
کارگر
İranlı bayan bilim adamı dünya matematik ödülünü kazandı
İranlı matematikçi ve Amerika'nın Stanford üniversitesi öğretim üyesi bayan Meryem Mirzahani dünyada en muteber matematik ödülünü kazandı.
Matematik Nobeli olarak bilinen Fields Medal, 4 yılda bir Uluslar arası Matematik kongresinde 40 yaş altı 2 ila 4 matematik bilim adamına verilmektedir.
İranlı bilim adamı Meryem Mirzahani Fields madalyasını alan ilk kadın ve ilk İranlıdır.
Meryem Mirzahani halen 37 yaşında olup Tahran Şerif Teknik Üniversitesi ve Harvard üniversitesinde okumuştur.
Dünya matematik olimpiyatında iki dönem madalya kazanan Meryem Mirzahani Amerikanın Stanford ve Prinston üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmaktadır.
Filistin’den İran’a teşekkür
Filistin İslamî direniş hareketi Hamas’ın üst düzey üyelerinden İsmail Rıdvan, Filistin direnişine desteklerinden ötürü İran İslam cumhuriyetine teşekkür etti.
El Meyadin TV kanalına verdiği demeçte Filistin direnişine destek veren İran, Lübnan ve dünyanın tüm hür milletlerine şükranlarını sunan Rıdvan, direnişin çok iyi durumda olduğunu ve başta Filistinli esirlerin kurtarılması olmak üzere tüm taleplerini hayata geçirebilecek güçte olduklarını vurguladı.
Kahire müzakerelerine de temas eden Rıdvan, Siyonist rejim İsrail’in cevapları Filistin milletinin en ufak taleplerini karşılayamadığını ve bu yüzden Kahire müzakerelerinden her hangi bir somut ilerleme kaydedilmediğini ifade etti.
Siyonist rejim pratikte elde edemediği sonuçlara, müzakerelerde ulaşmaya çalıştığını kaydeden Rıdvan, Tel Aviv’in Filistinli direniş gruplarının onayını alarak Gazze kuşatmasını bölgeye dayatmaya çalıştığını, oysa bunun imkansız olduğunu belirtti.
Rıdvan, direniş için tüm seçeneklerin gündemde ve meşru olduğunu, direnişin askeri ve siyasi kanadı arasında tam uyum ve dayanışmanınhakim olduğunu kaydetti.
Nasrallah’ın Gazze röportajı
Lübnan’da yayın yapan el-Ahbar Gazetesi Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’la 6 saatlik bir röportaj gerçekleştirdi. Bu haberimizde röportajın son Gazze Savaşı’yla ilgili kısmını yayımlıyoruz.
röportajda Suriye’den Gazze Savaşı’na, 2006 Hizbullah-İsrail Savaşı’ndan Lübnan’ın iç konularına ve Nasrallah’ın kişisel alışkanlıklarına/tercihlerine kadar birçok konu gündeme geldi.
Özellikle tutumu ve medya performansı açısından Hizbullah’ın savaşın ilk günlerinde ihtiyatlı davrandığı gerçeğinden yola çıkacak olursak; son Gazze Savaşı sizin açınızdan ne ölçüde sürpriz oldu? Direnişin tuzağa düşürüldüğüne dair bir korkunuz mu vardı?
Bu gelişmeler bekleniyor muydu? Hayır! Ancak sürpriz de olmadı. Eğer bağlama yabancıysanız ancak o zaman bu gelişmeler sürpriz olur. Şüphesiz üç yerleşimcinin kaçırılmasından sonra -Direniş değil- İsrail, olayları bu noktaya getirdi. İsraillilerin tutum ve davranışları kaçırılan insanlarını ararmış gibi değildi. Üç yerleşimciyi arama bahanesiyle, Batı Şeria’dan Hamas’ı, İslamî Cihad’ı, Halk Cephesi’ni ve Direniş’le ilgisi olan herkesi söküp atmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Olaylar tırmanışa geçti; bana göre artık durum kontrol edilemeyecek bir pozisyona gelmişti ve hem İsrail hem de Direniş bir savaş planlamaksızın harekete geçti. Maalesef bazıları Direniş’i siyasi rolünü yeniden canlandırmak ve Türkiye-Katar-İhvan eksenini yeniden diriltmek için bu savaşa girmekle suçladı. Ben böyle düşünmüyorum.
Bölgedeki gelişmeleri ve dönüşümleri yakından gözlemleyen İsrail, savaşa girme konusunda pek hevesli değildi. Ancak olaylar gelişmeye başlayınca ‘fırsat’ ve ‘tehdit’ kendisini ortaya sundu. İsrailliler, ‘fırsat’tan yararlanmak istedi; Direniş ise ‘tehdit’e göğüs gererek bunu fırsata dönüştürmeye çalıştı. Kısaca biz, meseleyi böyle yorumluyoruz.
İsrail tarafı ‘Her halükarda savaşa gittiğimiz için, bu fırsattan yararlanabiliriz’ diye düşündü. Özellikle de Gazze işgal altında, Arap dünyası parçalanmış vaziyette, bölgesel ve uluslar arası siyasetin odağı başka yerde ve Arap halkların endişeleri başka tarafta iken bu durumu fırsata çevirebileceklerini düşündüler.
Savaşın ilk günlerinde İsrail bildiği tüm hedefleri vurdu. Ancak Gazze’den füzeler atılmaya devam etti. İsrail’in kendisini niye büyük bir sorunla karşı karşıya hissettiğinin cevabı burada saklıdır. Direniş açısından ise; kendisine dayatılan bu savaşı fırsata çevirerek ablukayı kaldırma noktasında kararlı bir duruş ortaya kondu. Şurası aşikâr ki Direniş, moral yükseltmek için sembolik bir zafer veya vaziyeti kurtaran bir çıkış yolu arayışı içerisinde değil; bilakis bedel ödeme pahasına ablukanın kaldırıldığı gerçek bir zaferin peşindedir.
Bu husus, Direniş’in direnç noktasıdır. Birincisi; çünkü bu Gazze’deki tüm Direniş gruplarının ortak isteğidir. İkincisi; çünkü ablukanın kaldırılması hususunda gerçek bir halk iradesi vardır. Belki bazı insanlar Gazze Şeridi’ni yönetmesi ve iktidarı konusunda Hamas’tan farklı düşünüyor olabilirler. Veya yine bazı gruplar bölgesel konular bağlamında Hamas’la aynı fikre sahip olmayabilirler. Ancak her şeye rağmen ablukanın kaldırılması sorunu, tüm Gazze halkının talebi doğrultusunda şekillenen ortak bir konudur.
Bizim bu savaşı anlama biçimimiz bu yönde. Savaşın başlarında ateşkes ve anlaşma teklif edildiğinde, neden Direniş gruplarının konsensüsle abluka kaldırılmaksızın bu teklifi kabul etmeyeceklerini belirttiklerinin cevabı burada saklıdır. Savaşın başından beri, Direnişin hedefi buydu. Bana göre, İsrail çıkmaza düşmüş vaziyette ve 2006 Temmuz Savaşı’ndaki hatalardan ders çıkarmaya çalışıyorlar. Gazze Savaşı’nın başından beri 2006 Temmuz Savaşı İsrail medyasının gündeminde.
Düşmanın hedeflerinin ılımlı/makul olduğuna katılıyor musunuz?
Bu, 2006 Temmuz Savaşı’ndan çıkarılan derslerden biri. İsrailliler Temmuz Savaşı’ndaki hatalardan ders çıkarmaya çalıştılar; fakat aksine İsrail şu an çıkmaza düşmüş vaziyette. Bu sebeple hedeflerini açıkça belirtemiyorlar. Savaşı başından beri izliyorum; herhangi somut bir hedefle karşılaşmadım. Bu konuda tek bir resmi açıklama yok. Biri Hamas’ı devirmekten bahsediyor; bir diğeri ‘direnişi silahsızlandırmak’tan bahsediyor. Başkası ise füze atışını, kaçakçılığını veya üretimini engellemekten veya tünelleri yıkmaktan bahsediyor.
Hatta öyle ki Direniş’in elinde olan iki askerlerinin akıbetiyle bu kadar çok ilgilenmiyorlar; çünkü biliyorlar ki onları müzakereler olmaksızın ve bir bedel ödemeksizin geri alamayacaklar. Bu esir askerleri siyasi ve askeri baskıyla geri alamazlar. İsrailliler zor durumda. Belki onlar Direniş’in mücadele iradesini ortaya koyamayacağını ve halkın bu seviyede adanışla Direniş’in yanında yer alamayacağını düşünmüş olabilirler. Eminim ki düşman, tıpkı 1996’daki Gazap Üzümleri operasyonunda Şimon Peres’in dile getirdiği gibi füze stoklarının tükeneceğini düşünmüştür. Eğer bu senaryo tutsaydı Filistinlilere herhangi bir taviz vermeden, füzeleri engellediklerini ilan edeceklerdi. Fakat hesapları tutmadı.
Filistinlilerden savaşa doğrudan müdahalede bulunmanız noktasında bir talep geldi mi?
Sevgili kardeşim Musa Ebu Merzuk bu konu hakkında konuştu. Ancak diğer gruplardan hiç kimse böyle bir talepte bulunmadı; meseleyi anladıklarını düşünüyorum.
Ebu Merzuk’un bu talebi Hamas’ın resmi ve gerçek duruşunu mu temsil ediyordu?
Eğer bu talep ciddi olsaydı, medya önünde değil kapalı kapılar ardında konuşulurdu. Bizimle Hamas arasındaki iletişim kanalları asla hasar görmedi; hatta ilişkilerimizin gerilediğinin söylendiği dönemde dahi böyle bir şey olmadı. Daima iletişim kanalları açık ve iletişim devam ediyor. Ebu Merzuk ya da Hamas liderlerinden bir başka kardeşimiz, bu konuyu tartışmaya açmamızı bizden talep edebilir. Fakat bana göre; bunu medya önünde dile getirmek, bazı soru işaretlerini gündeme getirir. Dolayısıyla bu tarz bir yöntemi uygun bulmuyorum. Bunun üzerinde çok durmak istemiyorum; önemli olan iyi niyet ve anlayıştır. Belki o, durumun çok zor olduğunu düşündü ve bu düşüncesini dile getirdi. Fakat bu kadar önemli ve ciddi bir konu medya üzerinden tartışılmamalı. Medya üzerinden dillendirilen bu talebin neden takipçisi olmadığımızın cevabı burada saklıdır. –Bizim doğrudan müdahalede bulunmamızda fayda olsun ya da olmasın- bu mesele aramızda tartışılmalıdır.
Bu konu hakkında Hamas’la konuştunuz mu?
Hayır…
Bu konuyu görüşmediniz mi?
Hamas’la daima iletişim halindeyiz; ancak ne biz ne de onlar bu konuyu gündeme getirmedik.
Size göre; son Gazze Savaşı İsrail’in bir sonraki Lübnan Savaşı planlarını ne kadar erteledi?
Ertelediğini söyleyebilirim; ama ne kadar ertelediğine dair bir tahmin yapamam. Çünkü İsrail’in hangi şart ve durum altında savaşa gireceği belirsiz. Temmuz Savaşı’ndan ve çıkardıkları derslerden sonra İsrailliler gelecekteki herhangi bir savaşın çabuk, kesin ve net bir zafer getirebileceğini varsayıyorlar. Temmuz Savaşı’nda herkes İsrail’in yenilgiye uğratıldığını söyledi; fakat bazıları da tersini iddia etti. Aynı şey son savaşta da oldu; bazıları Güney Lübnan’dan-ki bu bölgeden 2000’deki İntifada’da, 2008’deki savaşta ve yine 2012’deki 8 günlük savaşta da cephe açılmamıştı- bir cephe açılmadığı için savaşı kazanabileceklerini söylediler.
Temmuz Savaşı’ndan beri İsrail, Lübnan’daki herhangi bir savaşta ilk olarak zaferin çabuk olması gerektiği konusunda ısrarcı. Bu savaş uzun zaman almamalı ve şehirleri yıpratma ve bombalama savaşına dönmemeli. İkinci olarak; bu zafer –sınırlı veya geçici değil- ‘kesin’ bir nitelikte olmalı ve makul/ılımlı hedefleri değil tüm hedefleri başarmalı. Üçüncü olarak; bu zafer ‘net’ ve ‘açık’ olmalı. Tüm bunların nedeni, bir sonraki savaşın hedefler ve Direniş’in kapasitesi-füze ve tüm bölgelerdeki kapasitesi- bakımından oldukça zor bir savaş olacağının farkına varmalarıdır. Düşman, bir yıpratma savaşıyla başa çıkamaz. Bugün Gazze’den Tel Aviv’e ve diğer bölgelere atılan füzeler oldukça sınırlı sayıda olmasına rağmen, İsrail’in ciddi bir baskı altında olduğunu görüyoruz. Onlar Demir Kubbe sisteminin etki gücünü konuşuyorlar; ancak bu oldukça tartışmalı, çünkü Demir Kubbe sadece sınırlı sayıda füzeyi düşürebildi ve çok sayıda füze fırlatıldığında gerçek sorunla yüzleşecekler.-
İsrail, eğitim ve teçhizat noktasında Temmuz Savaşı’ndan çok ders çıkarmaya çalıştı ve bunları Gazze Savaşı’nda uygulamak için uğraştı. Tüm açıkları kapattığını ve Gazze hakkında gerekli istihbarata sahip olduğunu zannetti. Bununla birlikte başarısız oldular; bunu biz değil kendileri söylüyor. Bu sebeple, imkânları sınırlı olan, kuşatma altındaki Gazze’deki savaşta başarısızlığa uğradılarsa; hesaplarını ciddi bir biçimde yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor. Öyle inanıyorum ki Gazze Savaşı’ndan sonra her şey eskisinden farklı olacak.
Filistin Direnişi’ne ve Gazze halkına tavsiyeleriniz nelerdir?-
Tüm bu yaşananlar kendi kanaatleri, iradeleri ve kültürü. İnsanoğluna ‘teslim olmak’ ve ‘savaşmak’ şeklinde 2 seçenek verilmişse, direniş ve zillet arasında tercih yoktur. Direniş kültürü ve seçeneği, başka bir tercihleri olmadığı için Filistin halkı arasında büyümektedir. Onlar müzakereleri denediler ve yeterince uzun bir vakit bölgesel ve uluslar arası şartların değişmesini beklediler.-
Mısır’la birlikte, Gazze’ye ve tüm Filistin davasına altın bir fırsat sunuldu; ancak çabuk kaybedildi. Gazze’de yaşayan insanlar için, başka hangi seçenekler var ki? Ya direnecekler, ya İsrail şartlarına teslim olacaklar, ya kendilerini denize atacaklar ya da göç edip mülteci kamplarına yerleşecekler.
Tüm bu tecrübelerin ardından Filistinlilerin bugünkü tercihlerinden-direnişten- başka bir tercihleri olduğunu düşünmüyorum. Kendini onurunu, hayatta kalışını ve varlığını önemseyen bir insanın karşısında direnişten başka bir seçenek yoktur. Teslim olan insanlar var. Ancak Gazze halkı, bedel ödemek gerekse de teslim olmamayı ve bu kararının sonuçlarına dayanmayı tercih etmelidir. Direniş’te onlar için bir eminlik vardır ve Direniş yolu sonuca ulaştıracaktır. Sloganlar değil akıl ve mantık, Gazze halkının savaşması gerektiğini söylüyor.
Net bir şekilde Direniş Ekseni ile Mısır Yönetimi arasında bir problem var. Konu sadece Hamas’la ilgili değil. Sisi Yönetimi’nin Gazze saldırılarıyla ilgili tutumunu ve Direniş üzerinde kurduğu baskıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?-
Filistin Direnişi’nin liderlerinden birinin sözüyle cevap vermek istiyorum: Gazze’nin problemi, “İsrail’le ilgili güven problemi-temel ve önemli bir problem-“ ile “Katar-Türkiye ve Mısır-Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri eksenleri” arasında sıkışmaktır. Bu ayrışmanın nedenleri anlaşılabilir ve herkesçe malum. Fakat maalesef bu, söz konuşma ayrışmanın bir şekilde üstesinden gelinmesi gerektiği durumlar için oldukça keskin ve karşıt bir ayrım. Örneğin biz, Filistinli gruplardaki kardeşlerimizle ve İran’daki kardeşlerimizle yaptığımız istişareler neticesinde; İran’a Türkiye’yle, Katar’la, Mısır’la, Suudi Arabistan’la ve hatta Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’la temasa geçmesi tavsiyesinde bulunduk. Mesele Direniş ekseni olduğu zaman, puanlama sistemiyle uğraşmadık veya Direniş hareketini iç ve bölgesel değerlendirmelerde kullanmadık. Ortada temel bir hedef var; o da Gazze’deki Savaşı durdurmak ve ablukayı kaldırmak.-
Ortada çatışmalar varken; insanlar için öncelik birbirleriyle konuşmaktır. Fakat tüm bu olayların ortasında, örneğin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin şahsına saldırması Mısır’ın pozisyonunu daha güç hale getirdi. Hatta el-Cezire aracılığıyla Katar’ın Mısır’a karşı tutumu negatif sonuçlar doğurdu. Eğer Filistinlilere yardım etmek istiyorsanız, Mısır’la konuşabilmelisiniz. Filistinlilerin kendileri, herhangi bir çözümün veya anlaşmanın Mısır’sız olamayacağını söylüyorlar. Bu, iki rakip eksenin tüm diğer tartışma ve ihtilafları bir kenara bırakarak Gazze’ye öncelik vermelerini gerektiriyor.
Gazze Savaşı’ndan sonra; sadece Hizbullah olarak değil aynı zamanda İran ve Suriye açısından da değerlendirdiğinizde Hamas’la gelecekteki ilişkilerinizi nasıl görüyorsunuz? -
Gazze Savaşı’ndan önce de –her ne kadar Suriye meselesinde farklı düşünsek de- görüşmelerimiz ve irtibatlarımız asla kesintiye uğramadı. Her şey normal seyrinde devam etti.
Peki desteğiniz?
Elbette ki Suriye, Irak ve bölgedeki gelişmelerle birlikte genel durum biraz etkilendi. Suriye meselesinde; meydana gelen olayları değerlendirmede farklı bir yaklaşımımız olsa da, bir araya geldiğimiz tüm toplantılarda temel kaygı, bizim onların bu konudaki tutumunu, onların da bizim bu konudaki tutumumuzu anlamaya dönüktü.
Bu konu hakkında farklı tartışmalarımız oldu. Tabii ki Gazze’deki son durum, öncelikleri yeniden şekillendirdi ve bu sayede daha çok irtibat ve işbirliği sağlayabiliyoruz. Son savaş, Hizbullah-Hamas ve Hamas-İran ilişkilerini daha da arttırdı. Suriye meselesi farklı, karmaşık ve zamana ihtiyacı olan bir konu. Bölgesel gelişmelerin konusu ve yakın gelecek için bir öngörüde bulunmak zor.
Kudüs’e girecek miyiz?
Hiçbir şüphem yok.
Bugün halk, Filistin için ne yapmamız gerektiğini ve neden Kudüs’ü özgürleştirmemiz gerektiğini merak ediyor…
Genelde Arap kamuoyunda özelde ise Lübnan’da karşı karşıya bulunduğumuz en büyük tehlike, İsrail’in bir gün bölgede doğal ve normal bir unsur olarak kabul edilmesi düşüncesinin kabul görmesidir. Ya da İsrail’in artık bölge ve halklar için bir tehdit değil, eğer tehditse bile sadece Filistin için bir tehdit olarak görülmesidir.
İsrail gayrimeşru bir rejim olarak tüm bölge için daimi bir tehdittir. Bu rejimle barış içerisinde bir arada yaşamak mümkün değildir. Filistinli olanlarla olmayanlar, Şiiler ile Sünniler, Müslümanlarla Hıristiyanlar aralarındaki tüm hassasiyetleri bir kenara bırakıp tüm halkların bu tehdidi ortadan kaldırmayı hedef edinmesi gerekiyor.
-
islamanaliz
ABD ile görüşmelerin hiç bir faydası olmadı
Amerika İran’a düşmanlığına son vermediği sürece onlarla yapılan bütün görüşmelerin hiç bir faydası olmayacaktır.
Dışişleri Bakanlığını, “diplomasinin düzenli ordusu” olarak nitelendiren ve diplomasi meydanını “savaş meydanına” benzeten İmam Hamanei, bir ülkenin dış siyaseti için gerekli bazı önemli şartlara değindi.
İmam Hamanei başarılı bir diplomasinin şu şartlara sahip olmasını gerektiğini vurguladı;
1-Hedeflerin dikkatli ve açık bir şekilde belirlenmesi,
2-İyi yapılanmak
3-Diplomasi salahiyetine sahip olmak.
İmam Hamanei “diplomasi salahiyetine sahip olmayı” ise şu ana başlıklara sahip olmak olarak değerlendirdi;
1-Diplomatik zeka ve yeteneğe sahip olmak,
2-Gerektiği yerde yumuşamak.
3-Zaruri yerlerde etki kabul etmemek, ve ödün vermemek.
4-Hedeflere derinden ve sadık bir şekilde bağlı kalmak.
5-Fırsatları iyi kollayıp, doğru değerlendirmek.
Dünya düzeninin değişerek yeni bir düzene girmeye başladığına dikkat çeken İmam Hamanei, “Eski aktörlerin yanısıra, Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan yeni aktörler sahneye adım attılar. Ve hepsi yeni düzende kendi konumlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Eğer diplomasi kolumuz, akıllı, güçlü ve çalışkan bir şekilde sahnede yer alırsa, İran İslam Cumhuriyeti’nin yüksek konumu yıllar boyunca korunacaktır. Aksi halde gerektiği konumda yer alamayacağız” diyerek yetkilileri uyardı.
Konuşmasının devamında İran ve 5+1 ülkeleri ile yapılan müzakere görüşmelerine değinen İmam Hamanei şöyle dedi:
“Bazıları, eğer Amerika ile müzakere masasına oturursak bir çok sorunun hallolacağına inanıyordu. Elbette biz öyle olmadığını biliyorduk. Geçtimiz bir yıl içinde yaşananlar bu gerçeği defalarca ispatlamıştır.
Amerika ile yapılan görüşmelerin hiç bir faydası olmadığı gibi, aksine Amerika’nın konuşma tarzı daha sert, küstahça, saygısız olurken, beklentileri de arttı.
Amerikalıların (bize olan) düşmanlığı azalmadığı gibi yaptırımları da çoğalttılar.”
İmam Hamanei, Amerika ile yapılan müzakere görüşmelerinin zararlarından biri olarak “İran’ı ikilem içine düşmüş olarak göstermek” olduğunu belirtirken bu düşünceyi yaymak için büyük bir çaba içine girdiklerini ifade etti.
Konuşmasının sonunda, Amerika ve İsyonist rejim dışında bütün dünya ülkeleri ile siyasal ilişki içinde olabileceklerinin de altını çizen İmam Hamanei, Amerika’nın düşmanlığını bitirmediği sürece onlarla yapılan bütün görüşmelerin hiç bir faydasının olmayacağını vurguladı.
General Cezairi: Batı Yaka’da mücadele modeli değişiyor
İran Silahlı Kuvvetler Genelkurmay ikinci başkanı General Seyyid Mesut Cezairi, Ürdün Nehri Batı Yakasında mücadele modelinin değişmesi için geri sayım başladığını ifade etti.
Filistin halkının direnişiyle ilgili son gelişmeler hakkında değerlendirme yapan İran Silahlı Kuvvetler ikinci başkanı, Siyonistlerin Gazze’ye saldırısının uzun sürmesiyle Filistinlilerin kendilerini savunmak için yeni yöntemlere başvurmaya mecbur kaldığını söyledi.
Savaşın büyümesi ve direnişin çeşitli noktalara yayılması sonucu düşmanın teslim olacağını ifade eden General Cezairi, işgal topraklarının coğrafi durumunun Siyonistlerin Filistinli direnişçilerle mücadele etme imkanını minimuma indirdiğini kaydetti.
İranlı General, Filistinliler ile Siyonistler arasında yapılan müzakerelerin mazlum Filistin halkının taleplerinin gerçekleşmesiyle sonuçlanmayacağını, Siyonistlerle tek mücadele yolunun direniş olduğunu kaydetti
Irak’tan şok iddia!
Irak Parlamentosu Hukuk Devleti Koalisyonu üyesi Muhammed El Sehyud, ABD’nin sözde Erbil’de bulunan IŞİD karargahlarına yaptığı saldırının gerçek nedenini gün yüzüne çıkardı.
IŞİD’ın, ABD ve Siyonist rejim tarafından, Irak’ı parçalamak için kurulduğunu belirten Muahmmed El Sehyud, ABD’nin Erbil’e yaptığı saldırıda IŞİD’a ait hiç bir karargahı bombalamadığını açıkladı.
El Sehyud, IŞİD’ın Sencar ve Erbil’e doğru hareket etmesinin, ABD, İsrail ve IŞİD arasındaki anlaşma şartlarına aykırı olduğundan dolayı, ABD’nin Erbil’de yanlızca Kürdistan sınır bölgelerini bombaladığını ve IŞİD sığınaklarını hedef almayarak yine Washington’un çıkarlarına hizmet ettiğini vurguladı.
Irak Parlamentosu Hukuk Devleti Koalisyonu üyesi, sözlerinin devamında, ABD’nin iddia ettiği gibi gerçekten IŞİD’a karşı olması halinde, savaşın en başından beri teröre karşı Irak’ı savunması gerektiğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Ruhani, Erdoğan'ı kutladı
Erdoğan’ı arayarak halkın doğrudan oylarıyla seçilen Erdoğan’ı kutlayan İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, yeni dönemde iki ülke arasında daha samimi ve yakın ilişkilere ve bölgesel konularda işbirliğin gelişmesine şahit olmayı umduğunu belirtti.
Erdoğan’ı telefonla arayan Ruhani, Türk halkının Erdoğan’a olan yüksek güvenine işaret ederek iki ülke ilişkilerinin özellikle Türkiye Başbakanı’nın geçen yıl İran’a yaptığı ziyaretinden sonra gelişmesinden memnuniyet duyduğunu belirtti.
Ruhani ayrıca iki ülke arasında varılan anlaşmaların en iyi şekilde yürürlüğe girmesini umduğunu da belirtti.
Irak, Suriye ve Filistin konusunda iki ülke arasında işbirliğin şart olduğuna işaret eden Ruhani “İki ülkenin işbirliğinde önemli konulardan biri, bölgede ve özellikle Irak’ta terörle mücadele konusudur.” dedi.
Irak durumunun kaygı verici olduğuna değinen cumhurbaşkanı “Yasal hükûmet en kısa zamanda şekillenmeliydi. İran için Irak parlamentosunda halkın seçtiği temsilcilerin çoğunun onayladığı kişinin iktidarda olması ve Irak’ta yasal girişimlerde bulunması önemlidir.” dedi.
Telefon görüşmesinde kendisini kutlayan Ruhani’ye teşekkür eden Erdoğan “İran ve Türkiye ilişkileri tarihli kökenlidir. Yeni hükûmette iki ülke ilişkileri daha da yakınlaşacak ve bölgesel meselelerde işbirliğimiz gelişecek.” dedi.
Ruhani: "Nükleer müzakereler sonsuza kadar sürmeyecek"
5+1 ile devam eden nükleer müzakerelere işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, nükleer müzakereler sonsuza kadar sürmeyeceğini söyledi.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, Tahran’da düzenlenen Ekonomik Forumu'nda konuşan İran İslam Cumhuriyeti Cumghurbaşkanı Hasan Ruhani, son 11 ayda su krizi, çerve kirliliği, sağlık, ekonomik, politika ve diğer pek çok alandaki devlet icraatlarını anlattı.
Cumhurbaşkanı Ruhani, konuşmasının bir bölümünde yaptırımlara işaret ederek, İran’ın artık eskisi gibi yaptırımlara maruz kalmayacağını dile getirdi.
İran’ın, nükleer müzakerelerde ciddi ve azimli olduğunun altını çizen Ruhani, 5+1 grubuna verilern bu tarihi fırsatın sonsuza kadar sürmeyeceğini, buna karşın devam ettikleri ekonomik politikaların yaptırımarın devamına göre ayarlandığını belirtti.
İran Cumhurabaşkanı, yaptırımların devam etmesinden herkes zarar göreceğini ifade ederek, yaptırımların kaldırılması bütün bölgeye yardımcı olacağına dair Avrupalılar ve doğu ülkelerin söylemlerini hatırlattı.
Ruhani, karşı tarafın İran gibi ciddi iradeye sahip olmasını ümit etti.
İran’dan Filistin’e yardım açıklaması
Devrim Muhafızları Ordusu komutanı yardımcısı bir televizyon söyleşisinde yaptığı açıklamada: İran İslam Cumhuriyetinin; direnişi tüm maddi, manevi, siyasi ve düşmanın bulunduğu tüm alanlarda desteklediğini ve yaptığı bu destekte de herhangi bir korkusu olmadığını açıkladı.
Orgeneral Hüseyin Selami , aynı söyleşide şu açıklamada bulundu: Bizim Filistini korumadaki mantığımız Kuranı Kerim’in mantığıdır. Nitekim Kuran-ı Kerim’de yurtlarından çıkarılan müslümanlar için neden savaşmadıkları sorulmaktadır. Tüm benliğimizle dünyanın her yerindeki müslümanları ve mazlumaları korumak bizim görevimizdir. Bu korumanın da sınırı yoktur. Bütün Avrupa ve Amerikasıyla bütün bir Batı işbirliği yaparak savunmasız insanları dar bir çemberde ateşe verirken İran İslam Cumhuriyetinin İslam Dünyası’nın bu zulme kayıtsız kalmasını nasıl bekleyebilirler?
Devrim Muhafızları Ordusu komutanı yardımcısı Orgeneral Hüseyin Selami , Filistin İslami direnişinin İslami İran’dan ilham aldığını belirterek şöyle dedi: İran İslam Cumhuriyeti, Filistin direniş hareketinin canlanması ve siyonistlerin İslam dünyasındaki kanlı hakimiyetini önlemek için bugüne kadar hiçbir girişimden kaçınmamıştır. İran İslam Cumhuriyetinin düşüncesi İslam dünyasında gücün ödünç alınmış olması değil, gücün içsellik kazanmasıdır ve bu gerçekleşmiştir.
Orgeneral Hüseyin Selami konuşmasının devamında şöyle dedi : Bizler maddi, manevi ve siyasi yardımları ayrıca düşmanın olduğunu düşündüğü her türlü yardımı yapmaktayız ve bu yardımlar açık bir şekilde gerçekleşmektedir. Filistin İslami bütünün bir parçasıdır. Rehberimizin görüşü ve siyaseti de mazlum müslümanların korunması yönündedir. Bu bizler için bir iftihardır. Biz Amerika’ya teslim olmuş ve savaşın İslam dünyasında kabilesel ve derin bir hal almasını isteyen bazı Arap ülkelerinin aksine şii ve sünninin bizim için bir farkının olmadığını ilan ettik. Filistin’de şii olmamasına veya çok az şii olmasına rağmen bizim kalbimiz Filistin halkının muhabbeti ile doludur ve bu sadece duygusal bir söylem değildir.
ABD dünya kamuoyunu saptırmak amacıyla IŞİD’i bombalıyor
İslami Şura Meclisi Başkanı, Amerika dünya kamuoyunun dikkatini Gazze’den saptırmak amacıyla IŞİD terör örgütüne yönelik saldırı başlattığını bildirdi.
Bugünkü meclisin açık oturumunda konuşan İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, cahil ve aşırı grupların yanında yer alan Amerika’nın bu davranışı dünyayı krize sürüklediğini, bugün Libya’dan Yemen’e kadar karmaşalar ve kan dökülmelerine şahit olduğumuzu ifade etti.
Laricani, İslam adına Müslümanları öldüren bir grup cahilin yanında yer alan Amerika’nın şeytani politikaları bir makas gibi Müslümanların siyasi, kültür ve sosyal hayatlarını parçaladığını konuşmasına ekledi.
Amerika’nın Orta doğu politikalarında çifte standartına işaret eden İslami Şura Meclisi Başkanı, IŞİD gibi teröristlerin eliyle 40 aydan fazla Sünni, Alevi, Hıristiyan ve Şii halkın katedilmesine karşı sessiz kalan ve teröristlere destek veren Amerikan devletine işaret ederek, Hıristiyanların evsiz kalmaları ve dini mekanları tahrip edilmesi bile Obama’nın duygularını incitmediğini söyledi.
Ali Laricani, Amerikalıların yıllardır, Filistin toprakları üzerinde siyonist İsrail rejiminin Filistin halkına yönelik cinayet ve zulmüne gözlerini kapadıklarını ve bugün de dünya kamu oyunun dikkatini Gazze’den saptırmak amacıyla IŞİD terör örgütüne yönelik saldırı başlattığını bildirdi.
Amerikalıların bölgede işledikleri insanlık dışı girişim ve uygulamalarından bölge ve dünya halklarının zihninin temizlenmesinin tabiri olmayan bir rüya olduğunu belirtti. İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, teröristlerin Suriye’de Müslümanlara ve Hristiyanlara yönelik saldırıda bulunduklarında Amerikalıların da teröristlere karşı ya tepki göstermediğini veya bir yolunu bulup onlara yardımda bulunduğunu, ama bugün nifak içerikli bir tutum içinde Irak’ta azınlık Ezidi grubuna destek amacıyla IŞİD teröristlerinin mevziilerini hava saldırıları düzenlendiğini söyledi.
Amerikalıların Suriye’de kendi çıkarları doğrultusunda olduğu için sürekli olarak teröristleri desteklediğini belirten Laricani, İran İslam Cumhuriyetinin geçmiş yıllardan beri terörizm ve insanlık dışı cinayetler karşısında aynı tavrı takındığını ve siyasetini kesinlikle değiştirmediğini söyledi.