کارگر

کارگر

 Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri yayınladığı açıklamada; ABD'nin bölgede bulunan 5. Filosu ile bu ülkenin siyasi ve askeri yetkililerinin İran Deniz Kuvvetleri'ne ait 11 sürat botunun 15 Nisan'da Fars Körfezi'nin kuzeyinde Amerikan gemilerini taciz ettiği iddiasına tepki gösterdi.
 

Amerikan makamlarının bu olay hakkındaki iddialarının yalan olduğunu belirten Devrim Muhafızları'nın açıklamasında; "ABD'li yetkililere, Fars Körfezi ve Umman Denizi'nde uluslararası kurallara ve denizcilik protokollerine uymalarını ve herhangi bir maceraperestlikten ve sahte anlatıdan kaçınmalarını tavsiye ediyoruz. İran Silahlı Kuvvetleri ve Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri, yabancıların bölgedeki tehlikeli eylemlerini ulusal güvenlik için bir tehdit olarak görüyor ve herhangi bir yanlış hesaplamaya kesin yanıt verecektir" ifadeleri kullanıldı.

İran Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri açıklamasında ayrıca şu ifadelere yer verildi: "Son haftalarda ABD donanmasının acemi eylemleriyle Fars Körfezi'nin güvenliğini tehdit ettiğine tanık olduk. 6 ve 7 Nisan'da İran'a ait Şehit Siyaveşi gemisinin önünü kesmek Amerikan gemilerinin yaptığı eylemlerden biridir. Bu nedenle Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri, Amerikan teröristlerin yasa dışı, tehlikeli ve maceraperest tavırlarının devamını önlemek, yerli gemilerin güvenliğini güçlendirmek ve yakıt kaçakçılığı ile mücadele etmek amacıyla Fars Körfezi sularındaki devriyelerini arttırdı. Bu doğrultuda 11 sürat botunu bölgeye gönderdi. Ancak ABD savaş gemileriyle karşılaştı. İran Deniz kuvvetlerine ait botlar Amerikan teröristlerinin kışkırtıcı eylemlerine rağmen onları önlerinden çekilmeye zorladı."

ABD Donanması, Devrim Muhafızları Ordusuna (DMO) bağlı sürat botlarının 15 Nisan'da Fars Körfezi'nde ABD savaş gemilerini taciz ettiğini iddia etmişti.

 Tel Aviv Üniversitesi Milli Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü analisti İran ve İsmail Kaani hakkında çarpıcı bir makale yayınladı.
 

Qodsna'da yer alan Tel Aviv Üniversitesi Milli Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü analisti Raz Zamit'in İran İslam Cumhuriyeti ve bölgedeki artan gücü hakkında kaleme aldığı yazıyı dikkatinize sunuyoruz:

'Ayda bir kere İran'ın bölgedeki nüfuzunu kaybetmeye başladığı söylenir. Buna delil olarak da yaptırımlar nedeniyle İran'ın askeri gücünü kaybettiği, İsrail ordusunun Suriye'de İran'ın askeri gücünü etkisizleştirdiği, Irak ve Lübnan'da İran aleyhinde gösteriler olduğu, Süleymani'ye suikast düzenlendiği, İran'da karışıklık çıktığı ve son olarak da Koronavirüsün İran'ı zayıflattığı öne sürülür. Fakat İran her seferinde yaptırımlar ve zaaflarına rağmen krizleri yönetebildiğini, tehditleri fırsata dönüştürdüğünü ve sadece İslam Cumhuriyetini değil bölgedeki nüfuzunu da koruduğunu ispat eder.

Peki neden? Çünkü bu bölgesel nüfuz onlar için  çok önemlidir. Nasıl hareket etmeleri gerektiğini bilmektedirler. Bölgesel oyuncular ise ne yapacaklarını bilmemektedir. İranlılar değişen durumlarda nasıl bir strateji izlenmesi gerektiğini çok iyi bilmektedir. Çünkü onlar çok sabırlı ve kararlıdırlar.Hiç şüphesiz İran hem içeride ve hem de dışarıda çok büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Fakat  İran'daki nizam yıkılma aşamasında değildir. İran ekonomisi de iflas etmemektedir. İran'ın bölgedeki nüfuzu da zayıflamamıştır. Irak'ta hükümeti kurmakla görevlendirilen Mustafa El Kazımi, İranlıların başbakan olarak görmek istediği bir seçenek değildir. Fakat onlar Ez Zurfi ile El Kazımi arasında bir tercih yapmak zorunda kalırlarsa, Irak'taki tüm siyasi güçlerini İran'ın bu ülkedeki menfaatlerine zarar verecek şahıs aleyhine harekete geçirirler. İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani geçen ay Irak'a geldi ve El Kazımi ile görüştü. Ayrıca Kudüs Gücünün yeni komutanı General İsmail Kaani de geçen hafta Irak'taydı. Kasım Süleymani'nin yerini dolduramayacağı iddia edilen İsmail Kaani, Irak'ta birçok önemli işi organize etti ve gitti. Kaani, Süleymani'nin yerini doldurmaya en layık kişi olduğunu ispat etti.'

kudusgunu

Pazartesi, 13 Nisan 2020 06:30

Mehdiliğin Strateji ve Metodolojisi

 Artık herkes hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyor. Yeni dünya düzeninin kurulacağını az çok tahmin edebiliyor. Dünyayı tek başına yönetmek isteyenlerin “tek devlet“ arzusunu anlamak o kadar da zor değil.


Asıl cevabı verilmesi gereken soru şudur; bu yeni dünya düzeni projesinin karşısında müslümanlar ne düşünüyor; inançlarını bu yeni dünya düzeni çatısı altında yaşamayı mı tercih edecekler, yoksa bu sistemın karşısında bir alternatif sunmayı düşünüyorlar mı?
Müslümanlar milli ve ulusal devletlerin kendi çıkarlarını koruyacaklarına inandıklarından kendi devletlerini koruma seçeneğini destekleyeceklerdir. Çünkü Müslümanların çoğunluğunun Küresel bir devlet düşüncesi olmadığından bölgesel ulus devletlerin güçlenmesini tercih edecekeler zira inançlarının sadece ulus devlet sayesinde var olabileceğine inanıyorlar.
Bundan dolayı bazı araştırmacılar, bilim adamları ve stratejistler yeni dünya devletinin hegemonyasından kurtulmanın yolunun ulus devletleri güçlendirmek olduğunu düşüncesini yayıyorlar. Halbuki bu ulus devletler şimdi de indirekt olarak onların hegemonyasındalar zaten.
Sadece Şiilik inancında küresel tek devlet düşüncesi ve inancı vardır; o da “Mehdilik” inancıdır.
Mehdiliğin temelini “Ubudiyyet“ oluşturmaktadır. İlahi hüccetin ubudiyyeti, varlık alemini ayakta tutmaktadır. İlahi feyz, O’nun kulluğunun gölgesinde yeryüzüne nazil olur.
İnsanların hayatının temelini de “ubudiyyet“ oluşturmalıdır; ubudiyyet ile bireysel tekamül sağlanmadan toplumsal tekamül sağlanamaz.
Ubudiyyet/ Allah’a kulluk temelinde Mehdiliğin ilk stratejisi zamanın imamını tanıtmaktır; diğer bütün stratejiler O tanındıktan sonra mana kazanır.
hz. Mehdi'yi (af) tanımak; "Yeryüzünde hüccet olmazsa yeryüzü helak olur" ve “zamanın imamını tanımadan ölen cahiliye ölümüyle ölmüş olur”, hadisi şerifleri, insanın bir kul olarak Yüce Yaratan’ın yeryüzündeki hüccetini tanıması gerektiğini gösteriyor.
Zamanın İmamını tanımak genelde taabbudi olarak kabul edilip sadece iman edilir. Ama her zamanın ilahi hücceti ilmi ve akli iman ile tanınmalıdır. Zamanının imamının gerekliliğinin hikmeti ve hedefi tanınmadan yaratılışın hedefine ulaşmak mümkün değildir.
Mehdilik inancının stratejileri;
1. Strateji: Hedefi belirlemek: İnsanın bir hedefi olmalıdır. İnsanın hedefi, Yaratan‘ın hedefiyle uyum içinde olmalıdır aksi takdirde varacağı yer delalettir. Allah, halik/yaratıcı olduğu için insanın amacı Allah’ın hedefi doğrultusunda haraket etmek olmalıdır. Her şeyin kilit noktası Yartıcının ne için yarattığında yatmaktadır. Varlık aleminin yaratılmasının hikmetinde gizlidir.
Allah’ın varlıkları özellikle de insanı neden yarattığının gölgesinde insanın hedefi şekillenir. İnsanın hayatının başlangıcı, sonu ve hedefe doğru gideceği yön bu hedef sayesinde belirlenir. Mehdilik inancında en önemli nokta insanı bu hedefe ulaştırmaktır.
2. Starteji: Aklı kullanmayı sağlamak; Mehdilik inancının ikinci stratejisi insanın aklını kullanmasını sağlamaktır. Aklını kullanamayan insan düşünemiyor demektir. Düşünemeyen insan küresel hedef için düşünce üretemez, küresel düşünemez.
Akıl insana verilmiş en büyük nimettir. Yüce Yaratan aklı çok değerli hazinelerle donatmış bu hazineleri kodlayarak insanın fıtratına yerleştirmiştir. Peygamberleri de bu kodları çözmeleri için göndermiştir, son hüccet olan hz. Mehdi (af) bu kodları çözerek insanları kemale ulaştıracaktır. Aklını kullanamayan bu kodları çözemez.
3. Strateji: Gelecekten ümitli olmayı sağlamak; Mehdilik inancı insanlara ümit aşılıyor. Dünyadaki olumsuzluklar; zulüm, fakirlik, ahlaki çöküntü, hastalıklar, savaşlar, katliamlar insanı gelecekten ümitsizliğe düşürüyor. Küresel afetler ve hastalıklar insanları korku ve endişeye sürüklüyor. İnsanlar gelecekten ümitsizler, bu ümitsizlik onları hayattan koparmaktadır.
Dünyanın böyle devam etmeyeceği, bu durumun kader olmadığı, değişebileceği ve gelecekten ümitli olunması gerektiği anlatılmalıdır.
Yüce Yaratan’ın insanı kendi başına bırakmadığı, her an onları gözetleyip kolladığı ve ilahi hüccet ile fırtınalı okyanustan kurtuluş sahillerine ulaştıracağını bilmeleri insanlara ümit vermektedir.
4. Strateji: İnsanın kendi irade ve ihtiyari ile hareket etmesini sağlamak; İnsanlar hakkı hak olduğu için kendi iradesi ile kabul etmelidir. Hedefi kendi iradesiyle seçmeli, seçtiği yolu kendi ihtiyarı ile gitmelidir. Hak, adalet, özgürlük gibi insanın fıtri hakları zorla, tehdit veya baskıyla elinden alınamaz veya kabul ettirilemez.
Hz. İmam Hüseyin’in (as) Aşura gecesi yarenlerine; “ben biatımı kaldırdım, isteyen gidebilir” diye buyurması, bu temel stratejiden kaynaklanıyor. İnsanlar gidecekleri yolu kendi özgür iradeleriyle seçmelidirler.
5. Starteji: Gelecek nesli Mehdilik inancı ile programlamak; Yeni dünya düzeni projesi sahipleri gelecek nesli programlıyorlar. Yeni nesilin beyinleri kirlenmeden İslam yeniden inşa edilmelidir; insanlık tarihinin kaderini belirleyecek, dünyanın geleceğini kurtaracak ve geleceğin dünyasını kuracak olan Mehdilik düşüncesiyle yeni neslin beyni programlanmalıdır.
İnsanların beyinleri “Mehdilik küresel adalet devletini” anlayacak seviyeye gelmelidir. Geleneksel İslam anlayışı Mehdilik küresel düşüncesini idrak edecek seviyede değildir. Mevcut anlayış toplumun sorun, problem ve sorularını çözmekten çok uzakken küresel bir düşünceyi kavraması beklenemez.
6. Strateji: Gelecek nesli Mehdiliği anlayacak seviyeye Getirmek; Hz. Mehdi (af) güneşin özüne benzetilmiştir, doğuşuna veya ufkuna değil
1- Güneşin doğduğu yerin ufkuna sahip olan anlayamaz, sadece doğuşunu bekler ve sadece onu görür
2- Güneşin gündüz seyr ettiği ufuk kadar ufku olan da anlayamaz, çünkü o sadace doğuş ile batış arasını görür
3- Güneşin bir günlük seyri kadar ufku geniş olanlar anlarlar. Çünkü onlar için devamlı vardır. Güneş asla batmaz, karanlığa gömülen/batan dünyanın kendisidir.
Mehdilik insanları güneşi hayatı boyunca devamlı görme seviyesine çıkarmak istiyor. İnsanlığın kurtuluşu Güneşi takip etmesi ile mümkündür ancak.

Sabahattin Türkyilmaz

Pazartesi, 13 Nisan 2020 06:27

Değişime Başka Bir Açıdan Bakış


 Bismillah

Son dönemde, özellikle de Coronavirus pandemisi veya küresel salgını sonrasında bazı düşünürler, yazarlar, futüristler ve ilahiyatçılar dünyanın hızla değişeceği ve yeni bir dünyanın doğacağı üzerinde görüşler ileri sürmekteler.


Haksız da sayılmazlar. Gerçekten de hızlı bir değişim yaşanacak gibi görünüyor.

Ancak dünyadaki olguların değişmesi yeni bir durum değildir.
Dünya oldu olası durmadan değişmektedir. Hiçbir gün dün gibi olmamıştır. Felsefecilerin deyimiyle bir ırmakta iki defa yıkanılmaz. Çünkü dün yıkanılan ırmak suyu çoktan akıp gitmiştir.

Dünyadaki gelişmeler de ırmak suyu gibidir, durmadan değişmektedir.

Ancak bu değişimin ivmesi iletişim teknolojisinin ilerlemesiyle doğal olarak artmakta, hızlanmaktadır. Son dönemlerdeki hızlı değişiklikleri de bu açıdan değerlendirmeliyiz.

Yeryüzündeki bazı değişimler ise büyük olaylardan sonra kendini daha belirgin bir biçimde hissettirmiştir.

İslam'ın ortaya çıkışından 30-40 yıl sonra dünyanın üç önemli kıtasında tarihin hiç bir döneminde görülmemiş hızda bir değişim yaşanmıştır.

Ve yine Fransız, Bolşevik ve İran-İslam devrimlerinden sonra, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra yeryüzünde önemli değişimlere tanık olunmuştur.

Tarihteki hızlı değişimlerin her biri insan hayatının farklı alanlarında vuku bulmuştur:
Bazen düşünce alanında(Rönesans), bazen askeri ve siyasal alanlarda( dünya savaşları ve sonrası dünya düzeni), bazen ekonomik sahada(sanayi devrimi ve kapitalizmin doğuşu), bazen idari-genel hukuk sistemlerinde ( krallıkların yerini seçilenlere bırakması), bazen de İslam Devriminde olduğu gibi istikbara/ emperyalizme karşı ilahi ilkelere dayalı yeni bir mücadele başlatma biçiminde ortaya çıkmıştır.

Bu örnekler çoğaltılabilir.

Dikkat edilirse son sıralarda değişimle ilgili ortaya atılan görüş ve tahminler genellikle dijital teknolojinin insan hayatı üzerindeki etkilerinin radikal olacağı etrafındadır. Son çeyrek yüzyılda zaten bunun etkilerini müşahade ediyor ve hissediyoruz. Bu süreç zamanla daha etkili biçimde devam edeceğe benziyor.

Ama dünya kuruldu kurulalı değişen olgular yanında değişmeyen/sabit değerler de varlığını sürdürmüş ve sonuna kadar da sürdürecektir.

Hak, adalet, özgürlük, zulüm sömürü ve tecavüze karşı direniş, barış, kardeşlik vb sabit değerler asla değişmemiş ve değişmiyecektir.

Ekonomik ilişkiler, toplumsal denetim, idari sistemlerde değişiklik vb itibari/değişken ölçütlerin değişmesi geçmişte olduğu gibi gelecekte de insan hayatını etkiliyecektir kuşkusuz. Ama bunlar insanın yaratılış hedefini değiştirecek faktörler değildir.

Hakkı hakikati savunma, toplumda adaleti sağlama, insanları özgürleştirme, müstekbirlerin tekelciliğine son verme, insanın saygınlığını/onurunu koruma vb alanlardaki çaba ve sorumluluklar asla değişmiyecektir.

Alış verişin dijitalleşmesi, para kavramının değişmesi; toplumsal denetim, eğitim-öğretimin uzaktan bir merkezden yapılması; devletler arası ilişkilerin ulusalcılığa mı yoksa küreselciliğe mi kayacağı vb tahmin ve olasılıklar adalet, hakkaniyet, insanın özgürlüğü ve onurunu koruma ilkelerine dayanmadığı sürece insan hayatını olumlu yönde etkilemez ve insanlığı olgunlaştırmaz.

Hak-batıl, müstekbir-mustaz'af, zalim-mazlum mücadelesi bundan sonra da devam edecektir.

Müstekbirlerin, kendilerini başkalarından üstün konumda görenlerin tekelcilik, işgal, sömürü, baskı, zulüm ve cinayetleri kuşkusuz öngörülen değişim sürecinde de devam edecektir. Doğal olarak müstekbir cephenin karşısında mazlum ve mustazafların direniş ve mücadelesi de yeryüzünde adil bir düzenin kuruluşuna kadar devam edecektir.

Ziya Türkyılmaz

Rivayetlere göre İmam-ı Zaman (a.s.) insanlık toplumundaki sınıf farklılıklarını ortadan kaldıracak. Elimizdeki rivayetlere göre Mehdi’nin döneminde yeryüzünde hiçbir aç insan kalmayacaktır. Bizim inandığımız, tüm dinlerin inandığı Mehdeviyet budur. Fakat hiç kimse ahir zaman toplumu ve Büyük Dünya Devrimi konusunda Şiiler kadar açık konuşmamıştır.

 Ezelden Hatemu'l-Enbiya'ya (s.a.a.) kadar tüm peygamberlerden Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili olarak yüce ifadeler nakledilmiştir. Bunlar tüm ilahi ve İbrahimi dinler arasında hemen hemen en toplumsal konulardır ve kurtarıcıyı vaat etmekte ve müjdelemektedir. Hepsi de tüm peygamberlerin ve dinlerin yarım kalan işlerini bu yüce insanın tamamlayacağını söylemiştir. Derler ki tarihin en büyük görevi, tarihin en büyük insanının işidir. Hatta ulûhiyet ve ilahiyata düşman ekoller bile bir şekilde yine bu meseleyi düşünmüştür. O'nun ismini zikretmemiş olsa da herkes zuhurunu müjdelemiştir. Hatta ateist ve Marksist ekoller bile ahir zaman meselesine ilgisiz kalamamıştır.

İnsanların büyük çoğunluğunun dinleri olan Budizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik bu hususta görüş belirtmiştir. Yahudilik hala Mesih (a.s.) bekliyor, Hıristiyanlık Mesih'in (a.s.) yeniden zuhurunu gözlüyor. Tüm peygamberler, dinler, mezhepler, gelecekteki büyük açılımı veya tarihin sonunu bekliyor. Sonra değineceğimiz üzere hatta bugün onlarca yıldır tarihin sonunu ve tarihin gayesini reddeden bir ekol bile insanlık tarihinin aydınlık bir geleceği yok, ona hâkim olan bir ilke yok diyerek telaşa kapılıyor. Yani 50-60 yıldır tarihin gayesi yoktu ve olmayacak diye teori geliştiren liberalizmin Fukuyama gibi bir teorisyeni de tarihin sonundan söz ediyor ama onların kastettiği “tarihin sonu”, liberal kapitalist rejimin tahkimi ve propagandasıdır.

Rivayetlerde Hz. Mehdi'den (a.f.) “günlerin baharı” diye söz edilmektedir. Hz. Mehdi'ye sunulan selamlarda şöyle deniyor: “İnsanlığın baharına selam olsun, tarihin ilkyazına ve günlerin tazeliğine selam olsun.”

O'nu görenler dış görünüşüne dair tasvirlerde bulunmuştur. Hz. Peygamber ve İmamlar (a.s.) da O'nu tasvir etmiştir, bunlar araştırmacıların eserlerinde şu şekilde yer almaktadır: Buğday tenlidir. Kaşları hilal ve çekiktir. Gözleri siyah, iri ve etkileyicidir. Omuzları geniş, dişleri parlak, burnu kalkık ve güzel, alnı açık ve parlak, iskelet yapısı kaya gibidir. Yanakları etli değildir, gecelerin çoğunda uyanıktır, sağ yanağında siyah bir ben vardır. Kasları sıkı ve sağlam, saçları kulak memelerine dökük ve omuzlarına yakın, endamı uyumlu ve güzel, güzel görünüşlü, yüzü yüce ve görkemlice bir utangaçlık halesiyle saklı, görünüşü liderlik haşmetiyle dolu, bakışı nafiz ve değiştirici, sesi coşkun denizin dalgaları gibidir.

“Bekleyişin” (İntizar), “gerçeklik” ile “hakikat” arasındaki tezadın sentezi olduğu söylenir. “Gerçeklik” var olan şey, “hakikat” ise mevcut olmayan ama olması gereken şeydir. O halde birinci nokta, insanlık tarihinin yorumu için bugün iki bakış açısının bulunuyor olmasıdır: Birincisi “Mesiyanizm” yani Mesihçilik-Mehdicilik veya “vaat edilmişçilik” diye adlandırılan ilkedir. Burada “Mesih” vaat edilmiş demektir; Mesiyanizm ise bekleyişe davettir. Vaat edilenin zuhurunu beklemek, insanlık düzeyinde mevcut duruma itiraz etmektir ve tarihin sonunda hakkın ve adaletin kesin zafer vaadini içerir. Bundan da “Fütürizm” ilkesi olarak bahsedilir. “Fütürizm” “Gelecekçilik” veya geleceğe bakış demektir. Yarına yönelik ideolojide tüm haberler gelecektedir; dünyanın vakti henüz bitmemiştir, mahrumlar ümitsiz olmasınlar demektedir. Özgürlük, bilinç ve adalet yolunun savaşçıları ve mücahitleri mücadelelerinden pişman olmasınlar. Dünya hareketleri içerisinde adaleti gerçekleştirmeye çalışırken defalarca mağlup olanlar, her şey bitti demesinler. Geleceğe bakınız. Başınızı dik tutunuz. Şehit verdiniz, darbeler yediniz, kayıplar verdiniz, bazı cephelerde geri çekildiniz ama başınızı dik tutunuz. “Fütürizm” yani gözlerinizi kararlı ve umutlu bir şekilde geleceğe dikin. Bugünkü batıştan sonra gelecek yarınki doğuşu düşünün ve bu düşünceyle neşelenin. Bu düşünce kamuoyunu kandırmak için değildir.

Ayrıca “İmam-ı Zaman var olmasa bile ona inanmak faydalıdır” diyen bazı pragmatistlerin söylediğinin aksine bu inanç hem hakikattir, hem de faydalıdır. Mehdeviyetin hakikatini anlayıp ona inanmayanlar, deneyci-emprik dogmatizme esir olup sadece duyu âleminin gerçekleriyle yetinenler, Peygamberler (s.a.a.) eliyle âlemin ötesine ve metafiziğe açılan pencereden dışarıya bakmaya yanaşmayanlar İmam-ı Zaman olgusunu gerçeklikten uzak ama en fazla faydalı bir şey olarak görüyor olabilirler. Hâlbuki işin gerçekliği şudur: İmam-ı Zaman'ın hikâyesi bir masal değildir, buna dini bir efsane olarak bakmamak gerekir. İmam-ı Zaman'ın (AS) hikâyesi gerçektir, faydalıdır ve her ikisi iç içedir.

O halde Batı'da “Mesiyanizm ve Fütürizm” diye tabir ettikleri geleceğe ve tarihe bir bakış söz konusudur, çünkü tarih canlı ve aktiftir, bilinçli bir varlık tarafından yönlendirilmektedir, insanlığın öyküsü en sonunda bir lağım çukurunda sonlanmayacaktır. İnsanlık tarihi konusunda iyimserdir, insanlığa söylenen tüm yalanlardan, yapılan adaletsizliklerden ve zulümlerden sonra “hakikat ve adalet” güneşinin doğacağına inanmaktadır. Allah insanı tarihin zalimlerine bırakmayacaktır. Ancak buna karşın ikinci bir çizgi daha var ve bu, Batı liberalizmi, kapitalizmi ve hegemonyası tarafından bugün dünyadaki akademilere ve üniversitelere pompalanıyor. Dünya kamuoyuna zorla empoze ediliyor, o da “tarihin gayesinin, hedefinin” reddedilmesi düşüncesidir.

Burada Batı derken Batı ülkelerinde yaşayan halkı kastetmiyoruz. Batı ülkelerinin halkları, dindar ve Hıristiyan olanlar, “vaat edilmiş” olana inanırlar. Fıtratlarının bombardıman edilmiş olmasına rağmen -Batı'da, ABD'de, Avrupa'daki küçük bir azınlık dışında- hala içsel inceliklerini koruyorlar. Şunu hatırlatayım, Washington'daki bazı dostlarla birlikte bir kiliseye gitmiştik. Çok muazzam ve eski bir kiliseydi. Hemen hemen bir müze halindeydi ve iç içe yedi kiliseyi içeriyordu. Kilisenin salonunda Amerikalı bir kız öğrenci gördük. Oturmuş ney üflüyordu. Pazar sabahıydı, yanına gidip ona ne yaptığını sordum: “Vaat edilmiş olanı bekleme adına ve onun aşkıyla her Pazar sabahı gelip ney üfleyeceğim diye adak adadım” dedi. Bu, maneviyatın, insanlığın, adaletin gece gündüz bombalandığı bir toplumdur, buna rağmen Washington'un göbeğindeki bu genç dindar kız öğrenciyle baş edemiyor. O halde Batı derken Batı ülkelerinde yaşayan sıradan saf, bilinçsiz halkı kastetmiyoruz. Hatta aslında bir şekilde mazlum ve kurban konumundaki, sıradan dejenere vatandaşları da kastetmiyoruz. Kastettiğimiz “liberal kapitalist hegemonyadır” ve bugün Amerika'ya ve Amerika üzerinden de tüm dünyaya hükmeden Yahudi kapitalist hücrelerdir. Sahtekârlıklarla dolu olan son seçimlerde her ikisi de kapitalist çelik çekirdeğin çıkarlarını koruyan iki kişiden biri lehine kamuoyunun beynini yıkayanlar onlardır. Bu şirketlerin milyarlarca dolarlık parası, Batı'nın ve bugünün dünyasının gerçek efendisidir, modern kölecilik düzenine bunlar liderlik etmektedir.

İnsanlık tarihi boyunca en muhafazakâr güç hücreleri, Amerika'ya ve Batı'ya liderlik eden işte bu liberal düşünce hücreleridir. Peki niçin muhafazakarlar? Çünkü dünyadaki mevcut durumun onların lehine korunması gerekmektedir. Bu durum nasıl korunur? Öncelikle şuna inandırmalıdırlar ki dünyadaki mevcut durum, onlarca yıldır dünyada meydana gelen gelişmeler, küresel siyonist kapitalizmin yedeğindeki liberalizm ideolojisi, güç ve servet denklemini tanımlıyor. Bunun rasyonalitenin ta kendisi olduğuna, herkesin buna inanması gerektiğine ve adını modernite koydukları şeyin tarihin sonu olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar.

Şunu demek istiyorlar: Dünya toplumunda bizim liderlik ettiğimiz mevcut durumdan daha iyi ve üstün bir “Medine-yi Fazıla” (erdemliler toplumu, şehri) gerçek hayatta olmadığı gibi zihinsel olarak mevcut olması da mümkün değildir. Popper, ölümünden birkaç yıl önce Spiegel'e verdiği mülakatta, “Bugün tüm insanlık tarihinin ‘medine-yi fazıla'sı, Amerika Birleşik Devletleri toplumudur” demişti. Söyleşiyi yapan gazeteci, ona “Her sekiz saniyede bir cinayetin işlendiği, her dokuz saniyede bir cinsel saldırının yaşandığı bir toplum, en büyük gelir kaynağı uyuşturucu madde ile kimyasal ve biyolojik kitle imha silahları olan bir toplum nasıl erdemli toplum ve tarihin sonu olabilir?” diye sorsaydı o şöyle cevap verirdi: “Medine-yi Fazıla üzerine düşünme gerekliliği aslında bize söylenmiş bir yalandı. Tarihin sonuna kadar hiçbir ‘medine-yi fazıla' olmayacaktır ve böyle bir şey düşünülmemelidir. İnsan zihnindeki bu sapkın düşünce bir masal inancıdır.” Veya Amerikan kapitalizminin teorisyeni Fukuyama da şöyle diyor: Eğer tarihin bir sonu varsa o da şu andaki Amerika Birleşik Devletleri toplumudur. Bu, “muhafazakâr” bir düşüncedir.

Muhafazakârlık, dünyadaki mevcut durumu ve şu an dünyaya hükmetmekte olan güç piramidinin korunmasını savunur. Bu piramidin başında kapitalistler vardır, diğer tüm milletler, doğulu ve güneyli milletler ise güç piramidinin başındakileri omuzlarında taşıyan kölelerdir. Bugün dünyadaki servet nasıl bölüşülüyor? İnsanlığın yüzde kaçı, yeryüzündeki servetin yüzde kaçını elinde bulunduruyor? Bu açık rakam nedir? Eğer birileri bu mevcut durum devam etsin diyorsa bunun anlamı nedir?

Rivayetlere göre İmam-ı Zaman (a.s.) insanlık toplumundaki sınıf farklılıklarını ortadan kaldıracak. Elimizdeki rivayetlere göre Mehdi'nin döneminde yeryüzünde hiçbir aç insan kalmayacaktır. Bizim inandığımız, tüm dinlerin inandığı Mehdeviyet budur. Fakat hiç kimse ahir zaman toplumu ve Büyük Dünya Devrimi konusunda Şiiler kadar açık konuşmamıştır. Diğerleri muhtemelen bu duruma ilişkin ayrıntılı bilgiye sahip değildi. Şia, o büyük Küresel Devrim Önderinin yüce adını dahi biliyor. O'nun yönetim tarzını açıklıyor. Muhtemelen başka hiçbir ekol böyle değildir. Sizler Upanişadlar'da, Vedalar'da, İncil'de, Tevrat'ta, tüm Doğu ve Batı kaynaklarında ahir zaman müjdesini görürsünüz. Fakat hiçbiri Şii kaynakları kadar O'nun hakkında fiziğine, sözlerine, şiar ve devrimci yöntemlerine varacak kadar açık ve net bir şekilde söz etmemiştir. Biz medine-yi fazıla düşüncesine, Mesiyanizme, dini köktenciliğe, devrimci radikalizme ve ideolojiye karşıyız diyen ve hatta dini olmasa dahi her türlü ilkeciliğe muhalif liberal kapitalizmin başlıca hedefi şudur: İnsanlık kamuoyunda, özellikle de Doğulu ve İslami üniversitelerde, öğrencinin ve ardından halkın zihninde mevcut durumla ilgili bir şüphe, beklenti hali ortaya çıkmasın. “Yoksa kapitalist modernite yolun sonu değil mi? Başka bir yolu mu gözlemek gerek?” gibi sorular kamuoyunun zihninde filizlenmesin.

Onlar demek istiyor ki dünyadaki bu mevcut durumun ötesinde başka hiçbir şey yoktur. Var olanlar bilimin, akılcılığın ta kendisidir ve tarihin sonudur. Diyorlar ki burası son duraktır, insanlık trenden inmelidir. Ancak dikkat ederseniz tüm insanlık bizim seviyemizde hayat sürsün ve Amerikan halkının imkânlarına sahip olsun demiyorlar. Bunu deselerdi küresel ölçekteki zulüm ve adaletsizlikten vazgeçmeleri gerekirdi. Çünkü küreselleşmenin anlamı servetin, gücün, bilginin, onurun, saygınlığın tüm dünyada eşit olması demek olsaydı bu kabul edilir bir şey olurdu. Fakat onların istediği küreselleşme “Amerikanlaşmak”tır. Küreselleşme başında Amerika'ya egemen olan kapitalistlerin bulunduğu, insanlığın geri kalanının ise piramidin gövdesini oluşturduğu bir şeydir.

Batılı küreselleşme, Batı'nın dünyadaki zulmünü izah edilebilir kılma amaçlıdır. Onlar “Mehdevi küreselleşmeye” karşıdırlar. Amerikan kapitalizminin küreselleşmesine çağırmaktadırlar. Eğer küreselleşme, Amerika'nın Amerika'yı, Amerika'ya hâkim kapitalizmi, Siyonizmi ve İngiltere'yi küreselleştirmesinden ibaretse bu küreselleşme yalnızca onların çıkarınadır. Onlar işte bunu yayıyorlar, bu “küreselleşme” bütün kültürleri, ideolojileri, direnişi yutuyor ve sindiriyor. Ama eğer “Biz küreselleşmeyi kabul ediyoruz; ancak Yahudi kapitalizmi ölçütlerindekini değil, ‘tüm dünyada hiçbir aç kalmamalıdır' diyen İmam Mehdi'nin ölçütlerini” dersek, “Afrika'nın bir köşesindeki 11 yaşındaki çocukların ağırlığı Washington ve New York'taki 6 aylık çocuğunki kadar olmamalıdır. Bir deri bir kemik olmamalı, kaburgaları sayılmamalıdır” diye itiraz edersek bunu kabul etmiyorlar.

Onlar Mehdevi küreselleşmeyi, yani adaletin küreselleşmesini reddediyor ve onu bir kuruntu, bir ütopya olarak görüyorlar. Çünkü İmam Mehdi (a.s.) güvenliği sadece Batılı kapitalistler için değil, herkes için istiyor. Rivayetlere göre İmam Mehdi döneminde güvenlik dünyaya o kadar hâkim olacak ki genç bir kız en küçük bir hakarete ve tehdide uğramadan dünyanın bir ucundan diğer ucuna tek başına gidebilecek. Bu bizim rivayetlerimizde vardır. Mehdevi küreselleşme herkes için güvenlik demektir. Sadece New York'taki kapitalistlerin kızları için değil, Afrika'nın, Meksika'nın, Gana'nın ve Afganistan'ın kızları için de emniyettir.Ancak Batı kapitalizmi tarzı küreselleşme düşüncesinin söylediği ve istediği “muhafazakârlığın” ta kendisidir. Bunlar küresel ölçekte ilkeciliğe, medine-yi fazıla kurulmasına, ideolojiye, değerlerin hâkimiyetine karşıdırlar. Onlar diyorlar ki değerler, prensip olarak bilimsel ve rasyonel şeyler değildir. Değerler kişisel ve görecelidir, o halde bunun yönetimle ve kamu işleriyle bir ilgisi yoktur, sekülerizm işte budur.

Onların propaganda tarzına göre Mehdeviyetten, küreselleşmeden, küresel adalet vaadinden söz etmek hayalciliktir ve imkânsızdır. Üniversite bahislerinde bunu söz konusu ediyorlar ve muhafazakârlık tezini küreselleştirmeye çalışıyorlar. Diyorlar ki bu fikir zaten ideolojik, totaliter ve tekelcidir. Mehdi adlı birinin gelip de tüm dünyada tek bir yönetim kurması da ne demek oluyor!

Bizim rivayetlerimize göre Mehdi (a.s.) akli kanıt ve kılıçla küresel hâkimiyeti ve adaleti gerçekleştirecektir. O, Hıristiyanlarla gerçek İncil'le, Yahudilerle gerçek Tevrat'la tartışıp delil getirecek. Hiç kimse için bir bahane ve mazeret bırakmayacak. İnsanların çoğu mantık ve akli kanıtla, öğüt ve rahmetle ikna edilecek; inat edenler de kılıçla ıslah olacak. İnsanlık İslam'a girecek.

medyaşafak

Hz. Mehdi’nin doğumu ve hayatı, sadece Şiilere özgü bir inanç değildir. Ehl-i Sünnet’in muteber kaynaklarında da bu konunun işlendiği apaçık görülmektedir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Hz. Mehdi’nin doğumunun işlendiği ve Ehl-i Sünnet âlimleri nezdinde kabul gördüğüne dair rivayetlerin varlığı, O’nun dünyaya geldiği inancının ispatı için çok önemli bir dayanak noktasıdır.

 Ahir Zaman'da bir kurtarıcının zuhuru inancı sadece Şiilere özgü değildir. İbrahimi olsun olmasın bütün dinler, bu vaadin nasıl gerçekleşeceğine dair bütün farklı görüşlerine rağmen şu ortak paydada buluşurlar: Ahir Zaman'da Allah tarafından gönderilecek olan bir insan, bütün kâinatı adaletle dolduracaktır. Bütün Müslümanlar, Hz. Mehdi'nin (a.s.) Peygamber Efendimizin (s.a.a.) neslinden ve bahusus Hz. Hüseyin (a.s.) evlatlarından olacağı hususunda ortak bir inanç taşırlar. Lakin Ehl-i Sünnet'in büyük çoğunluğu, o hazretin ahir zamanda doğacağı bekleyişi içerisindeyken Şiiler, akli ve nakli delillere dayanarak İmam Mehdi'nin, İmam Hasan Askeri'nin (a.s.) çocuğu olduğu, hicri 250'de dünyaya geldiği, Allah'ın izin ve iradesiyle şu anda hayatta olduğu ve insanlar içerisinde yaşadığına inanırlar. Nitekim Hz. Hızır ve Hz. İsa Mesih de İslam'a göre şu an hayattadırlar. Zuhur döneminde her ikisi de Hz. Mehdi'nin yardımına koşacaklardır. O hazretin bunca uzun bir hayata sahip olması ne akıl ne de bilime aykırıdır; bilakis Kur'an ve Sünnet'te bunun mümkün olduğunu gösteren birçok kanıt vardır.

Kum İlmiye Havzası Şüpheler Üzerine Araştırma ve Cevaplama Merkezi, Hz. Mehdi'nin doğumu ve hayatı hakkında bazı Ehl-i Sünnet çevreleri tarafından dile getirilen şüphelerden birini bu makalede ele alıp cevaplamaya çalışmıştır.


Şüphenin özeti


Tarihsel açıdan İmam Hasan Askeri'nin, Mehdi adında bir çocuğunun dünyaya geldiği meselesi kesin değildir. Zira Ehl-i Sünnet nezdinde muteber bilinen kaynaklar, bu özelliklere sahip bir çocuğun dünyaya geldiğini doğrulamamaktadır. Daha açık bir ifadeyle, Ehl-i Sünnetçe tarihi rivayetlerin doğrulanması için göz önünde bulundurulan ölçütlerle uyumlu ve muteber hiçbir tarihsel kanıt, Hz. Mehdi'nin doğduğu ve aramızda yaşadığına delalet etmemektedir. Dolayısıyla bu vasıflarda bir insanın varlığı ve hayatta olduğunu ispatlama yolu Ehl-i Sünnet nezdinde tamamen kapalıdır.


Özet cevap

 

Hz. Mehdi'nin doğumu ve hayatı, sadece Şiilere özgü bir inanç değildir. Ehl-i Sünnet'in muteber kaynaklarında da bu konunun işlendiği apaçık görülmektedir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Hz. Mehdi'nin doğumunun işlendiği ve Ehl-i Sünnet âlimleri nezdinde kabul gördüğüne dair rivayetlerin varlığı, O'nun dünyaya geldiği inancının ispatı için çok önemli bir dayanak noktasıdır.  Ayrıca çoğu Ehl-i Sünnet âlimlerinden olan nesep/soy bilginlerinin İmam Mehdi'nin doğduğuna dair tanıklıkları da Ehl-i Sünnet içerisinde o hazretin doğduğu ve aramızda yaşadığına inananların varlığının açık kanıtlarındandır. Dahası, güvenilir oldukları kuşku götürmeyen tanıkların İmam Mehdi'yi doğumundan sonra ve Gaybet döneminde müşahede edip gördüklerine dair rivayetleri, söz konusu delilleri desteklemektedir.


Önsöz


İmam Mehdi'nin doğumu ve hayatı meselesi, “imamet-i hassa” (Şii kelâmının genel anlamda imametin varlığının gerekliliğini değil de imamın kim olduğunu ele alan kısmı; Medya Şafak) çerçevesinde gündeme gelen en önemli ve en temel konulardandır. İmam'ın doğumu ve yaşamı ile ilgili inancın sadece Şiilere mahsus olduğunu yaymaya çalışan bazı çevrelerdeki yaygın kanaatin aksine, diğer İslam fırka ve mezhepleri özellikle de Ehl-i Sünnet arasında bu gerçekliğe inanların varlığı apaçık görülmektedir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında o hazretin doğduğu ve hayatta olduğunu gösteren birçok delil vardır. Bu çalışmada Ehl-i Sünnet'in tarih ve hadis kaynaklarına dayanarak On İkinci İmam Hüccet bin Hasan el-Askeri'nin (a.s.) doğduğu ve hayatta olduğunu ispatlamaya çalışacağız.


Ehl-i Sünnet kaynaklarında İmam Mehdi'nin doğumu


On İkinci İmam'ın doğumu yaygın bir şekilde biliniyordu, hatta öyle ki bu durum hazretin doğduğu dönemde yahut o döneme yakın tarihlerde kaleme alınan Ehl-i Sünnet kaynaklarına dahi yansımıştır. Elbette bazı Sünni âlimler bu konuya eleştirel yaklaşmış ve inkâr etme sadedinde ele almışlardır. Lakin bu konuyla ilgilenmenin kendisi bizzat Şia'nın bu husustaki inancının doğruluğunun kanıtıdır. Gaybet-i Suğra döneminde yaşayan Mesudi (ö. h. 346) bu konuda şöyle yazar:


260 yılında Ebu Muhammed Hasan b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib (a.s.) Mutemed'in hilafeti döneminde 29 yaşındayken vefat etti.  Şiilerin cumhurunu oluşturan İmamiyye Şiası / On İki İmam Şiiliğinin kesin ve tartışmasız inancına göre O, Beklenen Mehdi ve On İkinci İmam'ın babasıdır.[1]


Gaybet-i Suğra döneminde yaşayan ve bu dönemin tamamlanmasından bir yıl sonra, yani hicri 330'da vefat eden Ebu'l Hasan Eş'ari (Eşarilik mezhebinin kurucusu) ise Şia'nın İmam Mehdi'nin doğumu ve hayatı ile ilgili inancı hakkında şöyle der:

 

Onların (Rafızilerin) ilk fırkası Kat'iyye mezhebidir. Onların Kati'yye diye anılmalarının sebebi, Musa b. Cafer'in öldüğüne dair “kat'i” bir inanca sahip olmalarıdır. Bunlar Şia'nın cumhurunu teşkil etmektedirler. Onlara göre Hz. Peygamber kendisinden sonrası için Ali b. Ebi Talib'in imametini sarih bir şekilde bildirmiş, Ali de oğlu Hasan b. Ali'yi imamet makamına tayin etmiştir. Hasan b. Ali kardeşi Hüseyin b. Ali'nin imametini; o, oğlu Ali b. Hüseyin'in imametini; Ali b. Hüseyin, oğlu Muhammed b. Ali'nin imametini; o, oğlu Cafer b. Muhammed'in imametini; o, Musa b. Cafer'in imametini; Musa, Ali b. Musa'nın imametini; o, oğlu Muhammed b. Ali'nin imametini; o, Ali b. Muhammed'in imametini; o da Hasan b. Ali'nin imametini sarih bir şekilde bildirmiştir. İmamiyye inancına göre Hasan b. Ali'nin “Mehdi” adında bir oğlu vardır ve o, Şiilere onun imametini bildirmiştir. Şiilerin inancına göre Mehdi, gaybette olup zuhuru beklenmektedir. Onların iddialarına göre, o bir gün zuhur edecek, zulüm ve adaletsizlikle dolmuş bulunan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.[2]


Ebu'l Hasan Eş'ari hicri 330'da vefat etmiştir. Bu durumda doğal olarak Makalatu'l İslamiyyin kitabını Gaybet-i Suğra döneminde ve 329'dan önce yazmış olması gerekir. Onun bu dönemde, Şiilerin On İki İmam inancını izah etmesi ve On İkinci İmam'ın adını zikretmesi şunu göstermektedir: Şia'nın İmamlar hakkındaki ve İmam-ı Zaman Hz. Mehdi'nin doğum ve hayatına dair inancı Şiiler arasında öylesine yaygın bir üne sahipti ki onlara muhalif olanlar dahi bu hususta tam bir malumata sahip olabilmişlerdir.


Hicri dördüncü yüzyılın sonları ve beşinci yüzyılın başlarında, yani Gaybet-i Suğra dönemine yakın bir tarihte yaşayan İbn Hazm Endülüsi, İmam Hasan Askeri'nin soy ve evlatları konusunu işlerken her ne kadar o hazretin hiçbir evladı olmadığı iddiasında ısrarcı olsa da, o dönemde Şia arasında İmam-ı Zaman'ın doğumu ile ilgili inancın yaygınlığına tanıklık etmektedir:


İmam Hasan: O, Rafızilerin son imamı olup kendisinden sonra soy ve evlat bırakmamıştır. Lakin Rafıziler, onun Saykal adında bir cariyesi bulunduğu ve ölümünden sonra onun oğlunu dünyaya getirdiğini iddia etmektedirler. Fakat bu iddia bir yalandır ve bu konuda çok şeyler söylenmiştir.[3]


Bizim buradaki maksadımız Gaybet-i Suğra döneminde İmam-ı Zaman'ın doğumu ve hayatta olduğu itikadının Şiiler arasında genel kabul görmüş bir inanç olduğu ve bu inancın sonradan Şiiler tarafından kurgulanmadığı gerçeğine ışık tutmak; bu hakikat üzerinde o dönemde İmamiyye Şiası nezdinde icmaya varıldığı ve hatta muhalif fırkaların eserlerinde dahi yansıtıldığını göstermektir. Tabi ki söz konusu yazarlar, gün ışığı kadar apaçık bu gerçeği ele alırken insaflı davranmamışlardır.


İmam'ın doğumu ile ilgili rivayetlerin Ehl-i Sünnet nezdindeki makbuliyeti


Ehl-i Sünnet içerisinde hakikat gözü açık birçok ilim adamı, Şia'nın İmam-ı Zaman'ın doğumu hakkındaki kanıtlarının itibarına dayanarak bu hadisenin doğruluğunu savunmuşlardır. Bu ilim ehli içerisinde bir kesim, o hazretin ömrünün uzunluğu ve fiili olarak hayatta olduğuna dair inancı paylaşmasa da O'nun doğduğuna dair rivayetleri kabul etmişlerdir.[4] Bir araştırmacıya göre bu kişilerin sayısı 68'e ulaşmaktadır.[5]


El-Kâmil fi't-Tarih kitabının yazarı İbn Esir gibi büyük bir tarihçi, o dönemlerde muteber sayılan kaynaklara dayanarak İmam Mehdi'nin doğumunu tarihsel açıdan kesin bir gerçeklik olarak görmekte ve İmam Hasan Askeri'den bahsederken sarih bir şekilde “O, beklenen Mehdi'nin babasıdır” tabirini kullanmaktadır.[6] Ayrıca Şelmeğani'nin tutuklanması hadisesini anlatırken şu ifadeleri kullanır:


İmamiyye Şiası, Ebu'l Kasım Hüseyin b. Ruh'u “bâbu'l-İmami'l-Mehdi” diye isimlendirirlerdi.


Sonra şöyle der:


Bazılarına göre o, sadece beklenen imamın “bâb”ı olduğu iddiasını taşımaktaydı.[7]


Çağdaş Ehl-i Sünnet âlimlerinden el-Amidi, İmam Mehdi'nin doğumu ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu olayı doğrulayan ifadeleriyle ilgili şunları yazar:


Ehl-i Sünnet içerisinde dikkate şayan bir kesim, kendi ilim adamlarının itiraflarını kayıt altına almıştır. Bu ikrarlar art arda gelen yüzyıllar boyu birbirine eklenmiştir. Öyle ki bir sonraki itiraf sahibi ile bir önceki, aynı yüzyılı paylaşmış ve bu itiraf silsilesi Gaybet-i Suğra döneminden başlayıp günümüze kadar gelmiştir.[8]


Hz. Mehdi'nin doğumunu kabul edip nakleden Ehl-i Sünnet âlimleri bir hayli çoktur. Biz burada sadece bir kaçının ismini anmakla yetineceğiz: İbn Hallikan (ö. 681 h.), el İber, Tarihu Düveli'l İslam ve Siyeru A'lami'n Nübela kitaplarında Zehebi (ö. 748 h.), İbn Verdi (ö. 749 h.) Ahmed b. Hacer Heytemi Şafii (ö. 974 h.) Şebravi Şafii (ö. 1171 h.), Mümin b. Hasan Şeblenci (ö. 1378 h.), Hayrettin Zerkeli (ö. 1396 h.).[9]


Bu isimler, Zamanın İmamı'nın doğduğuna dair rivayetlerin doğruluğunu onaylayan âlimlerden sadece birkaçını oluşturmaktadır. Bu konuda daha geniş bilgi için bu konuyla ilgili kaleme alınmış eserlere başvurabilirsiniz.[10]


İmam Mehdi, İmam Hasan Askeri'nin oğludur


Ehl-i Sünnet âlimlerinin birçoğu, İmam Mehdi'nin doğduğuna dair rivayetleri onaylamanın yanı sıra, o hazretin İmam Hasan Askeri'nin oğlu olduğu gerçeğini de sarih bir dille ifade etmişlerdir.[11] Bu kesimin inancına göre, Ahir Zaman'da zuhur edeceği müjdelenen İmam Mehdi, Ehl-i Beyt İmamlarının on ikincisi Muhammed b. Hasan el-Askeri'den başkası değildir.  Burada bu ifadelere birkaç örnek aktaracağız:


Kemaluddin Muhammed b. Talha Şafii (ö. 652 h.) bu konuyla ilgili şöyle yazar:


Ebu'l-Kasım Muhammed b. Hasani'l Has b. Ali El Mütevekkil b. Kani' b. Ali Rıza b. Musa El Kazım b. Caferi's-Sadık b. Muhammed el-Bakır b. Ali Zeynelâbidin b. Hüseyin ez-Zeki b. Ali el-Murtaza Emirilmüminin b. Ebi Talib (Allah'ın salat ve selamı O'nun üzerine olsun) Mehdi, Hüccet, Halef-i Salih ve Muntazar / Beklenen İmam'dır.


Sonra da şiir diliyle şöyle der:


İşte bu halef / yeni nesil ve Hüccet'i Allah bizzat teyit etmiştir.


İşte budur apaçık ve hak yol ki Allah O'na ahlaki faziletler bahşetmiştir.[12]


Sıbt b. Cevzi (ö. 654 h.) de şöyle yazar:


O, Muhammed b. Hasan b. Ali b. Muhammed b. Ali Rıza b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib'dir. Künyesi Ebu Abdullah ve Ebu'l Kasım'dır. İşte o, Halef-i Salih, Hüccet, Sahib-i Zaman, Kaim, Muntazar ve İmamlar hazretlerinin en son ferdidir.[13]


İbn Sabbağ el-Maliki (ö. 855 h.) el-Fusulu'l-Mühimme kitabının on ikinci bölümünün başlığında şu ifadeyi kullanır: “Ebu'l Kasım, Hüccet ve Halef-i Salih İbn Ebi Muhammed Hasani'l-Has ve On İkinci İmam Hakkında”.[14] O, bu bölümde Genci Şafii'nin (h. 658'de katledilen Ehl-i Sünnet âlimlerinden) sözlerine dayanarak şöyle der:


Allah'ın Kitabı ve Peygamberin Sünneti, Hz. Mehdi'nin hayatının ilk gaybet gününden bugüne kadar devam ettiğine delalet etmektedir ve o hazretin bu keyfiyette baki kalmasına mani hiçbir sebep yoktur. Nitekim Hz. İsa b. Meryem ve Allah velileri içerisinden Hızır ve İlyas ve Allah düşmanları içerisinden Deccal ve melun Şeytan'ın hayatlarının bekasına hiçbir şey mani olmamıştır.[15]


Sonra da Kitap ve Sünnet'ten yola çıkarak bu iddiayı delillendirir. Bu çerçevede İmam Mehdi'nin doğum tarihini, imametinin delilleri, o hazretin gaybeti ile alakalı bazı hadis ve rivayetlerin izahı, o hazretin tesis edeceği hükümetin kuruluş süreci süresi, o hazretin soyağacı ve künyesini, İmam Mehdi'yle alakalı ve sair konuları ele alır.[16]


İmam Mehdi'nin veladeti ve İmam Hasan Askeri'nin oğlu olduğu gerçeğine inanan Ehl-i Sünnet âlimlerinin sayısı gayet çoktur. Lakin ne yazık ki bazı durumlarda, bazı kitaplarda yer alan sarih ifadeler bu kitapların son baskılarından çıkarılmıştır. Örneğin, bazı araştırmacılara göre İbn Arabi'nin (ö. 638) el-Futuhâtu'l-Mekkiyye kitabının 366. babında bu konu sarih bir dille ifade edilmiştir, fakat maalesef sonraları bu bölüm çıkarılmıştır. Hâlbuki bazı kaynak eserlerde bu konu söz konusu kitaba dayandırılarak incelenmiştir.[17]


Diğer bazı Ehl-i Sünnet âlimlerinin isimlerini sayacak olursak: Kunduzi-i Hanefi diye bilinen Süleyman b. İbrahim (ö. h. 1270); Ahmed b. Yusuf Ebu'l Abbas Fermani Hanefi (ö. h. 1019;) Şamlı tarihçi Şemsuddin Muhammed b. Tulun Hanefi (ö. h. 953) Fadl b. Ruzbehan (ö. h. 909); Muhammed b. Yusuf Ebu Abdillah Genci Şafii (h. 658'de öldürülmüştür.)…[18]


Hz. Mehdi'nin doğumunun nesep / soy bilimciler aracılığıyla teyidi


Hz. Mehdi'nin doğumu ile ilgili kanıtların en başında hiç kuşkusuz, bu olay hakkında nesep / soy bilgin ve uzmanlarının tanıklıkları gelir. Zira bu alanda nesep bilimine vakıf âlimler herkesten daha isabetli tespitlerde bulunabilirler. Bu doğrultuda bu ilimde uzmanlıklarıyla tanınan aşağıdaki isimleri sayabiliriz:


Sehl b. Davud b. Süleyman Buhari: Gaybet-i Suğra döneminde yaşamıştır.[19]


Seyyid Umeri: Hicri beşinci yüzyılda yaşamış meşhur nesep bilgini.[20]


Fahr-i Razi Şafii: Hicri beşinci yüzyıl soy bilginlerindendir.[21]


Mervezi: Hicri altıncı yüzyıl soy bilginlerindendir.[22]


Cemaleddin Ahmed:  İbn Inebe diye meşhurdur.[23]


Bu sahada bilinen daha nice soy bilgininden söz edilebilir.[24]


Meşhur soy bilimci Ebu Nasr Sehl b. Abdullah Davud b. Süleyman Buhari, hicri dördüncü yüzyıl büyüklerindendir. Hicri 341 yılına kadar hayatta olup Gaybet-i Suğra dönemini idrak etmiş en meşhur soy bilginidir. O, şöyle der:


Ali b. Muhammed, Hasan b. Ali el-Askeri adında bir çocuk sahibi oldu. Çocuğun annesi Reyhane adında Nubiyalı[25] bir Ümmü Veled'tir.[26]  Bu çocuk, hicri 231 yılında dünyaya geldi ve 260 yılında 29 yaşında iken Samerra'da vefat etti. Ali b. Muhammed Taki'nin Cafer adında başka bir oğlu daha oldu ki Şiiler nezdinde Cafer-i Kezzab/yalancı Cafer diye anılır. Zira o kendisini, kardeşi Hasan b. Ali el-Askeri'nin varisi olarak görüyor ve kardeşinin oğlunu -yani Hz. Hüccet-i Kaimi- onun mirasçısı olarak kabul etmiyordu. Behemehâl onun soy ve nesebi hakkında herhangi bir kuşkuya yer yoktur.[27]


Hicri beşinci yüzyılın meşhur soy bilimcisi Seyyid Umeri de şöyle der:


Ebu Muhammed (İmam Hasan Askeri) vefat ettiğinde Nercis'ten olma oğlu özel çevresi ve güvendiği kişiler nezdinde biliniyor ve tanınıyordu. Biz sözün devamında onun doğum hikâyesi ve bu konuya dair rivayetleri dile getireceğiz. Müminler; dahası bütün insanlar, onun gaybeti dolayısıyla ilahi imtihana tabi tutulmuşlardır. Cafer b. Ali, kardeşinin servet ve sosyal konumuna göz dikmiş ve kardeşinin bir çocuğu olduğu gerçeğini inkâr etmişti. Bazı zalimler ve kendini bilmezler de ona yardım etmiş ve o hazretin hizmetçi ve cariyelerini elde etmesini sağlamışlardı.[28]


Gördüğümüz üzere soy bilimciler de İmam Hasan Askeri'nin (a.s.) bir oğlunun olduğunu kabullenmektedirler. Bu, Hz. Mehdi'nin doğumu ve hayatta olduğunu gösteren sağlam bir delildir.
 

İmam Mehdi İle görüşenler

 

İmam Mehdi'nin doğduğu günden başlayarak Gaybet-i Suğra dönemi süresince, Şia'nın önde gelenlerinin birçoğu o hazreti görme saadetine erişmişlerdir. Bu görüşmelerin bir kısmı İmam Hasan Askeri'nin hayatta olduğu zaman diliminde gerçekleşmiş ve o hazret oğlunu, dost ve ahbabı içerisinden bazılarına göstermiştir. Bu görüşmelerin diğer bir kısmı ise o hazret dünyadan göçtükten sonra ve farklı münasebetlerle gerçekleşmiştir. Şöyle ki bazıları o hazretten yazılı fermanlara muhatap olmuş, bazıları dua talebiyle huzuruna varmış, diğer bir kesim ise İmam'a mahsus şerî malları, vekiller aracılığıyla O'na takdim etmişlerdir.[29] Merhum Kuleyni “O Hazreti Görenlerin İsimleri”[30] başlığı altında İmam Mehdi'yi gören yahut yazışan şahıslarla ilgili rivayetleri toplamıştır. Merhum Kuleyni, Gaybet-i Suğra döneminde yaşamış ve bu dönemin son yılında, yani hicri 329 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla onun, o dönemde cereyan eden olaylarla ilgili nakilleri tarih bilimi kıstasları açısından tamamen muteberdir. Zira o, o dönemde hazretle görüşenlerle aynı dönemde yaşamış ve nakillerini doğrudan onlara dayandırmıştır.[31]


İmamların ashabı, İmam Mehdi'nin vekilleri, İmam Hasan Askeri'nin hizmetçileri, nedimeleri, cariyeleri, köleleri ve diğer birçok şahıs İmam Mehdi'nin varlığına tanıklık etmişlerdir.[32]  Tüm bunlara ilaveten İmam Cevâd'ın kızı, İmam Hâdi'nin kız kardeşi ve İmam Hasan Askeri'nin halası Hekime Hatun'un şahitliğini de göz ardı etmemek gerekir. Zira o, Hazreti Mehdi'nin doğumu esnasında İmam'ın annesinin yanında bulunmaktaydı[33] ve bu esnada ebelik vazifesi görmüştür.[34] Ayrıca doğum esnasında bazı kadınlar yardımcı vazifesi görmüşlerdir. Bu cümleden İmam Hasan Askeri'nin hizmetçileri Mariye ve Nesime'yi örnek gösterebiliriz.[35]


 Sonuç


Ehl-i Sünnet âlimlerinin birçoğu İmam Mehdi'nin doğumu ve hayatıyla ilgili rivayetleri kabul etmiş ve güvenilirliğini onaylamışlardır. Ayrıca soy bilimciler tarafından o hazretin doğumuyla ilgili bilgilerin doğrulanması ve içlerinde Ehl-i Sünnet mensuplarının da bulunduğu kesimlerin o hazretle ilgili görüşmelerinin sonucunda naklettikleri rivayetler, Kâim-i Âl-i Muhammed ve Ahir Zaman Kurtarıcısı'nın dünyaya geldiği ve insanlar arasında yaşamını sürdürdüğü gerçeğini ispatlayan gayet muhkem delillerdir. medyasafak

 

emamat.ir                                                                                                                  
[1] Murucu'z-Zeheb, Beyrut, Müessesetu'l-A'lemi li'l-Matbuat,  1. baskı, h. 1411,  c. 4, s. 21


[2] Makalatu'l-İslamiyyin, Beyrut, Daru Sadır, 1. baskı, h. 1427,  s. 20.


[3] İbn Hazm , Cemheretu Ensabi'l-Arab, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 3. baskı, h. 1424, s. 61.


[4] Gulam Huseyn Muharremi, Negereş-i Tarihi be Hayat-i İmam-i Zaman, Kum, Pertev-e Velayet, 2. baskı, h. ş. 1392, s. 140.


[5] Ayetullah Safi Gulpaygani, Muntehabu'l-Eser, Kum, Mektebu'l-Müellif, 1. baskı, h. 1422, c. 2, s. 376.


[6] İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut, Daru'l Fikr, h. 1398, c. 5, s. 373.


[7] A.g.e., c. 7, s. 26-27.


[8] Seyyid Samir Haşim el-Amidi, Der Entezar-i Kaknüs, Tercüme: Mehdi Alizade, Kum, Müessese-i İmam Humeyni, 1. baskı, h. ş. 1379, s. 160.


[9] Bkz. el-Amidi, a.g.e.,  s. 161-164.


[10] Bkz. el-Amidi, a.g.e.,  s. 161;  Muharremi, a.g.e.,  s. 140.


[11] El-Amidi, a.g.e., s. 164.


[12] Metalibu's Seul, Tahkik: Macid b. İbn Atiyye, tarihsiz, s. 480.


[13] Tezkiretu'l Havas, Kum, Menşuratu Şerif Razi, birinci baskı 1418, s. 325.


[14] Bkz. İbn Sabbağ el-Maliki, el-Fusulu'l Mühimme fi Ma'rifeti'l-Eimme aleyhimusselam, Kum, Daru'l Hadis, 1. baskı, h. 1422, , c. 2, s. 1077.


[15] A.g.e., s. 1112.


[16] A.g.e., s. 114-1135.


[17] Bkz. el-Amidi, a.g.e., s. 164.


[18] A.g.e., s. 164-169.


[19] Ebu Nasr Buhari, Sırru's-Silsileti'l-Aleviyye, İntişarat-ı Şerif Razi, 1. baskı, 1413, s. 38 ve 40.


[20] Ali b. Muhammed el-Alevi el-Umeri,  el-Mecdi fi Ensabi't-Talibiyyin, Kum, Mektebetu Ayetillahi'l-Uzma el- Mar'aşi el-Necefi, birinci baskı, h. 1409, s. 78.


[21] Fahreddin Razi, eş-Şeceretü'l-Mübareke fi Ensabi't-Talibiyye, Kum, Mektebetu Ayetillahi'l-Uzma el- Mar'aşi el-Necefi, birinci baskı, h. 1409, s. 30.


[22] Seyyid İzzeddin Kadı Mervezi , el-Fahri fi-Ensabi't Talibiyyin, Kum, Mektebetu Ayetillahi'l-Uzma el -Mar'aşi el-Necefi, birinci baskı, h. 1409, s. 8.


[23] İbn Inebe Hasani, Umdetu't Talib fi Ensabi Âl-i Ebi Talib,  Kum, Ensariyan, h. 1417, s. 180.


[24] El-Amidi, a.g.e., s. 157-160; Muharremi, a.g.e., s. 141.


[25] Nubiya: Mısır'ın güneyinde, Nil Nehri boyunca kuzey Sudan'a uzanan bir bölgedir. (Müt. Notu)


[26] Ümmü Veled: Bir fıkıh kavramı olarak efendisinden çocuk doğuran cariyeye denir. (Müt. Notu)


[27] Ebu Nas el-Buhari, a.g.e., s. 39.


[28] El-Alevi el-Umeri, a.g.e., s. 130.


[29] El-Amidi, a.g.e., s. 147 ve sonrası.


[30] Kuleyni, Kâfi, Tahran, İslamiyye, 2. baskı, h.ş. 1362, c.1, s. 329.


[31] A.g.e., c. 1, s. 329.


[32] Bkz. El-Amidi, a.g.e., s. 147-154.


[33] Saduk, Kemaluddin ve Tamamu'n Ni'me, Tahran, İslamiyye, 2. baskı, H. 1395, c.2, s.424.


[34] A.g.e., s. 433.


[35] El-Amidi, a.g.e., s. 146.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei bugün dünyada adaletsizliğin bilimden beslendiğini yani ilerleyen bilimin adaletsizlik ve milletlere yönelik sultanın hizmetinde olduğunu kaydederek, Hz. Bakiyetullah al-Azam'ın (as) asıl misyonunun kıst ve adalet olduğunu vurguladı.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei bugün Perşembe Hicri Kameri 15 Şaban'a denk gelen Hz. İmam Mehdi'nin (as) kutlu veladet yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada, beşeriyet tarihinde dünya genelinde bugüne kadar insanoğlunun bir kurtarıcıya bu denli ihtiyaç duyduğu bir döneme çok az rastlandığını kaydederek, "ister bilinçli olarak elitler, ister bilinçaltında genel halk kesimi bir kurtarıcı ve Mehdi'ye ihtiyaç duymaktadır"diye kaydetti.

Bugün komünizmden Batı'nın liberal demokrasi'sine kadar çeşitli ekolleri tecrübe eden beşeriyetin huzur hissetmediğini kaydeden İslam İnkılabı Rehberi, şöyle dedi: Bu sorunun çözümü için İlahi bir güce ihtiyaç vardır; masum İmam'ın güçlü eline; bu yüzden Hz. Bakiyetullah Al-azam'ın (as) büyük misyonu kıst ve adalettir.

Her insanın hayatı boyunca birçok sorunla karşı karşıya kaldığını, ancak ümitsiz olmaması ve ümitli olması gerektiğini kaydeden İmam Hamanei, " zuhuru beklemek, insan için bir açılımdır ve onu ümitsizlik ve çaresizlikten kurtarır.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, bugün insanlığın Kurtarıcı'ya ihtiyacının derin ve tarih boyunca eşine az rastlanır durumda olduğunu belirtti.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei bugün 15 Şaban Hz. İmam Mehdi -ac- kutlu doğum günü dolaysıyla halka hitaben televizyondan canlı olarak yaptığı konuşmada, İntizar'ın hakiki ve yapıcı anlamının "ümit ve açılıma  inanıp, parlak geleceğe ulaşmak için hareket etme ve girişimde bulunma" anlamına geldiğini belirterek, İran milletinin son koronavirüs salgını sınavında parlak bir performans sergileyerek, tavsiyelere iyi şekilde uyduklarını vurguladı.

İslami İran milletine seslenen İmam Hamanei, Hz. İmam Mehdi'nin -ac- kutlu doğum gününü İran milleti, tüm Müslümanlar ve azade insanlara seslenerek, akıl ve tecrübenin birçok sorunu çözüme kavuşturan büyük İlahi nimetlerden olduğunu belirterek, "ilim ve akıl bugüne kadar kanıtlandığı gibi, adaletsiz düğümünü çözebilmiş değil ve bu dileğin tahakkuku için insanoğlu, İlahi gücün eline ihtiyacı var ve bu nedenle, Hz. Bakiyetul-Azam'ın büyük görevinin yer yüzünü adalet ile doldurmaktır." diye konuştu.

Dünyada korona salgınından kaynaklanan duruma ve bu durumun ülkeler ve milletler için ilginç ve genel bir sınav olduğuna dikkat çeken İslam İnkılabı Rehberi, "Ferec İntizarı zorluğun ardından kolaylık ve açılım anlamına da gelir. Bu nedenle Müntazir insan, bu olaydan hüsrana uğramaz ve sükunet ve huzurunu korumak suretiyle bu durumun da kuşkusuz değişeceğini bilir." açıklamalarında bulundu.

Batı dünyasının korona olayına karşı tavır ve icraatına dikkat çeken, ABD ve bazı Avrupalı ülkeler tarafından başka ülkelere ait eldiven ve maskelerin çalınması, insanların marketlere hücum edip, rafları boşaltıktan sonra birkaç tuvalet kağıdı için birbirine düşmeleri, insanların silah alımı için kuyruk oluşturmaları, yaşlı hastaların tedavi edilmemesi ve korona korkusuyla bazı kişilerin intihar etmesi gibi olaylara değinen İslam İnkılabı Rehberi, "Bu olayda Batı kültürü ve medeniyeti kendi ürününü gösterdi ki materyalizm ve bireyselciliğe ve genellikle Allahsızlığa dayalı Batı medeniyetine hakim felsefenin doğal sonucudur." diye konuştu.

İslam İnkılabı Rehberi, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Vietnam Savaşı, ABD'nin Afganistan ve Irak'a saldırısının da geçtiğimiz senelerdeki diğer önemli ve büyük olaylardan olduğuna işaretle, korona salgınının dünya güçlerinin Filistin ve Yemen milleti dahil muhtelif milletlere yönelik zulmünden ve de emperyalist düşmanın komplo ve düşmanlığından gafil olunmasına yol açmaması gerektiğini çünkü bazılarının "biz düşmanlık yapmazsak onlarda düşmanlık yapmaz" şeklinde düşündüklerinin aksine, emperyalist düşmanın İslam Cumhuriyeti nizamının kendisi ve dini demokrasi ile düşman olduğunu vurguladı.

 

Hz. Fatıma (s.a) hicretten önce 8. yılda, 20 Cemadiüssani tarihinde dünyaya geldi. Vahiy evinde dünyaya gelen Hz. Fatıma (s.a) değerli babası ve İslam peygamberinin yanıbaşında, yüce insani derece ve fazilete ulaşmıştır.

Peygamber efendimizin sevgili kızı, Ehl-i beyt'in ilk imamı Hz. Ali (a.s) ile evlenerek o hazretin samimi ve sefa dolu evinde, eşlik ve annelik görevini en iyi şekilde yerine getirerek, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan ve Hz. Zeyneb gibi yüce şahsiyetler yetiştirmiştir.

Hz. Fatıma (s.a) dünya kadınlarına örnek teşkil ettiğinden hadis ve rivayetlerde, dünya ve ahiret kadınlarının en üstünü olarak tanıtılmıştır. İran'da islam inkılabından sonra, o hazretin mübarek viladet yıldönümü, 'Dünya Kadınlar ve Anneler Günü' olarak kutlanmakta, aynı zamanda İslam İnkılabının kurucusu rahmetli imam Humeyni'nin de doğum gününe denk gelmektedir.

 ABD'nin New York Times (NYT) gazetesi, BAE'nin Eylül 2019'da Washington yönetiminden habersiz İran ile gizli görüşmeler yaptığını ve görüşmelerin ocak ayı başında ABD saldırısında öldürülen Süleymani tarafından planlandığını yazdı.
 

ABD'nin Körfez'deki müttefikleri, özellikle İran karşıtlığıyla bilinen ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'un Eylül 2019'un başlarında Başkan Donald Trump tarafından görevden alınması ve Suudi Arabistan'ın petrol tesislerine saldırıların ardından Washington'un İran'la askeri çatışmadan kaçınması üzerine Trump yönetiminin bu ülkeye yönelik "azami baskı" politikasını sorgulamaya başladı.

Bunun üzerine BAE, ABD'nin onayı olmadan İran ile gizli görüşmelere başladı. Eylül ayı sonunda BAE'nin başkenti Abu Dabi'ye gelen İranlı üst düzey yetkililer ile BAE arasında bölgedeki gerginliğin düşürülmesi adına görüşmeler yapıldı.

Benzer görüşmelerin aynı dönemde Irak ve Pakistan arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile İran arasında da yapıldığını yazan NYT, söz konusu görüşmelerin 3 Ocak'ta Bağdat Havalimanından çıkışı sırasında ABD saldırısına uğrayan İranlı general Süleymani tarafından organize edildiğini aktardı.

"İran ile ABD'nin Körfez'deki müttefikleri arasındaki görüşmeler, ABD ve İsrail'i endişelendirdi"

Bölgede İran'a karşı ABD ile birlikte hareket eden BAE'nin Tahran ile görüşmelere başlamasının öğrenilmesi Washington yönetiminde İran'a karşı "azami baskı" politikasının çökeceği endişesini doğurdu.

NYT, bir istihbarat yetkilisine dayandırarak, konunun ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun ekim ayında İsrail'i ziyaretinde İsrail İstihbarat Servisi Mossad'ın Başkanı Yossi Cohen ile görüşmesinde gündeme geldiğini ve Cohen'in İran karşıtı koalisyonun çökeceğine yönelik endişesini Pompeo'ya aktardığını yazdı.

İran'ın bölgedeki askeri-istihbari operasyonlarının başındaki isim olarak bilinen İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü'nün eski komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis'in de aralarında bulunduğu 10 kişi, 3 Ocak'taki ABD saldırısında hayatını kaybetmişti.

ABD Başkanı Trump, Süleymani'nin bölgedeki dört ABD Büyükelçiliğine saldırı düzenlemeyi planladığı için öldürüldüğünü öne sürmüş ancak ABD Savunma Bakanı Mark Esper, bu konuda kesin bilgi olmadığını açıklamıştı.

Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi ise Süleymani'nin kendisine İran'dan Suudi Arabistan'a bir mesajı iletmek için Bağdat'a davet edildiğini belirterek, "Kendisiyle, öldürüldüğü sabah buluşacaktım. Suudi Arabistan'dan İran'a gönderilmesine aracılık ettiğimiz bir mesajın yanıtını getiriyordu." demişti.

Süleymani'nin öldürülmesinin ardından İran 8 Ocak'ta ABD'nin Irak'taki Ayn el-Esed Hava Üssü'nü balistik füzelerle hedef almıştı. Saldırıda ABD askerlerinin kayıp vermediğini duyuran ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), daha sonra saldırıyla ilgili 109 ABD askerine "travmatik beyin hasarı" teşhisi konulduğunu açıklamıştı.