کارگر

کارگر

Hizbullah genel sekreteri, düşmanın son zamanlarda meydana gelen savaşları Sünni-Şii çatışmasına dönüştürme çabasının başarısız olduğunu açıkladı.

 

İran meclis başkanı Laricani geçtiğimiz gün beraberinde bulunan heyetle birlikte Beyrut’a yaptığı ziyarette Hizbullah genel sekreteri Hasan Nasrallah ile görüşme yaptı.

Bu görüşmede bölgenin durumu, İran ile Lübnan arasındaki ilişki ve Suriye konuları masaya yatırıldı. 

Meclis başkanı Ali Laricani bu görüşmede, bugün İran ve Hizbullah’ın terörizm karşısında gösterdikleri tutumun doğru olduğunu belirtti. 

Seyyid Hasan Nasrallah da bu görüşmede, düşmanın son zamanlarda meydana gelen savaşları Sünni-Şii savaşına dönüştürme çabasının sonuçsuz kaldığını açıkladı.

Hasan Nasrallah konuşmasına ekleme yaparak şunları söyledi: Son zamanlardaki savaşlar terörist guruplarla halk güçleri ve İslami ordular arasında meydana gelmektedir.


Nehcü’l Belaga (Arapça: نَهْجُ الْبَلاَغَة ‎ / belagat yolu) dördüncü yüzyıl sonlarına doğru Seyyid Razi tarafından kaleme alınan, İmam Ali’nin (aleyhi selam) konuşmalarını ve mektuplarını içeren bir kitaptır. Kitaptaki konuşmalar, edebi belagat içerikli söz ve konuşmalardan seçilmiştir. Kendisi de tanınmış ünlü bir edebiyat ve şair olan Seyyid Razi, belagat dolu sözleri toplayıp bir araya getirdikten sonra bu eserden kıvanç duyduğunu dile getirmekte ve şöyle demektedir:


Nehcü’l Belaga (Arapça: نَهْجُ الْبَلاَغَة ‎ / belagat yolu) dördüncü yüzyıl sonlarına doğru Seyyid Razi tarafından kaleme alınan, İmam Ali’nin (aleyhi selam) konuşmalarını ve mektuplarını içeren bir kitaptır. Kitaptaki konuşmalar, edebi belagat içerikli söz ve konuşmalardan seçilmiştir. Kendisi de tanınmış ünlü bir edebiyat ve şair olan Seyyid Razi, belagat dolu sözleri toplayıp bir araya getirdikten sonra bu eserden kıvanç duyduğunu dile getirmekte ve şöyle demektedir: 

“Bu çalışmanın bir çok faydalarının olduğunu, dünyada hızla şöhret bulacağını ve bana ahirette sevap kazandıracağını biliyordum. Hz. Ali’nin bir çok bilinen faziletlerinin yanı sıra bu faziletinin de bilinmesini istedim. Zira Hz. Ali bu sahada da kendinden öncekilerden daha üstün ve eşsiz bir konumdadır. Hz. Ali’nin sözleri; ucu bucağı, kıyısı dibi olmayan bir deniz gibidir.”(1)

İmam Ali’nin (a.s) konuşmalarındaki belagat, Cahiz, Abdul Hamid ve İbn Nübate gibi Arap edebiyatının birinci sınıf ediplerinde oldukça etki bırakmıştır. Cahiz, Seyyid Razi’den önce Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) sözlerinden yüz tanesini seçip bir araya getirmiş ve Raşit Vatvat ve İbn Meysem Bahrani onları şerh etmiştir. Kendisi de ünlü kitabı “el-Beyan ve’t Tebyin” kitabında Hz. Ali’nin bir çok hutbesini getirmiştir. Yine Fars edebiyatının ünlü isimlerinin eserleri de Hz. Emire’l Müminin (a.s) konuşmalarından etkisinde kalmıştır. 

Nehcü’l Belaga İslam kültürünün bir ansiklopedisi konumundadır:

* Teoloji

* Melekler Âlemi

* Kâinatın Yaratılışı

* İnsan doğası

* Ümmet ve milletler

* Adil ve zalim hükümetler

Ancak buradaki temel nokta şudur ki İmam Ali (a.s) bu konuşmalarında doğa bilimleri ve zooloji (hayvan bilim) dersi vermek veya felsefi ve tarihi noktaları açıklama amacında değildir. Kur’an-ı Kerim’de olduğu gibi bu tür konular tasarlanmakta ve konuşmacı anlaşılır, somut veya mantıklı olgu örneklerini dinleyicilerin gözleri önüne sergilemekte ve sonra yavaş yavaş onu kendisiyle birlikte yegâne Allah’ın kapısına ve eşiğine götürerek ulaşması gereken noktaya ulaştırır.(2) 

İmam Ali (a.s) konuşmalarında insanları ilahi emirlere ve haramların terk edilmesine çağırmakta ve mektuplarında ellerinin altındaki çalışanlara halkın haklarına riayet etmeleri tavsiyesinde bulunmaktadır. Nehcü’l Belaga’nın kısa sözleri, nasihat içerikli ve hekimce konuşmalar mecmuasıdır. Bu sözler edebi belagatın zirve noktasında beyan edilmiştir. 

Bu kitap, çeşitli dillere tercüme edilmiş ve Şii ve Sünni akademisyen ve alimler tarafından çok sayıda şerhler yazılmıştır. 

Hz. Ali’nin Sözlerinin Toplanmasının Nedeni

Seyyid Razi Nehcü’l Belaga’nın mukaddimesinde şöyle yazmaktadır:

“Ömrümün baharındayken ve ömür dalım henüz tazeyken İmamların (a.s) özellikleri ve hususiyetleri hakkında bir kitap yazmaya başladım. Bu kitapta o zatların güzel ve değerli sözleri vardı. Elbette bu kitabın başında da belirttiğim gibi bu işe belli bir hedef ve niyetle giriştim. Hz. Ali’nin özgün hususiyetlerini yazdıktan sonra bu kitabı devam ettirmedim. Bu kitabı bölümlere ve kısımlara ayırdım. Son bölümünde uzun hutbeler yerine, öğütlerini hikmetlerini, örneklemelerini ve kısa edebi sözlerini bir araya topladım.

:Bazı dostlarım bu kitabı okuyunca çok beğenip övdüler, fesahat ve belagatı ile eşsizlik ve özgünlüğüne hayran oldular. Bu yüzden benden Hz. Ali’nin çeşitli dallarda ve hususlardaki seçkin sözlerini bir araya getirmemi istediler. Hz. Ali’nin öğüt, yazı, hutbe ve hikmetli sözlerini toplamamı talep ettiler. Zira onlar Hz. Ali’nin bu sözlerinin fesahat ve belagatını, Arapça’nın incileri, dini- dünyevi sözlerin nuru olduğunu çok iyi biliyorlardı. Zira böylesi özellikler hiç bir beşeri söz ve kitapta bir araya gelmemiştir. Hz. Ali, fesahatin kapısı, belagatın kökü konumundadır. Fesahat ve belagatın gizlilikleri onun sözlerinde tecelli etmiş ve onunla bir düzene girmiştir. Her hatip onun örneklendirmelerini almış, her vaiz onun sözlerinden yardım görmüştür. Buna rağmen o herkesten ilerdedir ve onlar Hz. Ali’den geri kalmışlardır. Zira onun sözlerinde ilahi ilmin izi ve Peygamberin kokusu vardır. 

:Sonunda istediklerine uydum. Zira bunun bir çok faydalarının olduğunu, hızla şöhret kazanacağını ve bana ahirette sevap kazandıracağını biliyordum. Hz. Ali’nin bir çok bilinen faziletlerinin yanı sıra bu faziletinin de bilinmesini istedim. Zira Hz. Ali bu sahada da kendinden öncekilerden daha üstün ve eşsiz bir konumdadır. Hz. Ali’nin sözleri; ucu bucağı, kıyısı dibi olmayan bir deniz gibidir.”(3)

Nehcü’l Belaga’nın İsminin Konulması

Nehc, açık yol demektir.(4) Dolayısıyla Nehcü’l Belaga, belagatin açık yol ve tariki demektir.

Seyyid Razi, kitabın mukaddimesinde şöyle yazmaktadır:

Bu kitabın adını da Nehc’ul Belaga koydum; zira bu kitap fesahat ve belagat kapılarını açan bir kitaptır. Hem öğretmenin, hem de öğrencinin bu kitaba ihtiyacı vardır. Belagat ve fesahat alimleri de, züht ve riyazet erbabı da bu kitabı arzu eder. Hz. Ali’nin tevhit, adalet ve Allah’ın yaratıklarına benzemekten münezzeh olduğuna dair çok ilginç sözleri vardır bu kitapta. Bu sözler dile-yenlerin susuzluğunu gideren, dertlere şifa veren ve şüpheleri aydınlatan sözlerdir.(5)

Ehli sünnet ulemalarından Mısır eski müftüsü Şeyh Muhammed Abduh, Nehcü’l Belaga’ya yazdığı şerhin önsözünde şöyle yazmaktadır: 

“Anlamına delalet eden bu kadar güzel bir isim daha bilmiyorum. Kitabın anlamına delalet eden bu isimden daha fazlasını açıklamak benim gücümün dışındadır…”(6)

Nehcü’l Belaga’nın İçeriği

Seyyid Razi (r.a), Nehcü’l Belaga’nın önsözünde kitabı nasıl düzenlediği hakkında şöyle yazmaktadır: Hz. Ali’nin sözlerinin üç önemli nokta etrafında döndüğünü gördüm. 

* Hutbe ve emirler, 

* Mektup ve yazılar, 

* Hikmetli sözler ve öğütlerdir. 

İlk önce Allah’ın yardımıyla güzel hutbelerini, sonra mektuplarını, sonra da hikmetli sözlerini bir araya getirdim. Bunların her biri için bir bölüm ayırdım. O bölüme ait olup da o ana kadar elime geçmeyen, ama zamanla elde etme ihtimali bulunan sözleri de yazmak için birkaç sayfayı de boş bıraktım, bunlar dışında bir şey elime geçince de uygun ve benzer yerlere koydum. Bu yüzden belli bir düzen sağlayamadıysam da Hz. Ali’nin güzel sözlerini buldukça yazdım. Zira ben sözlerin düzen ve uyumunu gözetlemeye değil, güzel ve nükte dolu sözlerini toplamaya çalıştım.

Hz. Ali’nin züht, öğüt, hatırlatma ve sakındırma hususlarındaki sözleri çok ilginçtir. Düşünen insan bu sözlerin sahibinin züht dışında bir nasibinin ve ibadet dışında bir işinin olmadığını sanır.

Bazen de bu sözlerin sahibinin inzivaya çekilmiş veya bir dağın eteğine sığınmış birisi olduğunu sanır. Öyle ki bu kimse kendi hisleri dışında bir şey hissetmez, sadece nefsini düşünür zanneder. Ama bazen de bu sözlerin sahibinin savaş meydanlarında kılıcını çekmiş, boyunları vuran, ünlü kahramanları yere seren ve kılıcından kanlar damlayan birisi olduğu kanısına varır. Ama bu haliyle o zahitlerin zahidi ve kahramanların kahramanıdır. Bu özellik Hz. Ali’nin eşsiz faziletlerinden biridir. Hz. Ali bu güzel özelliğiyle zıtları birleştirmiş, dağınıklıkları bir araya getirmiştir. 

Bu sözleri seçerken insanı tereddüde düşüren ve mana bakımından tekrarlanmış olanlarına çok rastladım. Bunun nedeni de Hz. Ali’nin rivayetlerindeki ihtilaflardır. Bazen bir rivayet başka bir rivayetten farklı bir tarzda nakledilmiştir. Bazılarında fazla bir cümle yer almıştır. Bazılarında daha güzel bir tabir mevcuttur. Bu yüzden ihtiyatı elden bırakmadım. Seçilen sözlerde bir şeyin eksik kalmamasına dikkat ettim. Zira zamanla ilk rivayetin unutulması veya bilinmemesi yüzünden kasıt olmaksızın aynı anlamın başka tarzda rivayet edilmiş olması da mümkündü.

Bütün bu özene rağmen Hz. Ali’nin sözlerinin tümünü yazdım diyemem. Bana ulaşan sözlerin ulaşma-yanlardan çok daha az olması da mümkündür. Ben sadece gücüm yettiği kadar çalıştım, çabaladım. Gerçeği görüp doğru yolu açıkça göstermek, ancak Allah’ın sonsuz lütfuyla mümkündür.(7)

Dolayısıyla, Nehcü’l Belaga, üç kategoriye ayrılmaktadır: Hutbeler, mektuplar ve hikmetli sözler. Kitabın nüshalarında ihtilaflar olduğu için bunların sayısı hakkında da küçük ihtilaflar bulunmaktadır. “el-Mu’cemu’l Mufehres li-Elfaz Nehcü’l Belaga” kitabı esasına göre hutbe sayısı: 241, Mektup sayısı: 79 ve hikmetli sözler sayısı: 480’dir.(8) 

Hutbeler

Nehcü’l Belaga, İslam öğretilerinin bir ansiklopedisi hükmündedir: Teoloji, melekler alemi, alemin yaratılışı, insan doğası, ümmetler, salih ve zalim hükümetler. Ancak buradaki temel nokta şudur ki bu sözlerin sarf edildiği tüm konuşmalarda İmam Ali’nin (a.s) amacı doğa bilimleri, hayvanbilimi yahut felsefi ve tarihi noktaları öğretip açıklamak değildir.(9)

Hz. Ali’nin (a.s) bu tür konuları işlemesi, Kur’an-ı Kerim gibi, öğüt diliyle mahsus ve makul her türlü olgudan yararlanarak dinleyicilerin gözleri önüne açık ve idrak edilebilir örnekler sunmaktadır. Daha sonra yavaş yavaş onu kendisiyle birlikte ulaşması gereken Allah’ın eşik ve menziline ulaştırmaktadır. 

Orada göklerin ve yerin, güneş ve ayın, yıldızlar ve dağların yaratılışı hakkında konuşmaya başladığında nasihat diliyle yaratanın yaratılanlara bahşettiği her şeyin mutlak hayır olduğunu söylemekte, ancak şükretmeyen nankör insan tüm bu nimetlerin hakkını vermemekte ve Allah yolundan şeytan yoluna yüz çevirmektedir. İlahi bağışı, şer yolunda ve fitne icat etme yolunda harcamaktadır; ama eğer geçmiş ümmetlerin kıssalarını insanlara anlattığında; bakınız geçmiş ümmetler bu dünyadan göçtüler ve şu anda toprak altındalar; ne yaptılar ve ne gördüler? Onların iyi işlerini takip edin ve onların yok olmasına neden olan kötü işlerinden sakının. Gün ibret aynasıdır ve geçmişi onda görmek mümkündür, ama ibret alan kim ve kimlerdir?(10) 

Tüm bu nasihat ve öğütler içinde bazen de ashabına bakmakta ve onların durumları hakkında endişe etmektedir. Ansızın dağdan daha büyük hüzün ve üzüntü kalbine çökmekte ve minberinde oturan hakikat taraftarlarına bakmakta ve onları geçmişe Hz. Muhammed ve başkasını kendisine tercih eden, Allah ve diriliş gününe inanan ashabın zamanına götürmektedir. Sonra yeniden orada hazır olanlara bakmakta ve aradan henüz otuz yıl geçmemesine rağmen ne oldu da bu kısacık zaman diliminde Müslüman görünümlüler gerçek Müslümanların yerini aldılar? Dünyanın yüzlerine güldüğü insanlar Allah’ı unutmuş ve kendi imamlarına itaatsizlik etmişlerdir. Allah yolunda şehit vermiş ve bu yolda şehit vermeyi arzulayanlar nereye gittiler? Sadrı İslam’daki Müslümanlara bakmakta ve başkalarını kendilerine nasıl da tercih ettiklerini ve dünya malının kendilerini kirletmemesi için nasıl da çabaladıklarını vurgulamaktadır. Şimdi bunlar, neden böyle dünyaperest oldular ve servet peşinde koşmaktalar? Bu ve bunun gibi örnekler İmam Ali’nin (a.s) hutbelerini süslemektedir.(11)

Mektuplar

Mektuplar daha çok vali ve yöneticilerin vazifeleri hakkındadır. Örneğin: farklı insan tabakalarına karşı nasıl davranmaları, halkın hazinesini nasıl korumaları gerektiği, hazinede toplumun maslahat ve çıkarını gözetmeleri gibi konular bulunmaktadır. Ancak bu mektupların mazmununda o zamanın yöneticilerinin elleri altıdakilere davrandıkları gibi bir davranış tarzı bulunmamakta; dünyanın acı ve tatlı günlerini tecrübe etmiş şefkatli ve yaşlı bir babanın çocuğunu yaşam savaşının zorluklarına karşı nasıl aydınlığa çıkaracak öğütleri içeren mektuplar şeklindedir.(12)

Kısa ve Hikmetli Sözler

Bu bölümde Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) hikmetli sözleri, öğütleri ve ayrıca kısa sözler ve sorulara verdiği yanıtları yer almaktadır.(13)

Tercümeler

Nehcü’l Belaga için çok sayıda tercüme yapılmıştır. Onlardan bazıları şunlardır:

# Nehcü’l Belaga Farsça tercümesi ile birlikte kelimelerin şerhi ve tashihi beşinci ve altıncı yüzyıl. Azizullah Cuveyni.(14)

# Nehcü’l Belaga: Tercüme: Seyyid Cafer Şehidi.(15)

# Nehcü’l Belaga, Emiru’l Müminin Ali aleyhi selam, Tercüme: Abdul Muhammed Ayeti.(16)

# Nehcü’l Belaga’nın tercüme ve şerhi: tercüme ve şerh: Ali Naki Feyzulislam.(17)

# İmam Ali’nin aleyhi selam Nehcü’l Belagası, tercüme: Muhammed Mehdi Fuladivend.(18)

# Nehcü’l Belaga Mevlana Ali bin Ebu Talib Emiru’l Müminin (a.s) tercüme: Esedullah Mubaşşiri.(19)

Şerhleri

Nehcü’l Belaga’ya çok sayıda şerh yazılmıştır ve bunların bir çoğu günümüzde bulunmamaktadır. Fihrist yazarları bunlardan bir çoğunu adını yazmıştır. Örneğin: “Kitapname-i Nehcü’l Belaga” kitabı Nehcü’l Belaga hakkında 300’ün üzerinde farklı dillerde yazılmış kitaplardan bahsetmekte, buna rağmen bunun kapsayıcı bir sayı olmadığını düşünmektedir.(20) Aşağıda belirtilen kitap isimleri günümüzde mevcut olan önemli şerhlerden bazılarını içermektedir. Kitaplar arapça ve farsça dillerinde yazılmıştır.

Farsçalar

# İbn Ebu’l Hadid Mu’tezili’nin yazdığı Nehcü’l Belaga’nın tercüme ve şerhi. Tercüme: Gulam Rıza Laiki.(21)

# Altıncı yüzyılda yaşamış olan İbn Meysem’in (Kemalettin Meysem Ali bin Meysem Bahrani’nin) yazdığı Nehcü’l Belaga’nın tercüme ve şerhi. Çevirmenler: Kurban Ali Muhammedi Mukaddem, Ali Asker Nevai Yahya Zahid.(22)

# Tercüme ve Tefsiri Nehcü’l Belaga, Muhammed Taki Caferi.(23)

Arapçalar

# Maarici Nehcü’l Belaga, Zuheyruddin Ebu’l Hasan Ali bin Zeyd el-Beyhaki… (ölümü: 565); Muhammed Taki Danış Pejuh.(24)

# Minhacu’l Baraat fi Şerhi Nehcü’l Belaga, Kutbuddin Razi (ölümü: 573), Azizullah el-Attaradi.(25)

# Hadaiku’l Hakaik fi şerhi Nehcü’l Belaga, Kutbuddin el-Keyzeri el-Beyhaki, tahkik: Azizullah el-Attaradi.(26) Bu şerhin yazımı hicri 576’da sona ermiştir.(27)

# İ’lamu Nehcü’l Belaga, Ali bin Nasir es-Sarahsi (6. Yüzyıl), Azizullah Attaradi.(28)

# Şerhi Nehcü’l Belaga, Li-İbn Ebu’l Hadid, Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim.(29)

# Şerhi Nehcü’l Belaga, Kemalattin Meysem bin Ali Meysem Bahrani.(30)

# İhtiyaru Misbahu’s Salikin, min kelami Mevlana ve İmamuna Emiru’l Müminin Ali bin Ebu Talip (a.s), Meysem bin Ali b. Meysem Bahrani, tahkik, talik ve takdim: Muhammed Hadi el-Emini.(31)

# Minhacu’l Beraat fi Şerhi Nehcü’l Belaga, Habibullah el-Haşimi el-Hoi (k. 1268)(32)

# Behcü’s Sabaga fi Şerhi Nehcü’l Belaga, Muhammed Taki et-Tusteri (ş. 1374)(33)

# Nuhbetu’ş Şerheyn fi şerhi Nehcü’l Belaga, Abdullah Şubber (m. 1774- 1826), İbn Meysem ve İbn Ebu’l Hadid’in şerhlerinden seçmeler.(34)

# Nehcü’l Belaga, Şerh Muhammed Abduh (m. 1849 – 1905), tahkik: Eşref Ali, baskı: Abdul Aziz Seyyidu’l Ehl.(35)

Nehcü’l Belaga’nın Senetleri

Bazı Ehli sünnet ulemaları Nehcü’l Belaga’nın senedinde kuşkuya düşmüşlerdir. Örneğin İbn Hallakan (ölümü: 681) şöyle demektedir: 

İnsanlar, İmam Ali bin Ebu Talib’in (radiyallahu anh) sözlerinden oluşan Nehcü’l Belaga adlı kitap hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Acaba Seyyid Murtaza mı onu bir araya getirmiştir yoksa kardeşi Razi mi? Ve demişlerdir ki bu Ali’nin (a.s) sözleri değildir ve bunları derleyenlerin sözleridir. Allah daha doğrusunu bilir.(36)

Ondan sonra Zehebi (ölümü: 748) kati bir şekilde şöyle demektedir:

Seyyid Murtaza, İmam Ali’nin (a.s) sözlerinin nispet verildiği Nehcü’l Belaga kitabını bir araya getiren kişidir. Bu nispet hakkında bir senet yoktur. Onlardan bazıları batıldır, bazıları ise doğru. Lakin bunu bir araya getiren kişinin kardeşi Razi olduğu da söylenmiştir.(37)

Yine İbn Hallakan, insanların tereddüt ettiklerinden bahsetmekte, İbn Ebi’l Hadid (ölümü: 656) de Şıkşıkiye hutbesinde bunlardan bazılarına değinmektedir. Elbette kendisi buna kati bir şekilde cevap vermekte ve şöyle yazmaktadır:

“603 yılında şeyhim Musaddık Bin Şubeyyib Vasıti’nin şöyle dediğini duydum: ‘Bu hutbe’yi (Şıkşıkiye hutbesi), İbn Haşşab diye ünlü olan Abdullah bin Ahmed’e okudum… Sonra ona şöyle dedim: Bu hutbenin (Hz. Ali’ye olan) nispeti doğru mudur?’ Dedi ki: “Allah’a andolsun ki senin Musaddık olduğunu bildiğim gibi onun da (hutbenin) Hz. Ali’nin sözü olduğu biliyorum.” Sonra ona dedim ki: “İnsanlardan bir çoğu bu hutbenin Razi’nin (rahmetullahi Teâlâ aleyh) olduğunu söylemekte.” Dedi ki: “Razi ve ondan başkaları nere, bu konuşmanın üslubu nere? Biz Razi’nin Resail’ini gördük ve onun nesirdeki yöntem ve tarzını biliyoruz; o bu hutbeye iyilik ve kötülük katmamıştır.” Sonra şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki bu hutbeyi Razi dünyaya gelmeden 200 yıl kadar önce yazılan kitaplarda gördüm ve yazarların hatlarını tanıyorum. Daha Razi’nin babası Ebu Ahmed dünyaya gelmeden önce hangi ulema ve edip tarafından yazıldığını biliyorum.(38)

İbn Ebi’l Hadid devamında şöyle demektedir:

“Ben bu hutbelerin bir çoğunu Bağdat’ın Mutezile imamı, şeyhimiz Ebu’l Kasım Belhi’nin yazılarında gördüm. O, Razi dünyaya gelmeden önce güçlü bir devlette yaşamaktaydı. Yine ayrıca onun bir çoğunu “el-İnsaf” adlı kitabıyla ünlü olan İmamiye mütekellimlerinden Ebu Cafer bin Kubbe’nin kitabında gördüm. Ebu Cafer, Şeyh Ebu’l Kasım Belhi’nin (rahmetullah Teâlâ) öğrencilerindendi. Daha Razi (rahmetullahi Teâlâ) dünyaya gelmeden önce dünyaya gözlerini yummuştu.”(39)

İbn Ebi’l Hadid gibi Nehcü’l Belaga’ya şerh yazan yazarlar şerhlerinde yer yer itirazlara ve senetleri hakkında kati cevaplar ortaya koymuşlardır. Bunun yanı sıra çok sayıda araştırmacı yazar bu kitabın tüm konularının senetleri hakkında bağımsız kitaplar telif etmişlerdir. Bu kitaplarda İmam Ali’nin (aleyhi selam) sözleri, Seyyid Razi ve Seyyid Murtaza’dan önce ya aynı dönemde veya onlardan sonra yazılan kitaplardan ortaya konulmuş, ancak onların tarik ve yolu dışındaki yol ve tarikler kullanılarak sabit edilmiştir. Bu şekilde iddiaların yersiz olduğu ve ayrıca İmam Ali’nin sözlerini toplayan kişinin Seyyid Murtaza değil, kardeşi Seyyid Razi olduğu ispat edilmiştir. Aşağıda Nehcü’l Belaga’nın senetlerini bir araya getiren kitaplardan bazılarına değineceğiz:

# İstinadı Nehcü’l Belaga, telif: İmtiyaz Alihan Arşi; tercüme, talikat ve havaşi: Murtaza Ayetullah Zade Şirazi.(40)

# Mesadir Nehcü’l Belaga ve Esanidihi, Seyyid Abduzehra el-Hüseyni el-Hatib.(41)

Nehcü’l Belaga’nın Müstedrekleri

“Nehcü’l Belaga” kitabının İmam Ali’nin (aleyhi selam) bazı sözlerinden seçmeler olduğu göz önüne alınarak bazı araştırmacı yazarlar İmam Ali’nin (a.s) tüm sözlerini toplamaya koyulmuşlardır. Bu eserlerden bazıları şunlardan ibarettir:

# Temam Nehcü’l Belağa mimma evredehu eş-Şerif er-Razi eser Mevlana’l İmam Emiru’l Müminin Ali bin bu Talib aleyhi selam, tahkik, tetmim ve tansik: Sadık El- Musavi, Kame Bi-Tavsiki’l Kitab Muhammed Assaf, Raceehu ve Sahhahe Nususehu Ferdi es-Seyyid.(42)

# Nehcü’s Saadet fi Müstedrek Nehcü’l Belaga babu’l Kutub ve’r Resail, Telif: Muhammed Bakır el-Mahmudi, Tashih: Aziz Al-i Talib.(43)

# Nehcü’s Saadet fi Müstedrek Nehcü’l Belaga babu’l huteb ve’l Kelim, Telif: Muhammed Bakır el-Mahmudi, Tashih: Aziz Al-i Talib.(44)

# Müstedre Nehcü’l Belaga… el-Hadi Kaşifu’l Gıta.(45)

İmam Ali’nin Arap Edebiyatına Etkileri

Hicretin ilk yıllarından günümüze kadarki Arapça konuşan insanlar, sözlerinin sağlamlaşması, güzelleşmesi ve pekişmesi için defalarca İmam Ali’nin (aleyhi selam) konuşmalarını okur ve sözcüklerini tek tek kullanırlardı. Bu şekilde sözleri meleke olur veya yazdıklarını ortaya koyar ve başkaları tarafından konuşmaları kabul görürdü.(46) Araştırmacılar, İslam’dan sonraki hutbeler, edebiyat risaleleri ve hatta Arap şairlerin şiirlerini inceleyecek olurlarsa, İmam Ali’nin (a.s) sözlerindeki manayı almayan veya sözlerinden ve yazılarından yararlanmayan veya okuduğu şiirlerden istifade etmeyen çok az sayıda kişinin olduğunu göreceklerdir.(47)

Abdul Hamit

Abdul Hamit bin Yahya Amiri, hicretin 132. Yılında öldürülmüştür. Mervan hükümetinin son halifesi Mervan bin Muhammed’in kâtibidir. Onun hakkında ‘kitabet sanat ve hüneri Abdul Hamit’le başladı’ demektedirler. Abdul Hamit ise şöyle demektedir:

:“Esla’nın (başının ön tarafındaki saçları dökülen kişi, yani İmam Ali’nin) hutbelerinden yetmiş hutbe ezberledim ve hutbeler zihnimde durmadan çeşme gibi kaynadı.”(48)

Cahiz

Ebu Osman Cahiz (ö. H. 255), Arap edebiyatının imamı olarak tanınmakta ve Mesudi onu selefin en fasih yazarı olarak anmaktadır. Cahiz, İmam Ali’nin (aleyhi selam) bu sözünü “‌قیمة کلّ امریء ما یحسن‌”(49) (Kıymetu Kulli İmriin ma Yahsunu) naklettikten sonra şöyle demektedir:

“Eğer bu kitapta (muhtemelen el-Beyan ve’t Tibyan kitabıdır) bu cümle dışında bir şey dahi olmasaydı onu şafi, kâfi, yeterli, doyurucu ve ihtiyacı karşılayıcı olarak bulurduk, bilakis kifayet ötesi ve gaye sonu olarak görürdük. En güzel söz, azı seni tam olarak ihtiyaçsız koyan ve manası zahirde onun lafzı olandır.”(50)

“el-Beyan ve’t Tibyan” kitabında Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (aleyhi selam) çok sayıda hutbesini nakletmektedir.(51) 

Cahiz, Seyyid Razi’den önce İmam Ali’nin (a.s) sözlerinden yüz tanesini seçmiş ve bu sözler Raşit Vatvat ve İbn Meysem Bahrani ve başkaları tarafından şerh edilmiştir. bu sözlerin vasfı hakkında şöyle demektedir:

“Bu sözlerin her biri Arapların en güzel sözlerinden bin katına bedeldir.(52) Öyle anlaşılıyor ki Cahiz’in telif ettiği kitaplar arasında yer alan “Mietun min Emsali Ali (a.s)” kitabından bahsetmektedir.

İbn Nübate

İbn Nübate Abdurrahim bin Muhammed bin İsmail (ö. H. 374), Arap edebiyatının ünlü ediplerinden ve meşhur Arap hatiplerindendir. Halep’te Seyfu’d Devle zamanında vaaz ve hutbeler vermekteydi. İbn Nübate şöyle demektedir:

“Hutbelerden hazine ezberledim ve her ne kadar ondan alırsam azalmamakta ve artmaktadır. Ezberlediğim şeyler Ali bin Ebu Talib’in (a.s) nasihatlerden yüz fasıldır.”(54)

Ebu İshak Sabi

Zeki Mübarek, “En-Nesru’l Fenni” kitabında Ebu İshak Sabi’nin tarzından bahsetmekte ve onun yazdıklarından bir pasaj naklederek şöyle yazmaktadır:

:“Eğer bizler bu ifadeleri Şerif Razi’nin Ali’nin (a.s) sözlerinden aktardığı sözlerle değerlendirirsek, Sabi ve Şerif Razi’nin her ikisinin de aynı tekneden içtiklerini görürüz.”(55)

İbn Ebi’l Hadid’in Sözleri

İbn Ebi’l Hadid, İmam Ali’nin aleyhi selam sözlerinin fesahati hakkında şöyle demektedir:

“O, aleyhi selam fasihlerin imamı ve baliğlerin baş tacıdır. Onun sözleri hakkında ‘yaratıcının kelamının altında, beşer kelamının üstündedir’ demişlerdir. İnsanlar, konuşma ve yazmayı onunla öğrenmişlerdir.”(56)

İmam Ali’nin Sözlerinin Fars Edebiyatına Etkileri

Tam bir güven ile söylenebilir ki Kur’an-ı Kerim’den sonra İranlı konuşmacı ve yazarlar Hz. Ali’nin (aleyhi selam) sözlerinden yararlandıkları gibi hiçbir kimseden yararlanmamışlardır ve onun sözlerinden daha süslü ve üstün bir söz bulamamışlardır. Hiçbir taassup olmadan itiraf etmek gerekir ki İmam Ali’nin aleyhi selam hutbe ve mektupları Kur’an-ı Kerim’den sonraki en üstün ve yapıcı Arapça bir nesidir. Bu konu 1000 yıldır Arap konuşmacı ve ediplerinin süregelen itiraflarıdır. İmam Ali’nin kelamının lafız ve manevi güzelliği, hicretin üçüncü asrından itibaren İmam Ali’nin (a.s) sözlerinin Arap edipleri tarafından toplamasına neden olmuştur.(57)

Şu kesindir ki İmam Ali’nin aleyhi selam konuşma ve sözlerinin senet ve belgelerinin bir çoğu daha Nehcü’l Belaga yazılmadan yüzlerce yıl önce mevcuttu ve Arap edipleri ve yazarları doğrudan veya dolaylı olarak söz ve yazılarının güzellik ve inceliğinde ondan yararlanmaktaydı. Bu yararlanmalar yüzyıllar boyunca Arap ve Fars edipleri tarafından ya iktibas edilme yoluyla ya da anlamından yararlanılarak ortaya konulmuştur. İslam dininin İran’a sirayet etmesi ile birlikte ilk yüzyıldan itibaren İranlı edipler yazılarının çoğunu Arapça olarak yazmaktaydılar. Arapçanın Kur’an ve dinin dili olması hasebiyle ve ayrıca başka milletlerin onlardan yararlanması için Arapça kullanılmaktaydı.(58)

Darice Farsçası yaygınlık kazandıktan sonra yazarlar ve şairler şiir ve yazılarını onunla yazmaya başladıktan sonra yazı ve şiirlerinde İmam Ali’nin (aleyhi selam) sözlerinden yararlanmayan çok az sayıda yazar ve şair bulunmaktadır.(59)

Firdevsi 

Farsça konuşan büyük şairler arasında Nehcü’l Belaga ve diğer kitaplar olsun İmam Ali’nin sözlerinden ilham alan şairlerden birisi de Firdevsi’dir.(60)

Nasır Husrev Kubadiyani

Nasır Husrev Kubadiyani (k. 394- 481), İsmaili mezhebinin büyük mütekellim, şair ve yazarlarından biridir. Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehlibeytine (a.s) has sevgisi olan birisidir. Bu yazarın divanlarında İmam Ali’nin aleyhi selam sözleri ve kelamından oldukça fazla yararlandığı görülmektedir.(61) Doktor Seyyid Cafer Şehidi şöyle yazmaktadır: “Nasır Husrev Kubadiyani’nin divanında benim araştırdığım kadarıyla altmıştan çok olmak üzere İmam Ali’nin (a.s) kelamının aynısını nezm kalıbında kullanılmıştır. Sinan Gaznevi, Attar Nişaburi, Melvana Celalettin Belhi gibi irfani-tasavvufi yazarlar da bu şekildedir.”(62)

Kalila ve Dimna

Kalila ve Dimna Behremşahi, Hace Nasrallah İbn Muhammed bin Abdul Hamit tarafından hicri 538 – 540 tarihleri arasında yazılmış temsil tarzında hikayelerden oluşan bir kitaptır. Merhum Müçteba Miynevi, Kalila kitabının mukaddimesinde Nasrallah’tan sonra yaşamış yirminin üzerinde yazarın bu eserden etkilenerek onu taklit ettiğini yazmıştır. Ancak bu kitabın ve yazarının marifeti insanları etkilemek için Kur’an-ı Kerim ve Hz. Ali’nin (a.s) sözlerinden deliller getirerek ortaya koymasından kaynaklanmaktadır.(63) İran’da Şia mezhebinin yayılmasının ardından Nehcü’l Belaga ve Hz. Ali’nin (aleyhi selam) sözlerinden etkilenmeyen hiçbir şair ve yazar yoktur.(64)

Hazırlanan CD’ler

# Danışname-i Cami Nehcü’l Belaga, Tahran, Merkezi Tahkikat Rayane-i Havza İlmiye İsfahan.(65) 

# Minhecu’n Nur: Danışname-i Alevi, Kum: Merkezi Tahkikat Kampiyoteri Ulumu İslami.(66)

Dipnotlar 

1. Mukaddime Seyyid Razi Ber Nehcü’l Belaga, Tercüme: Ayeti.

2. Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

3. Mukaddime Seyyid Razi Ber Nehcü’l Belaga, Tercüme: Ayeti.

4. Mukaddime Seyyid Razi Ber Nehcü’l Belaga, Tercüme: Ayeti.

5. Mukaddime Seyyid Razi Ber Nehcü’l Belaga, Tercüme: Ayeti.

6. Abduh, Şerhi Nehcü’l Belaga, s. 10.

7. Mukaddime Seyyid Razi Ber Nehcü’l Belaga, Tercüme: Ayeti.

8. Bkz. Muhammedi, Seyyid Kazım, Deşti, Muhammed, el-Mu’cemu’l Mufehres li-Elfaz Nehcü’l Belaga, Kum, Neşri İmam Ali, 1369.

9. Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

10. Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

11. Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

12. Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

13. Şehidi, Nehcü’l Belaga, s. 361

14. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/ff1ii5590

15. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1828261

16. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1207008

17. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/675567

18. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1582020

19. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/575562

20. Üstadi, Rıza, Kitabname-i Nehcü’l Belaga, s. 3-4.

21. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1512746

22. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/976684

23. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1737942

24. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/545488

25. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2965984 

26. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2975819 

27. El-Hüseyni Hatib, Mesadiru Nehcü’l Belaga ve Esaniduhu, c. 1, s. 226.

28. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2965983 

29. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/506593 

30. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/928760 

31. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/560089 

32. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2428468 

33. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/569381 

34. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/748217 

35. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1925260 

36. İbn Hallakan, Vefayatu’l A’yan ve Enbai Ebnai’z Zaman, c. 3, s. 313.

37. Zehebi, Seyu A’lamu’n Nubela, c. 17, s. 589.

38. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belaga, c. 1, s. 205.

39. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belaga, c. 1, s. 205-206.

40. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/526351 

41. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/885620 

42. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/619025 

43. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/488844 

44. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/2964112 

45. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/928193 

46. Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

47. Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga. Daha çok bilgi edinmek için Nehcü’l Belaga ve Eseruhu ale’l Edebi’l Arabi” makalesinin 119. Sayfasına bakınız. Muhammed Hadi Emini, intişar Nehcü’l Belaga.

48. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belaga, c. 1, s. 24; Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

49. 

50. Cahiz, el-Beyan ve’t Tibyan, Tashih: Abdusselam Harun, c. 1, s. 83, Nehcü’l Belaga’nın mukaddimesi, şehidi.

51. Cahiz, el-Beyan ve’t Tibyan (Nüshası, Ehlibeyt kütüphanesinin bastığı CD’de mevcuttur. İkinci nüsha), s. 237 – 240. 

52. Şerh İbn Meysem ale’l Mietu Kelimeti li-Emiri’l Müminin Ali İbn Ebi Talib aleyhi selam, el-Musahhih: Mir Celalattin el-Hüseyni el-Ermevi el-Muhaddis, Tahran, Tahran Üniversitesi baskısı, ş. 1349; s. 2. Ayrıca Bkz. Vatvat Raşit, Matlubu Kulli Talib min Kelami Emiri’l Müminin Ali b. Ebi Talib aleyhi selam, musahhih: Mir Celalettin Hüseyni Ermevi Muhaddis, Tahran, Tahran Üniversitesi, s. 2, ş. 1342.

53. Bkz. Danışneme-i Cihanı İslam, “Cahiz, Ebu Osman Amr b. Bahr” maddesi.

54. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belaga, c. 1, s. 24; Şehidi, Mukaddime Nehcü’l Belaga.

55. En-Nesru’l Fenni, c. 2, s. 196; Mukaddime Nehcü’l Belaga’dan naklen, şehidi.

56. İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belaga, c. 1, s. 24.

57. Şehidi, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, s. 202.

58. Şehidi, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, s. 205.

59. Şehidi, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, s. 205.

60. Şehidi, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, s. 206-209.

61. Şehidi, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, s. 209.

62. Şehidi, Seyyid Cafer, Behre Giri Edebiyat Farsi ez Nehcü’l Belaga, s. 185.

63. Şehidi, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, s. 210.

64. Şehidi, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, s. 214.

65. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1890310 

66. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/1983833

67. http://opac.nlai.ir/opac-prod/bibliographic/885530 

Kaynaklar

* Nehcü’l Belaga, tercüme: Seyyid Cafer Şehidi, Tahran, İlmi ve Ferhengi, ş. 1377.

* Nehcü’l Belaga, tercüme: Abdul Muhammed Ayeti, defteri neşri Ferhengi İslami, ş. 1377 (Nüshası, Ehlibeyt kütüphanesinin bastığı CD’de mevcuttur. İkinci nüsha)

* İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belaga, c. 1, tahkik: Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim, Daru İhyau’l Kutubu’l Arabi, İsa el-Bani el-Halebi ve Şureka, m. 1959.

* Üstadi, Rız, Kitabnamei Nehcü’l Belaga, Tahra, Bonyadı Nehcü’l Belaga, ş. 1359.

* el-Hüseyni el-Hatib, es-Seyyid Abdu’z Zehra, Mesadir Nehcü’l Belaga ve Esaniduhu, c. 1, Beyrut, Daru’z Zehra, m. 1988.

* İbn Hallakan, Vefayatu’l A’yan ve Enbau Ebnai Zaman, c. 3, tahkik: İhsan Abbas, Lübnan, Daru’s Sakafat.

* Zehebi, Seyru A’lamu’n Nübela, c. 17, tahkik, tahric ve talik: Şuayb el-Erneut, Muhammed Naim el-Arksuvesi, Beyrut, müessese er-Risalet, m. 1986.

* Şehidi, Seyyid Cafer, Behre Edebiyat Ez Sohanani Ali aleyhi selam, der yadnamei Gonkre Hazare Nehcü’l Belaga, Bonyadı Nehcü’l Belaga, ş. 136.

* Şehidi, Seyyid Cafer, Behre Giri Edebiyat Farsi ez Nehcü’l Belaga, der yadnamei dovommin Kongre Nehcü’l Belaga, Tahran, Vezaret İrşad İslami ve Bonyadı Nehcü’l Belaga, ş. 1363.

* el-Cahiz, el-Beyan ve’t Tibyan, Mısır, el-Mektebetu’t Ticariye el-Kubra Li-Sahibiha Mustafa Muhammed, m. 1936 (Nüshası, Ehlibeyt kütüphanesinin bastığı CD’de mevcuttur. İkinci nüsha)

* Abduh, Muhammed, Şerhi Nehcü’l Belaga, tashih: Muhammed Muhyiddin Abdul Hamid, Kahire, Matbaatu’l İstikamet (Nüshası, Alevi Danışnamesinin CD’inde mevcuttur. Minhecu’n Nur).

* Muhammed, Seyyid Kazım, Deşti, Muhammed, el-Mu’cemu’l Mufehres li-Elfazi Nehcü’l Belaga, Kum, Neşru İmam Ali (a.s), ş. 1369.

Pazartesi, 22 Aralık 2014 00:00

İran Meclis Başkanı Suriye'de

İran İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani 4 günlük Suriye, Lübnan ve Irak ziyaretinin ilk ayağı olan Suriye'de.

İran Meclis Başkanı Beşşar Esed ile görüştü
İran İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed ile bir araya geldi.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, üst düzey bir diplomatik heyet eşliğinde bölge ülkelerine 4 günlük bir ziyaret çerçevesinde Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan İran İslami Şura Meclisi Başakanı Ali Laricani Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed ile bir arya gelerek ikili ilişkiler ve bölge gelişmeleri ele alındı.

Laricani’yi Suriye, Lübnan ve Irak’a  gerçekleştireceği bu ziyarette, İran İslami Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu başkanı Alaaddin Burucerdi, Dışişleri Bakan yardımcısı Hüseyn Emir Abdullahiyan ve bazı milletvekillerinin yanı sıra dışişleri bakanlığı yetkililerinden oluşan üst düzey bir heyet de eşlik etmekte.

“İran Suriye’nin yanında”
İran İslami Şura Meclisi Başkanı Suriye Meclis Başkanı ile görüştü.
İran İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani Suriye, Lübnan ve Irak’a gerçekleştireceği ziyaret çerçevesinde Suriye’nin başkenti Şam’a vardı ve Suriye Meclisi Başkanı Muhammed el Laham ile bir araya geldi.

Laricani el Laham ile yaptığı görüşmede “Teröristleri destekleyenler Suriye savaşı sayesinde direnişin nasıl bir şey olduğunu görmüşlerdir”dedi.

İran İslami Şura Meclisi Başkanı ayrıca terör örgütlerinin kendilerini destekleyen ülkeler için bazı zorluklar ve sorunlar çıkardıklarını belirterek, “Suriye halkı ve devleti büyük acılar ve zorluklar yaşamıştır ama şu aşamada en zor aşamayı geçmeyi başarmış ve elde ettiklerini korumalı”diye konuştu.

Ali Laricani İran’ın her zaman Suriye’nin yanında olduğunu ve İran’ın Suriye’ni direnişçi bir ülke olarak gördüğünü ekledi.

Bu ikili görüşmede Suriye Meclisi Başkanı Muhammed el Laham ise İran devleti ve halkına Suriye halkının yanında oldukları için teşekkür etti.

 

O/SH

 

Pazar, 21 Aralık 2014 00:00

Şiilik tarihine kısa bir bakış

Şii dünyasının önde gelen isimlerinden birisi olan Ayetullah Cafer Subhani, Şii ekolü hakkında ortaya atılan şüpheleri bertaraf etmek için bir yazı kaleme aldı.

Üstat Cafer Subhani’nin hazırladığı eserde; Şiilik hakkındaki ilk bulguların henüz Peygamber Efendimiz hayatta iken ortaya çıktığını ve hatta bunun ilk temllerini atanın Allah Resulü’nün (saa) kendisi olduğunu dile getiren Ayetullah Cafer Subhani, Peygamber döneminde var olan ve onun vefatından sonra Ali taraftarları (Şiat un Ali) olarak anıldıkları ve bu gruba bağlı herkesin, Arap kökenli Adnan veya Kahtanoğullarından geldiğini yazdı.
 

Havza din ilimleri merkezi tarafından yayınlanan üstadın notlarını siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz:

Şiilik Hakkında Oryantalistlerin Yorumu

Bazı Şarkiyatçılar, Şiiliğin kökeni tam olarak bilmediklerinden ötürü, bu ekolü bir İran fikir akımı olarak değerlendirmekte ve şöyle demektedirler;

“Bilindiği gibi İran toplumunda bir şahlık sistemi vardı ve İranlılar da İslam dinine geçtikten sonra bu monarşik yapıyı İslam üzerinde de uygulamaya başladılar. Sonuç olarak da Ali ve onun çocuklarını Peygamberin varisi olarak kabullendiler. Hal böyle olunca da; her imam, kendisinden önceki imamın varisi olarak addedildi ve hükümet bu ilke doğrultusunda bir sonraki imama devredildi.

 

Oryantalistlerin Bu Teorisine Cevap

Bu iddia o denli yersiz ve yetersizdir ki; onu, Şiiliğin ortaya çıkışı için bir delil olarak sunmak dahi abestir. Öncelikle nübüvvetin en yüksek makam olarak kabul gördüğü geçmiş ümmetlerde, bu ırsi geçiş sürecini çok net görmekteyiz ve Kuran-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurur;

أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَىٰ مَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ ۖ فَقَدْ آتَيْنَا آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظِيمً 

“Yoksa insanlar, Peygamber (saa) ve ailesine Allah’ın lütfünden kendilerine verdiği nimet yüzünden onları kıskanıyorlar mı? Evet biz, İbrahim Ailesi’ne de kitabı ve hikmeti vermiş, onlara çok büyük bir mülk de lütfetmiştik.” (Nisa/54)

İbrahim (as) imamet makamına erdiği vakit, Allah’tan kendi nesline de imamet makamını vermesini istemiş ve Yüce Allah da onun isteğini, neslinden gelecek salih ve adil çocuklara verme şartıyla kabul etmiştir. Bakın Kuran bu olayı nasıl anlatıyor;

وَإِذِ ابْتَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ ۖ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا ۖ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي ۖ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ 

“Hani Rabbi, İbrahim’i bazı kelimelerle imtihana çekmiş, o da onların hakkını vermişti de Rab şöyle demişti: “Seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim, “Soyumdan birilerini de” deyince Allah: “Benim ahdim zalimlere ulaşmaz.” buyurdu.” (Bakara/124)

Peygamberlerin bütün vasileri de bu yönde tayin olagelmiştir. Hatta Arap putperest toplumlarında dahi kabile reisi öldükten sonra yerine yabancı birisi geçemez bilakis şeyhin oğlu onun yerini alırdı. Öyleyse şahlık gibi babadan oğla geçen yönetim şekli yalnızca İranlılara ait olmadığını görüyor ve diğer toplumlarda da bu sistemin kabul edildiğini biliyoruz. Eğer bu yönetim tarzı yüzünden İranlılar Şii olmuştur denilirse de; o zaman monarşinin hakim olduğu diğer toplumların da bu varsayıma göre Şii olması gerekmez miydi?

İkinci olarak, daha önce de denildiği gibi Şiilik Medine’de doğmuş ve Hz. Resul döneminde ilerlemiştir. Bu durum göz önüne alındığında ise henüz İranlıların İslam diniyle müşerref olmadıklarını görmekteyiz.
Emir ul Müminin Ali (as) halife olduğu zaman; Sözünden dönenler, Zalimler ve Haricilerle olmak üzere üç büyük savaş meydana gelmiştir ve Hz. Ali’nin (as) ordusunun genelini Hicaz ve Yemenli gerçek Araplar oluşturmaktaydı. Tarih şöyle der; Ali ordusunun bel kemiğini Kureyş, Evs ve Hazrec kabileleri oluşturmakta ve bunlara ilave olarak da Yemen illerinden; Mezhec, Hemdan, Tey, Kinde, Temim ve Muzir teşkil etmekteydi. Ali ordusunun tüm komutanları da Arap kabilelerinden olan; Ammar Yasir, Haşim Mirkal, Malik-i Eşter, İbn-i Suhan ve kardeşi Zeyd bin Suhan’dır.

Hz. Ali işte bu Arap ordusuyla Cemel, Sıffin ve Nehravan savaşlarını kazandı ve hiçbir zaman İranlılar bu savaşta öyle ahım şahım bir etkiye sahip olamadılar. Tüm bunlar bir yana Şiiliği yalnızca İranlılar kabul etmedi belki Araplar içerisinde oldukça yüksek oranda da kabul gördü.

 

Bu Düşüncenin Tersini Savunan Bazı Din Tarihçileri

Hollandalı Dozi gibi Şiiliğin bir İran düşünce akımı olduğunu iddia eden birkaç şarkiyatçı dışında, birçok oryantalist ‘Şiiliğin aslı Araplardandır’ demiş ve İran teorisini temelsiz bir varsayım olarak görmüşlerdir. Almanların ünlü Oryantalist ve din tarihçisi Julius Wellhausen şöyle der; Muaviye döneminde tüm Irak halkı ve özellikle de Kufeliler Şia ideolojisi üzerineydiler ve hatta belki de etraf kabile ve reisleri de bu akide ile yaşıyorlardı.

Bir diğer ünlü şarkiyatçı Macar Ignaz Goldziher de şöyle diyordu; yaptığımız en büyük hatalardan birisi de Şiiliği bir İran akımı olarak görmemizdir. Bu tarih boyunca yanlış algılana gelmiş bir düşüncenin sonucudur. Hâlbuki tüm Alevi hareketlenmeleri hepsi Arap topraklarında cereyan etmiştir.

Bir başka oryantalist İsveçli Adam Metz de bu konuyu şöyle değerlendiriyordu; Hiçbir zaman Şiiliği, İranlıların bölgedeki İslam hâkimiyetine bir tepki olarak ortaya çıkardığını söyleyemeyiz. Çünkü Mekke, Sana, Amman, Hicr ve Saada gibi birkaç büyük Arap Yarımadasında bulunan şehirler dışında tüm yarım ada şehirleri Şiilerle doluydu. O dönemde ise Kum şehri halkı dışında tüm İran Ehl-i Sünnet ekolü üzerineydi ve hatta İsfahan halkı Muaviye bin Ebu Süfyan konusunda o denli aşırılığa kaçmışlardı ki; halkın bir kısmı onu Nebi-i Mürsel yani gönderilmiş peygamber olarak kabul ediyordu.

Dozi’den daha fazla İslam tarihiyle alakalı olan bu şahsiyetlerin ortak tanısı; Şiiliğin bir İran akımı olmadığı ve bu varsayımı tamamen reddetmeleridir. Her ne kadar daha sonraları İranlılar Şiiliğe karşı alaka ve sempati besleseler de gerçek buydu. Öte yandan bu konuyla ilgili sevindirici bir gelişme de iki Mısırlı yazarın kaleminden yansıyordu.

Şiilikle tam olarak uyuşmayan bir düşünce adamı olan Mısırlı yazar Ahmed Emin şöyle diyordu; Ali taraftarlığı İranlılar henüz İslam dinine girmeden önce başlamıştır ama daha sonraları Şiilik İranlı unsurlarca kendine ayrı bir renk kazanmıştır.

Ahmed Emin’in ilk sözleri oldukça gerçekçi ama diğer sözü asılsızdır çünkü Şiiliğin yalnızca bir anlamı vardır o da; İslam’ın sunduğu gerçek dini kabullenip, Hz. Resul-i Ekrem’in (saa) tüm öğretilerini uymak demektir.
Şeyh Muhammed Ebu Zehra da şöyle der; İranlılar Şiiliği Araplardan öğrenmişlerdir ve öyleyse Şiiliğin İranlı olma gibi söylemi olmaz. Ehl-i Beyt’e bağlılıklarıyla tanınan alimler Emevi ve Abbasi zulmünden Fars ve Horasan’a hicret etmişlerdir. Şiilik bu topraklarda Emevi Devleti yıkılmadan önce Ali oğlu Zeyd’in (as) buraya sığınmasıyla İran’da yayılmaya başlamıştır.

Ayrıca nasıl olur da Şiiliğin İran menşeli bir ideoloji olduğu iddia edilebilir; Hâlbuki Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn-i Mace, Nesai, Beyhaki ve Hakemi Nişaburi gibi Hicri birinci yüzyıldaki büyük Ehl-i Sünnet âlimlerinin hepsi İranlıdır.

Konuya biraz daha dikkatlice bakacak olursak, İranlıların Müslüman olduğu dönemde ve ondan sonraki asırlarda da Sünni ideoloji üzerine olduklarını, Şiiliğin ise ülke topraklarında dağınık bir şekilde yaşayan azınlıklar arasında yer edindiğini görebiliriz.

Aslına bakılacak olunursa İran’daki ilk Şii yayılımı Yemenli Şiilerin bu topraklara göç etmesiyle Kum ve Kaşan’da vuku bulur ve o da Hicri birinci yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşir. Halbuki İslam dini Hicri 17. yy.de İran’a girer ve aradan geçen yıllar boyunca buraya yerleşen Arap Şiaları sayesinde İran’da iyiden iyiye yer edinir.

Öyleyse Arap dünyası içerisinde doğmuş olan Şiilik, daha sonra İslam alemine hiçbir değişime uğramadan o dönemlerde yayılmıştı.

 
Konumuzun en başında değindiğimiz gibi İmametin birbiri ardınca intikal etmesi bazı Batılı oryantalistler için Şiiliğin İran’dan menşe aldığı bahanesini ortaya çıkartmıştı. Halbuki Sünni hilafet tarihinde de Osman’ın bir suikast sonucu öldürülmesi ardından Hicri Yedinci yüzyıla kadar hilafet veraset şekline bürünmüştür. II. Muaviye’nin dünyadan göçetmesinden sonra hilafet Al-i Mervan’a geçti ve Hicri 132. yıla değin bu aile içerisinde döndü durdu. Abbasiler hükümete geldikten sonra da yine hilafet babadan oğla intikal etti bu da Hicri 656 senesine kadar Moğol Hülagu Han’ın gelişiyle son buldu. Osmanlıların hilafet anlayışı da Hicri dokuzuncu yüzyıldan ta Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar bu şekilde cereyan etti. Öyleyse, İmametin babadan oğla geçişini bir İran akımı olarak değerlendiremeyiz. Eğer Şialar İmametin Ali (as) oğullarında devam etmesini savunduysalar bu Peygamber Efendimizin emirleri doğrultusunda gerçekleşmiştir.

 

İslam’dan Sonra İran İnsan Coğrafyası

Şiiliğin bir İran akımı olduğu ve İranlılar tarafından ortaya çıkartıldığını iddia edenler, Hicri onuncu yüzyıla kadar İran’ın mezhepsel tarihinden habersiz olan insanlardır. Safeviler dönemi öncesi İran içerisinde Kum, Kaşan, Rey ve Sebzevar dışında Şiilikle alakalı başka bir şehir bulunmamakla beraber İran’ın diğer tüm şehirleri Sünni ekol üzerine hareket ediyordu. Ama hicri dokuzuncu yüzyılın başlamasıyla birlikte bu topraklar üzerinde Şiilik de iyiden iyiye yayılmaya ve geniş kitlelere ulaşmaya başlamıştı. Şimdi burada Mukaddesi’nin eseri olan “Ahsen ul Takasim” adlı o dönemin İran İnsan coğrafyasını hicri 375 yılında resmetmiş kitabını inceleyeceğiz.

Horasan topraklarına Mu’tezile ve Şialar olmasına rağmen Şafiilerden oluşan Şaş harç genellikle Ebu Hanife’nin ashabı hakimdir. Erdebil halkı ve İran’ın dağlık batı bölgeleri Hanefi mezhebine bağlıdır. Ama Rey şehrinde birçok mezhep mensubu bulunmaktadır ve bunların genelini yine Hanefiler teşkil etmekle beraber Hanbelilerin de sayı azımsanmayacak derecede çoktur. Kumlular Şiadır ve Kermanşah ahalisi Süfyan-i Servi taraftarlarıdır. Huzistan bölgesi değişik mezhepleri barındırır. Ahvaz ve Ramhürmüz Hanbelidir ama Ahvaz’ın yarısına yakını Şiadır aynı zamanda Hanefi ve Maliki de bir hayli vardır bu bölgelerde. Fars eyaletinin çoğu Hadis ehli ve Muaviye yanlılarıdır. Multan halkı Şiadır ve ezanlarında “Hayyi a’la hayril amel” derler ve bunu ikamede de tekrar ederler ama Multan’ın kasabalarında Hanefi mezhebi fakihleri çoktur.  

Ünlü Seyyah İbn-i Battuta şöyle yazar:

“Olcaytu Hüdabende, Irak padişahıydı ve Rafizilerden İbn ul Mutahher (Allame Hilli) adında bir fakih onunla sıkı bir dostluk kurmuş ve ardından Hüdabende İslam dinine geçip Moğol ordusunu da Müslüman yapmıştır. Rafizi mezhebine bağlı olan bu bilge, Şiiliği Hüdabende’ye oldukça hoş tanıtmış ve bu nedenden ötürü de Olcaytu, halkı Şii mezhebine yöneltmiştir. Şii mezhebine tabi olunma emrini verdiği şehirlerden bir çoğu bunu kabul ederken yalnızca Bağdat ahalisi buna itiraz etmiş ve şehir merkezinde bir araya toplanıp Hüdabende’yi protesto edip “Ne bunu duyarız ne de itaat ederiz” diyerek şehre gelen elçiyi tehdit etmişlerdir. Bunun aynısı daha sonra Şiraz ve İsfahan halkı da yapmıştır. Kadı Ayaz “Tertib ul Medarik” adlı eserin önsözünde Maliki mezhebinin yayılmasını şöyle anlatmaktadır; İmam Malik’in mezhebi Horasan ve Irak ötelerine Yayha bin Yahya-i Temimi ve birkaç kişi tarafından yayılmıştır. Bunun ardından uzun yıllar bu bölge imamları Maliki mezhebi fıkhınca fetvalar vermişlerdir. Daha sonraları Gazvin başta olmak üzere İran’ın dağlık bölgeleri sayılan Hamedan ve Kermanşah’ta Kürt nüfusunun etkisi ile bu mezhep iyice yayıldı ama bunun yanı sıra Ebu Hanife ve İmam Şafii’nin mezhebi de oldukça fazlaydı.”

Meşhur Doğu bilimci Carl Brockelmann şöyle der;

“Şah İsmail-i Safevi Tebriz’i ele geçirdiğinde, bu şehrin nüfusu üç yüz bin civarında ve bu halkın üçte biri Şia geri kalanları da Sünni’ydi.”

Tarihçilerin bir araştırma özeti olarak sunduğumuz bu cümlelerin özü; Hicri dokuzuncu yüzyıla kadar İranlılar üzerinde hâkim olan mezhebin Ehl-i Sünnet olduğu ve Safeviler dönemi ve sonrası Şia mezhebinin yayıldığıdır.
İbn-i Esir “el Kamil fit Tarih” kitabında şöyle yazar;

“Sultan Mahmud babasının aksine hareket edip, Hz. Ali bin Musa er-Rıza’nın (as) türbesini tamir ettirdi hâlbuki o türbeyi yıkan babasıydı. Tus halkı da; o hazreti her ziyaret etmek isteyene eziyetler çektirmekteydiler. Sultan Mahmud’un babasının aksine hareket etmesinin sebebi de; rüyasında Emiru’l Müminin Ali’yi (as) görmesi ve ona; Bu durum daha ne zamana kadar devam edecek? demesiydi.”

 

ehlader

Bahsettiğimiz İslam’daki Hac veya Hinduların Kumbh Mela’sı değil. Erbain olarak bilinen bu kutsal yolculuk, dünyanın en kalabalık buluşmasıdır ve siz muhtemelen bunu hiç duymadınız! Katılım, Mekke’ye gidenlerin sayısını (beş kat) aştığı gibi, Kumbh Mela’ya katılımdan da fazladır, zira bu ikincisi, sadece üç yılda bir düzenlenmektedir.
 
 
Bahsettiğimiz İslam’daki Hac ve ya Hinduların Kumbh Mela’sı değil… Erbain olarak bilinen bu kutsal yolculuk, dünyanın en kalabalık buluşmasıdır ve siz muhtemelen bunu hiç duymadınız! Katılım, Mekke’ye gidenlerin sayısını (beş kat) aştığı gibi, Kumbh Mela’ya katılımdan da fazladır, zira bu ikincisi, sadece üç yılda bir düzenlenmektedir. Kısacası, Erbain yeryüzündeki bütün toplanmaları gölgede bırakmaktadır ve katılım geçen yıl yirmi milyona ulaşmıştır. Bu, Irak’ın bütün nüfusunun %60’ına tekabül etmektedir ve yıldan yıla da büyümektedir.

Her şeyden önce Erbain, arka planda kaotik ve tehlikeli jeopolitik sahneler yaşanırken gerçekleştiği için özgündür. Daiş (nam-ı diğer ‘İslam Devleti’) Şiileri ölümcül düşmanları olarak görmektedir, bu yüzden bu terör grubunu, Şii ziyaretçileri en büyük inanç gösterileri için bir araya gelirken görmekten daha fazla çileden çıkaran bir şey yoktur.

Erbain’in başka bir sıradışı özelliği daha bulunuyor. Bu, özel olarak Şiilere ait bir manevi pratik olsa da, Sünniler, hatta Hristiyanlar, Ezidiler, Zerdüştçüler ve Sabiiler de hem bu ziyarete katılıyor, hem de katılan dindarlara hizmet ediyor. Dini ritüellerin münhasır nitelikleri düşünüldüğünde bu, dikkate şayan bir durumdur ve yalnızca bir anlama gelebilir: derilerinin renginden ve inançlarından bağımsız olarak insanlar, İmam Hüseyin’i evrensel, sınırlar üstü ve din ötesi bir özgürlük ve merhamet sembolü olarak görmektedirler.

Bunu hiçbir zaman duymamış olmanız muhtemelen, İslam söz konusu olduğunda basının, pozitif, esin verici anlatılardan ziyade negatif, kanlı ve sansasyonel tabloid haberleriyle ilgilenmesinden kaynaklıdır. Eğer Londra’da birkaç yüz kişi göçmenlere karşı yürürse bu manşet olur. Hong Kong’daki bir demokrasi yürüyüşü veya Rusya’daki Putin karşıtı bir yürüyüş de aynı ilgiyi görür. Fakat yirmi milyon insanın teröre ve adaletsizliğe meydan okuması, televizyonlarda altyazı başlık olarak bile geçmez! Hikayenin, katılım sayıları, siyasi anlam, devrimci mesaj, gergin arka plan ve özgünlük gibi, gözleri üzerine çekecek bütün özelliklere sahip olmasına rağmen, bu dev olay üzerine adı konulmamış bir medya ambargosu uygulanır. Fakat böyle bir hikaye büyük haber kuruluşlarının yayıncılarınn sınırlamalarından kurtulabilirse, şok dalgaları yaratacak ve sıradan insanların pek çoğuna dokunacaktır.

Bundan esinlenen sayısız kişiden biri, birkaç yıl önce tanıştığım, sonradan Müslüman olmuş bir Avustralyalı adamdı. Elbette kimse, hayatını değiştiren böyle bir kararı kolay almaz, bu yüzden, sorduğumda bana söylediğine göre her şey, 2003 yılında başlamış. Bir akşam haberleri izlerken, milyonlarca kişinin Kerbela diye bilinen kutsal şehre, o güne kadar adını hiç duymadığı “Hüseyin”in adını söyleyerek yürüme sahnelerini görmüş. O gün, on yıllardan beri ilk kez, küresel düzeyde televizyonlara yansıylan bir olay karşısında dünya, bir anlığına da olsa, Irak’ta daha önce ortadan kaldırılan dini ateşi görmüştü.

Sünni Baasçı rejim devrildiği zaman Batılı gözlemciler, Iraklıların diktatörlük baskısından özgürleşmiş yeni bir döneme nasıl yanıt vereceklerini görme konusunda çok şevkliydi. ‘Korku Cumhuriyeti’ dağılmıştı ve cin, geri dönüşsüz bir şekilde şişeden çıkmıştı. Bahsettiğim kişi, kendi kendisine, “Kerbela neresi, neden bütün bu insanlar bu yönde yürüyor?” diye sorduğunu hatırlıyor. “İnsanların kendi farklılıklarını bir tarafa bırakıp, on dört asır sonra kendi ölümünü anlamaya motive eden bu Hüseyin kim?”

Bu 60 saniyelik haberde tanık olduğu şey, özellikle hareketti, zira görüntü, o güne kadar gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Güçlü bir bağlılık duygusu, insan olan ziyaretçileri, Hüseyin’in direnç gösterilemez manyetik alanı olarak tarif edilebilecek şeye yaklaştıkça birbirilerini de çeken demir tozuna dönüştürmüştü. “Eğer canlı, nefes alan, yaşayan bir din görmek istiyorsanız, Kerbela’ya gelin” diyordu.

Nasıl olur da 1396 yıl önce öldürülmüş bir insan bu kadar canlı olur ve milyonları onun davasını taşımaya ve sözünü kendi sözleri olarak görmeye yönelten bu denli somut bir varlığa sahip olur? İnsanlar, bir meselede kişisel bir çıkara sahip olmadıkları müddetçe genellikle bir ihtilafa sürüklenmezler (bu, eski zamanlarda olduğundan daha da enderdir). Öte yandan, eğer birilerinin sizin özgürlük hakkınız, adaletle muamele edilme hakkınız, onurlu bir yaşam hakkınız için mücadeleye giriştiğini hissederseniz, bunda bir çıkarınız olduğunu hisseder ve onunla empati kurarsınız. Öyle ki, onun inançlarını benimsemeniz çok da uzak bir ihtimal olmaz.

En büyük trajedi

Hazreti Muhammed’in torunu Hüseyin, Müslümanlar tarafından “Şehitlerin Efendisi” sıfatıyla saygı görür. Hüseyin, Aşura Günü olarak bilinen, İslami takvimdeki Muharrem ayının onuncu gününde, yozlaşmış ve zalim halife Yezid’e biat etmeyi reddettiği için Kerbela’da şehid edilmişti.

O, ailesi ve yoldaşları, çölde 30 bin kişilik bir ordu tarafından kuşatılmış, aç ve susuz bırakılmış, arkasından da en korkunç şekilde başları kesilmiştir ki bu, katledilmesinden bu yana her yıl onun takipçileri tarafından anlatılan canlı bir hikayedir. Naaşları dahi çiğnenmiştir. İngiliz tarihçi Edward Gibbon’ın sözleriyle: “Hüseyin’in, uzak bir çağda ve ortamda gerçekleşen trajik ölüm sahnesi, en soğuk okuyucunun bile duygularını hareketlendirecektir.”

O günden beri Şii Müslümanlar Hüseyin’in yasını tutarlar ve bunu özellikle Aşura Günü ile, kırk gün sonrasına denk gelen Erbain gününde yaparlar. Kırk gün, pek çok Müslüman geleneğindeki alışılagelmiş yas süresidir. Bu yıl Erbain, 12 Aralık Cuma gününe denk düşmektedir. 

 

Uzun seyahat

Bu şehrin neden insanları bu denli kendilerinden geçirdiğini keşfetmek için, atalarımın yurdu olan Kerbela’ya seyahat ettim. Tanık olduğum şey bana, en geniş açılı kamera merceğinin bile, bu fırtınalı, ancak barışçıl buluşmanın ruhunu çekmek için fazla dar olduğunu kanıtladı.

Erkekler, kadınlar, çocuklar, ama en görünür şekilde siyah örtülü kadınlardan oluşan bir insan çığı, ufkun bir ucundan diğerine kadar gözleri dolduruyordu. Kalabalıklar o denli devasa idi ki, yüzlerce mil uzunluğunda bir tıkanmaya yol açmışlardı.

Güneydeki liman şehri Basra ile Kerbela arasındaki 425 millik mesafe, arabayla uzun bir yolculuk anlamına geliyor, yürüyerek gidildiğinde ise tahayyül edilemeycek kadar zorlu bir yolculuk oluyor. Ziyaretçilerin yolu bütünüyle kat etmesi, tam iki hafta sürüyor. Her yaştan insanlar, gün boyunca kavurucu güneşin altında, geceleri ise kemikleri donduran bir soğukta güçlükle yürüyor. Sapa ve düzensiz yollardan, teröristlerin kalelerinden ve tehlikeli bataklık bölgelerinden geçiyor. Ziyaretçiler, en temel imkanlar veya seyahat giysilerinden bile yoksun şekilde, efendileri Hüseyin için taşıdıkları yanan aşk dışında yanlarında pek bir şey taşımıyor. Bayraklar ve sancaklar, onlara ve dünyaya, yolculuklarının amacını hatırlatıyor:

Ey nefs, sen Hüseyin olmadan değersizsin.

Benim yaşamım ve ölümüm bir ve aynıdır,

İsterlerse bana deli desinler!

 Bu mesaj, kendisi de M.S 680 yılında gerçekleşen Kerbela çatışmasında dili damağı kurumuş yeğenlerine su götürmeye çalışırken öldürülen, Hüseyin’in üvey kardeşi ve güvendiği yardımcısı Abbas tarafından anlatılan bir menkıbeyi hatırlatıyor. Irak’ı dünyada bir numaralı başlık hale getiren mahvolmuş güvenlik koşullarında, bu sözlerin her anlamda gerçek olduğundan hiç kimse şüphe etmiyor.

Bedava öğlen yemeği… ve akşam yemeği, ve kahvaltı!

Kutsal yolculuğun, her ziyaretçiyi şaşkın halde bırakacak bir parçası, ziyaretçilerin yolunun yakınlarında yaşayan köylüler tarafından kurulan derme çatma mutfaklara sahip binlerce çadırın görüntüsüdür. “Mavkib” adı verilen çadırlar, hacıların ihtiyaç duydukları her şeyi pratik olarak edilebildikleri yerler. Yenilecek taze yemeklerden dinlenilecek bir alana, kaygılı yakınları rahatlatmak için yapılan uluslararası telefon görüşmelerinden bebek bezlerine ve bütün öteki ihtiyaçlara kadar her şey bedava. Aslında ziyaretçiler, 400 millik yolculukta, giydikleri elbiseler dışında herhangi bir şey götürmeye ihtiyaç duymuyorlar.

Daha da ilgi çeken bir şey, ziyaretçilerin yemeye-içmeye nasıl davet edildiği. Mavkib organizatörleri, ziyaretçilerin yoluna çıkarak onlardan, çoğu zaman krallara layık bir hizmetler bütününü içeren sunularını kabul etmelerini rica ediyor: ilk olarak ayak masajı yaptırabiliyorsunuz, arkasından size harika bir sıcak yemek sunuluyor, daha sonra ise size dinlenme teklifi sunuluyor ve bu esnada kıyafetleriniz yıkanıp ütüleniyor ve kısa bir uyku sonrasında size geri getiriliyor. Elbette bütün bunlar, ücretsiz.

Belli bir perspektif edinmek için, şunu düşünün: Haiti depremi sonrasında, dünya çapında duyulan sempati ve verilen destekle birlikte, BM Dünya Gıda Programı, yardım çabalarının zirve noktasında yarım milyon yemek gönderildiğini duyurmuştu… Amerika Birleşik Devletleri ordusu, Birleşik Yanıt Operasyonu’nu başlatıp, çeşitli federal teşkilatlardan devasa kaynakları bir araya getirmiş ve insani felaketi izleyen beş ay içinde, Haitililere 4.9 milyon yemek gönderildiğini duyurmuştu. Şimdi bunu, Erbain sırasında verilen günlük 50 milyondan fazla yemekle karşılaştırın: bu, ziyaret süresi boyunca yaklaşık 700 milyon yemeğe denk düşmektedir ve bu, Birleşmiş Milletler veya uluslararası vakıflar tarafından değil, kutsal ziyarete gelenlere yemek vermeyi çok arzulayan ve onları tatmin etmek için bütün yıl boyunca para biriktiren yoksul işçiler ve çiftçiler tarafından finanse edilmektedir. Güvenlik de dahil olmak üzere her şey, ağırlıklı olarak gönüllüler tarafından sağlanmaktadır; gönüllü savaşçıların bir gözü Daiş’te, diğer gözü ziyaretçilerin yolunu korumadadır. Bir Mavkib örgütçüsü, “İslam’ın ne öğrettiğini anlamak için, birkaç yüz barbar teröristin eylemlerine değil, milyonlarca Erbain ziyaretçisinin gösterdiği karşılıksız fedakarlıklara bakın” diyor.

Aslında Erbain, birkaç farklı kategoriden Guinness Rekorlar Kitabı’na girmelidir: en büyük yıllık buluşma, en uzun daimi yemek masası, bedavaya beslenen en çok insan sayısı, intihar bombacılarının yakın tehdidi altında, tek bir etkinlik için hizmet eden en çok sayıda gönüllü. 

 

Eşsiz bağlılık

Sadece kalabalıklara bakmak bile insanın nefesini kesiyor. Bu manzaraya eklenen bir şey, güvenlik koşulları kötüleşirken, insanların terörist tehditlere meydan okumaya daha da fazla motive olması ve gözdağı verircesine yürümesi. Bu sebeple bu kutsal yolculuk, sadece dini bir ritüel değil, aynı zamanda cesur bir direniş beyanıdır. Bir intihar bombacısının ziyaretçilerin orta yerinde kendini patlattığını, fakat kalabalıkların daha da büyüyerek hep birlikte şunu haykırdığı, online olarak yayınlanmış videolar var:

Ellerimizi ve ayaklarımızı da kesseler,

Emekleyerek Kutsal Topraklar’a varacağız!

Geçen yıl gerçekleşen, ağırlıklı olarak Şii ziyaretçileri hedef alan ve sayısız cana mal olan korkunç bombalı saldırılar, Irak’ta yaşayan Şiilerin karşı karşıya olduğu tehditleri ve ülkenin başına bela olmaya devam eden güvenlik boşluğunu ortaya koyuyor. Ancak yakın ölüm tehdidi, genç ve yaşlı, Iraklı ve yabancı insanları, kutsal şehre yapılan tehlikeli yolculuktan caydırmıyor.

Dışarıdan bakan biri için, bu ziyarete katılanlara esin veren şeyin ne olduğunu anlamak zordur. Kucaklarında çocuklarını taşıyan kadınlar, tekerlekli sandalyede yaşlı adamlar, koltuk değnekli insanlar ve bastonlu kör yaşlılar görüyorsunuz. Ben, özürlü çocuğuyla birlikte Basra’dan gelen bir babayla tanıştım. 12 yaşındaki çocuk beyin felci geçirmişti ve desteksiz yürüyemiyordu. Bu yüzden yolculuğun bir kısmında adam çocuğunun ayağını kendi ayağının üstüne koymuş ve onu koltuğunun altına alarak yürümüştü. Bu, Oscar’lı filmlere senaryo olacak türden bir hikayedir, fakat öyle görünüyor ki Hollywood, süper güçleri cesaret ve bağlılıkları olan gerçek hayattaki kahramanlardan ziyade, komik kahramanlara daha fazla ilgi gösteriyor.

 

Hüseyin’in altın kubbesi

İmam Hüseyin’in ve kardeşi Abbas’ın türbesini ziyaret edenlerin tek motivasyonu duygular değildir. Onlar, İmam Hüseyin’in vahşice öldürülmesini hatırlayarak ağlarken, onun ideallerine bağlılıklarını da bir kez daha ortaya koymuş oluyorlar.

Türbeye gelenlerin ilk yaptıkları şey, Hüseyin’in statüsünü özetleyen kutsal bir metin olan Ziyara’yı okumak oluyor. Bu metinde ilk olarak İmam Hüseyin’i, Hazreti Adem, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın “mirasçısı” olarak anıyorlar. Bu, İmam Hüseyin’in hakikat, adalet ve mazlum sevgisi mesajının, bütün ilahi olarak seçilmiş peygamberlerin ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğünü gösteriyor.

İnsanlar Kerbela’ya, şehrin hurma ağaçlarıyla dolu manzarasını izlemek veya türbenin fiziksel güzelliğine hayran kalmak, yahut alışveriş yapmak, eğlenmek veya eski tarihi mekanları ziyaret etmek için gitmiyor. Ağlamak için gidiyor. Yas tutmak ve İmam Hüseyin’in meleklere özgü ruhunu deneyimlemek için gidiyorlar. Kutsal türbeye, ağlayarak ve bugüne kadar görülmüş en büyük fedakarlık eylemi için ağıt yakarak giriyorlar.

Manzara adeta oradaki herkes, aslında hiç görmedikleri insanla kişisel bir ilişki kurmuş gibi. Onunla konuşuyor ve onun adını haykırıyorlar; mezar sandukasına sarılıyorlar; türbeye giden yeri öpüyorlar; türbenin duvarlarına ve kapılarına, bir insanın uzun süredir kaybetmiş olduğu bir arkadaşının yüzüne dokunduğu gibi dokunuyorlar. Destansı boyutlarda, pitoresk bir manzara bu. İnsanları motive eden şey, İmam Hüseyin’in karakterini ve statüsünü ve onu tanımaya gelen insanların onun yaşayan efsanesiyle geliştirdikleri manevi ilişkiyi anlamayı gerektiriyor.

Eğer dünya İmam Hüseyin’i, onun mesajını ve onun fedakarlığını anlasaydı, Daiş’in kadim kökenlerini, onun ölüm ve yıkım amentüsünü anlamaya başlarlardı. İnsanlık yüzyıllar önce Kerbela’da, Hüseyin ve beraberindekilerin öldürülmesinde somutlanmış olan duygusuz canavarlıkların doğuşuna tanıklık etti. Bu olay, parlayan mutlak ışıkla simsiyah karanlığın karşı karşıya gelmesi, kötülüğe karşı erdemin kendisini göstermesiydi ki bu erdem, bugün Hüseyin’in ruhunu temsil etmektedir. Onun varlığı, onların yaşamlarının her bir unsuruna doğuştan yerleşmiştir. Onun efsanesi, daha iyiye doğru değişimi teşvik etmekte, bunu esinlemekte ve bunu savunmaktadır ve hiçbir medya karartması onun ışığını söndüremez.

“Kim bu Hüseyin”? Onun yüz milyonlarca takipçisi için, insanların bir dini bırakıp başka bir dini seçmesine yol açabilecek bu derin soru, yalnızca Hüseyin’in türbesine yürüyerek gittiğiniz zaman cevaplanabilir.

Seyid Muhammed el-Müderrisi / Huffington Post

medyasafak

Cuma, 19 Aralık 2014 00:00

Amerikan İslamı ve İngiliz Şiiliği

İmam Humeyni (r.a) buyurduğu gibi, “Öz Muhammedi İslam’ın karşısına Amerikan İslam’ını çıkardılar”. Şimdi de Ali Şiiliğinin karşısında İngiliz Şiiliği piyasaya sürülüyor, hem de Hüseyin adıyla, Kerbela adıyla, Aşura adıyla.

 
Bismi rabbişşüheda ves-sıddıkin

Hüseyni kıyamın, Aşura kahramanlığının Erbainini yaşadığımız bu günlerde dünya zalimleri karşısında en büyük dik duruş ve uyanış yürüyüşü olan Erbain yürüyüşü dünyanın en önemli matem ve anma merasimidir. Dünyada eşi benzeri olmayan bu Erbain yürüyüşü cahilleri cehaletten kurtarıcı ve delalette olanları hidayet edici mesajlar taşımaktadır. Bu evrensel hareketin gerçek hedefinden saptırılmasına izin verilmemelidir.

 

İmam Hüseyin’in (a.s.) Erbain ziyaretinde şöyle geçmektedir:

“O da halka hücceti tamamladı ve ümmete mazeret bırakmadı, yumuşaklıkla nasihat etti ve kullarını cehaletten ve dalalet şaşkınlığından kurtarmak için senin yolunda kanını akıttı.”

Bütün ezadarlıklar, matem meclisleri, sinezenler Allah’ın kullarını cehaletten ve delaletten kurtarmak için yapılırsa İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’daki çağrısına “Lebbeyk” denilmiş olur ve zamanın İmam’ı Hz.Mehdi’ye (a.f) biat edilmiş olur.

Müslümanlardan bazıları İmam Hüseyin’e (a.s) söyle dediler: “Biz biliyoruz sen haklısın ama bizim gelmemiz senin zafer kazanmanda etkili olacaksa geliriz aksi takdirde biz gelmiyoruz, başarı olmayacak bir savaşa katılıp ölmek istemiyoruz.”

Hatta İmam’a nasihat ediyorlardı; sen de katılma, sonucu belli bir kıyama kalkmak akıl ile bağdaşmaz” diyorlardı. Yani İmam Hüseyin’i (a.s) yanlız bırakanların hepsi İmam’ı haksız görenler değillerdi.

Erbain Hüseyni kıyamın en önemli aşamalarındandır; kıyamın kemale ulaşması Aşura esirleri kafilesinin diyar diyar Aşura’nın mesajını iletmesiyle gerçekleşmişti.

Aşura ve Erbaini matem ve yastan iberet bilmek büyük bir gaflet ve kıyamın mesajını eksik anlamak demektir. Günümüzde Erbain, Aşura kıyamının aynası olmalıdır.

İmam Humeyni (r.a) buyuruyordu ; “Niceleri vardır ki İslam’ın zahmetsiz ve zararsız emirlerini yerine getirirler ama canlarına, mallarına zarar verecek fedakarlık gerektiren işleri yapmaktan kaçınırlar”.

Bazıları da kendilerine kolay Şiilik oluşturmuşlar; namaz kıl, oruç tut, Muharrem’de matem meclisleri düzenle, ağla, başa kama vur, cennetliksin başka birşey yok. Menfaatları olduğu müddetce ezadarlık yaparlar, çıkarları tehlikeye düşünce bundan da kaçarlar.

Kama vurup kanlarını dökerler ama kanlarını İmam Hüseyin yolunda dökmeye hazır olmazlar, zalime karşı sesleri çıkmaz, tağutlara karşı direnişe yanaşmazlar.

Ezadarlık ve matem meclisleri sürdürülmelidir, her yıl bir öncekinden daha görkemli ve daha yaygın şekilde düzenlenmelidir. Ama ezadarlık, Zeynebi hürriyeti/Azadlığı gölgede bırakmamalıdır.

Tağuti rejimlerin yaptıkları zülüm, yaygınlaştırdıkları ahlaki fesad, hakim kıldıkları ekonomik sömürü, dini hükümleri ayaklar altına almaları karşısında sessiz kalınmamalıdır.

İmam Hüseyn’e (a.s) göz yaşı dökülmelidir, bu gözyaşları sel olup tağuti rejimleri boğmalıdır, bu göz yaşları okyanus olup kurtuluş gemisini harekete geçirmelidir.

Aşura ve Erbain merasimleri, yürüyüşleri İslam düşmanlarının kalbine korku salmalıdır.

Emperyalistler ve içimizdeki uzantıları tağuti rejimlere bir sorun oluşturmayacak, onlara karşı mücadele etmeyecek ılımlı bir Şiilik oluşturma peşindeler işte bu İngiliz Şiiliğidir.
Son zamanlarda, yıllar önce senaryosunu yazdıkları oyunu sahneliyorlar; medya ve kapı kulu alimler aracılığıyla İngiliz Şiiliğini yaygınlaştırıyorlar.

İmam Humeyni (r.a) buyurduğu gibi, “Öz Muhammedi İslam’ın karşısına Amerikan İslam’ını çıkardılar”. Şimdi de Ali Şiiliğinin karşısında İngiliz Şiiliği piyasaya sürülüyor, hem de Hüseyin adıyla, Kerbela adıyla, Aşura adıyla.

Ümmet arasında “Öz Muhammedi İslam’ın” karşısına Amerikan İslam’ını yayan Vahabilik, tekfircilik ve radikalizmini çıkaranlar, Ali Şiiliğinin karşısında da İngiliz Şiiliğini yayan Gulatları çıkarmaya çalışıyorlar.

Kerbela ve Aşura insanları tağutlara karşı dik duruşa, zülme karşı uyanışa ve direnişe sevketmiyorsa bu İngiliz Şiiliğidir.

Filistin’in mazlum halkının yanında yer alıp Siyonistlere karşı mücadele edecekleri yerde Irak ve Suriye’de terör yapanlar, baş kesenler, müslümanların namuslarını ayaklar altına alanlar Amerikan İslam’ına hizmet ediyorlar. Amerikan İslam’ına hizmet edenler sadece Şiilere değil Sünnilere ve topyekun İslam’a darbe vurmaktadırlar.

Tağuti rejimlerin zülümlerine karşı direniş gösterecekleri yerde müslüman kardeşlerine hakaret ve saldırıda bulunan Gulatlar, İngiliz Şiiliğine hizmet etmektedirler. İngiliz Şiiliğine hizmet eden bu gafiller sadece Sünnilere değil, Şiilere, Şii dini mercilere de saldırarak İslam’a darbe vurmaktadırlar.

Peygamber varisi alimler, basiretli aydınlar ve İmam Hüseyin (a.s) aşığı müminler bu tehlikelere dikkat etmelidirler. Hüseyni kıyamdan düşmanı tanıma dersini iyi okumalıdırlar. Aziz İslam ümmetini bu gibi hilelerden ve oyunlardan haberdar etmelidirler.

Zamanın sahibi Hz.Mehdi’nin (a.s) hakikatleri ortaya çıkarıp adaleti hakim kılacağı günü hep birlikte görmek ümidiyle….

Sabahattin Türkyılmaz

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Tahran’ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na Suriye halkının kendi geleceğini kendisinin belirlemesi gerektiğini söyledi.
 

İrna haber ajansının haberine göre İran’a bir günlük resmi bir ziyaret gerçekleştiren Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İranlı yetkililerle ikili ilişkiler ve bölgesel konularda görüş alışverişinde bulundu.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, görüşme ile ilgili yaptığı açıklamasında Türkiye ile İran arasında tüm alanlarda geniş kapsamlı bir ilişki bulunduğunu belirterek ikili işbirliğinin sürmesinin bölgedeki güvenlik ve istikrara da katkı sağladığını söyledi.

Türkiye ile birçok konuda görüş birliği içinde olduklarını, bazı konularda görüş farklılıklarının olmasının da doğal olduğunu belirten Cevad Zarif, görüş farklılıklarının diyalog ve işbirliği ile ortadan kaldırılabileceğini söyledi ve “ortak düşman; bölgedeki aşırılıklar, terörizm ve taifeciliktir” dedi.

Türkiye ve İran arasındaki en önemli görüş ayrılıklarından birini oluşturan Suriye konusuna da değinen Zarif, “Suriye halkı yabancı herhangi bir ülkenin müdahalesi olmadan kendi kaderi konusunda kendisi karar vermelidir. İran İslam Cumhuriyeti bu konudaki bakış açısını 4 maddelik çözüm planı ile ortaya koymuştur” dedi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da IŞİD’in tüm bölge için bir tehdit olduğu belirterek Türkiye ve İran’ın teröre karşı işbirliği içinde olduğunu vurguladı.

 Ajanslar

 

 

Cuma, 19 Aralık 2014 00:00

İran’dan düşmanlarına uyarı

İran İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu İkinci Komutanı General Hüseyin Selami, düşmanları, İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik olası girişimleri konusunda uyardı.

 Selami, Bugün İran’ın Batısında yer alan Senendeç’te üniversite ve dini medreselerin birliği yıldönümü münasebetiyle düzenlenen bir merasimde yaptığı açıklamada, İran’ın füze yapımında dünyanın üstün ülkelerinden biri sayıldığını ifade ederek, sesten hızlı füzelerle, düşmanların uçak gemilerini vurmanın çok kolay olduğunu belirtti.

 Bütün yaptırımlar ve ekonomik baskılara rağmen İslami İran’ın İslam mektebi ve maneviyat sayesinde üniversite ve havza ortamında muhtelif bilimsel alanlarda önemli ilerleme ve başarılara imza attığını söyleyen İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu İkinci Komutanı General Hüseyin Selami, bugün Müslümanların İslam İnkılabı’ndan esinlenerek, Batı’nın sömürgeci politikaları karşısında durduğunu belirtti.

 General Selami Senendeç’te muhabirlere verdiği demecinde de Irak ve Suriye ordu ve halk birliklerinin IŞİD’le mücadelesine değinerek, birkaç ay zarfında, bu ülkelerde IŞİD’in işinin bitirileceğini belirtti.

 

 

irib
 

YORUMLAR
 
YORUM YAPMAYA NE DERSİNİZ
Name (required)

Mail (will not be published) (required)

Website

 

 

Çarşamba, 17 Aralık 2014 00:00

Çavuşoğlu Tahran’da

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu resmi ziyaret için Tahran’a geldi.


Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu İranlı mevkidaşı Muhammed Cevad Zarif’in daveti üzerine 17 Aralık Çarşamba günü İran’a resmi bir ziyaret gerçekleştirecek.

Çavuşoğlu’nun İran ziyareti sırasında dışişleri bakanı Zarif’in yanısıra diğer İranlı yetkililerle de görüşmesi bekleniyor.

Çavuşoğlu İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif ile görüşecek ardından cumhurbaşkanı Ruhani tarafından kabul edilecek. Çavuşoğlu İran temaslarında, İran  meclis başkanı Ali Laricani ve İran cumhurbaşkanı birinci yardımcısı İshak Cihangiri ile de görüşecek.

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bu ziyareti dışişleri bakanlığına geldiğinden bu yana İran’a düzenleyeceği ilk resmi ziyareti olması nedeni ile

Zarif ve Çavuşoğlu bir araya geldiler
İran ve Türkiye Dışişleri Bakanları Muhammed Cevad Zarif ve Mevlüt Çavuşoğlu ikili görüşmelerinin ardından ortak basın toplantısı düzenlediler.


 Çavuşoğlu İranlı gazetecilerle bir araya geldi

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği’nde İranlı basın yayın mensupları ile bir araya geldi.
Meher Haber Ajansı muhabirinin haberine göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ile gerçekleştirdiği görüşmenin ve çalışma yemeğinin ardından Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği’nde İranlı basın yayın mensupları ile bir araya gelerek gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Çavuşoğlu bir gazetecinin, İran’da Türkiye’nin IŞİD’i desteklediğine dair söylentiler var bu doğru mu? Sorusunu, “Hayır böyle bir şey söz konusu bile değildir 2013 yılında bir çok ülke IŞİD’in adını bile duymamış iken Türkiye IŞİD’i terör örgütleri listesine aldı  ve bu örgüte değişik yollardan gönderilmek istenen mali ve askeri kaynakların kanallarını ortaya çıkararak çökertti, zaten şimdi de IŞİD’in elinde olan silahların büyük bir çoğunluğu Rus yapımı silahlardan oluşmakta ve bir kısmı ise bu terör örgütünün yendiği Suriye Ordu birliklerinden ele geçirdiği silahlardır” diye yanıtladı.

Mevlüt Çavuşoğlu Türkiye gerçekten IŞİD ve ya diğer terör örgütlerinde petröl alıyor mu sorusuna  ise, “Hayır bu da gerçek dışı bir söylemdir çünkü geçen sene içerisinde çok miktarda kaçak petröl ve akaryakıt ele geçirdik ve hatta Irak ve Suriye sınır bölgelerinde kaçak ve yasa dışı olarak döşenmiş petröl boruları bile güvenlik güçlerince ortaya çıkarılarak imha edildi”dedi.

Türkiye Dışişleri Bakanı yakın bir gelecekte İran’la olan ticaret hacmini 30 milyar Dolar’a çıkarmak istediklerini belirterek, İran Dışişleri Bakanı Zarif ile yaptığı görüşmede bu konuya vurgu yapıldığını söyledi.

Ayrıca çavuşoğlu bir gazetecinin 14 Aralık tutuklamalarını hatırlatarak Avrupa Birliği’nin bu konuda tepkisi olduğunu ve bunun Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerini sahteye uğratabileceği ile ilgili sorusu üzerine, “Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin 60 yıldan daha çok geçmişi var ve böylesi yargıyı ilgilendiren bir konunun bu stratejik ilişkiyi zedeleye bileceğini düşünmüyorum, ama bazı acele ile yapılan açıklamalar hiç hoş olmaya biliyor ve gerçeği yansıtmaya biliyor” diye cevapladı.

Çavuşoğlu’nun İranlı gazetecilerle düzenlediği oturumda Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Hakan Tekin de hazır bulundu.

 Cumhurbaşkanı Ruhani Suriye Başbakanı el Halki’yi kabul etti.
 Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran’da temaslarda bulunan Suriye Başbakanı Vail el Halki Salı akşamı bir araya gelerek ikili ilişkiler ve bölgesel konuları ele aldılar.

Bu görüşmede Ruhani Suriye halkı ve ordusunun 4 dört yıla yakın bir süre mükemmel bir şekilde tüm ihanet ve komplolara karşı koyduklarını belirterek, “Bugün artık tüm dünya Suriye halkı ve ordusunun teröristlere ve dış komplolara karşı savaş verdiğini” anlamıştır dedi.

Cumhurbaşkanı Suriye krizinin sadece siyasi diyalog ve müzakere ile bir çözüme kavuşabileceğini ve İran halkı ve hükümetinin gönlünün güvenlik ve istikrarın bir an önce Suriye’ye geri dönmesinden ve bu vesile ile de Suriyeli mültecilerin kendi vatan ve evlerine dönmekten yana olduğunu belirtti.

Hasan Ruhani el Halki’nin bu ziyaretini iki ülke ilişkilerini daha da ileriye taşımak için bir fırsat olduğunu ve ikili ve özellikle de ekonomik alandaki ilişkilerin daha da geliştirilmesini istedi.

Suriye Başbakanı ise Ruhani ile yaptığı görüşmede Suriye Başkanı Beşşar Esed’in en içten selamlarını İnkılap Rehberi, Cumhurbaşkanı ve İran halkına ileterek, “Suriye halkı ve hükümeti Suriye’nin bu zor ve cetin geçen dört yıl boyunca İran’ın onların yanında olduğu ve bir çok yardımda bulunduğu için İran halkı ve hükümetine minnetdardır”  diye konuştu.

El Halki ayrıca Suriye’nin Birleşmiş Milletler ve ya Rusya’nın diplomatic diyalog üzerine kurulu olan çözüm planlarını incelemeye hazır olduğunu belirtti.