeler, Şii merciler ile din adamlarının işgale karşı katıldıkları ve yönettikleri ilk silahlı mücadeleydi. Söz konusu mücadele, önemli bir tecrübe olmakla birlikte 1918’de Necef Ayaklanması ile 1920 yılındaki Büyük Ayaklanma’nın yaşandığı iki büyük silahlı çatışmayı da beraberinde getirmiştir.[10] Ancak bu tecrübeyi diğerlerinden farklı kılan, Osmanlı Devleti’nin ilan ettiği cihad çerçevesinde olması nedeniyle mücadelenin entelektüel ve siyasî anlam da taşımasıydı.[11]

İngilizlerin, Fav’ı işgal etmesinden sadece üç gün sonra, Basra’nın din adamlarıyla ileri gelenlerinin, Kerbelâ, Necef ve Kâzımiyye’deki Şii mercilerine İngiliz güçlerine karşı açtıkları savaş konusunda destek isteme amacıyla göndermiş oldukları mesajlar üzerine 29 Kasım 1914’te Cihad Hareketi başlamıştır.[12] İngilizlere karşı savaşta önderlik yapma, mücahidlerin meydanlarda organize olmalarını sağlama ve aşiretleri cihada çağırma noktasında bizzat din adamlarının devreye girmeleri konusunda Şii mercilere mesajlarla telgraflar göndermeyi sürdürmüşlerdir.[13]

Söz konusu mesajlar ile telgraflar Basra’daki birçok din adamıyla önde gelen şahsiyetlerin imzasını taşımaktaydı. Bunlardan bazıları, İbrahim el-Muzaffer, Casim el-Ali, Mehdi el-Musevî el-Kadimî, Hacı Musa el-Atiye, Hacı Cafer el-Atiye ve Ahmet Kerdet’tir. Şii merciler mesajlara hemen yanıt vermişlerdir. Mesajların, Necef ile Kerbelâ’daki Havzalara ulaşmasıyla merciler, “İslamiyet’in varlığını savunmak için kâfirlere karşı cihadın gerekliliği” yönünde fetvalar yayınlamışlardır. Bu fetvalar, Bağdat ile Orta Fırat Bölgesi başta olmak üzere Irak’ın birçok yerinde uyarı sirenleri ile seferberlik ilanı niteliğindedir. Nitekim bu bölgelerdeki insanlar, merci ve din adamları önderliğinde cihad için hazırlıklara başlamışlardır. Bu süre zarfında, davayı üstlenenlerden ve cihada gönüllü olarak gidenleri organize edenlerden, daha sonra cihad hareketinde önemli roller üstlenecek Şii mercilerin önde gelenlerinden ve diğer din adamlarından oluşan yeni akımlar oluşmaya başlamıştır. Artık Kerbelâ, Necef, Bağdat ve Kâzımiyye, Basra taraflarında devam etmekte olan savaş meydanlarına gitmek isteyen mücahidlerin toplanma merkezlerine ve hareket noktalarına dönüşmüştür.[14]

İngilizlere karşı başlatılan mücadelenin liderliğini yapan Irak şehirlerinin başında Necef gelmekteydi. Birçok Necefli merci ve müçtehid cihad hareketinde önemli rol üstlenmiştir. Bunların başında müçtehid ve büyük Iraklı şair Muhammed Said el-Habbubî gelmektedir. El-Habbubî, mücahidlerden oluşan gruplara liderlik yaparak Basra’ya gitmenin yanı sıra cihada çağıran ve Orta Fırat aşiretlerini hazırlayan birçok din adamını da etrafında toplamıştır.[15]

Büyük Şii Mercii Kâzım el-Yezdî,[16] cihad konusunda bir fetva vermiş ve cihad için ayaklanmalarını sağlamak amacıyla oğlu Muhammed’i kendisini temsil etmek üzere, din adamlarıyla ve havza öğrencilerinden oluşan bir heyetle aşiretlere göndermiştir. Söz konusu heyet, savaş alanına giden gönüllülere refakat göreviyle ilk olarak Bağdat’a gitmiştir. Kâzım el-Yezdî, ayrıca, Hz. Ali’nin Türbesi’nde yaptığı konuşma sırasında cihad çağrısını yenileyerek, bedensel engelliler dâhil olmak üzere herkesin İslam diyarlarını savunması gerektiğini belirtmiştir.[17]

Kerbelâ, Şii mercilerinin liderliğindeki cihad çağrısına olumlu cevap veren ilk Irak kentiydi. Necef’te cihad çağrısı yapıldıktan kısa bir süre sonra Kerbelâlılar büyük bir toplantı düzenledi. Toplantıya başta İsmail el-Sadr olmak üzere çok sayıda büyük din adamı katıldı. El-Sadr, toplantıya katılanları Hz. Hüseyin Türbesi’ne doğru yürütüp, halkın birbirine kenetlenmesini istemiştir. Yürüyüşte milli duyguların kabarmasını hedefleyen coşku dolu şiirler okunmuştur.[18]

Kâzımiyye, kutsal Şii kentleri arasında cihad hareketi konusunda en coşkulu şehirdi. Kâzımiyye’de cihad davasını yöneten Mehdi el-Haydarî ve Şeyh Mehdi el-Halisî gibi iki büyük Şii lider çıkmıştı. Söz konusu liderler, aynı zamanda gönüllü mücahidlerin işlerinin yürütülmesi işini de gerçekleştirmişlerdir. Fav’ın İngilizler tarafından işgal edilmesinin ardından Mehdi el-Haydarî, Necef, Kerbelâ ve Samarra’daki diğer Şii merciler ve önde gelen din adamlarıyla görüşüp, düzenlenecek olan bir toplantıda işgal konusunu ele almak istediğini ifade eden mesajlar göndermiştir. El-Haydarî, Kâzımiyye Türbesi minberinden seslenerek halkı cihada çağırma konusunda etkin rol oynamıştır.[19]

Öte yandan, Şeyh Mehdi el-Halisî, Müslümanların, “Kâfirler gidene kadar tüm mallarını cihad uğruna kullanmaları gerektiğini ve buna karşı çıkanlara cebri uygulama yaptırılması” yönünde bir fetva yayınladı.[20] Bunun yanı sıra el-Halisî, “Kâfirlerin cihadında keskin kılıç” adlı bir kitap yayınladı. Söz konusu kitapta, İslam’da cihadı ele almış ve bu doğrultuda gereken temel ve ilkelerin tahakkuku için Müslüman ümmetin üzerine düşeni yapmasını savunmuştur.[21]

Şii mercilerin fetvaları Irak genelinde büyük ölçüde halk kitlelerinden karşılık bulmuş, çok sayıda vatandaş mücahidlere katılmıştır. Bu durum, toplumun hissiyatını yansıtan, cihad hareketinin tek lideri ve olayları büyük ölçüde yönlendiren Şii mercilerinin Irak halkı üzerinde ne kadar etkili olduklarını gösteriyordu.

Cihad hareketi sadece Şii merciliğinin kurumsal yanı olan Havza’nın merkezi sayılan Kerbelâ ve Necef’te başlamamış, aynı zamanda Şiilerin yoğun olduğu tüm Irak şehirlerinde vuku bulmuştu. Samarra da Necef, Kerbelâ ve Kâzımiyye gibi Irak şehirlerini saran cihad ruhundan uzak değildi. Samarra kenti de cihad konusunda etkin rol oynamıştır. O sıralarda Samarra’da bulunan Büyük Merci Muhammed Tâkî el-Şîrâzî, kâfir olan İngilizler ile savaşmanın vacip olduğunu dile getirmiş ve mücahidlere katılmak için yerine oğlu Muhammed Rıza’yı Kâzımiyye’ye göndermiştir.[22]

Harcanan tüm çabalara rağmen, Şii mercilerince başlatılan ve onlarla Havza öğrencilerinin önderliğinde gerçekleşen cihad, İngilizlere karşı hedeflenen zaferi beraberinde getirememişti. Osmanlı kuvvetleri ile mücahid birliklerinin kayıpları oldukça fazla olmuştu. Büyük kayıplar, Osmanlı komutanı Süleyman Askerî’nin intiharına neden olmuş ve daha sonra Osmanlı, ordusuyla birlikte mücahidlerin el-Nasıriyye kentine çekilmek zorunda kalmıştır. Bu gelişmelerin ardından, mücahidlerle din adamları aşamalı olarak bölgelerine geri dönmüşlerdir. Takvim 14 Ağustos 1915 tarihini gösterdiğinde artık Basra’daki askerî operasyonlar sona ermişti ve mücahidlerle din adamları tamamen evlerine çekilmiş bulunuyorlardı.

Osmanlı Devleti İngilizlere karşı devam eden savaşta, Şii merciliğinin önemini ve cihad harekâtındaki etkisini kavramıştır. Dolayısıyla Şii mercilerin dinî, askerî ve siyasî rolüne gereken önemi göstermeye başlamıştır. Şii mercileri başta olmak üzere din adamlarının cihad hareketinde yapabileceklerini ve halk üzerindeki etkisi gören Osmanlılar, İngilizlerle devam eden savaşta daha etkili kullanabilmek için, Şii mercileri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.[23]

Osmanlı Devleti’nin Şii mercilere göstermiş olduğu ilginin sonucunda da Şiiler ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerde hafif bir ilerleme görülse de bu ilerleme fazla devam etmemiş, kısa bir süre sonra durum kötüye gitmeye başlamış ve sonrasında da çatışmaya dönüşmüştü. Bu çatışmanın patlak vermesi ise Mayıs 1915-Mayıs 1916 tarihleri arasında Necef, Kerbelâ ve Hille’de yaşanan olaylarla ilintilidir. Osmanlılarla Şiiler arasındaki ilişkilerin bozulmasına neden olan olaylara bakıldığında, Osmanlı Devleti komutanlarının, Şuaybe’deki yenilgiden doğrudan Şii mücahidleri sorumlu tutmuş olmaları görülür.[24]

Cihad-ı Ekber’in ilan edilmesinden sonra Istanbul’da toplanan Şiîler

Söz konusu suçlamalar halkın yerel yönetimlere başkaldırmasına neden olmuştur. Askerlik hizmetinden kaçma, bu isyanın temel kısmını oluşturuyordu. Krizin büyümesi ile bazı şehirlerde yaşanan olayların genişleyerek artması, durumu infial noktasına getirmiş ve Osmanlı Devleti ile vatandaşlar arasında çatışma emareleri görülmeye başlamıştır. Bu hâl Necef’te daha da belirginleşmiş ve Osmanlı Devleti’ne karşı halkın artan hoşnutsuzluğu kentte isyanın boyutunu değiştirmiş ve huzursuzluk çatışma noktasına ulaşmıştır. Osmanlı Devleti, Necef’teki isyanı bastırabilmek için şehir dışından yaklaşık bin askerden oluşan takviye bir birlik getirmişti. Buna karşı koyan Necef halkı da Mayıs 1915’te liderlerinin başkanlığında Osmanlı güçlerine karşı üç gün süren çatışmanın ardından kenti kontrol altına almış ve Osmanlı memurlarını kovmuşlardır. Söz konusu durum Mart 1918’de İngilizlere karşı yapılan Necef Ayaklanması’na kadar devam etmiştir.[25]

Coğrafî açıdan Necef ile Kerbelâ kentlerinin birbirine yakın olmasının yanı sıra idari açıdan Necef’in Kerbelâ’ya bağlı olması nedeniyle her iki kentte yaşanan olayların benzeştiğini görmek mümkündür. İki şehrin yönetim merkezinin tek olmasının yanında, içinde buşundukları koşullar da birbirinden farklı değildir. Haziran 1915’te Kerbelâ’da ordudan kaçan bir grup aşiret mensubu ile kent halkı, belediye ve diğer hükümet binalarına saldırıp memurları kovmuş ve kenti ele geçirmiştir. Ancak Kerbelâ’da merci ve din adamları başta olmak üzere şehrin ileri gelenlerinin arabuluculuğu ile Osmanlı memurları geri dönmüş ve şehre yeni bir mutasarrıf tayin edilmiştir. Olaylar Mayıs 1916’da yeniden patlak vermiş, çok sayıda insan ölürken kentin yıkımını da kaçınılmaz kılmıştır.[26]

Kaynaklara bakıldığında, Şii Merciliği’nin, Osmanlı Devleti ile Kerbelâ ve Necef halkı arasında yaşanan olaylarda önemsenecek bir rol üstlenmediğini görebiliriz.[27] Yukarıda geçen arabuluculuk dışında Şii mercileri bu konuda hiçbir girişimde bulunmamışlardı. Görünen o ki, Şii Merciliği halkın ayaklanmasından yana tavır almış gibiydi. Özellikle Şuaybe Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilgiden halkı sorumlu tutmasından sonra bu tavır daha da belirginleşmiştir. Ne var ki, tüm yaşananlara rağmen, ilişkiler kopma noktasına da gelmemiştir. Şii Merciliği yaşananlara Müslümanların kendi aralarında meydana gelen bir iç mesele olarak bakıyor ve bu tür tatsız olayların Osmanlı Devleti’yle ipleri koparmaya ya da sırf bu nedenle İngilizlerin tarafını tutmaya yol açmayacağını düşünüyordu.

İngilizlerin Basra’ya girmelerinden Bağdat’a yönelmelerine kadar ilerledikleri güzergâh boyunca yerleşim yerlerinde yaşayan halkın onlara karşı sürdürdüğü cihad hareketi ve tutumuna bakılırsa Irak aşiretlerinin Osmanlı Devleti’ne meyilli olduklarını söylemek mümkündür. Nitekim Şii Merciliği önderliğinde gerçekleşen cihad hareketi, halkı, “Müslüman diyarını savunmak” adına Osmanlılar ile birlikte olmaya ve “kâfir” taraf olan İngilizlere karşı “kutsal savaşa” yönlendiriyordu.[28]

Şii Merciliği ile din adamlarının cihad hareketindeki rollerine bakıldığında, iki şekilde gerçekleştiğini söyleyebiliriz: Birincisi, Basra’dan Bağdat’a kadar uzanan coğrafya içerisinde İngiliz ordusuna yönelik mücahidlerin düzenlediği tüm saldırı ve çatışmalara şahsen katılmaları idi. Söz konusu çatışmalar, vur kaç, takviye ve ikmal yollarını kesme veya Kasım 1915’te Medayin’de meydana gelen çatışmada olduğu gibi Osmanlı ordusu ile birlikte düzenli kuvvetler şeklinde savaşmaktı. İkincisi ise kendi aşiretlerinde mücahidlere liderlik yapan aşiret reislerine merciinin rehberlik ederek onları yönlendirmesi şeklinde gerçekleşmiştir.

Ziya Abbas, Irak’ta Şii Merciliğin Siyasi Rolü, Önsöz Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 116-126

—————————————

[1] Ahmed Bâkır Avlân eş-Şerîfî, Kerbelâ beyne’l-harbeyni’l-âlimiyyeyn 1918-1939, mastır tezi, Mahedu’t-târîhi’l-Arabî ve’t-turâsi’l-ilmî li’d-dirâsâti’l-ulyâ, Bağdat 2004, s. 33.

[2] a.g.e., s. 33.

[3] Saîd es-Sâmerrâî, et-Tâifiyye fi’l-Irâk: el-vâki ve’l-hâl, Muessessetu’l-fecr, Londra 1993, s. 52.

[4] Semîr el-Kerhî, el-Irâk fî zâkireti’l-İmâmi’ş-Şîrâzî, Muesseseti’l-muctebâ li’t-tahkîk ve’n-neşr, Beyrut 2003, s. 15.

[5] el-Mahzûmî, a.g.e., s. 109.

[6] Nakkâş, a.g.e., s. 105.

[7] Musa el-Huseynî, el-Şia ve el-Hukum fî el-Devla el-Irakiya el-Hadita, Şabaket el-Nuha, s. 2. www.alnoha.com/visitor/alshee2ah.htm.x, 23 Temmuz 2005.

[8] es-Sâmerrâî, a.g.e., s. 53.

[9] Abdulhalîm er-Ruhaymî, Târîhu’l-hareketi’l-İslâmiyye fi’l-Irâk 1900-1924, 2.bs., Dâru’l-âlemiyye li’t-tibâa ve’n-neşr, Beyrut 1985, s. 163.

[10] el-Mahzûmî, a.g.e., s. 110.

[11] Nakkâş, a.g.e., s. 114.

[12] a.g.e., s. 64., el-Verdî, a.g.e., 4. Cilt, s. 128.

[13] eş-Şerîfî, a.g.e., s. 34.

[14] eş-Şerîfî, a.g.e., s. 34.

[15] Abdullâh en-Nefîsî, Devru’ş-şîa fî tatavvuri’l-Irâki’s-siyâsiyyi’l-hadîs, Dâru’n-nehâr, Beyrut 1973, s. 86.

[16] Büyük Ayetullah Merci Kâzım el-Yezdî için bakınız: el-Kâzımî, a.g.e., s. 35.

[17] el-Verdî, a.g.e., 4. Cilt, 2. Kısım, s. 129.

[18] eş-Şerîfî, a.g.e, s. 36.

[19] Abdurrezzâk Abd ed-Derrâcî, “Cafer Ebû Timmen ve Davruhu fi’l-hareketi’l-Vataniyye fi’l-Irâk”,Mastır Tezi, Bağdat, 1978, s. 40.

[20] eş-Şerîfî, a.g.e., s. 36.

[21] er-Ruhaymî, a.g.e., s. 167.

[22] ed-Derrâcî, a.g.e., s. 41.

[23] En büyük Şii müçtehidlerinden biri olan Seyyid Muhammed Tâkî el-Şirâzî, 1919 yılında el-Yezdî’nin ölümün ardından Kerbelâ’da en büyük Şii Mercii olmuştur. El-Şirâzî, 1920 yılında İngilizlere karşı Büyük Ayaklanma’nın liderliğini ve gerçek yöneticiliğini yapmıştır. Bakınız: Ahmed el-Kâtib, el-Merciu’d-dîniyyu’ş-şîiyyu ve âfâku’t-tatavvur ve’l-İmâm Muhammed eş-Şîrâzî nemûzecen,2.bs., ed-Dâru’l-Arabiyye li’l-ulûm, Beyrut 2007.

[24] er-Ruhaymî, a.g.e., s. 174.

[25] en-Nefîsî, a.g.e., s. 90.

[26] eş-Şerîfî, a.g.e., s. 39.

[27] Abdurrezzâk el-Hasenî, es-Sevretu’l-Irâkiyyetu’l-kubrâ, 4.bs., Beyrut 1987, s. 55.

[28] Nakkâş, a.g.e., s. 116.

 

intizar