کارگر

کارگر

Salı, 24 Temmuz 2012 07:24

Kuran'da Oruç

Mübarek ramazan ayında tutulan oruç hükümleri Bakara suresinde bazı ayetlerde işaret edilirken, diğer bazı surelerin ayetlerinde de orucun çeşitleri belirtilmiştir. Mübarek ramazan ayında tutulan oruçla ilgili hükümler Bakara suresinde bir birine yakın ayetlerde yer almaştır.

Örneğin Bakara suresinin 183. ayetinde şöyle okumaktayız:

Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.

Kuran'ı Kerim alimleri ve müfessirlere göre "ey iman edenler" ibaresi ile başlayan ayetler Medine'de nazil olan ve medeni ayetler olarak bilinen ayetlerdir.

Oruç hükmü de cihad ve zekat ödeme hükümleri gibi hicretin ikinci yılında nazil oldu. Bakara suresinin 183. ayetinde en önemli ibaretlerden biri sayılan oruç ibadetinden söz ediliyor.

Yüce Allah müminleri bu hükme teşvik etmek ve onları hükmü benimsemeye hazırlamak için en başta mümin kullarını "ey iman edenler" ibaresi ile onurlandırıyor ve imam Sadık'ın (sa) tabiri ile bu hitapla oruç tutmanın zorluğunu hafifletiyor.

Ayet daha sonra orucun hükmünü beyan ediyor ve yine zorluğunu hafifletmek için oruç tutmanın daha önceki ümmetlere de Fars kılındığını hatırlatıyor. Araştırmalar orucun tüm geçmiş ümmetlerde bir nevi var olduğunu ve hatta putperestler bile taptıkları putlara yakınlaşma düşüncesi ile kendilerince oruç tuttuğunu gösteriyor. Nitekim şimdi de Hindistan'da putperestler özel günlerde oruç tutuyor.

Yahudiler, Hristiyanlar ve dinlerin de kendilerine göre oruçları vardı. Nitekim Tevrat ve İncil'de oruç tutmak takdirle karşılanıyor ve Hz. Musa ve Hz. İsa'nın oruç tuttuğu ifade ediliyor. Kuran'ı Kerim'de de Hz. Meryem'in oruç tutma adağı anlatılıyor ve bu orucun susma orucu olduğu beyan ediliyor. Gerçi Hz. Meryem'in orucu, susma orucuydu ve halkla konuşmaktan imsak etti, lakin bu da bir nevi oruçtur.

Tevrat ve İncil'de ise oruç, yemekten ve içmekten sakınma şeklinde tanımlanıyor. Ayetin sonunda kısa bir ibare ile orucun önemli felsefesi beyan edilirken, bu ibadetin insanda takvayı geliştirdiği ifade ediliyor.

Oruç tutan insan kendini maddi zevklerden mahrum bırakarak aslında bir nevi nefsine musallat olmayı öğreniyor ve bu işi bir ay boyunca yaptığı için takva duygusu büyük ölçüde gelişiyor ve böyle bir insan artık kolay kolay günah işlemeye veya başkalarının hakkına tecavüz etmeye yanaşıyor ve nefsine gem vurabiliyor.

Bakara suresinin 184. ayetinde ise şöyle okumaktayız: Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir.

Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Salı, 24 Temmuz 2012 06:45

Oruç Hükümleri

Soru 1: Kızım mükellef olmuştur. Fakat; bünyesi zayıf olduğundan Ramazan ayının orucunu tutamıyor. Gelecek Ramazan ayına kadar da orucunun kazasını yerine getiremeyecektir; bu durumda ne yapması gerekir?

Cevap: Sırf zaaf ve güçsüzlükten dolayı oruç ve kazasından aciz olması orucun kazasının ondan kalkmasına sebep olmaz; tutmadığı Ramazan oruçlarının kazasını yerine getirmesi farzdır.

Soru 2: Yeni bulûğ çağına erdikleri için oruç tutmaları zor olan kızların hükmü nedir? Acaba kızların bulûğ yaşı, dokuz yaşını doldurmaları mıdır?

Cevap: Kızlar için şer'î erginlik yaşı, meşhur kavle göre kameri yıl hesabıyla dokuz yaşını doldurmalarıdır. Dokuz yaşını doldurduktan sonra onlara oruç farz olur; sırf bazı mazeretlerden dolayı oruç tutmayı terk etmeleri caiz değildir. Fakat; gün esnasında oruç zararlı olursa veya oruç tutmaları ağır bir meşakkat ve güçlüğe sebep olursa, bu durumda oruçlarını yemeleri caiz olur.

Soru 3: Ben kesin olarak ne zaman mükellefiyet çağına erdiğimi bilmiyorum. Sizden ricam, oruç ve namazımın kazasının ne zamandan itibaren bana farz olduğunu açıklamanızdır. O dönemde meselenin hükmünü bilmediğim dikkate alınarak; acaba, yediğim oruçların kaffareti de farz olur mu, yoksa sadece kazalarını yerine getirmem yeterli midir?

Cevap: Size farz olan, sadece kesin mükellefiyet çağına erdikten sonra, kaza olduğunu kesin bildiğiniz oruç ve namazlarınızın kazasıdır. Elbette mükellefiyet çağına erdiğinizi kesin olarak bildikten sonra, bilerek yediğiniz oruçların kazası dışında üzerinize keffaret de farz olur.

Soru 4: Kızım dokuz yaşında olduğu için oruç üzerine farzdır. Ancak; oruç tutması çok meşakkatli olduğu için yemiştir. Bu durumda orucun kazası ona farz mıdır?

Cevap: Ramazan ayında yediği orucu kaza etmesi farzdır.

Soru 5: İnsan önemli bir mazereti göz önünde bulundurup orucun kendisine farz olmadığına dair yüzde ellinin üzerinde bir ihtimale dayanarak oruç tutmaz da daha sonra orucun kendisine farz olduğunun farkına varırsa, kaza ve keffaret hususunda vazifesi nedir?

Cevap: Sırf orucun kendisine farz olmadığı ihtimaliyle Ramazan ayının orucunu yemiş olursa, bu durumda; kaza dışında keffaret de farz olur. Eğer kendisine bir zarar ulaşmasından korkarak orucunu yemişse ve korkusu insanların nezdinde makbul olan geçerli bir sebebe dayanırsa, keffaret farz olmaz, ama kazasını tutması farzdır.

Soru 6: Görev bölgesinde seferî olmasından dolayı geçen Ramazan ayının orucunu tutmayan bir asker bu yıl yine görev bölgesinde olduğu için büyük bir ihtimalle orucunu tutamayacaktır. Askerliğini tamamladıktan sonra, bu iki yılın orucunu kaza etmek istediğinde üzerine keffaret de farz olur mu?

Cevap: Ramazan ayının orucu, seferde olması mazeretiyle kaza olur ve bu mazeret sonraki Ramazan ayına kadar devam ederse, bu durumda sadece oruçları kaza etmesi farzdır; keffaret vermesi farz değildir.

Soru 7: Oruçlu kimse cünüp olur ve öğleden önce de bunun farkına varmaz; farkına varınca irtimasî gusül ederse,* orucu batıl olur mu? Guslettikten sonra bunu fark ederse orucun kazası farz olur mu?

Cevap: İrtimasî gusül alması unutkanlık ve gaflet yüzünden olursa gusül ve orucu sahihtir; orucun kazası farz değildir.

Soru 8: Öğleden önce ikamet edeceği yere ulaşmak niyetiyle hareket eden seferî bir şahıs yolda karşılaştığı bir olay yüzünden o vakitte ikamet edeceği yere ulaşamazsa, orucu sakıncalı mıdır? Acaba böyle birisine o günün orucunun keffareti de farz mıdır, yoksa sadece kaza etmesi yeterli midir?

Cevap: Seferde tuttuğu oruç sahih değildir, ikamet edeceği yere ulaşamadığı için o günün orucunu kaza etmesi farzdır. Bu durumda keffaret farz olmaz.

Soru 9: Ramazan ayında uçak iki buçuk-üç saat sürecek uzak bir noktaya gitmek için yüksek bir noktadan uçuş yapmak ister, hostes ve pilot kendi dengelerini iyi korumak için, her yirmi dakikada bir su içmeye ihtiyaç duyarlarsa, bu durumda kaza dışında keffaret de farz olur mu?

Cevap: Oruç zararlı olursa, yemeleri caizdir. O günün orucunu da kaza etmelidirler. Bu durumda keffaret farz olmaz.

Soru 10: Ramazan ayında akşam ezanına iki saat veya daha az bir süre kala, hayız olan kadının orucu batıl olur mu?

Cevap: Evet, orucu batıl olur.

Soru 11: Bedeni ıslanmayacak şekilde özel dalgıç elbisesi ve benzeriyle suya dalan kimsenin orucunun hükmü nedir?

Cevap: Elbise başına yapışmış olursa, orucunun sahih olması sakıncalıdır; ihtiyaten farz olarak orucunu kaza etmelidir.

Soru 12: Ramazan ayında orucunu yiyerek, aç kalma zahmetinden kurtulmak için kasıtlı olarak yolculuk yapmak caiz midir? (Çünkü yolculuk yapınca seferî olur ve dolayısıyla orucunu yemesi farz olur.)

Cevap: Bu yolculuğun sakıncası yoktur. Yolculuğu, orucun zorluğundan kurtulmak için olsa bile orucu yemesi farzdır.

Soru 13: Üzerinde farz oruç olan kimse bu oruçlarını tutmak ister, ancak; bir olay nedeniyle farz oruç tutamazsa, sünnet oruca niyet etmesi sahih midir? Mesela; sünnet oruç tutulması uygun olan bir günde güneş doğduktan sonra yolculuğa çıkıp öğleden sonra hiçbir şey yemeden ve içmeden dönerse, niyet vaktinin geçmesi yüzünden farz oruca niyet edemeyen böyle bir kimse, sünnet oruca niyet edebilir mi?

Cevap: Üzerine Ramazan ayının orucunun kazası farz olursa, farz oruca niyet etmenin zamanı geçse bile, müstehap oruca niyet etmesi sahih değildir.

Soru 14: Ben sigara içmeğe alışkınım. Mübarek Ramazan ayında elimde olmadan (sigara içmediğim için) sinirleniyorum. Bu hâlim ailemi huzursuz ediyor, ben de şahsen bu durumdan rahatsız oluyorum; bu durumda vazifem nedir?

Cevap: Ramazan ayının orucu üzerinize farzdır; oruçluyken sigara içmeniz veya hiçbir haklı sebep yokken diğerlerine sert davranmanız caiz değildir. Sigarayı bırakmanın sinirlenmeyle de bir alakası yoktur.

--------------------------------------------------------------------------------

* - İrtimasî gusül, vücudu temizledikten sonra gusül niyetiyle suya dalmakla yapılan gusle denir.

Bu yazi tebyan sitesinnen alinmıştir

Ramazan Ayı’nda sık sık duyduğumuz ve her zaman anlamını merak ettiğimiz bazı sözcükler vardır. Örneğin Ramazan, Oruç, Yevmi Şek, Kefaret, Fitre… gibi sözcüklerin anlamlarını çoğunlukla bilmemekteyiz. Biz ABNA.İR olarak Ramazan Ayı’nda sık sık duyacağımız bu sözcüklerden dokuz tanesini siz okuyucularımız için seçerek anlamlarını ve kullanıldıkları yerleri ile birlikte sizlere sunuyoruz.

 1. Ramazan

Ramazan, lügat açısından şiddetli sıcaklık ve güneşin taş ve kumlara ışığını yansıtan remeze (رمض) kökünden gelmektedir. Ramazan Ayı, zorluk, susuzluk ve açılığa tahammül ayı olduğundan bu isimle adlandırılmıştır. Bu ay Hicri Kameri aylardan dokuzuncusu ve Kur’an’da adı geçen tek suredir. Ayrıca Ramazan Allah’ın adlarından bir addır. Bundan dolayı İslami rivayetlerde Ramazan adının yalnızca kullanılmaması ve Ay kelimesine tamlanması istenmiştir. Ramazan Ayı, tüm aylardan üstün bir aydır. Zira Tevrat, Zebur, İncil, Suhuf ve Kur’an gibi semavi kitapların tümü bu ayda nazil olmuştur. Kadir Gecesi ve İmam Ali’nin (aleyhi selam) şehadeti bu aydadır. Şayet tüm bu sebeplerden dolayı bu ay oruç tutulması için seçilmiştir.

2. Savm (Oruç)

Savm (Oruç) lügat açısından imsak ve her şeyden kaçınmak anlamındadır. Fıkıh ıstılahı açısından ise “Sabah Ezanından akşam ezanına kadar Allah’ın emrini yerine getirmek kastıyla sekiz şeyden kaçınmak ve terk etmek” anlamına gelmektedir.

Oruç, Yahudi, Hıristiyan ve öteki toplum ve milletlerde de vardı. Onlar her ne zaman üzüntü ve acıyla karşılaştıklarında Allah’ın rıza ve tövbesi için oruç tutar, bununla Allah’ın katında kendi acizliklerini ve tevazularını belirterek günahlarını itiraf ederlerdi. İncil’den anlaşıldığı kadarıyla Hz. İsa (a.s) kırk gün boyunca oruç tutmuş ve sonunda acıkmıştır. Kur’an-ı Kerim, açık bir ifadeyle önceki ümmetlerde orucun ilahi bir farz olduğunu belirtmektedir.

Türkçe’de Arapçadaki savm sözcüğü kullanılmamaktadır. Türkçe’de savm kelimesi yerine Farsçadaki karşılığı olan ruze ((روزه kelimesi kullanılmaktadır. Ruze kelimesi zamanla oruç kelimesine dönüşmüştür…

3. Yevmi Şek Gününün Orucu

İnsan eğer Şaban Ayının son günü mü, yoksa Ramazan Ayı’nın ilk günü mü? diye şüpheye düşerse o güne “yevmi şek” (şek günü) derler. O gün oruç tutmak farz olmadığı gibi, eğer birisi Ramazan Ayı orucu niyeti ile oruç tutarsa haram bir işi yapmış olur. ve eğer birisi o günü oruç tutarak geçirmek istiyorsa ya Şaban Ayı niyeti ile, veya kaza orucu (eğer önceden boynunda kalmışsa) niyeti ile tutmalıdır.

4. Sessizlik (Susma) Orucu

Samt veya susma orucu denilen bu oruçta sekiz şeyden sakınmanın yanı sıra insanın susması da gerekmektedir. Bu oruç Hz. Musa’nın şeriatında İsrail Oğulları arasında uygulanmaktaydı. Hz. Meryem (s.a) bazı maslahatlardan dolayı Allah tarafından bir süreliğine konuşmaktan uzak durması için görevlendirilmişti. Ancak bu emir İslam şeriatında haramlardan sayılmaktadır.

5. Kasr (Seferi) Namazı

Kasr, lügat açısından tamamın karşısında kısa ve eksik anlamında kullanılmaktadır. Fıkıh ıstılahında ise namazı kırık, yani eksik olarak kılmak anlamındadır. Nisa Suresi, 101. Ayette buna işaret edilmiş, İslami rivayetlerde ise bundan yolcuların kaçınmalarının caiz olmadığı semavi bir armağan ve ilahi bir indirim olarak bahsedilmiştir. Yolculuk, bedensel açıdan genellikle yorgunluk ve halsizliğe sebep olmaktadır. Bundan dolayı Allah, yolcuların durumlarını gözetmek ve onlara olan lütfünden dört rekâtlık namazları iki rekâta dönüştürmüştür. Bu kasr (seferi) namazının hikmetlerinden sadece biridir. Seferi namazının kendisine has bazı şartları vardır, bunun için risalelere başvurulmalıdır.

6. Cahil-i Kasr ve Mukassir

“Cahil-i Kasr” ve “Cahil-i Mukassir” iki fıkıh ıstılahıdırlar. Cahil-i Kasır, ilim öğrenmekte bir şeyden kaçınmamış, ancak gerekli ilimi elde edememiştir, yani Allah’ın hükümlerini öğrenebilecek koşulların olmadığı bir durumda yaşamaktadır. Veya kendisini cahil olarak görmemekte ve amellerinin batıl olduğuna dair bir ihtimal vermemektedir. Cahil-i Mukassir: yani ilim öğrenmekte kusur işlemiş ve öğrenmemiştir, yani İslami ilimleri ve hükümleri öğrenme ve anlama imkanı olmasına rağmen, onları öğrenmemiştir. Cahil-i Kasır, bazı yerlerde ilahi ceza ve azaba çarptırılmayacaktır, ancak Cahil-i Mukassir ilahi ceza ve azaba çarptırılmaya müstahaktır.

7. Keffare (Kefaret)

Kaffare, Küfür maddesinden örtmek ve saklamak anlamına gelmektedir. Dini ıstılah açsından ise işlediği günah ve hatadan dolayı sadaka vermek, kurban kesmek, şer’i bir ameli yerine getirmek gibi şeyleri yerine getirmeye denir. Bu işi yapmak günahın eserini ortadan kaldırdığı için onu insandan örtmektedir. Bundan dolayı ona keffare (kefaret) denmektedir. Kafir insana da Allah, Kıyamet, Nübüvvet… gibi hakikatleri inkar ettiği ve onu saklayıp örttüğünden dolayı kafir demektedirler. Kefaret, tüm şeriat ve dinlerde şer’i amellerin cezalarının yansımalaırndan korunmak, gayri ahlaki, sosyal ilkelerden sakınmak için yapılmaktadır. Bu ceza ve eserlerin en önemlisi ilahi gazabı sakinleştirmek ve Onun rızalığını kazanmaktır. Kefaret birkaç çeşittir: “muayyen, muhayyer, mürettep, mürettep ve muhayyer ve toplu kefarettir” bunların her birinin açıklaması kendi yerinde beyan edilmiştir.

8. Toplu Kefaret

Toplu Kefaret, kefaret çeşitlerinden biri sayılmaktadır. Anlamına gelince; bir köle azat etmek, iki ay oruç tutmak ve altmış fakire yemek vermektir. Boynuna toplu, kefaret gelen kişi bunların hepsini tek tek yerine getirmek zorundadır. Toplu kefaret iki yerde insanın boynuna gelebilir; birincisi insan orucunu haram bir şeyle batıl ederse (örneğin; zina eder, şarap içer, istimna ederse…) ikincisi ise günahsız yere ve bilerek Müslüman birisini öldürürse. (böyle birinin öteki cezaları yerindedir.)

9. Fitre

Fitre, sözlükte birkaç anlama gelmektedir. Bunlardan en önemlileri yaratılış ve İslam’dır. Istılah açısından ise her Müslüman'ın kendisi ve yemek verdiği kişinin zekatını müstahak olan kişilere vermesidir. Fitre Zekatı’nın verilme zamanı ise Ramazan Ayı’nın son günü güneşin batışından, Fıtır Bayram’ının öğlen saatine kadardır. Bu tür mali hakların verilmesi cisim (yaratılış) ve ruhun salim ve sıhhatine sebep olduğundan ona bedenin zekatı veya fitre demektedirler. Neden İslam anlamında da kullandıklarına gelince fitre zekatı, İslam’ın gereklerindendir; bundan dolayı eğer kafir birisi fıtır bayramı akşamı güneş batımından önce Müslüman olursa ondan bu teklif düşmez, onu yerine getirmek zorundadır. Zekat iki kısımdır: Malın zekatı ve fitre zekatı. Malın zekatı dokuz yerdedir bunlar: Buğday, arpa, hurma, kişmiş, altın, gümüş, deve, inek ve koyundur. Fitre Zekatı, her bir kişi için halkın genelinin yiyeceğinden üç kilo kadarıdır. Yani halkın çoğunluğu genel olarak ne yiyorsa o yenilen şeyden üç kilo kadar bir kişinin fitre zekatı olarak sayılmaktadır. Bunlar da genellikle buğday, arpa, hurma, ekmek, kişmiş, pirinç, mısır ve bunun gibi şeylerdir.

Fitre Zekatı, Sünni ve Şia’nın ittifakıyla farzdır ve dini literatürde onun için bir çok hikmet ve faydadan bahsedilmiştir. Bunlardan bazıları; orucun tekmil ve kabul olması, cisim ve bedenin sıhhat ve selametini garantiye almak, ruhu kötü ve çirkin ahlaktan temizlemek, insanın ölümden korunması ve malın zekatının tekmil edilmesidir.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei, Myanmar'da Müslümanlara karşı gerçekleştirilen katliamlara sert tepki gösterdi. “Myanmar’da binlerce müslümanın katliama uğratılması karşısında Batı’nın içine gömüldüğü sessizlik, onun onun insan hakları iddialarında ne denli sahtekar olduğunun apaçık bir örneğidir” diyen imam Hamenei, Batı medeniyetinin geçen yüzyıllar boyunca insan toplumlarına yozluk, fesat ve sömürüden başka hiçbir şey getirmediğini söyledi. Veliyy-i Emr-i Müslimin İmam Hamenei, Batı medeniyetinin insan hakları iddiasının materyalist bir temele dayalı olduğunu, ahlaki ve manevi hiçbir değer taşımadığını söyledi.

 Mübarek Ramazan ayının başlaması dolayısıyla bir grup Kur’an üstadına hitaben yaptığı konuşmasında, Myanmar Müslümanlarına yönelik gerçekleştirilen katliamlara batı dünyasının sessiz kalmasını sert bir dille kınayan Veliyy-i Emr-i Müslimin İmam Hamenei, Batı medeniyetinin insan hakları iddiasının materyalist bir temele dayalı olduğunu, ahlaki ve manevi hiçbir değer taşımadığını söyledi.

“Myanmar’da binlerce müslümanın katliama uğratılması karşısında Batı’nın içine gömüldüğü sessizlik, onun onun insan hakları iddialarında ne denli sahtekar olduğunun apaçık bir örneğidir” diyen imam Hamenei, Batı medeniyetinin geçen yüzyıllar boyunca insan toplumlarına yozluk, fesat ve sömürüden başka hiçbir şey getirmediğini söyledi.

İmam Hamenei konuşmasında, onur, esenlik, refah, ilerleme, şeref ve düşmanlar karşısında zaferin ancak Kur’an öğretisinin pratiğe geçirilmesi ile mümkün olabileceğini söyledi.

Pazartesi, 23 Temmuz 2012 05:23

Suriye Füze Programı Uzmanı Öldürüldü!

Suriye’de, tıpkı işgal yıllarındaki Irak’ta olduğu gibi teknik uzmanları hedef alan terör saldırıları başladı. 

 İran radyo televizyon kurumuna bağlı Merkezi haber Ajansı’nın bildirdiğine göre terörist gruplar Suriye füze programının seçkin uzmanlarından Mühendis Nebil Zugayb’ın evine saldırdı.

Mühendis Nebil Zugayb’ın Bab Tuma’daki evine saldıran terörist gruplar, Nebil Zugayb’ı öldürdükten sonra eşinin ve iki çocuğunun da kafasını kestiler.

Silahlı grupların syriannews haber sitesi genel yayın yönetmeni Eymen Kahf’ın Mezze semtindeki evine düzenlenen havan topu saldırısında ise can kaybı olmadı.

Şam’ın Sesi haber ajansının bildirdiğine göre ise Suriye güvenlik güçlerinin el-Midan’daki temizlik operasyonlarında Suriyeli silahlı gruplarla birlikte Tunuslu 40 el-Kaide üyesinin de bulunduğu anlaşıldı.

Suriye güvenlik güçlerinin Türkiye sınırı yakınlarındaki İdlib’e bağlı Salkin bölgesinde düzenlediği operasyonlarda biri Sudanlı 40 militanın öldürüldüğü bildirildi.

Salkin bölgesindeki temizlik operasyonunun ardından Harim ve Besniya köylerine herhangi bir direnişle karşılaşmadan giren Suriye güvenlik güçlerinin Salkin kentinin muhtelif bölgelerine yerleştirilmiş 20 el yapımı bombayı ve bomba yerleştirilmiş aracı etkisiz hale getirdiği ifade edildi.

Suriye ordusuna bağlı bomba imha ekiplerinin Salkin-Kefer Teharim yolu üzerine yerleştirilen her biri 200’er kiloluk 6 bombayı imha ettiği açıklandı.

İdlib’e bağlı el-Alani bölgesinde çeşitli bombalama eylemlerine karışan teröristleri yakalayan Suriye güvenlik güçlerinin İdlib’de de Özgür Suriye Ordusu adlı silahlı gruba mensup çok sayıda militanı etkisiz hale getirdiği bildirildi.

Der’a kentinin Ürdün sınırına sıfır noktasındaki Nasib bölgesine saldırı düzenleyen çok sayıda teröristin öldürüldüğü ve teröristlere ait silahlara el konulduğu beldirildi.

Suriye güvenlik güçlerinin Humus kentinde 4 Suriye askerini öldüren teröristlere yönelik operasyonda 2 teröristi öldürdüğü diğer teröristlerin ise Lübnan’a kaçmayı başardığı açıklandı.

Pazartesi, 23 Temmuz 2012 05:10

Zaman’ın en son yalanı:

Şam'daki terörist saldırıdan sonra Türkiye ve Irak sınırındaki bazı gümrük kapılarını ele geçirdiğini iddia eden Hainler Çetesi Özgür Suriye Ordusu, ülkenin yüzde 60'ını kontrol altına aldığını iddia ediyor. 

Hıristiyan ve Yahudilerle ortak hareket eden ve her platformda dinler arası diyalogtan dem vuran gülen cemaati, Ehlibeyt mektebi ve İran düşmanlığında Siyonist İsrail ve Amerika’dan bile daha beter. Sözde İslamcı sahtekar grup gün geçmiyor ki kendisine bağlı bir yayın organından Şii ve İran düşmanlığı yapmamış olsun. Bunun içinde İslami ahlak ve edebi bile hiçe sayan Amerikancı grup, iftira ve töhmetten bile kaçınmamaktadır.

Fethullah Gülen cemaatinin sözcülüğünü yapan Zaman gazetesi, Suriye devletine karşı savaşan hainlerden oluşan İran ve Şia düşmanı selefi- vahabi gruplarla röportajlar yaparak İran düşmanlığını bu şekilde kusmaktadır. Daha Suriye’de olaylar yeni başladığında bile İsrail ve Amerikan adına savaşan zamanın haricileri olan selefi ve vahabilerden müteşekkil olan Özgür Suriye Ordusu, o zaman bile kendilerine karşı savaşanların İran Devrim Muhafızlarına bağlı askerler, Hizbullah direniş örgütü ve Irak Mukteda Sadr grubudur diyerek Ehlibeyt mektebine kin kusmaktaydılar. Müslümanlar arasında kin ve nifak tohumları atmakta olan sözde İslamcı grubun yayın organı Zaman yine aynı yalanı ortaya atarak bir kez daha İran düşmanlığı aşılamaya çalıştı. Zaman Gazetesinin en son yalanını sunuyoruz:

“Suriyeli muhalifler: Yakaladığımız askerlerin çoğunda İran kimliği çıkıyor

Zaman'a konuşan muhalif kaynaklar, son iki günde öldürdükleri ve esir aldıkları kişilerin kimliği konusunda ise çarpıcı bilgiler veriyor. Bunların büyük çoğunluğunun İran uyruklu olduğunu, bazılarında İran Devrim Muhafızları kimliklerinin çıktığını söylüyorlar. "Artık resmen İran'la savaşıyoruz. Suriye'de özellikle helikopterleri ve ağır silahları İranlılar kullanıyor." diyen muhalifler, üzerinde kimlik çıkmayan esirler arasında Arapça bilmeyen Farsça konuşan silahlı milislerin bulunduğuna dikkat çekiyor. Birçok muhalif aktivist, cezaevlerinde kendilerine işkence yapıldığı sırada bazı askerlerin Farsça konuştuklarını duyduğunu anlatıyor.”

Haberin ne kadar dezenformasyon koktuğu ve yalan olduğu açık. Bunu herkes çok iyi bilmektedir ki Suriye’nin askere ihtiyacı yok. Çünkü yeterince askeri var. Ve istenildiğinde asker sayısını arttırabilir. İkincisi İran eğer böyle bir şey yapmak isterse oraya üstünde devrim muhafızları kimlikli askerlerini gönderir mi?! Veya Arapça bilmeyen askerler oraya sevk eder mi? Bunu sıradan örgütler bile bildiğine göre İran gibi bir devlet mi bilmeyecek?! Yıllar önce İsrail’e karşı Hizbullah kimliğinde operasyonlar yaparak İsrail’i perişan eden İran Devrim Muhafızları o zamanlar bile bunu Lübnan Hizbullah’ı adına yapmış ve İsrail’in ruhu bile duymamıştı. İran İslam Cumhuriyeti, devrimden sonra tüm dünya müstekbirlerine karşı her ortamda savaş vermekte ve savaşın tüm inceliklerine hakim bir ülkedir. İran İslam Cumhuriyeti, nerede nasıl hareket edeceğini bilecek kadar büyük bir ülkedir. Gülen cemaati, İran, Hizbullah ve Ehlibeyt mektebini Suriye’de karalayarak halkımızın gözünde düşürerek önümüzdeki günlere hazırlık yapmaktadır. Tüm dünya bilmektedir ki İran’ı bir türlü kontrol altına alamayan Amerika ve Batılı ülkeler, İran’ı ortadan kaldırmak için direniş hattındaki Suriye’nin önce dizginlerini ele geçirmek gerektiğini bilmektedirler. Suriye kontrol altına alındıktan ve orada İran ve Hizbullah düşmanı kukla bir devlet kurdurulduktan sonra İran’la mücadele etmenin daha kolay olacağını varsayan sömürge devletleri bu bağlamda Müslüman halkların tepkisini azaltmak için şimdiden devreye girerek İran ve Şii düşmanlığı aşılamaktadırlar. Böylelikle Suriye konusu kapandıktan sonra İran’a karşı girişilebilecek her türlü savaşta Müslümanların tepkisi yerine desteğini almayı düşünmektedirler. Hainlik ve şeytanlıkta uzman olan “Muaviye” ve “Amr Bin As”tan derslerini alan bu sözde İslamcı gruplar bu şekilde Allah’ın nurunu söndürmek istemektedirler. Ama bilmedikleri bir şey var. O da şudur ki onların bir planı varsa Allah Teâlâ’nın da bir planının olduğudur. Kafirlerin uşaklığını yapmak ve onların çıkarları doğrultusunda Amerikan İslam’ını yaymak için mücadele eden bu sahtekar İslamcı gruplar öz Muhammedi İslam’ın sadece rahmet boyutuna aldanmaktadırlar. Ama bu konuda yanılmaktadırlar, çünkü öz Muhammedi İslam’ın bir de kahhar ve perişan edici bir boyutu vardır. Müminlere karşı şefkatli, ama kafir ve münafıklara karşı izzetli ve korkusuzdurlar. Peygamber efendimizin buyruğu, Hz. Ali’nin Zülfikar’ı zamanın İmamı olan İmam Mehdi’nin elinde ve hazır beklemektedir. Sadece Allah Teâlâ’nın emrini beklemektedir…

Pazar, 22 Temmuz 2012 10:12

"Müslümanlar yanlız kaldı...."

Uluslararası Af Örgütü Myanmar araştırmacısı Zawacki, "Şiddet olaylarının sürmesinde güvenlik güçlerinin olayları durdurmak için yeterli çabayı göstermeyerek suça ortaklık etmeleri ve kendilerinin de Rohingya etnik azınlığına karşı insan hakları ihlallerinde bulunmaları rol oynuyor" dedi.

Miili Gazete'nin bildirdiği habere göre Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Myanmar araştırmacısı Benjamin Zawacki, Myanmar'ın batısındaki Arakan (Rakhine) eyaletinde yaşanan etnik gerginliğin sona ermesi için insani yardım kuruluşlarının bölgeye girmesine hemen izin verilmesi ve devlet desteğiyle düzenlenen saldırılara son verilmesi gerektiğini söyledi. Myanmar'daki Müslümanlara yönelik şiddet olaylarına ilişkin açıklamalarda bulunan Zawacki, bölgede tansiyonun son haftalarda yükseldiğini, eyalette ilan edilen olağanüstü halin şiddeti durdurma gerekçesiyle insan hakları ihlalleri yapılmasına yol açtığını belirtti. Zawacki, "Bölgedeki dini topluluklar arasında yaşanan şiddet olaylarının sürmesinde güvenlik güçlerinin olayları durdurmak için yeterli çabayı göstermeyerek suça ortaklık etmeleri ve kendilerinin de Rohingya etnik azınlığına karşı insan hakları ihlallerinde bulunmaları rol oynuyor" dedi.

Hükümete baskı yapılmalı

Krizin çözümü için atılması gereken acil adımları sıralayan Zawacki, "Yardımlara ve bölgeye erişime izin vermesi için hükümete baskı yapılmalı, aynı zamanda Myanmar devletinin yetkilileri tarafından düzenlenen saldırılar durdurulmalı. Her iki koşulun da hemen ve bir arada sağlanması önem taşıyor" diye konuştu.

Müslümanlara karşı ırkçılık ve ayrımcılık var

Arakan'daki güvenlik güçlerinin büyük bir bölümünün Budist kökenli olduğuna dikkati çeken Zawacki, Rohingya Müslümanlarının onlarca yıldır "sistematik ırkçılığa ve ayrımcılığa" maruz kaldığını ve şiddet olaylarının özellikle son haftalarda arttığını kaydetti. Zawacki, her gün Rohingya Müslümanlarını hedef alan saldırı haberlerinin geldiğini, özellikle Müslüman erkeklerin etnik kökenleri nedeniyle tutuklandıklarını ve siyasi tutuklu konumuna düştüklerini ifade etti.

Ölü ve kayıp sayısına ulaşmak zor

Uluslararası Af Örgütü'nün Arakan'daki durumu şu aşamada "etnik temizlik" olarak adlandırmadığını belirten Zawacki, "Ancak şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, saldırılar hedefe yönelik, doğası itibariyle ayrımcı ve siyasi tutuklu sayısında artışa neden oluyor" dedi. Arakan'daki ölü ve kayıp insan sayısına da değinen Zawacki, Myanmarlı yetkililerin bölgeye girişi yasaklamaları nedeniyle yerinden edilen ve mülteci konumuna düşen kişi sayısı konusunda kesin rakamlara ulaşmanın çok zor olduğunu söyledi. Eyaletteki durumu hem bir insan hakları krizi hem de insani yardım sorunu olarak nitelendiren Zawacki, bölgede beslenme oranlarının önemli ölçüde düştüğünün, özellikle kadın ve çocukların zor koşullarda bulunduklarının altını çizdi.

 Uluslararası toplumun tepkisi

Zawacki, batılı devletlerin Myanmar'ın demokratikleşme konusunda attığı adımlar nedeniyle bu ülkeye uyguladıkları yaptırımları kaldırma ya da hafifletme kararı almasına da değinerek, yaptırımların kaldırılmasının, yetkilileri ihlallere son verme konusunda uyarmaya engel teşkil etmediğini kaydetti. Zawacki, "Uluslararası toplumun, krizin çözümü için gerekli adımları atmada ve ortak harekete geçmede başarısızlığa uğradığı çok açık" şeklinde konuştu.

 

 

Pazar, 22 Temmuz 2012 10:05

Kaygılı Ramazan

Ramazan'a tam bir huzur ile giremiyoruz. Esasen Devr-i Saadet'den sonra hangi yılın Ramazanı tam bir huzur içinde başlayıp sona erdi? Bilmiyorum! 2012 yılı Ramazanı öncesinde komşuda yangın var. Tasarlanan şu: önce Esed gitmeli, ardından ya Hizbullah'a, yahut Maliki'ye sıra gelmeli, Bu arada"bağımsız" Kürt Devleti; kayıtsız şartsız Şer ittifakına bağımlı olarak kurulmalı, Irak, İran ve Suriye'den ve elbette Türkiye'den geniş arazi; Şer ittifakı'nın emanetçisi olacak bu yönetime teslim edilmeli, Türkiye ve İran da kuşatılmalıdır.

Şimdi olan bitene sevinçle bakanlar, Sultan Hamid Merhum'un tahttan nasıl indirildiğini, aradan on yıl geçmeden Tal'at Paşa'nın kaygılı bir ruh hali içinde Merhum'un tabutunu nasıl izlediğini hatırlayabilirler.

2012 Ramazanı'nı da yaldızlı sözlerle geçirip "elveda ya Şehr-i Ramazan!" diyerek uğurlayacağız. Hikmet hazinesi, Sevgi elçilerine bağlı kalıp Adalet'e susayan iki yetimin hazinesi; yine "define" olarak kalacak. (Kehf Suresi) Bu define üç dört yıla kadar açığa çıkar, keşif edilir mi? İnşallah!

Ramazan, Kur'an-i Kerim vahyinin başladığı aydır. (609 yılı). Elli iki yıl sonra yine Kadr gecesinde, 609 yılında Kur'an Vahyinin başladığı gecede Emirul-mü'ninin şehadete ermiştir. Kadrini biliyor muyuz? Turnalara mı soralım: Turnalar Ali'yi görmediniz mi?

Sevgi; dinin özüdür. Resül-i Ekrem (S.A.) sevgisi yoksa din yoktur. Ehl-i Beyt Sevgisi de Resül-i Ekrem (S.A.) sevgisinden asla ayrılamaz. (Kur'an-i Kerim, Şûra Süresi). Kadr Gecesi'nin şahidi ve şehidi; Kur'an-i Natık olan Emir-ul Mü'minin "nice oruç tutanlar vardır ki elde ettikleri sadece açlık ve susuzluktur" buyurdu. Şûra Suresi'nde "De ki: - Ben sizden hiçbir karşılık istemiyorum, sadece Yakınlar'a sevgi istiyorum" buyurulur. Bu Kurba (Yakınlar) Ehl-i Beyt'dir. Onları sevmemiz de yine bizim hayrımız içindir. Bu Ramazan'ı da gafletle geçirmeyelim. "Onlara Arz'da fesad çıkarmayın! dendiğinde- biz ıslah edicileriz" diyen Şer ittifakının elinde oyuncak olmayalım. (Bakara, 2/11)-. Sa'di-i Şirazi'nin dediği gibi, gül ile birlikte olana gülün kokusu siner. Velayet'den nasibi olmayandan bu koku gelmez. (Varma Yezid'inyanına/kokusu siner tenine!)

Ancak, velayet de kuru iddia ile olmaz. Ali Kur'an-i Natık'dır, Ka'be'de doğmuş, Ramazan'da oruçlu iken ve başı mihrabda sabah namazı secdesinde iken, şehadetiyle şonuçlanacak darbeye maruz kalmıştır.

Diyalog, ventrlogluktan ayrıdır, işkembe-i kübradan atmakla bir yere varılmaz. Diyalogun amacı Hind – Moğol hükümdarı Ekber Şah gibi, karma bir din oluşturmak değildir. Allah'ı alemler'in Tek Rabbi bilen insanların ortak ve evrensel Hukuk ve Ahlak ilkelerinde uzlaşması amacıyla girişilen bir faaliyettir. Diyalog'a girişenler bu ortak zemini yitirmişlerse, diyalogun mesnedi ve yararı kalmaz. (Al-i İmrân, 3/64)

Mezhebler arası diyalog da dünyevi pazarlıklara benzemez. Velayete bağlı olanlar bu inançlarını asla pazarlık konusu yapmazlar. Ne var ki başka din veya mezhep mensupları ile diyalogun mümkün olmadığı tesbiti de derhal düşmanlık ve savaş gerekçesi kılınamaz.

(Mumtahine, 60/8-9). "Kur'an gırtlaklarından aşağı inmemiş olan" Hâriciler Kur'an-i Kerim'in bu talimatına rağmen fesad çıkarmaya devam ettiler ve Emir-ul-Mü'minin onlardan birinin darbesiyle şehit oldu. Bugünün Haricileri de yazık ki aynı yoldadırlar.

"Derdim çoktur hangisine yanayım?/ Yine tazelendi yürek yarası/ Ben bu derde nerden derman bulayım? Meğer Dost elinden ola çaresi/ Dost (Mevlâ) elinden olursa her derdin dermanı vardır. Yeter ki derman talep edilsin!

İlâhi sevgiden hased, kin ve fesad doğmaz. Dolayısıyla: Şerr; Allah'ın Külli iradesi'nden doğmuş değlidir. İblis'e ve insana verilen kötüyü (Şerri) seçme hürriyetinden doğmuştur. Yıllar önce yanlış hatırlamıyorsam 1987 de, Papa Jean Paul çok doğru söylemişti: - İblis; insanları ayartmada başarılı olmak için, insanların o'nun varlığına inanmamasından çok hoşnut olur, çünkü böylece işini daha rahat görür.

Toplumumuza nice fesad tohumları ekildi. Çaldıran'da, 1826 da, 1915 de, Dersim'de, Diyarbakır Hapishanesi'nde, Madımak ve Başbağlar'da.... saymakla bitmiyor. Şimdi de İblis bütün bu fesad tohumlarının hasadını azar azar gerçekleştiridiği gibi, kendini gizleyerek, toptan ve nihai hesabı Suriye, Hizbullah ve Irak şi'i hükümeti'nin defterinin dürülmesinden sonra önümüze konmak üzere Şerr ittifakı'na temlik ediyor. Kürt ve Türk, bütün iman sahiplerine hitab ediyorum: Şeytanla aynı çuvala girmeyelim!

Bencillik, hased, kin, kan dökme ve sömürmeden, zulmün her türünden arınmış Arz'a kavuşmamızın inşaallah tez olması niyazıyla, Ramazan hayırlar getirsin, kaygılı Ramazanımız gerçek bayramla sonuçlansın. Yakında da gönlümüz Yâr ile bayram kılsın! Selam!

Hüseyin Hatemi

Bismillah...

Suriye'de Baas rejimini Libya'da olduğu gibi kısa sürede değiştiremiyeceklerini gören emperyal güçler ve onların gönüllü şakşakçıları son günlerde durmadan hırçınlaşmakta ve hırçınlaştıkça da bağnazlık sınırlarını zorlamaktadırlar.

Suriye'de bir katliamın yaşandığı inkar edilmez bir gerçek. Ama bunun sebeplerini, gerçek faillerini insaflıca tahlil etmeden sağlıklı bir sonuca varılamıyacağı ortadadır. Ülkemiz medyasında 16-17 aydır bu konuda İslamcısından tutun laikine, milliyetçisinden tutun solcusuna kadar kadar onlarca yazar ve gazeteci görüşlerini kendi bakış açılarından ortaya koydu ve muhataplarını yönlendirmeye çalıştılar. Bu görüşlerin büyük bir bölümünü rasthaber sitesinde de okuyucularımıza aktarmaya çalıştık ve konunun belirsiz ve aydınlanmamış yanı kaldığına inanmıyoruz.

Özgür yaratılmış insanlardan oluşan her toplumun olduğu gibi Suriye halkının da kendi geleceğini belirleme, istediği nizamı kurma hakkı vardır. Buna karşı çıkmak sünnetullaha aykırı olduğu için desteklenemez, destekleyenler de savunulamaz. Ancak Suriye'de olup bitenler Suriye halkının iradesinden ziyade emperyal güçlerin planları doğrultusunda seyretmektedir.

Suriye meselesi artık Suriye halkından çok bölgesel ve uluslararası güçlerin meselesi haline dönüşmüş bulunuyor. ABD, İsrail, AB, Türkiye ve Suudi Krallığından oluşan cepheyi ilgilendirdiği kadar Rusya, Çin ve İran'ı da ilgilendirmekte ve bu ülkeyi çıkar çatışmaları meydanına dönüştürmektedir. Birinci gruptaki ülkelerin farklı hedefleri olsa da muhalifleri teşkilatlandırdıkları, destekledikleri, silahlandırdıkları, ülke içinde operasyonlara gönderdikleri ve Baas rejimini baskı altına alıp yıkmak için her türlü terör ve cinayete yeşil ışık yaktıkları herkesçe bilinen ve gizlisi saklısı olmayan gerçeklerdir.

İkinci gruptaki ülkeler arasında birinci gruptakiler arasında olduğu gibi görünen bir koordinasyon ve işbirliği olmasa da her biri Suriye rejimine yönelik bu planın aslında kendilerine yönelik planların bir parçası, başlangıç noktası olduğu endişesiyle Baasçı rejimin muhaliflerce yıkılması yerine meselenin taraflar arasında uzlaşmayla çözüme kavuşturulması düşüncesinde oldukları ortadadır.Bu ise birinci gruptakilerin planlarının yenilgisi anlamına geleceğinden kabul edilemez ve hatta affedilemez bir duruş olarak nitelenmektedir.

ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton'un Rusya ve Çin'i kendileriyle işbirliği yapmadığı için bedel ödemekle tehdit etmesi ve yine ülkemiz Dışişleri Bakanı Sn. Davutoğlu'nun Rusya'nın izole edilmesi gibi ifadeler kullanması aslında bu tahammülsüzlüğün kanıtıdır. Çünkü Batı ve bölgedeki müttefikleri (Türkiye, Suudi Krallığı ve Siyonist Rejim) Libya'da olduğu gibi Suriye'de de rejimi devirmeyi kafaya koymuş ve bunu kısa sürede gerçekleştirmeyi planlarken birilerinin bunu engellemesi ve geciktirmesine tahammül edemiyorlar. Hele bir de Suriye halkının çoğunluğunun Beşşar Esed'in yanında yer alarak dış güçlerin kontrolündeki silahlı çetelere katılmaması ABD ve müttefiklerini çileden çıkarmaya başlamış bulunuyor.

Ve işte hırçınlığın, tehditlerin ve... sebebi buradan kaynaklanmaktadır. Her gelişmeye mezhep taasubuyla yaklaşan ülkemizdeki bazı bağnaz grup ve çevrelerin ikinci gruptaki ülkelere, özellikle de İran'a gözü dönmüşcesine saldırılarını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Siyonizmin kontrolündeki kartel medya ve yandaş medyanın sinsice yönlendirmesiyle dolduruşa gelen şakşakçıların son günlerde İran ve Hizbullaha yönelik küfürbazl tavırlarından kimlerin yararlandıkları ortadadır.

Suriye'yi bir iç mesele olarak ilan edenlerin durumu futbol müsabakasına ev sahipliği yapan takım ve taraftarlarının durumuna benzer. Rakibi küçümsüyerek nasıl olsa kendi sahamızda yeneriz düşüncesiyle alay eden ve doksanıncı dakikaya yaklaşıldığı halde bir türlü gol atamayan takımın ve taraftarlarının düştüğü durumu düşünün bir an. Psikolojik travmaya girmiş oyuncu ve taraftarları suçu başkalarında aramaya koyulur, nerede hata yaptıklarını düşünüp telafi etmek yerine hakeme ve diğerlerine küfür etmeye başlarlar. Ve Baasçı rejimin yıkılmasına odaklanmış ülkemizdeki şakşakçıların ona buna küfür yağdırmaları da takım tutma cinsinden olsa gerek.

Kimin Suriye halkının yanında ve devam eden terörlere, katliama karşı olduğu, bu ülkede barış ve istikrar istediğini teşhis ve tespit etmek, medya tarafından oluşturulan mevcut puslu ortamda bazı kesimler için mümkün olmayabilir veya ne kadar yazılıp çizilse de kabul görmeyebilir. Çünkü bu kesimler için tek hedef vardır , o da Beşşar Esed ve Baasçı rejimin yıkılmasıdır, taassup ateşi yle körelmiş gözleri geleceği görmez. Bu yüzden Baasçı rejimin yerine kimin geleceği, oluşturulacak yeni rejimin mahiyeti, kimin, hangi güçlerin kontrolünde olacağıyla şimdilik ilgilenmezler veya ilgilenmemeleri için yönlendirilirler. İktidarı ele geçirelim de ne pahasına olursa olsun...

Bu kesimler geçmişi inkar ettikleri gibi zamanımızda cereyan eden gelişmleri de istedikleri gibi yorumlarlar. Suriye konusunda şimdiye kadar Arap Birliği ve BM tarafından iki girişimde bulunulmuştur. Birincisinde olayları yerinde incelemesi için Arap gözlemciler Suriye'ye gönderilmiş ve bu komitenin verdiği rapor ABD ve müttefiklerinin işine gelmediği için görevine son verilmiştir. İkincisi ise yine Arap Birliği ve BM'in ortak görüşüyle oluşturulan ve başına Kofi Annan'ın getirildiği gözlemci grubu olup aylardır bu ülkede ateşkesi sağlamak için görev yapmaktadır. Siyonist medya ve ABD'nin bunca baskısına rağmen Suriye'deki olup bitenleri kısmen de olsa aktarmaya çalışan - kendi görevlendirdikleri- Kofi Annan'a da artık tahammül edilememektedir. Çünkü Suriye'deki gerçekleri onların istediği gibi taraflı olarak rapor etmemekte, Baasçı rejimin saldırıları yanında muhaliflerin insanlık dışı cinayetlerini de rapor etmekte, ateşkese uymadıklarını bildirmektedir. Buna rağmen içerideki şakşakçılar Kofi Annan'ın Rus veya İran yanlısı olduğunu ifade edecek kadar yalancılık yapmaktadırlar.

İran'ın Suriye politikasından dolayı İslam İnkılabı ve Rehberine küfür edip İslam İnkılabı'nın çizgisinden saptığına dair iddialara gelince; kendini İran uzmanı olarak tanıtıp gerçekleri saptıran ve başkalarını bu doğrultuda yönlendirenlerin de yakından haberdar oldukları üzere Suriye Baas rejimi ile İran arasında herhangi bir ideolojik yakınlık olmamasına rağmen bazı ortak maslahatlar uğruna bu iki ülke arasındaki ilişkiler İslam İnkılabının zaferinden bu yana devam etmektedir. Bu ortak maslahat bağnaz çevrelerin iddialarının aksine mezhebi yakınlıktan veya İran'ın Şiilicilik peşinde koşması iftiralarından değil, Filistin davasına destek sağlamak ve Siyonist rejime karşı direniş cephesini ayakta tutmak amacına yöneliktir.

İran ile Suriye ilişkilerini bozmak için İran içinde de ileriyi göremeyen bazı sözde devrimciler başından beri olagelmiştir. İran-Irak savaşı sırasında 80'li yılların ortalarında iki ülke ilişkilerine darbe vurmak amacıyla S. Mehdi Haşimi ve grubu Suriye'nin Tahran'daki üst düzey bir diplomatını kaçırmış ve durum İmam Humeyni'ye bildirildiğinde olaya karışanların derhal yakalanarak cezalandırılmasını istemişti. S.Mehdi Haşimi'nin İmam'a rağmen böyle bir küstahlıkta bulunması onun önce Tahran'dan uzaklaştırılıp yetkilerinin elinden alınması, başka cinayetlerinin ortaya çıkarılması ve muhakeme edilerek idamına kadar devam eden süreçte etkili olduğu inkar edilemez.

İslam İnkılabı İmam Humeyni'nin(ra) çizgisinde ilkesel yoluna daha güçlü bir şekilde devam etmektedir. Birilerinin kınamasından dolayı da bu çizgisinden vazgeçecek de değildir. İslam İnkılabı Rehberi'nin defalarca dile getirdiği üzere bugün İslam'ın ve müslümanların baş düşmanı ABD , İsrail ve müttefikleridir. Bir hareketin doğru çizgide olup olmamasının ölçüsü bu müstekbir cepheye karşı takınacağı tavırdan belli olur. Kim bu cepheye karşı direniyorsa İslami İran onun yanında yeralacak ve kim bunlarla birlikte hareket ediyorsa karşısında olacaktır. Bu gizli saklı bir duruş olmayıp herkesçe bilinmektedir ve İran bu siyasi çizgisinin bedelini 33 yıldır binbir türlü baskılara göğüs gererek ödemektedir.

İslami İran, Suriye'de olayların başladığı ilk günden beri meselenin diyalog yoluyla çözülmesine dair görüşünü net olarak ortaya koymuş ve taraflar arasında arabuluculuk yapabileceğini ilan etmiştir. Başbakan Erdoğan'ın Nisan ayında Tahran ve Meşhed'e yapmış olduğu sefer ve yaptığı görüşmeler sırasında da İran'lı liderler bu görüşü net bir şekilde dile getirmişlerdir. İran medyasına sızan haberlere göre; Suriye meselesinin emperyal güçleri işe karıştırmadan iki ülkenin işbirliği ile çözüme kavuşturulabileceği konusunda Başbakan Erdoğan'la anlaşmaya bile varılmıştır. Buna göre Suriye hükümetiyle muhaliflerin ortak katılımıyla yeni bir hükümet kurulması ve reformların sürdürülmesine kadar iki ülkenin taraflara ciddi olarak baskı yapacağı üzerinde durulmuş ve görüş birliğine varılmıştır. Ancak Sayın Erdoğan'ın ülkeye döndükten bir gün sonra yaptığı açıklamalar bu ilan edilmeyen anlaşmayı uygulamak için çaba gösterilmeden yenilgiye uğratmıştır.

İran, kendisi Kofi Annan başkanlığında sürdürülen çabalara dahil edilmemesine rağmen bu planı desteklediğini açıklamış iken Kofi Annan'a bu görevi verenler kendi sözlerinden caymışlardır. Çünkü bunların hedefleri Suriye'deki kargaşa ve katliamı durdurmak değil kendilerine bağımlı, İsrail ile uzlaşacak bir yönetimi iş başına getirmektir. Silahlı ve silahsız bütün muhalif grupların liderleri de zaten çeşitli münasebetlerle yaptıkları açıklamalarda bu görüşü resmen onaylamışlardır.

Bütün bunlara rağmen başarısızlıkların suçunu İran ve Hizbullah'ın üzerine atan içerideki şakşakçıların geçmişteki hataları ortaya çıktığı gibi şimdiki duruşlarında da hata yaptıkları gelecekte kesinlikle ortaya çıkacaktır. Bu çevrelere geçmişten ders alıp hatalarını tekrarlamamaları ve insaf, akıl ve i'zan üzerine gerçekçi değerlendirmeler yapan yazar ve gazetecilere saldırmaktan vazgeçmeleri tavsiyesinde bulunuyoruz.

Dezenformasyon, yalan, iftira, karalama ve manipülasyonun her türlüsünün kullanıldığı böyle bir ortamda kimin haklı olduğunu teşhis ve tespit etmek için Allah'ın müttaki ve sadık kullarına, hidayet imamlarına ve onların gerçek temsilcilerine başvurmaktan başka çaremiz yoktur.

Hidayete tabi olanlara selam olsun.

Y. ZİYA T.YILMAZ

 

İmam Hamanei, "Batı medeniyetinin tarih boyunca nereye ayak basmışsa orada, zulüm, katliam, fesad ve insanları sömürmekten başka bir sonuç getirmemiştir" diye hatırlattı.

İmam Ali Hamanei İran'ın başkenti Tahran'da, Kur'an-ı Kerim hocaları, hafızlar ve karîlerden oluşan bir gruba hitaben yaptığı konuşmasında, İslami İran’ın, Kur'an-ı kerime ve ilahi hidayete dayalı manevi değerleri dayalı bir medeniyet kurma hedefinde olduğunu hatırlatarak, "kapitalist temellere dayalı batı medeniyeti, insanları sömürme ve ahlak ve maneviyattan uzak bir anlayış üzerine kuruludur. Batı medeniyetinin insan hakları, ahlak konusundaki yalanlarına açık örneği, Myanmar'da binlerce insanın katliam edilmesi karşısında suskun kalmasıdır" diye konuştu.

Batı medeniyetinin tarih boyunca nereye ayak basmışsa orada, zulüm, katliam, fesad ve insanları sömürmekten başka bir sonuç getirmemiştir hatırlatmasında bulunan İmam Hamanei, izzet, şahsiyet, refah, maddi ve manevi kalkınmışlık, güzel ahlak, düşmanlara karşı zafer kazanma ancak, Kur'an-ı Kerim öğretileriyle amel etmekle elde edilir ifadesini kullandı.

İmam Hamanei Müslüman halkların uyanışlarına işaretle de, "Müslümanlar, kültür ve medeniyetlerini, ilahi, ahlaki ve manevi değerler esası üzerine oturturlarsa, insanlar barış, huzur ve saadet medeniyetine ulaşacaktır" diye konuştu.

İmam Hamenei İran'da Kur'an-ı Kerimi düşünerek ve akıl ederek okumanın faydalarına temasla da, Kur'an-ı kerimin aydınlatıcı emirleri sevgi ve muhabbete dayalıdır ve yüce bir İslam toplumunun oluşmasını hedefler" ifadesini kullandı.

Rahmet, bereket ve vahiy ayı mübarek Ramazan'ın ilk günü olması münasebetiyle, İmam Hamanei'nin de katıldığı Kur'an-ı Kerim tilaveti ve Kur'an ziyafeti yapıldı.