
کارگر
"Meşhed" İslam dünyasının kültür başkenti ilan edildi
İran'da Hz. İmam Rıza'nın (a.s) mübarek kabirlerinin bulunduğu Meşhed şehri 2017 yılı için kültür başkenti seçildi.
İran İrşad ve Kültür Bakanı, 2017 yılı için İran'ın kutsal Meşhed kentinin İslam aleminin kültür başkenti olarak ilan edilmesinin İran İslam Cumhuriyeti açısından altın bir fırsat olduğunu bildirdi.
İRNA'nın verdiği habere göre dün İslam dünyasının kültür başkenti, siyaset belirleme konseyi üyeleri oturumunda konuşan İran İrşad ve Kültür Bakanı Ali Cenneti, İran İslam Cumhuriyetinin bu fırsattan yararlanması ve kendi medeniyet ve kültürünün boyutlarını tüm dünyaya tanıtması gerektiğini söyledi.
İsfahan kentinin de 2006 yılında İslam aleminin kültür başkenti olarak seçildiğini hatırlatan Cenneti, şimdiye kadar İslam aleminin kültür başkentliğine ev sahipliği yapan ülke ve şehirlerin bu konudaki tecrübelerinden yararlanmak gerektiğini bildirdi.
Ehli Beyt İmamlarının sekizincisinin mübarek türbesinin yer aldığı ve İslam aleminin büyük ilgisini toplayan, her yıl yerli ve yabancı 30 milyon'un üzerinde ziyaretçinin ziyaret ettiği Meşhed kenti İran'ın kuzey doğusunda yer almakta ve Horasan eyaletinin merkezidir.
turkish.irib
‘Askeri tesislerin denetlenmesine asla izin vermeyeceğiz’
Devrim Muhafızları Ordusu komutan vekili Tuğgeneral Hüseyin Selami, İran’da ordu ve İslam İnkılabı muhafızlarının, dünya güçleri seviyesinde birbirini tamamlayan iki güçlü birimler olduğunu söyledi.
Mehr Haber Ajansı’nın İran Devlet Televizyonundan aktardığı habere göre, İran İslam İnkılabı Devrim Muhafızları Ordusu komutan yardımcısı Kanal1’de katıldığı bir programda, 18 Nisan ordu gününü tebrik ederken, rahmetli İmam Humeyni’nin ordunun korunması ve İslam inkılabından sonra devrim muhafızları ordusunun kurulması konusundaki girişimini, onun geleceğe bakışı ve düşüncesi boyutunu gözler önüne serdiğini belirtti.
Tuğgeneral Selami, Suudi rejiminin Yemen’e yönelik saldırısına da temas ederek, Suudi rejiminin İran İslam Cumhuriyetinin inançları ve manevi nüfuzu zannıyla ve Arap dünyasına sulta kurmak amacını güderek Yemen’e yönelik tehlikeli bir girişimde bulunduğunu söyledi.
Tuğgeneral Selami, alınan bilgilere göre, Yemen’e yönelik Arabistan saldırısından yalnızca 6 saat önce oluşturulan sözde koalisyonun bu saldırıdan haberdar edildiklerini belirterek, Suudilerin Mısır ordusunu kendi kontrollerine geçirmeye çalıştıklarını ancak bunun gerçekleşmesi durumunda bu meselenin Mısır ordusunun rezil ve rüsva olmasına neden olacağını söyledi.
İslam İnkılabı Muhafızları Ordusu komutan vekili general Tuğgeneral Hüseyin Selami, İran’ın askeri tesislerinin Batılılar tarafından incelenmesine dair Amerika’nın İsviçre bildirisiyle ilgili gündeme getirdiği ‘facht shit’ konusuna da temas ederek; bu konunun İran açısından son derece önemli olduğunu zira İran İslam Cumhuriyeti’nin sıradan askeri tesislerinin bile batılılar tarafından incelenmesine izin vermeyeceği gerçeğinin bilinmesi gereğine vurgu yaptı ve ‘İran’ın kendi güvenlik alanlarına düşmanların girmesine asla müsaade edemeyiz” dedi.
Hüseyin Selami, İran’la ilgili olarak askeri seçeneğin masa üstünde olduğuna dair bir soruya verdiği cevapta da; İran’ın büyük güçlerle meydanlarla karşı karşıya geldiğini ve bu konuda yeterince tecrübe edindiklerini belirterek, ”şu bilinmelidir ki, İran’a karşı bu gibi dille konuşulması halinde her şey başladığı yere döner” dedi.
İran ve Azerbaycan Cuymhuriyeti savunma alanında işbirliğine gidecek
İran İslam Cumhurieyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti arasında savunma alanındaki işbirliği geliştirilecek.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Hüseyn Dehgan gittiği Bakü’de Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile gerçekleştirdiği görüşmede, iki ülke arasında savunma ve güvenlik alanlarında daha sıkı işbirliğine gidilmesine vurgu yapıldı.
İran Savunma Bakanı Aliyev ile bir araya geldiği görüşmede, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin İran için önemine dikkat çekerek, “İki ülke de ortak jeopolotiğe sahipler ve ortak manfaat ve tehlikelerle karşı karşıyalar ve bu nedenden dolayı da tüm alanlarda ikili ilişkileri geliştirme yoluna gitmeliler” diye konuştu.
Bu görüşmede ayrıca Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ise General Dehgan’ı Bakü’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “İran’ın istikrarı, güvenliği ve kalkınmasını Azerbaycan’ın güvenliği ve kalkınması olarak görüyoruz ve bu ziyaretin ise Tahran ve Bakü arasındaki savunma ve askeri işbirliğinin geliştirilmesinde yararlı olmasını umuyorum”dedi.
Ali ÖZGÜNDÜZ: “İran ve Türkiye’nin birbirine ihtiyacı var"
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’e göre, İran ve Türkiye’nin bölgede ceryan eden değişik problem ve krizlerin kalıcı bir çözüme kavuşturulması için birbirine ihtiyacı var ve beraber çalışmalı.
Mehr Haber Ajansı muhabirinin haberine göre, İran ve Türkiye, Suriye krizinin başladığından beri görüş ayrılığı yaşamakta ve değişik çözüm önerileri sonmaktalar. Ama ilginç olan ise Suriye, Irak ve son dönemde ise Yemen konusunda görüş ayrılığına düşseler de, İran ve Türkiye bu olayların iki ülke arasındaki ikili ilişkilere zarar vermesini büyük oranda önlediler ve bu da İran ve Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin ne kadar derin ve stratejik olduğunu göstermekte.
Bu konuları ve diğer taraftan ise Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 6 Nisan Tahran ziyaretini ve yaklaşan genel seçimleri, Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul TBMM Milletvekili ve ayrıca İran-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Genel Sekreteri Sayın Ali Özgündüz’e sorduk.
Özgündüz ile gerçekleştirilen demeç aşağıdaki gibidir:
Sayın Özgündüz son yıllarda İran ve Türkiye arasında bazı bölgesel konularda görüş ayrılığı yaşanmakta ve kuşkusuz bunların başında ise Suriye krizi gelmekte, sizce bunun nedeni ne olabilir?
Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti 2012 yılından beri özellikle Suriye politikası nedeniyle İran Islam Cumhuriyetiyle ilişkilerde farklı bir yol izlemektedir.Akp Suriye meselesinde Beşar Esad'ı devirip yerine Müslüman kardeşleri iktidar yapmak istediği için her türlü radikal vahhabi ve selefi terör gruplarına destek verdi.Bu destek sadece sınırları kullandırmak olmayıp silah,lojistik ve istihbarat desteğine kadar vardı.Bu konularda bugün ülkemizde devam eden davalarda bulunmaktadır,örneğin Adana'da durdurulan MİT tırlarında silah bulunduğu artık gizli olmayıp devam eden bir mahkemede olay tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildi.
AKP nin sadece Suriye politikası değil aynı zamanda Nuri el-Maliki nin başbakanı olduğu Irak merkezi Hükümeti'yle de ilişkileri bozuktu ve merkezi hükümet yerine Irak Kürt yönetimi yani Barzani'yle ilişki kurup kuzey Irak petrolünün satışı yönünde adımlar attı.Bütün bunların sebebi aslında irana karşı oluşturulmak istenen 'sunni ittifak' hedefiyle ilgilidir.O kadar ki son zamanlarda Recep Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu açıktan iranı suçlayıcı beyanlarda bulundular,hatta Erdoğan 'Suriyedeki kanlı rejimi destekleyenler nasıl Müslüman olur' gibi iranı tekfir edici sözler söyledi!.
Irana karşı bu söylemler sadece iç politika malzemesi değil aynı zamanda 'sünni arap' devletlerine de mesaj niteliği taşıyordu.
Efendim Sayın Erdoğan’ın 6 Nisan tarihli Tahran ziyaretini ve bunun ikili ilişkilerde ve bölgesel gelişmelerdeki etkisini nasıl yorumluyorsunuzdur?
En son Suud kralı Selman'ın daveti üzerine Riyada giden Erdoğan ülkeye döndükten yaklaşık 10 gün sonra Suudi Arabistan öncülüğünde oluşan ve Yemen'e müdahale eden Arap silahlı gücüne destek vereceğimizi açıkladı ve bu açıklamadan bir hafta sonra da irana resmi ziyaret düzenledi.
Ziyaret öncesi ben endişeliydim çünkü Tahran'da bilinçli bir kriz çıkararak 'sunni bloklaşmayı' güçlendirmek isteyeceğini düşünmüştüm ancak bu arada İran ile 5+1 ülkelerinin nükleer müzakerelerin başarıyla sonuçlanıp anlaşma sağlanması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkemizde söylediklerinin aksine Tahran'da yaptığı açıklamalarda Suriye konusunda İran ın tezine yaklaşarak 'arabuluculuk' önermesi ve keza Yemen kınusunda da ateşkes için girişimde bulunulması gerektiğini söylemesi bazı gerçekleri gördüğünü göstermesi ve bizim CHP olarak baştan beri savunduğumuz 'komşuların içicilerine saygı ve dostane karşılıklı çıkara dayalı ilişki kurma' anlayışına gelmesi açısından faydalıdır.
Iran ve Türkiye’nin yakın gelecekteki ikili ilişkisi nasıl olacak sizce ve ne tür bir seyir izleyebilir?
Türkiye ve İran birbirlerine muhtaç,üniter yapı ve toprak bütünlüğü açısından çıkarları örtüşen iki ülkedir.Allah korusun bu iki ülkenin birbiriyle çatışması her ikimize de zarar vereceği gibi bu işten sadece emperyalist ve siyonist güçler karlı çıkacaktır,bu nedenle Türkiye ve Iranın çıkarları ortaktır.Birbirine gıpta edip yarışmaları da birlikte kalkınma açısından faydalıdır.
1.Cihan savaşında her iki ülkede zarar görmüş ve emperyalistler karlı çıkmıştır,yeniden tarihin tekerrür etmemesi için her iki ülkenin çok dikkatli ve dostane ilişki kurmaları zaruridir.Her devletin rejimi ve mezhebi kendisine,ülkeler arası ilişkiler mezhep eksenli değil karşılıklı çıkar esasına dayalıdır.Umarım Cumhurbaşkanı Erdoğan İran ziyareti sonrası bugüne kadar hükümetin sürdürdüğü mezhep eksenli dış politikadan dönüşe ve her iki ülkenin ortak çıkarları doğrultusunda yeni işbirliğine vesile olur.
Efendim son olarak yaklaşmakta olan 7 Haziran seçimleriyle ilgili tahmin ve yorumunuz ne?
7 Haziran'da yapılacak seçimlerde HDP'nin %10'luk seçim barajını aşması halinde hiç bir parti tek başına iktidar olamıyor.Yani önümüzdeki dönemde kuvvetle muhtemel koalisyon hükümeti olacak .Ancak Hdp barajı aşamaz ve meclis dışında kalırsa da bu parlamento dört yıl görev yapamaz,bir yıl en geç iki yıl içinde seçim barajı düşürülecek ve erken seçime gidilecek diye düşünüyorum.
İslam İnkılâbı Rehberi: Amerikalılar İran ve Afganistan’ın İşbirliği ve Gönül Birliğini İstemiyorlar”
Elbette Amerikalılar ve bir takım bölge ülkeleri Afganistan’ın kapasitesinden haberleri yoktur ve iki ülke arasında işbirliği ve gönül birliğinin sağlanmasına da taraftar değiller. Fakat İran kendi komşusu Afganistan’ın güvenlik ve kalkınmasını kendi güvenlik ve kalkınması olarak kabul ediyor”
İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney Afganistan Cumhurbaşkanı Muhammed eşref Gani’yi kabulünde, iki ülke arasındaki sayısız kültürel ve tarihi bağlar ve ortaklıklara temasla, İslami Maarif ve Farsça dilinin yayılması ve gelişmesinde Afganistan âlimleri ve edebiyatçılarının rolünün çok önemli olduğunu bildirerek, Afganistan’ın zengin insani ve kültürel kaynaklara sahip olmanın yanı sıra zengin doğal kaynaklara da sahip olduğunu ve tüm bu kapasite ve ortak yönlerin iki ülke işbirliği seviyesinin yükseltilmesi amacıyla kullanılması gerektiğini söyledi.
İran ile Afganistan arasında işbirliği ve gönül birliğinin güçlendirilmesi yönünde irade ve kararlılığın şart olduğunu hatırlatan İslam İnkılabı Rehberi, “Elbette Amerikalılar ve bir takım bölge ülkeleri Afganistan’ın kapasitesinden haberleri yoktur ve iki ülke arasında işbirliği ve gönül birliğinin sağlanmasına da taraftar değiller. Fakat İran kendi komşusu Afganistan’ın güvenlik ve kalkınmasını kendi güvenlik ve kalkınması olarak kabul ediyor” ifadesini kullandı.
İmam Hamaney ayrıca iki ülke arasında işbirliği alanı olarak muhtelif bilimsel, teknoloji, kültürel ve diplomasi alanlarında İran’ın elde ettiği sayısız kazanım ve gelişmelere de değinerek, göçmenler, su, transit ve güvenlik gibi iki ülke arasında var olan mevzuların tümünün ise çözümlenebilir mevzulardan olduklarını ve tüm bu meselelerin tam bir ciddiyet ve bir zamanlama süreci içinde incelenerek çözümlenmesi gerektiğini söyledi.
Afganlı göçmenler meselesinin çözümlenmesinin zaruretini de hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamaney, yüz binlerce Afganlı göçmenin muhtelif kademelerde İran’da eğitim almalarına temasla, Afganistan halkının oldukça yetenekli ve zeki insanlar olduklarını ve bu yeteneğin bilim elde edilmesi hususunda doğru bir şekilde kullanılması gerektiğini, zira Afganistan’ın onarımı için bizzat Afganlı tahsilli insanların ihtiyaç olduğunu söyledi.
Tahran’ın Afganlı kardeşlerin evi olduğunu da belirten İmam Hamaney, komşu devletle kalıcı ve eskiye dayanan ilişki ve dostluğu hatırlatarak, Afganistan halkı ve devletinin iç başarı ve kudretinin her geçen gün daha da artması temennisinde bulundu.
İslami İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de katıldığı bu görüşmede Afganistan cumhurbaşkanı Muhammed Eşref Gani, Tahran’ı ziyaret etmekten duyduğu mutluluğu belirterek, İran ve Afganistan ülkeleri arasında derin ve eskiye dayanan tarihi ve kültürel bağlara temasla, kendi amaçlarının Afganistan’ı bölgenin bir bağlantı merkezi haline getirmek ve bölgesel ilişkilerdeki dört yol kavşağı olmak gibi geçmiş kimliğini yeniden kazandırmak olduğunu söyledi.
Şu anda İran ve Afganistan’ın ortak fırsat ve tehlikeler ile karşı karşıya olduğunu belirten Gani, kendi siyasi iradelerinin, iki ülke ilişkilerini geliştirmek ve iki ülke arasındaki ortak yönlerin ve müspet hususların güçlendirilmesi için daha fazla çaba harcanması gerektiğini bildirdi.
Afganistan’ın halı hazırda terörizm, uyuşturucu, göçmenler ve sınır bölgesi ortak sular gibi sorunlarla yüz yüze olduğunu belirten Afganistan cumhurbaşkanı Gani, iki ülke arasındaki meselelerin, her iki devletin siyasi iradeleri ve bu ziyareti sırasında hazırlanmış ortak bir zamanlama cetveli uyarınca çözümlenmesini istedi. Uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadelede İran’ın en büyük zararı gördüğünü, çünkü komşu devletlerden hiç birinin uyuşturucu kaçakçılığı meselesini İran gibi ciddiye almadığını ve ona karşı mücadele vermediğini, ancak kendilerinin bu alanda İran’ın yanında yer alarak uyuşturucuyla mücadelede ciddi katkıda bulunmak istediklerini söyledi.
Taşımacılık, yatırım ve kültürel ve ekonomik alanlarda işbirliğinde bulunmak konularında ikili ilişkilerin geliştirilmesi meselesini de hatırlatan Gani, İslam İnkılâbı Rehberine hitaben, “İran, zatı âlinizin akıllıca liderliği sayesinde kendi tarihi kimliğini sağlama almıştır ve bu akıllıca liderlik sayesinde iki ülke arasındaki işbirliğinin gelişmesine de tanık olmayı temenni ederim” ifadesini kullandı.
İslam İnkılabı Rehberi: “Silahlı Kuvvetler güç ve hazırlığını artırsın”
İslam İnkılabı Rehberi, İran İslam Cumhuriyeti Ordusu mensuplarına hitaben yaptıkları konuşmada, “Tüm Silahlı Kuvvetler askeri ve savunma alanındakı gücünü ve hazırlığını artırsın” diye konuştular.
İmam Hamanei İran İslam cumhuriyeti Ordusu komutanları, çalışanları ve ordu şehitleri ailelerinden bir grubu kabulünde yaptığı konuşmada, silahlı kuvvetlerden kendi basiretlerini, dini ve inkılapçı eğilim ve davranışlarını korumalarını ve güçlendirmelerini, müdafaa ve silahlanma gücünü ve yüksek moralini korumalarını isteyerek, İran İslam Cumhuriyetinin asla bölge için ve komşu ülkeler için tehdit olmadığını ve olmayacağını, ama her türlü saldırı karşısında büyük bir kudretle hareket edeceğini söyledi.
“Ordu ve Kara Kuvvetlerinin hamaseti” günün kutlanması münasebetiyle gerçekleşen bu görüşmede, İslam İnkılabı Rehberi ve baş kumandan bugün dolayısıyla tebriklerini bildirerek, İran takvimiyle 29 Ferverdin (18 Nisan) gününün “İran İslam cumhuriyeti Ordu Günü” olarak isimlendirilmesinin, İslam inkılabının ilk günlerinde bir takım akımların orduyu dağıtmaya yönelik girişimleri karşısında rahmetli İmam Humeyni’nin büyük girişimlerinden biri olduğunu hatırlattı ve “Rahmetli İmam Humeyni’nin üstün zekası sayesinde ordu tam iktidar ve gücüyle baki kaldı, inkılapçı bir kuruluş olarak, sekiz yıllık kutsal müdafaa savaşı gibi muhtelif alanlarda üzerine düşeni yaptı ve ülke için iftihar ve hamaset yarattı” dedi.
18 Nisan gününün, ordunun İnkılâp yolundan ayrılmadığını ve halkın amaçları doğrultusunda hareket ettiğinin belirtisi olduğunu belirten Ayetullah Hamanei, İslam cumhuriyeti ordusunun özelliklerinden birinin dini sorumluluk ve kanunlara bağlı kalması olduğunu söyledi.
Zafer veya yenilgi anında dünya ordularının bir çoğunun uluslar arası kanunlara ve insani ilkelere bağlı kalmadığını hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi, bu mevzuunun en belirgin örneğinin, uluslar arası kanunlar ve insani ilkeleri kesinlikle riayet etmeyen ve her türlü cinayete baş vuran başta Amerika olmak üzere dünya güçlerinin davranışları olduğunu belirtti.
Yemen olayları, Gazze savaşı ve Lübnan savaşının uluslar arası kanunlara uyulmadığına dair örnekler olduğunu belirten İmam Hamanei, “İran İslam Cumhuriyeti Silahlı Güçleri her zaman kendi İslami sorumluluk ve kanunlarına bağlıdırlar ve hiçbir zaman zafer anında zulüm ve isyanda bulunmadıkları gibi yenilgi anında da yasak silah ve metotlardan yararlanmamaktadırlar” ifadesini kullandı.
İran İslam cumhuriyetinin nükleer silahlar peşinden gitmeyeceğini açıklamasının işte bu dini bağlılık çerçevesinde olduğunu belirten İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, konuşmasının devamında İran’ın muhtelif ülkelerin içişlerine müdahale ettiği yolundaki propaganda ve suçlamalara temasla, bu suçlamaların tamamen gerçek dışı olduğunu, çünkü İran’ın ülkelerin meselelerine karışmadığı gibi bundan böyle de karışmayacağını söyledi.
“Biz, sivillere, kadınlara ve çocuklara saldıranlardan nefret ediyoruz ve onların İslam ve insani vicdandan habersiz olduklarına inanıyoruz ama başka ülkelerin meselelerine de müdahalede bulunmuyoruz” diyen Ayetullah Hamanei, İran silahlı kuvvetlerinin, İslami ilkelere ve ilahi kanunlara bağlı kalmasının en açık özelliğinin onların halk içerisindeki popülerliğinden kaynaklandığını hatırlatarak, İran İslam Cumhuriyeti silahlı kuvvetlerinin bir diğer özelliğinin de “و اَعِدّوا لَهُم مَا استَطَعتُم مِن قُوَّه” (Yani: Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvetler, güçlü ordular ve atlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek birimler hazırlayın.) ayeti kerimesi uyarınca savunma, teçhizat ve silahlanma alanındaki hazırlık konumunu her geçen gün daha da artırması meselesidir.
Silahlı kuvvetlerin askeri ve müdafaa alanındaki ilerleme ve kazanımlarının ülkenin üstün bilimsel ve teknolojik gelişmesi ve başarısı içerisinde örnek olduğunu ve en üstünleri arasında bulunduğunu belirterek, “Bu ilerlemeler ve kazanımlar, eşsiz baskı ve yaptırımların var olduğu ve şiddetli kaynak kıtlığının bulunduğu bir ortamda elde edilmiştir. Bu ise büyük fevkalade bir çalışmadır ve aynen tüm hızıyla sürdürülmesi gerekir” dedi.
İran düşmanlarının, silahlı kuvvetlerin savunma alanındaki bu ilerlemesinden rahatsız olduklarını ve bu süreci engellemeye çalıştıklarını hatırlatan Ayetullah Hamanei, “İşte bunun içindir ki onlar kendi propaganda baskılarının büyük bölümünü bu konuya özellikle de füze ve İHA alanındaki kazanımlara odaklamış bulunmaktadırlar. Fakat rasyonel sahih mantık Kur’an-ı Kerim’in bu ayeti kerimesi uyarınca bizden, bu yolun var güçle sürdürülmesi gerektiğini belirtiyor.
İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının devamında Amerikalıların çirkef tehditlerine değinerek, karşı tarafın bir süreliğine sessiz kalması ardından onların yetkililerinden birinin son dönemde yeniden masa üstü seçeneklerinden söz ettiğini, onlar bir yandan bu gibi tehditlerde bulunduklarını ve diğer yandan İran İslam cumhuriyetinin kendi savunma alanındaki gelişmelerini durdurmaları gerektiği gibisinden aptalca laflar ettiklerini söyledi.
“İran İslam cumhuriyeti asla bu aptalca lafı kabul etmeyecek ve İran halkı, bir saldırıya uğraması durumunda büyük bir güçle kendini savunabileceğini, saldırgan karşısında yek vücut ve güçlü bir yumruk gibi duracağını ispatlamıştır” ifadesini kullanan Ayetullah Hamanei sözlerini şöyle sürdürdü: “Savunma bakanlığından ordu ve Sipah’a (İslam İnkılabı Muhafızlar ordusu) kadar tüm kurumlar, kendi askeri, müdafaa hazırlığını, kendi savaş kabiliyet ve moralini her geçen gün daha da artırmalıdır ve bu resmi bir genelge mesabesindedir.”
Ülkenin silahlı kuvvetleri ve bu cümleden ordunun moralinin çok yüksek olduğunu hatırlatan İslam İnkılabı Rehberi, İran İslam cumhuriyeti’nin kendi savunma ve askeri gücünü yükseltmesine rağmen hiçbir zaman kesinlikle bölge ülkeleri ve komşular için bir tehdit olmayacağını söyledi.
Amerikalılar, Avrupalılar ve onların çizgisindeki bazı ülkelerin İran’ın nükleer silah elde etmek istediği yolunda uyduruk öyküler oluşturmalarına ve İslam Cumhuriyetini tehdit göstermek istemelerine temasla, “Bugün dünya ve bölge için en büyük tehdit Amerika ve Siyonist İsrail rejimidir ve hiçbir sınır tanımaksızın, vicdani ve dini kanun ve ilkelere bağlı olmaksızın dilediği her yere müdahalede bulunuyor ve katliam gerçekleştiriyorlar” dedi.
Yemen olaylarını, Amerika ve Batının saldırganları desteklemesinin dünyanın güvensizleştirilmesiyle ilgili bir örnek olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, İran İslam cumhuriyetinin, kontrolsüz güçlerin aksine güvenliği en büyük ilahi nimet olarak kabul ettiğini, kendi ve başkalarının güvenliğinin korunması için direndiğini ve müdafaa verdiğini, ülkenin, sınırların ve halkın genel yaşamının güvenliğinin korunmasının askeri ve güvenlik yetkililerinin başlıca görevlerinden olduğunu söyledi.
İslam İnkılabı Rehberinin konuşmasından önce Ordu genel komutanı Tümgeneral Salihi yaptığı konuşmada 18 Nisan ordu günü dolayısıyla tebriklerini bildirerek, İran İslam cumhuriyetinin inkılapçı ve Hizbullahi ordusunun İran’ın mukaddes sınırlarını ve ülkenin stratejik çıkarlarını koruma hususunda tam bir hazırlık içinde olduğunu bildirdi.
Tümgeneral Salihi, silahlı kuvvetlerin uluslar arası denklemlerde anlaşmanın olup olmayacağı konusunda en ufak bir beklenti içinde olmaksızın izzet ve onur seçeneğinden başka bir seçenek tanımadıklarını ve her şartta yeniden ebedi bir hamaset yaratmaya hazır olduğunu söyledi.
Ulusal Ordu günü
Cumhurbaşkanı bölgede terör gruplarının durdurulması gerektiğini vurgulayarak, “Terörün finans ve düşünce kaynağı ile de daha ciddi mücadele edilmesi gerekiyor” dedi.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Avustralya Dışişleri Bakanı Julie Bishop ile gerçekleştirdiği görüşmede terör ile mücadele edilmesi ve bilgisiz gençlerin bu terör gruplarına katılmamaları için bu problemin kökten hal edilmesi ve çözülmesi gerektiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Ruhani ayrıca İran’ın terörle mücadele konusunda tüm ülkeler ve Avustralya ile beraber çalışmak için hazır olduğunu belirtti ve “Terör insan oğlu için büyük bir tehlikedir, tüm devlet ve halkların din, mezhep ve ırkına bakmaksızın terör olayları karşısında birlikte ve aynı zamanda tepki göstermeleri için çalışmalıyız”diye konuştu.
Ruhani Yemen konusuna da temas ederek, “Değişik problemlerin bir çözüme kavuşması için siyasi girişim ve diyaloğun kullanılması grekiyor. Bu bağlamda Yemen krizinin de tek çözüm yolu siyasi diyaloğdan geçiyor ve masum halkı bombalamakla bir yere varamazsınız. Bu konuda Birleşmiş Milletler bir heyet göndererek Yemen’e karşı düzenlenen bombardımandan yirmi küsür gün içerisinde kimlerin öldüğünü ortaya çıkarabilir” dedi.
Bu görüşmede Avustralya Dışişleri Bakanı Julie Bishop ise İran Cumurbaşkanı Ruhani’nin bölgesel ve terör konusundaki görüşlerini taktirle karşıladığını belirterek, İran ve Avustralya arasındaki ikili ilşkilerin çok eski olduğunu söyledi.
Bishop sözlerinin bir diğer kısmında İran ve 5+1 Grubu arasında devam eden Nükleer Müzakereler’i desteklediklerini ve nihai bir anlaşma sonrası da İran’a karşı uygulanan ambargo ve yaptırımların kalkmasının yeni bir dönemin başlangıcı olabileceğine vurgu yaptı.
Ruhani: “Teröristleri finanse etmenin ne anlamı var?”
Cumhurbaşkanı yaptığı konuşmada, “Suriye, Lübnan ve Irak’ta teröristleri finanse etmenin ne anlamı var? Bu işiniz ile nefret tohumunu bölge halkının yüreğinde ektiniz ve er ya da geç bunun hasadını yapacaksınız” dedi.
Mehr Haber Ajansı muhabirinin aktardığı habere göre, İran Ulusal Ordu günü münasebetiyle düzenlenen geçiş törenine katılan İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, yaptığı konuşmada İran İslam Cumhuriyeti Ordusu gününü İran halkı, İnkılap Rehberi ve tüm şehit ve gazi ailelerinin yanı sıra silahlı kuvvetler mensuplarını kutladı ve bazı güçleri bölgede teröristlere sağladıkları yardımlar nedeniyle uyardı.
Ruhani İran Ordusu’nun her daim İmam Humeyni ve İnkılap Rehberi’nin belirlediği yol doğrultusunda hareket ettiğini ve “İmam Humeyni silahlı kuvvetler’in siaysi parti ve siyasi oyunlara girmemesi gerektiğini söylediklerinden beri Ordu çok iyi bir sınavdan geçmiştir. Ordu sadece ulusal gücün göstergesi değil, belki Ordu düzen, uygarlık, kurumsal ve ekonomik sağlamlığın, siyaset üstü olmanın, islami ve milli olmanın da göstergesi ve sembolüdür” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Ruhani ayrıca sözlerinin bir diğer bölümünde ise bölgede ceryan eden gelişmelere temas ederek, “Neden İran Silahlı Kuvvetleri’nin yarattığı bu fırsatı kullanmıyorsunuz? Neden barış ve dostluk eli uzatmıyorsunuz? Suriye, Lübnan ve Irak’ta teröristleri finanse etmenin ne anlamı var? Yemen’i bombardıman etmenin ne anlamı var? Ne gibi hedefler güdüyorsunuz? yaptığınız bu işlerle nefret tohumunu bölge halkının yüreğinde ektiniz ve er ya da geç bunun hasadını yapacaksınız” dedi.
Emri Bil Marûf ve Nehyi Anil Münker
Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker (Arapça: الأمر بالمعروف و النهي عن المنكر), “İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek” anlamına gelen Füru-u dinden iki farzı barından Kur’an kökenli bir Arapça ifade. Emr-i bi’l ma’ruf: farz bir ameli terk eden birisini o ameli yerine getirmesi için davette bulunmak, nehy-i anil münker ise günahkâr bir kimsenin haram bir işi yapmasına engel olmak için çaba sarf etmektir.
Emr-i bi’l ma’ruf, dini öğretiler ve dindar gelenekte beğenilen ve istenilen şeylerin tahakkuku için bir aktivite, nehy-i anil münker ise beğenilmeyen uygunsuz şeylerin ortadan kaldırılması için ortaya konulan tepkidir diyebiliriz.
Kur’an ve Sünnette
Kur’an-ı Kerim’de emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münkerden İslam Peygamberinin (s.a.a) ümmetinin özel görevi unvanı ile defalarca bahsedilmiş ve bazen Allah’a ve Mead’a imanın yanında yahut namaz ve zekat gibi ibadetlerle birlikte zikredilmiştir.(1) Ayatu’l Ahkam kitaplarında bilhassa bu kitapların tematik konulara göre yazıldığı göz önünde bulundurulursa bu kitaplarda “emr-i bi’l maruf” adındaki baplarda bu konuyla ilgili ayetler incelemeye tabi tutulmuştur.(2)
Bireysel Yoksa Toplumsal Görev mi
Tarih boyunca İslam fıkhında emr-i bi’l maruf ve mezheplerin siyasi perspektifi arasında doğrudan bir bağlantının olduğuna dair genel bir yaklaşım olduğu görülmekte ve emr-i bi’l maruf konularının yaygınlaşması ile o mezhebin siyasi konumu arasında uyum olduğu görülmüştür. Hiç kuşkusuz emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münker birey ve bireyler “emrolunan” yahut “nehyolunan” olmadan tahakkuk bulmaz. Dolayısıyla emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münker, iyiliği emreden yahut kötülüğü men eden bireyin kişisel ihtiyar ve hukuk dairesinden öteye geçmekte ve diğer toplumsal bireylerin hukukuyla ilişkilenmektedir.
Eğer iyiliğe emrolunan veya kötülükten sakındırılan kişi açıklıkla emir ve nehyi kabul ederse, toplumda bir çatışma ve kargaşa ortaya çıkmaz. Ancak bu durumun her zaman yaşanacağı beklenemez. Aynı şekilde kişinin bu bireysel faaliyeti ve toplumun yaşam tarzını değiştirmeye davet, yönetici güçlerin siyaseti ile çatışma halinde olursa ve hatta emrolunan ve emredenin tevafuku durumunda dahi bunun anlamı bu çalışmaların toplum düzeyinde kabul edildiği anlamı çıkmaz.
Fıkıh tarihi boyunca, emreden ve nehyedenlerin faaliyet istikakı ile emrolunan ve nehyolunanların hukuku ve ayrıca devletin görev ve yetkileri arasındaki sürtüşmeler çeşitli mezheplerin her birisinin kendisine has siyasi bakışla emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münkerin meşru özelliklerini incelemeye koyulmasına ve pratik alanını mutlak alandan kısıtlı ve mukayyet alana çekmesine neden olmuştur.
Şia Nezdindeki Yeri
İmamiye Şiası nezdinde emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münker “Füru-u din”in on kısmından kendisine yedinci ve sekizinci sırada yer bulmuştur. İslam fıkhında her birinin kendisine has konularının olduğu bölümler kitap unvanı ile belirtilmektedir. İmamiye fıkıh kaynaklarının bazılarında emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münker hakkında doğrudan kitaplar bulunmaktadır. Cihad kitabından sonra ibadet konularının son bölümünde kendisine yer verilmiştir. Emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münkerin ibadetler sıralamasında kendisine yer bulması ve cihadın yanında yer alması, onun fakihler nezdinde ibadetlerden sayıldığını ortaya koymakta ve elbette cihat gibi sosyal etkinliği olan ibadetlerden biri olarak telakki edilmiştir.
Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllar arasında İmamiye fıkıh eserleri arasında Hüseyin bin Said Ahvazi’nin(3) “Kutub” kitabında, İbn Babaveyh’in eserleri ve ayrıca İbn Cüneyt İskafi’nin(4) tehzibu’ş Şia gibi içtihat ehli fakihlerinin eserlerinde emr-i bi’l maruf konusuna özel bir yer verilmediği görülmektedir. Buna karşın Kuleyni’nin(5) el-Kafi ve Fıkhu’r Rıza(6) gibi kitaplarda ilk kaynak olarak cihad kitabının unvanı adı altında, ikinci kaynak olarak ahlaki konuların ekleri unvanı ile kitabın sonunda emri bil maruf konularına yer verilmiştir.
Şeyh Müfid, gaybet asrının koşullarını göz önünde bulundurarak, emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münker konusunu hududun ikame edilmesi gibi hükümet konuları arasına koymuştur. El-Muknia adlı fıkıh kitabında hudud kitabının bir eki olarak “Kitabu’l Emri Bi’l Marufi ve’n Nehyi Ani’l Münker ve İkametu’l Hudud” unvanı ile kitabında emri bil marufa yer vermiştir. Bu bölüm kitabının en önemli kısmından sayılmaktadır. Şeyh Müfid, bu bölümde siyasi ve sosyal görüşlerini paylaşmıştır.(7)
Seyyid Murtaza, yöneticilerle işbirliğinin sınırları ile ilgili kaleme aldığı risalesinde emri bil maruf ve neyhi anil münkerin haktalep bir mümin için şartlar münasip olduğunda kabul edilmesinin farz olduğunu ileri sürmüştür.(8) Şeyh Tusi, emri bil maruf konusunu cihad konusundan sonra ele almış ve hakkında detaylı bilgiler vermiştir. Şehid Evvel, ed-Durus kitabında “bu bölüme “kitabu’l hesbe” adını vermiştir.(9)
Safeviler döneminde hükümet kapılarının İmamiye’ye açılmasından sonra ve fıkhın toplumsal konularına ihtiyaç duyulmasının ardından emri bil maruf konusu nispi olarak gelişmiştir. Nitekim bu konuda doğrudan kitapların yazılmasının önü açılmıştır. Bu konuda onaltıncı yüzyılda Hasan bin Ali bin Abdulali Kereki’nin kaleme aldığı “el-Emru bil maruf ve nehyi anil münker” kitabına işaret edilebilir.(10) Yine aynı adla Mirza Muhammed Ahbari’nin (1817) yazdığı kitap şu anda elimizde bulunmaktadır.(11)
İmamiye Fıkhi
Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker, İmamiye Fıkıh kaynaklarında, daha çok emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münkerin temeli, amel etme şartları ve ayrıca aşamaları gibi konularda ele alınmıştır. Maruf, farz ve müstahap olarak ele alındığından, farza emretmek farz, müstahaba emretmek müstahap olarak sayılmıştır; ancak münker mutlaka haram ve ondan men etmek farzdır. Emr-i bi’l maruf ve neyhi anil münker, vacibi kifayidir. Farz oluşunun akli mi yoksa yalnızca şer’i mi olduğu konusunda kadim ulemalar arasında bahisler olmuştur.(12)
Farz Oluşunun Şartları
Emr-i bi’l maruf ve neyhi anil münkerin farz oluşunun bazı şartları vardır:
# Neyh edicinin gerekli bilincinin olması ve maruf ve münkeri teşhis edebilmesi;
# Nehy olunan kişinin müteessir olma ihtimali;
# Muhatabın marufu terk etmesi veya münkeri işlemesinde devamlılık ve ısrarın olması;
# Nehiyde her hangi bir zararın olmaması, dolayısıyla nehiy sırasında nehyedici veya başka birisine her hangi bir zararın gelmesi durumunda farz olmaktan çıkar.
Çeşitleri
Emr-i bi’l maruf ve neyhi anil münker, aşama açısından 3 bölüme ayrılır:
# Marufun güzelliği yahut münkerin inkâr edilmesi ve hiçbir şart olmadan farz sayılan kalben nefret etmek; söylenmesi gerekir ki münker yapmaktan kaçınmak ve uzak durmak da buna mülhak olmuştur.
# Şartların oluşması durumunda dille emir veya nehiy,
# Dille nehyin etkili olmadığı yerlerde elle münker, nehiy yahut mani olmak.(13)
Kifai Farz
Emr-i bi’l maruf ve neyhi anil münker konusunda Şia âlimlerinin görüşü kifia farz olduğudur.(14) Şeyh Tusi bir grupla birlikte onu ayni farz bilmektedir.(15) Görüldüğü gibi bu hükmün o kadar da istihkâmı bulunmamakta ve hikmet muktezası, şeri menkulat medluluna ve ahkâmın füruat doğasıyla uyumu yoktur.(16)
Farzın Aşama ve Mertebeleri
Şeyh Müfid, Emr-i bi’l maruf ve neyhi anil münkerin aşamalarına amel etmeyi hükümet işlerinden ve sultanın tekelinde veya onun temsilcilerinden saymış ve onu İmamiye mezhebinin kısımlarından bilmiştir.(17) Ancak Seyyid Murtaza, eğer cisme zarar vererek acıtmasıyla sonuçlanan durumun yöneticilerin elinde olduğu ve bir çeşit azap olduğu şüphesini reddederek münkerin def ve men edilmesini doğru saymıştır velev ki münkeri defeden şahsın ölümü ve telef olmasıyla sonuçlansın.(18) Şeyh Tusi de İmamiye şeyhlerinin zahiri görüşleriyle(19) muhalif görülen bu görüşü güçlendirmiştir.(20)
Ehli Sünnetteki Yeri
Mutezile
Mutezile’nin görüşü konusunda, emri bil maruf ve neyhi anil münker arasındaki mahiyet farkı birincisinde, yalnızca emretmek ve marufa amel etmek konusunda gerekli motivasyonun icat edilmesi yeterlidir ve kişinin icbar edilmesi ve zorlanması gerekmemektedir. Ancak ikincisinde böyle değildir. şartlar oluştuğunda yalnızca davet yeterlidir.(21) Bu görüşü bazen (ayet ve hadisler paralelinde) kötülükten sakındırmanın aşaması olarak şu şekilde teşhis etmek mümkündür: kalben nefret etmek, dille men etmek, pratik olarak engel olmak ve son olarak karşı karşıya gelmek ve silahla mücadele etmek.
Mutezile, her ne zaman daha aşağı mertebe etkili olmazsa o zaman kılıca sarılmak tüm Müslümanlara farz olur görüşündedir.(22) Mutezile tarih boyunca bu görüşlerini şiddetle savunmuş ve ispat etmek için her türlü çabadan kaçınmamışlardır.(23) Pratik ve ameli olarak da kendileri buna bağlı kalmışlardır.(24) Mesudi, mutezile ehlinin bu farizanın (sultan veya başka cemaatlere karşı kıyam gibi) yerine getirilmesi için bunun cihat şekline bürünebileceğini ve bu konuda kâfir ve fasık arasında bir farkın olmadığına dair icma ettiklerini nakletmiştir.(25)
Aşaire
Bu vacibin aşamaları Aşariler’de de farklıdır. Bir grup emri bil marufun yalnızca kalp ve dille olacağı görüşünde ve bundan öteye gitmemektedirler.(26) Her ne kadar İbn Hazm, adil imamı himaye etmek için fasık birisi ona huruç ederse silaha başvurmanın farz olduğu görüşündedir.(27) Başka bir grup ise Eşari bir yerde onlara “ashabı hadis” demekte(28) silaha sarılmanın doğru olmadığı ve yalnızca fiziksel olarak (kötülüğü) savunma durumunda silaha başvurulabileceği görüşündedir.(29) Üçüncü bir grup ise başka bir çare olmaması durumunda silaha sarılabilineceği görüşündedir.(30)
Hanefiler
Ebu Hanife, siyasi duruşundan anlaşıldığı kadarıyla emri bil maruf ve nehyi anil münkeri savunmuş ve bu görüşünü “Fıkhi Ekber” kitabında belirtmiştir. Bu kitapta emri bil maruf ve nehyi anil münker mezhebin temel şiarı unvanı ile ele alınmıştır.(31)
ABNA24.COM
Dipnotlar
1. Bkz. Al-i İmran, 104, 110, 114; A’raf, 157; Tevbe, 67, 71, 112; Hac, 41; Lokman, 17.
2. Kenzü’l İrfan, c. 1, s. 404, 408.
3. Neccaşi, er-Rical, s. 58, Fihrist ebvab.
4. Neccaşi, er-Rical, s. 358- 387, Fihrist ebvab.
5. Kuleyni, el-Kafi, c. 5, s. 55.
6. Fıkhu’r Rıza, s. 375.
7. El-Muknia, s. 808.
8. Meseletu fi’l Amel maa sultan, s. 89.
9. Şehid Evvel, ed-Durus, s. 164-165.
10. Hatlı nüshalar için Bkz. Müderrisi, s. 170.
11. Fihrist eserler için Bkz. Müderrisi.
12. Muhakkik Hilli, Şeraiu’l İslam, c. 1, s. 343; Allame Hilli, Muhtelefu’ş Şia, c. 4, s. 471-474; Şehid Sani, er-Ravzatu’l Behiyye, c. 1, s. 262; Sahibu Cevahir, Cevahiru’l Kelam, c. 21, s. 385-365.
13. Muhakkik Hilli, Şeraiu’l İslam, c. 1, s. 342-343; Şehid Sani, er-Ravzatu’l Behiyye, c. 1, s. 265; Sahibu Cevahir, Cevahiru’l Kelam, c. 21, s. 366-385.
14. Şeyh Müfid, Evailu’l Makalat, s. 56; Seyyid Murtaza, ez-Zehire, s. 554-560; Seyveri, İrşadu’t Talibin, s. 381.
15. Şeyh Tusi, el-İktisad, s. 147, 150-151.
16. Seyrevi, el-İktisad, s. 385; Ebu’l Fetih Hüseyni, Miftahu’l Bab, s. 218.
17. Şeyh Müfid, Evailu’l Makalat, s. 56.
18. Seyyid Murtaza, ez-Zehire, s. 559-560.
19. Ebu’l Fetih Hüseyni, Miftahu’l Bab, s. 217.
20. Ebu’l Fetih Hüseyni, Miftahu’l Bab, s. 150; şartları ve diğer konular için Bkz. Seyyid Murtaza, ez-Zehire, s. 555- 559; Şeyh Tusi, el-İktisad, s. 148- 149, 150; Seyrevi, İrşadu’t Talibin, s. 384; diğer ekoller için; Eşe’ri, Makalatu’l İslamiyyin, c. 2, s. 125; İbn Hazm, el-Fasl, c. 4, s. 172; İbn Murtaza, el-Bahru’zuhar, s. 97.
21. Kadı Abdulcabbar, Şerhu’l Usulu’l Hamse, s. 744-745; Kasım bin Muhammed, el-Esas Li-Akaidi’l Ekyas, s. 178.
22. Eş’eri, Makalatu’l İslamiyyin, c. 1, s. 311; c. 2, s. 125; İbn Hazm, el-Fasl, c. 4, s. 171.
23. Bkz. Hiyat, el-İntisar, s. 127; Multi, et-Tenbih ve Redd, s. 42-44.
24. İbn Hazm, el-Fasl, c. 4, s. 172.
25. Mesudi, Murucu’z Zeheb, c. 3, s. 222; Ayrıca Bkz. Ebu’l Kasım Belhi, babu zikru mutezile, s. 64; İbn Murtaza, el-Bahru’l Zihar, s. 97.
26. Eş’ari, Makalatu’l İslamiyyin, c. 2, s. 126.
27. İbn Hazm, el-Fasl, c. 4, s. 171.
28. Eş’ari, Makalatu’l İslamiyyin, c. 2, s. 125.
29. İbn Hazm, el-Fasl, c. 4, s. 171.
30. Bkz. Bend, 2, Ena nemuru bilmarufu ve nenha anil münker.
31. Bkz. El-Fıkhu’l Ekber, s. 15; Nesinuk, 103- 104; Bu bölüm mevcut değildir.
32.
Kaynaklar
* İbn Esir, Mübarek, Camiu’l Usul, Abdulkadi Ernaut baskısı, Beyrut, m. 1969.
* İbn Ehuh, Muhammed, Maalimu’l Kurbet, Robin Levi baskısı, Cambridge, m. 1937.
* İbn İdris, Muhammed, es-Serair, Tahran, k. 1270.
* İbn Bute Akberi, Ubeydullah, el-İbanetu an Şeriati’l Firaku’n Naciye, Rıza bin Naşan Mutis baskısı, Riyad, m. 1988.
* İbn Hazm, Ali, el-Fasl, Beyrut, m. 1986.
* İbn Hamza, Muhammed, el-Vesile, Muhammed Hasun baskısı, Kum, k. 1408.
* İbn Şehri Aşub, Muhammed, Muteşabihu’l Kur’an ve Muhtelif, Tahran, ş. 1328.
* İbn Murtaza, Ahmed, el-Bahru’l Zihar, Beyrut, m. 1975.
* İbn Meymun, Ebu Bekir, Şerhu’l İrşad, Ahmed Hicazi Ahmed Saka baskısı, Kahire, k. 1407.
* Ebu Davud Secistani, Mesailu Ahmed, Muhammed Raşid Rıza baskısı, Beyrut, Daru’l Marifet.
* Ebu’l Salah Halebi, Taki, el-Kafi, Rıza Ütadi baskısı, İsfahan, k. 1403.
* Ebu Amr Dani, Osman, es-Sünenu’l Varidetu Fi’l Fiten, Zahiriye kütüphanesi.
* Ebu’l Fetih Hüseyni, “Miftahu’l Bab” el-Babu’l Hadi Aşere, Allame Hilli, Mehdi Muhakkik baskısı, Meşhed, ş. 1368.
* Ebu’l Kasım Belhi, Abdullah, “Babu Zikru’l Mutezile”, Fazlu’l İtizal ve Tabakatu’l Mutezile, Fuad Seyyid baskısı, Tunus, m. 1984.
* Ebu Ali, Muhammed, “el-Ahkamu’s Sultaniye”, Muhammed Hamid Fıkhi baskısı, Kahire, m. 1966.
* Aynı kişi, el-Mu’temdi Fi Usulu’d Din, Vedi Zeydan Haddad baskısı, Beyrut, m. 1986.
* Eşe’ri, Ali, Makalatu’l İslamiyin, Muhammed Muhyiddin Abdulhamdi baskısı, Kahire, m. 1950.
* Behşel, Eslem, Tarihu Vasit, Kurkis İvad, Bağdad, m. 1967.
* Taftazani, Mesud, Şerhu’l Makasid, Abdurrahman Amire baskısı, Beyrut, m. 1989.
* Curcani, Ali, Şerhu’l Mevakif, Muhammed Bedreddin Nasani baskısı, Kahire, k. 1325.
* Cuveyni, Abdulmelik, el-İrşad, Muhammed Yusuf Musa ve Ali Abdulmunim Abdulhamdi baskısı, Kahire, m. 1950.
* Hayyat, Abdurrahim, el-İntisar, Neybrek baskısı, Beyrut, m. 1988.
* Hürrü Amuli, Muhammed, Vesailu’ş Şia, Beyrut, k. 1391.
* Ravendi, Said, Fıkhu’l Kur’an, Ahmed Hüseyni baskısı, Kum, km. 1397.
* Rıza Muhammed Raşi, Tefsiru’l Menar, Beyrut, Daru’l Marifet.
* Zamahşeri, Mahmud, el-Keşşaf, Beyrut, Daru’l Kitabu’l Arabi.
* Seyyid Murtaza, Ali, “Meseletu Fi’l Amel Maa Sultan”, Resailu’ş Şerif Murtaza, Ahmed Hüseyni baskısı, Kum, k. 1405.
* Seyyid Murtaza, Ali, ez-Zehire, Ahmed Hüseyni baskısı, Kum, k. 1411.
* Seyveri, Mikdad, Kenzu’l İrfan, Muhammed Bakır Şerifzade ve Muhamed Bakır Behbudi baskısı, Tahran, ş. 1343.
* Aynı kişi, İrşadu’t Talibin, Mehdi Recai baskısı, Kum, k. 1405.
* Şerhu Fıkhu’l Ekber, Ebu Mensur Maturudi’ye mensup, er-Resailu’s Sabatu Fi’l Akaid, Haydarabad, Dükn, m. 1980.
* Şerif Razi, Muhammed, Hakaiku’t Tevil, Muhammed Rıza Al-i Kaşifu’l Gıta, Beyrut, Daru’l Muhacir.
* Şehid Evvel, Muhammed, ed-Durus, taş baskı, İran, k. 1269.
* Şehid Sani, Zeynuddin, er-Ravzatu’l Behiyye, Tahran, k. 1309.
* Şeyh Tusi, Muhammed, el-İktisad, Kum, k. 1400.
* Aynı kişi, el-Cumel ve’l Ukud, er-Resailu’ş Aşer, Kum, k. 1403.
* Aynı kişi, en-Nihayet, Beyrut, m. 1970.
* Şeyh Müfid, Muhammed, Evailu’l Makalat, Mehdi Muhakkik baskısı, Tahran, ş. 1372.
* Aynı kişi, Muhammed, el-Muknia, Kum, k. 1410.
* Sahibu Cevahir, Muhammed Hasan, Cevahiru’l Kelam, Mahmud Kuçani baskısı, Tahran, k. 1394.
* Allame Hilli, Hasan, Envaru’l Melakut, Muhammed Necmi Zencani baskısı, Kum, ş. 1363.
* Aynı kişi, Keşfu’l Murad, İbrahim Musevi Zencani baskısı, Beyrut, Muessese A’lemi, Fahrattin Razi, Tefsir, Beyrut, m. 1985.
* Aynı kişi, Muhtelefu’ş Şia, Kum, k. 1415.
* Gazali, Muhammed, İhyau Ulumu’d Din, Kahire, k. 1289.
* El-Fıkhu’l Ekber, Ebu Hanife’ye mensup, Şerhu’l Fıkhu’l Ekber.
* Fıkhu’r Rıza, Meşhed, k. 1406.
* Kasım bin Muhammed, el-Esasu Li-Akaidu’l Akyas, Elbir Nasri Nadir baskısı, Beyrut, m. 1980.
* Kadı Abculcebbar, Şerhu’l Usulu’l Hamse, Abdulkerim Osman baskısı, Kahire, k. 1384.
* Kiran Keri.
* Kuleyni, Muhammed, el-Kafi, Ali Ekber Gaffari baskısı, Tahran, k. 1377.
* Maturudi, Muhammed, Akide, es-Seyfu’l Meşhur Sebki, Mustafa Saim Pepram baskısı, İstanbul, m. 1989.
* Maverdi, Ali, el-Ahkamu’s Sultaniye, Halif Abdullatif es-Sabu’l İlmi baskısı, Beyrut, m. 1990.
* Aynı kişi, Edebu’d Dünya ve Din, Muhammed Sabah baskısı, Beyrut, m. 1986.
* Muhakik Hilli, Cafer, Şeraiu’l İslam, Abdulhüseyin Muhammed Ali baskısı, Necef, k. 1389.
* Mesudi, Ali, Murucu’z Zeheb, Kum, ş. 1363.
* Mutekidu’l İmamiye, Muhammed Taki Danşi Pehuj baskısı, Tahran, ş. 1339.
* Multi, Muhammed, et-Tenbih ve Redd, m. 1949.
* Neccaşi, Ahmed, er-Rical, Musa Şubeyri Zencani, Kum, k. 1407.
* Laoust, H. X Essai sur les doctrines sociales et politiques d’Ibn Taimiya n, M E langes de philologie et d’histoire d’IFAO, Cairo, 1939.
* Modarressi Tab? tab? ‘i, H. An Introduction to Sh / q / Law, London, 1984.
* Wensinck, A. J. The Muslim Creed, London, 1965.
Dış Bağlantılar
* Makalenin Kaynağı: Dairetu’l Maarif Bozorg İslami
Müminle Kâfirin Rızkı Arasında Ne Fark Var? İşte Cevabı…
Ayetullah Cevad Amuli, Kur’an ayetlerini referans alarak Yüce Allah’ın – ister kâfir olsun ister mümin, ister muvahhit olsun ister mulhit – tüm varlıklara rızık verdiğini söyledi ve ekledi: Fakat kâfirle müminin rızkı arasında şu fark vardır: Allah, tevhid sofrasının başına oturan kimseye hiç ummadığı ve aklına gelmeyecek yerden rızık verir.
Ayetullah Cevadi Amuli, Hud suresinin 6. Ayetine göre Yüce Allah’ın yeryüzünde debelenen her varlığa rızık verdiğini kaydetti ve şu izahatta bulundu: Bu ayete göre Yüce Allah, tüm varlığı kendi ailesi olarak kabul etmiş ve onların rızıklarını temin etmeyi kendine bir görev saymıştır. O halde insan rızık kaygısı içinde olmamalı ve bu hususta çok da hırslı davranmamalıdır. Çünkü Yüce Allah başka bir ayette şunu ifade ediyor: Eğer takvalı olursanız fizik ötesi âleme, tevhide ve gayba olan imanınız artsın diye size tabii olmayan yollardan rızık ulaştırırım. Talak suresinin iki ve üçüncü ayetlerinde şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’tan sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve ona ummadığı yerden rızık verir.” Hud suresinde geçen ayete göre Yüce Allah – mümin-kâfir, muvahhid-mulhit – herkese rızık verir. Ama Talak suresindeki ayette mümine özel bir rızık verildiğinden söz ediyor. Mümine Yüce Allah hiç ummadığı ve aklına gelmeyen yerden rızık ulaştırarak onun tabiat ötesi âleme olan imanını artırır.
safaqna