
کارگر
Türkiye model olabilir mi? (2)
Komşularımızla olan ilişkimiz ulus devlet ilişkisini aşabilmiş değil.
Bu model bizi kaçınılmaz olarak onlarla çatışmaya sürükler, çünkü onlardan veya bizden kaynaklanan sebeplerle olsun, ulusların tabiatında çıkarları itibarıyla birbirleriyle çatışma potansiyeli yatmaktadır. Her ulus kendi çıkarını korumak, komşularının ve rakiplerinin aleyhine olmak üzere genişlemek ister. Her ulusun bir “büyüme, büyük olma ideali” vardır: Büyük Türkiye gibi, Büyük Arnavutluk, Büyük Ermenistan vs. Büyüklük, genişleme ve ulusal çıkar sürgit çatışma demektir. Ulusal temelde belirlenmiş bir politika tabiatı gereği ahlaki olanla sorunlu ilişkiler yaşar; politika yürütücüleri toplumlar arası adaleti, vicdani karar süreçlerini tesis etmeyi arzu etseler bile bunu başaramazlar. Silah üretimine göre kurulmuş bir fabrikadan ekmek üretilemez.
Hâlbuki modernitenin içine girdiği krizde üretim yapısı ve ulus devletlerin bünyevi değişim geçirmesine paralel politik kültür de değişiyor. Yeni dönemde belki ulus devletler tamamen ortadan kalkmayacak; fakat klasik manadaki misyonları zayıflayacak, üzerinde çokça titredikleri egemenliğin önemli bir bölümünü devretmek zorunda kalacaklardır. Karşılıklı bağımlılık ortak sorunlar karşısında ortak sorumlulukları ve işbirliğini gerektiriyor. Bizi bekleyen süreçte giderek güçlenen yerel yönetimlere, bölgesel entegrasyonlara ve diyalog çalışmalarına şahit olacağız. Bu aşamadan sonra mezhep, ırk, etnisite/kavim veya coğrafî bölge temelinde bir ulus devletin yaşama şansı şüphelidir. Yeni kurulacak bir Kürt veya Filistin devletinin yaşama şansı zayıf olduğu gibi Türkiye, İran, Mısır, Suriye veya başka devletin de kendi başına ayakta kalma şansı giderek zayıflamaktadır. Hepsinin bir araya gelip ortak olabileceği yeni bir model arayışı bize kendini empoze etmektedir. Sorun, Türkiye’nin hangi bölgesel havzadan yana tercihini kullanacağı noktasında düğümlenmektedir. Mevcut durumda Türkiye sadece siyasî ideolojisi ve sosyo-ekonomik tercihleri itibarıyla değil, “Batı eksenli” takip etmeye zorlandığı dış politikasıyla da Batı’ya bağlı ve bağımlıdır. Suriye krizinde Başbakan’ın açıkça “Burası bir NATO toprağıdır” demesi acı bir hakikatin itirafıydı. Ortalama insanlar şunu sorar: Burası bir NATO toprağı ise Kurtuluş Savaşı’nda biz neden İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılara karşı savaştık?
Deneysel olarak gözlendiği üzere Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişmesi ile Batı’yla olan organik ilişkileri arasında ters orantı söz konusudur: Ülke son 10 senede AB’yi bir miktar rölantiye aldığı –almak zorunda bırakıldığı- için yüksek bir sosyo-ekonomik performans gösterdi. Hiç kuşkusuz siyasî ve hukukî reformların bir bölümü önemlidir ve AB üyelik süreci bunları sağlamaktadır. Ancak AB’nin reformlarını paket olarak aldığımızda toplumsal yapının nasıl çözüldüğünü de bugün acı bir biçimde yaşıyoruz. Elimizde toplum, aile, ahlakî yüksek değerler kalmıyorsa, kazandıklarımızın ne önemi var?
Türkiye Suriye, İran, Irak ve diğer bölge ülkeleriyle yapısal ilişkilere girme eğilimi gösterip bunun bölgesel bir entegrasyona dönüşme istidadı gösterdiğinin işaretlerini vermeye başlayınca, Batı alelacele NATO üyeliğini ve AB üyelik sürecini hatırlattı; el çabukluğu ile radar sistemini ve patriot füzelerini getirip dikti. Bu çerçevede tarihin tozlu raflarından Osmanlı-Safevi savaş dosyasının indirilmesi, İran’ın ne kadar güvenilmez bir ülke olduğunun, teröre destek verdiğinin, nükleer programının hepimizi tehdit ettiğinin; Maliki’nin Irak’ta nasıl acımasız bir “Şii diktatörlük kurma”ya çalıştığının; Suriye’de halkını ezen bir despotun bulunduğunun; Lübnan’da İsrail’e kök söktüren Hizbullah’ın esasında bir “Şii partizan” olduğunun bir bir anlatılması hayli manidardı. İki sene önce bunları bilmi
Ali Bulaçm Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
İmam Zeynelabidin’in Haklar (Hukuk) Risalesi
Her kim burada açıklanacak olan 50 hakka riayet ederse dünya ve ahretinin kesinlikle garanti altına alınacağını bilmelidir. Sözler Vahiy evi olan Ehlibeyt imamlarından dördüncüsü İmam Hüseyin’in oğlu, İmam Zeynelabidin’e (aleyhi selam) aittir. Bu haklar ezberlenerek mutlaka hayata geçirilmelidir:
Allah hakkı, Nefsinin üzerindeki hakkı, Dilinin hakkı, Kulağının hakkı, Gözünün hakkı, Ayaklarının Hakkı, Ellerinin Hakkı, Midenin Hakkı, Cinsel organının hakkı, Namazın Hakkı, Orucun Hakkı, Sadakanın Hakkı, Kurbanın Hakkı, Seni Yönetenin Hakkı, Nikâhla Sahip Olduğunun Hakkı, Annenin Hakkı, Babanın Hakkı, Çocuğunun Hakkı, Kardeşinin Hakkı, Sana İyilikte Bulunanın Üzerindeki Hakkı, Arkadaşının Hakkı, Komşunun Hakkı, Ortağının Hakkı, Mal/Mülkün Hakkı, Alacaklının Hakkı, Büyüğün Hakkı, Küçüğün Hakkı…
İmam Zeynelabidin’in Haklar (Hukuk) Risalesi
Bil ki - Allah sana rahmet etsin- yaptığın tüm hareketlerde, durduğundaki sükûnetinde, kat ettiğin her merhalede ya da hareket ettirdiğin her uzvunda veya kullandığın her eşyada Allah’ın seni kuşatan üzerindeki hakları var. Bu hakların bazıları diğerlerinden daha büyüktür. Allah (c.c)’ın üzerindeki en büyük hakkı: Allah (c.c)’ın haklarından zatına karşı seni sorumlu tuttuğu haklardır. Tüm hakların temelinde bu haklar vardır. Hakların tümü bunlardan(Allah c.c’ın hakları) dallanır. Allah (c.c) tependen tırnağa tüm farklı organlarınla alakalı senin için üzerine sorumluluklar yüklemiştir.
- Allah (c.c) gözün için üzerinde hak yaratmıştır.
- Allah (c.c) kulağın için üzerinde hak yaratmıştır.
- Allah (c.c) dilin için üzerinde hak yaratmıştır.
- Allah (c.c) ellerin için üzerinde hak yaratmıştır.
- Allah (c.c) ayakların için üzerinde hak yaratmıştır.
- Allah (c.c) miden için üzerinde hak yaratmıştır.
- Allah (c.c) cinsel uzvun için üzerinde hak yaratmıştır. Fiiller bu yedi uzuv ile olmaktadır.
Daha sonra Allah (c.c) üzerinde fiillerin ile alakalı haklar yaratmıştır.
- Namazın için üzerinde hak yaratmıştır.
- Orucun için üzerinde hak yaratmıştır.
- Sadakan (infak) için üzerinde hak yaratmıştır.
- Kurbanın için üzerinde hak yaratmıştır.
Fiillerin içinde üzerinde haklar vardır. Daha sonra haklar, senden üzerine hakların vacip olduğu bir başkasına intikal eder. Yöneticilerin üzerine haklar yükler. Allah (c.c) kendilerinden sorumlu oldukların ve akrabaların için üzerine haklar yükler. Bu haklardan da yeni birtakım haklar dallanmaktadır. Allah (c.c)’ın yöneticilerin hakkında seni sorumlu tuttuğu haklar üç tanedir. ”
Seni yönetenin hakkı, ilimde yönlendirenin hakkı ardından da efendinin ve tüm liderlerin hakları vardır. Allah (c.c)’ın seni sorumlu tuttuğu, kendilerinden sorumlu olduklarının hakları üç tanedir: Güç ve otoriten ile sorumlu olduklarının hakları, ilmin ile sorumlu olduklarının hakları - Cahil âlimin tabasıdır -, eşlerin ve cariyelerinden sahip olduklarının hakları. Akrabalarının yakınlık derecesine bağlı olarak değişen birçok hakları vardır. Allah (c.c) bu haklardan annenin sonra babanın, evladının, kardeşinin, ardından en yakınından en uzak akrabana kadar her kişinin haklarından seni sorumlu tutmuştur. Bu haklar: Sana ihsanda bulunan velinin hakkı, ikram eden efendinin (sahibinin) hakkı, iyilik edenin hakkı, namaza çağıranın (müezzin) hakkı, namazda sana imamlık edenin hakkı, sohbet arkadaşının hakkı, komşunun hakkı, dostunun hakkı, ortağının hakkı, malının hakkı, sana borç verip de isteyenin hakkı, içli dışlı olduğun yakınının hakkı, seni dava edenin hakkı, senin dava ettiğin kişinin hakkı, seninle istişare edenin hakkı, sana öğüt verenin hakkı, senden nasihat isteyen kişinin hakkı, sana nasihat edenin hakkı, senden büyük olanın hakkı, senden küçük olanın hakkı, senden bir şey isteyenin hakkı, senin kendisinden bir şeyler istediğin kişinin hakkı, sana söz veya fiili ile kast ederek ve ya etmeyerek kötülük ya da iyilik yapan kişinin hakkı, toplumun genelinin hakkı, zimmet ehlinin hakkı daha sonrada tüm durumların sebepleri ve bu sebeplerin farklılaşması oranında cereyan eden haklardır. Sorumlu tuttuğu kişilerin görevlerini yerine getirmede Allah (c.c)’ın yardımcı olduğu kişilere müjdeler olsun. Allah onu muvaffak kılmış ve haklarını eda etmesini sağlamıştır.
1- Allah (c.c)’ın en büyük hakkı: O’na şirk koşmaksızın ibadet etmendir. Eğer sen tüm samimiyetin ile bunu yerine getirir isen Allah (c.c) dünya ve ahiret işlerinde sana yeter ve bunlardan hoşuna gidenleri senin için muhafaza eder.
2- Nefsinin üzerindeki hakkı: Tüm benliğin ile Allah (c.c)’a itaatte bulunarak ve O’na sığınarak dilinin, kulağının, gözünün, elinin, ayağının, midenin, cinsel organını hakkını eda etmendir.
3- Dilinin hakkı: Onu müstehcen şeylerden koruman ve hayra alıştırmandır. Onun edepli olmasını sağlaman, din ve dünya için gerektiği ve faydalı ortamlar dışında kullanmamam, onu az bir kazanım ile zararından emin olunmayan faydasız, çirkin ve boş sözlerden uzak tutmandır. Kişinin akli olgunluk ziyneti ile olan örnek hayatı, dilinin güzelliğinden kaynaklanır. Azim ve Yüce olan Allah (c.c)’tan başka güç yoktur.
4- Kulağının hakkı: Kalbinde hayrı oluşturan ve ya üstün bir ahlak kazandıran güzelliklere kapı aralamadığı sürece kulağını kalbine giden yoldan uzak tutmandır. İşitmek: Kalbe giden, içerisinde hayır ve şerrin olduğu manalar barındıran sözün (kelamın) kapısıdır. Allah (c.c)’tan başka güç yoktur.
5- Gözünün hakkı: Sana helal olmayanlardan onu sakınman, kendisi ile bakışını kuvvetlendirecek bir ibret veya faydalanacak bir bilgi edinilecek konumlar dışında onu korumaya gayret göstermendir. Nitekim göz: Saygınlık ve itibar kapısıdır.
6- Ayaklarının Hakkı: Onlar ile sana helal olmayan şeylere yürümemen; sahibine hiçbir faydası olmayan gereksiz yollarda onu kendine binek edinmemendir. Ayakların seni taşıyan, din yoluna seni ileten kazancın/ödülündür. Allah (c.c)’tan başka güç yoktur.
7- Ellerinin Hakkı: Sana helal olmayan, uzattığında Allah (c.c)’dan ahirette karşılığını (cezanı) göreceğin; dünyada ise insanlardan kınayan bir dil ile karşılık bulacağın şeylere uzatmamandır. Allah (c.c)’in üzerine farz kıldıklarında cimrilik etmemendir. Nitekim sen onu helal olmayanlara karşı tutarak ve üzerine gerekli olmamasına rağmen elinin açık olması ile ona vakar ve izzet kazandırır. Eğer ellerin (alıp/vermende) olgunlaşır ve dünyada iken şeref kazanırsa ahirette onun için güzel bir karşılık gerekli olur.
8- Midenin Hakkı: Onu haramdan az veya çok hiçbir şeye mekân kılmaman, helalde ölçülü olman, onu bedenini güçlendirme sınırlarından çıkartıp zevkûsefa ve atalet sınırlarına sokmamandır. Ona açlık ve susuzlukta sahip olmandır. Sonuna kadar dolduran tıka basa yemek, tembellik, alıkoymak ve tüm yüce ve güzelliklerden bağını koparmaktır. Sahibini sarhoşluk seviyesine ulaştıracak derecesine su içmek, bayağılık, cahillik ve yüceliği gidermektir.
9- Cinsel organının hakkı: Sana helal olmayanlardan onu koruman ve gözünü sakınma fiilini bunu dayanak yapmandır. Nitekim gözün sakınması en büyük yardımcıdır. Ölümü çokça hatırlaman, Allah (c.c) ile nefsini tehdit etmen ve heybeti karşısında nefsini korkutman namusunu korumana yardımcı olur. Muhafaza ve destek Allah (c.c)’dandır. Ondan başka güç ve kuvvet yoktur.
(İBADET İÇERİKLİ) FİİLLERİN HAKLARI:
10- Namazın Hakkı: Senin onu Allah (c.c)’a giden bir yol olduğunu ve namaz ile Allah (c.c)’ın huzurunda durduğunu bilmendir. Eğer namazı bu haliyle tanır ve bilirsen sana yaraşan: Boyun eğen, istekli, ürperen, korkan, umut besleyen, yoksun, yalvaran, huzurunda sükûnet ve tevazu ile durulanı yücelten, tüm uzuvlarıyla huşu içerisinde olan, yumuşak huylu, sinesinde Allah (c.c)’a en iyi şekilde yönelen olmandır. Seni kuşatan hataların ve seni yok etmeye çalışan günahlarından kurtulmayı Allah (c.c)’dan talep etmendir. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
11- Orucun Hakkı: Oruç, Allah (c.c)’ın diline, kulağına, gözüne, cinsel organına ve midene koyduğu seni ateşten korumak için olan örtüdür. Hadis-i Şerif’te bu şekilde geçmektedir: “Oruç ateşten koruyandır.” Eğer tüm hücrelerin orucun örtüsünde sükûnet bulursa umulur ki sen bu örtüye bürülü korunmuş olanlardan olursun. Yok, eğer sen bu örtü içerisinde sağa/sola gider ve de onu bazı uçlarından kaldırmaya kalkar Allah (c.c)’ın takva sınırları dışında şehvet ve güce seni çağıran helal olmayan şeylere bakarsan bu örtüyü parçalamak ve içerisinden çıkmaktan emin olamazsın. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
12- Sadakanın Hakkı: Onun Allah (c.c) katında ki hazinen ve şahide ihtiyacı olmayan emanetin olduğunu bilmendir(Sadakanın, alıcının eline ulaşmadan önce Allah (c.c)’ın haberdar olması ile alakalı geçen haberden dolayı Kıyamet gününde şahitliğe ihtiyacı yoktur). Eğer bu şekilde bilirsen Allah (c.c)’a vereceğin emaneti açıkta vermektense gizli bir şekilde vermen senin için daha güvenilir ve uygundur. Sana yakışan açıktan yaptığın bir iyiliği gizli bir şekilde yapmandır. Her halükarda sadakandaki bu iyilik senin ile Allah (c.c) arasında gizli kalır.Sadakandan Allah (c.c) katında emanet bıraktıklarının üzerine, görme ve duyma şeklindeki şahitlik ile açığa vurman gerekmiyor. Sanki şahitler ile açıktan verdiğin emanet Allah (c.c)’ın karşılığını vereceği gizliden verdiğin emanetinden daha güvenlidir. Daha sonra verdiğin sadakada hiç kimseye minnet etme. Çünkü onun sevabı nihayetinde sana dönecektir. Eğer minnet edersen Allah (c.c.)’ın seni minnet ettiğin kişinin konumuna düşürmeyeceğinden emin olamazsın. Çünkü sen bu konumda olmayı arzulamış olsaydın bu nedenden dolayı başkasına minnet etmezdin. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
13- Kurbanın Hakkı: Kurbanı sadece Allah (c.c) için sunman, O’nun rahmetini ve kurbanını kabul etmesini arzulamandır. Allah (c.c)’dan başkalarından bir beklentin olmasın! Eğer bu şekilde bir kurban sunarsan o zaman isteksiz/zoraki ve içten olmayan biri değil aksine kurbanını sadece ve sadece Allah (c.c) sunmuş biri olursun. Bil ki Allah (c.c) yarattıklarına zor değil kolayı arzuladığı gibi kendisine çetin olanlarla değil kolay olanlarla yönelmemizi ister. Bu şekilde alçak gönüllü olman, kibirli/kendini beğenmiş olmandan daha uygundur. Çünkü isteksiz ve zoraki tavırlar, kendini beğenmiş/kibirli insanların özelliğindendir. Alçak gönüllülük ve mütevazilikte isteksizlik ve mecburilik yoktur. Nitekim bu ikisi insanın tabiatında bulunan fıtri özelliklerdendir. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
YÖNETİCİLERİN HAKLARI:
14 - Seni Yönetenin Hakkı: Onun için bir imtihan sebebi olarak yaratıldığını ve onun Allah (c.c)’ın senden üstün kıldığı güç ve otorite ile seninle imtihan olduğunu bilmendir. Ona nasihatte özverili olman; onunla zıtlaşmaman (tartışmaman ve muhalif olmaman ) üzerindeki onun haklarıdır. Allah (c.c) onu senden üstün kılmıştır. Onun haklarına dikkat et! Yoksa yaptıkların senin ve onun yok olmasına neden olur. Rızasını kazanmak için ona karşı alçak gönüllü ve yumuşak davran ki oda senden elini çeksin ve dinine zarar vermesin. Ona karşı sorumluluklarında Allah (c.c)’tan yardım iste. Ona karşı gururlu davranma (şeref ve üstülükte karşı çıkma, inat etme). Eğer böyle yaparsan ona isyan etmiş, kendine kötülük yapmış ve onu yıkıma sürüklemiş olursun. Seni yönetmesi konusunda ona yardımcı olman ve sana verilenler ile ona ortak olman gerekir. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
15- İlimle Seni Yönlendirenin Hakkı: Onu yüceltmen, meclisine (ders halkası) saygı göstermen, iyi bir şekilde dinlemen, içtenlikle ona yönelmen gerekir. Aklını onun için (seni meşgul edecek şeylerden) boşaltman, anlayışını hazır hale getirmen, kalbini temizlemen, gözlerini hoşa gidenleri terk ve şehevi şeyleri azaltarak keskinleştirmen ile senin için kesinlikle gerekli olan bilgileri alma konusunda ona yardımcı olman Âlimin senin üzerindeki haklarındandır. Sana öğrettiklerinde bilgisi olmayanlardan biri ile karşılaştığında onun elçisi olduğunu hatırlaman ve en iyi şekilde o kişiye mesajını iletmen gerektiğini bilmen gerekir. Âlime ihanet etmemen ve eğer onun görevini üstlenirsen bu sorumluluğu yerine getirmen âlimin üzerindeki haklarındandır. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
16- Efendinin Üzerindeki Hakları: Onun hakları seni yönetenin hakları gibidir. Ancak efendin yöneticinin sahip olmadıklarına sahiptir. İrili ufaklı Allah (c.c)’a karşı yapılması gereken haklarından seni uzaklaştırması haricinde her şeyde ona itaat etmen gerekir. Kulların hakkı da senin ve onun hakkı arasına girer. Allah (c.c)’a karşı sorumluluklarını yerine getirdikten sonra efendine dön ve onun istekleriyle meşgul ol. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
17- Güç ve Otorite İle Yönettiklerinin Hakları: Senin onları üzerlerindeki üstünlüğün ile yönettiğini, onları yönetilen konuma sokanın zayıflık ve acziyetlerinin olduğunu bilmen gerekir. Allah (c.c) onları sana yönetilen kıldı, hükmünü uygulanır yaptı. Seni kendisi ile zayıflığını ve acziyetini giderdiğin kişilerin sana herhangi bir izzet ve kuvvet ile karşı gelmemeleri, büyüklüğün nedeni Allah (c.c)’dan başka hiç kimseden yardım isteyememeleri karşısında, seninde onlara merhamet, korumak, vakar ve hoşgörü ile davranman daha evladır. Sana kendisi ile boyun eğdirdiğin bu güç ve kuvvet üstünlüğünden verdiklerini bilirsen o halde şükretmen daha evladır. Kim ki Allah (c.c)’ şükreder ise Allah (c.c) ona verdiklerini kat kat çoğaltır.
18- İlim İle Yönlendirdiklerinin Hakları: Allah (c.c)’ın sana ilimden verdikleri ile onlara hizmetkâr kıldığını, seni hikmet (bilgelik) makamlarından görevlendirdiğini bilmendir. Eğer Allah (c.c)’ın seni görevlendirdiklerinde başarılı olur, onlar için (hayırları) depolayan şefkatli bir dost, Allah (c.c) için kullarına nasihat eden ve ihtiyaç hissedildiğini gördüğünde elindeki mallardan çıkartıp veren karşılığını sadece Allah (c.c)’dan bekleyen sabırlı bir kul olursun o zaman sen iyi bir mürşit (yol gösteren), güvenilir bir umut kapısı (o kişinin hizmetkârı ve kendisinden ümit beklenilen yardımcı) olursun. Eğer de böyle yapmaz isen Allah (c.c)’a karşı hain, yarattıklarına karşı zalim olursun.
19- Nikâhla Sahip Olduğunun Hakkı: Allah (c.c)’ın, eşini sükûnet, rahatlık, sevecen ve koruyucu kıldığını bilmendir. Her ikinizin de eşinden dolayı Allah (c.c)’a şükretmesi, eşinin kendisine Allah (c.c)’dan bir nimet olarak verildiğini bilmesi, Allah (c.c.)’ın bu nimeti (eş) ile iyi geçinmesi, ikramda bulunması ve ona merhamet etmesi gerekir. Eğer senin onun üzerindeki hakların daha kapsamlı/zor ve de günah olmaksızın hoşlandığı ya da hoşlanmadığı noktalarda sana itaat etmesi gerekiyorsa (buna mukabil) olarak eşinin hakları ona karşı merhametli ve iyi davranılmasıdır. Eşteki sükûnet hali karşılanılması gerekli olan cinsel ihtiyacın giderilmesidir. Bu ise büyük bir iştir. Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
20- Sağ Elinin Sahip Olduğu (cariyen, hizmetçin) Kişinin Hakkı: Allah (c.c)’ın onu et ve kanından seni yarattığı gibi yarattığını bilmendir. Sen sadece ona sahipsin. Onu Allah (c.c) olmaksızın sen yaratmadın! Onun duymasını ve görmesini de sen yaratmadın! Onun rızkını da sen vermiyorsun! Fakat Allah (c.c) hizmetine sunduğu bu nimeti ile ihtiyacını giderdi; seni onun üzerine güvenilir kıldı, onu koruyasın ve onun ile iyi anlaşasın diye senin yanına emanet olarak bıraktı. Bu şekilde yediğinden yedirmen, giydiğinden giydirmen ve gücünün yetmediği şeylerde onu sorumlu tutmaman gerekir. Eğer onda hoşlanmadığın bir şey görürsen Allah (c.c)’a yönel ve onun bu halini değiştir; Allah (c.c)’ın kuluna zulmetme! Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
AKRABA HAKLARI
21- Annenin Hakkı: Annenin seni kimsenin bir başkasını taşıyamayacağı bir şekilde taşıdığını ve hiç kimsenin bir başkasını doyuramayacağı kalbinin meyveleri ile seni beslediğini bilmendir. Kuşkusuz o seni kulağı, gözü, eli, ayağı, saçı, teni ve de tüm uzuvları ile korur; bundan dolayı da neşeli ve mutlu olur. Ta ki Allah (c.c) kudret eli ile seni ondan ayırıp gün yüzüne çıkartana kadar hamilelikte zorluklarına, açılarına, ağırlığına ve sıkıntılarına sağlığının bozulma tehlikesine rağmen tahammül etti. O seni yeryüzüne çıkartan, aç kalırken seni emziren, çıplakken seni giydiren, susuzken susuzluğunu gideren, ter kan içerisinde sana gölgelik olan, senin için üzüntüsü ile feryadı figan eden ve uykusuzca geceleyerek seni uyku ile dinlendirendir. Annenin karnı senin için bir mekân, kucağı sığınak, göğüsleri pınar, vücudu bir barınaktır. Annen senin için dünyanın zorluklarına karşı (sıcağına) sana zarar gelmesin diye (serinliği için) göğüs gerer. Allah (c.c)’ın yardımı ve rızası olmaksızın güç yetirilemeyecek bu zorluklara katlanması karşısında annene şükranlarını sun.
22- Babanın Hakkı: Bil ki o asıldır; sen onun bir dalısın! O olmasaydı sen olmazdın! Kendinde hoşuna giden her ne görürsen bil ki üzerindeki bu nimetin aslı babandır! Allah (c.c)’a hamt et! Bundan kolayı şükret! Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
23- Çocuğunun Hakkı: Bil ki o, sendendir! Ve o hayrı ve şerri ile dünyada iken sana tabidir. Sen onun güzel bir şekilde eğitiminden, rabbine onu yönlendirmenden ve sana karşı itaatkâr olması için ona yardım etmeden sorumlusun. Bunlara göre sevap alır ve cezalandırılırsın. Dünyada iken onun ile alakalı iyi bir eserin ortaya çıkarılması için dengeli bir şekilde davran. Çocuğun iyi bir eğitimi için senin ile onun arandaki mazeretin rabbine olsun. Yaptıklarının karşılığını Allah (c.c)’dan bekle!
24- Kardeşinin Hakkı: Bil ki o, senin uzattığın elin, sırtını dayadığın dayanağın, güvendiğin şeref ve izzetin, kendisinden güç aldığındır. Onu Allah (c.c)’a karşı işlenecek günahlarda kendine silah edinme. Allah (c.c)’ın hakkı ile zulüm için onu kendine dayanak etme. Kendine kötülüğü dokunduğunda onu bundan kurtarmak için, düşmanına karşı destek için, şeytanları ile arasında engel olmak için yardımını ondan esirgeme! Nasihatinden mahrum etme, onun için Allah (c.c)’a yönel. Eğer tüm bunlardan sonra rabbinin yolunu tutar, Allah (c.c)’a iyi bir şekilde yönelirse bu onun için en hayırlı yoldur. Eğerde bunu yapmaz ise o halde sen Allah (c.c)’a yönel; Allah (c.c) senin için ondan daha lütufkârdır.
25- Velayetini Elinde Bulunduran Ve Sana İkramda Bulunan Efendinin Hakları: Senin için malını harcadığını, köleliğin zillet ve korkusundan hürriyetin izzet ve muhabbetine seni çıkartıp kurtardığını, mülkiyet esaretten kurtarıp özgürlüğünü sağladığını, üzerindeki kulluk zincirlerini kırdığını, izzetin ferah ortamını sağladığını, kahır (derin üzüntü) zindanından seni çıkartıp zorlukları senden defettiğini bilmendir. Sana karşı insaflı ve adil davrandığını, dünyayı sana açıp istediğini yapabileceğin bir ortam sağladığını, esaretini giderip rabbine kulluk imkânı sunduğunu ve tüm bu yapılanlarla malının eksilmesine katlandığını bilmendir. Bil ki hayatın ve ölümün ardından akrabalarından sonra üzerinde hak sahibi olmaya en layık olan odur. Seni destekleme, imdadına yetişme ve Allah (c.c) katında sana yardımda bulunması noktasında en çok hak sahibi de odur. Sana ihtiyacın olduğunda yardımına koş kendini ona tercih etme.
26- Kendisinden İstifade Etmeye Devam Ettiğin Kölenin Hakkı: Allah (c.c)’ın seni onu koruyucu, yardımcı ve güvenilir bir kale ve onu sana rabbinle aranda vesile ve sebep kıldığını da bilmendir. Kölenin seni ateşten koruması ona yaraşandır. Bu şekilde ahirette ondan sana bir sevap vardır. Eğer akrabası yoksa dünyada malından onun için infak ettiklerin ve ter türlü ihtiyaçlarını gidermen karşılığında onun mirasından hak sahibi olursun.Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
27- Sana İyilikte Bulunanın Üzerindeki Hakkı: Ona teşekkür etmen, iyiliğini hatırlaman, onun hakkında övücü/güzel sözleri yayman ve Allah (c.c) ile aranda onun için yapacağın dualarında samimi olmandır. Bu şekilde yaparsan kuşkusuz sen gizlide ve açıkta ona şükranlarını sunmuş olursun. Eğer yaptığına bir fiille karşılık verme imkânı bulursan (hiç beklemeksizin) bunu yap. Böyle bir imkânın olmaz ise bunun için imkân kolla, araştır ve karşılığını verebilmek için kendinde fırsatlar oluşturmaya çalış.
28- Müezzinin Üzerindeki Hakkı: Onun sana Rabbini hatırlattığını, nasibine çağırdığını ve de Allah (c.c)’ın seni sorumlu tuttuğu farzı (namazı) eda etmen için en büyük yardımcın olduğunu bilmen ve ona bunlardan dolayı şükranlarını sunman gerekir. Sana iyilik yapan kişiye karşı nasıl teşekkür ediyorsan aynı şekilde ona da teşekkür etmen gerekir. Eğer sen evinde bundan dolayı kuşku içerisindeysen bil ki Allah (c.c) kendi işinde kuşku duymaz! Şüphesiz onun sana verilmiş Allah (c.c)’dan bir nimet olduğunu anladın. Her halükarda Allah (c.c)’a hamd ile O’nun nimetiyle (müezzin ile) dostluğunda iyi ol! Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
29- Namazında İmamın Hakkı: Onun Allah (c.c) ile arandakilerde elçilik ve Allah (c.c)’a ulaşma görevini üstlendiğini bilmendir. O senin yerine konuştuğunda sen onun hakkında konuşmadın, sana dua ettiğinde sen ona dua etmedin, senin için istediğinde sen onun için istemedin. Allah (c.c)’ın huzurunda durma endişesinden, hesap verme sıkıntısından seni kurtarırken, sen onun için böyle bir şey yapmadın. Eğer tüm bunlarda bir kusur işlerse bu onun eksikliğidir; sen bunlardan sorumlu değilsin. O günahkâr ise sen bu günahta ona ortak değilsin. Senin onu dokunan bir iyiliğin yoktur. Varlığı ile varlığını koru; namazı ile namazını yücelt. Sen bunları yaparak ona teşekkür etmiş olursun. Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
30- Sohbet Arkadaşının Hakkı: Ona şefkat kanatlarını germen, yumuşak olman, konuşma esnasında adaleti gözetmendir. Ona baktığında dikkatini hemen ondan ayırma, konuştuğunda onun anlaması için çalış! Eğer sen onun yanında oturduysan kalkma konusunda tercih hakkın vardır. Yok, eğer o senin yanında oturdu ise o halde tercih hakkı onundur, onun izni olmaksızın kalkma. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
31- Komşunun Hakkı: Yokluğunda ve varlığında şeref ve onurunu koruman, her halükarda ona yardımcı olman ve destek vermendir. Açığını arama ve öğrenmek için onun kötülüğünü araştırma. Eğer de iraden dışında onun bir ayıbını öğrenirsen tavır takınma; bilakis onun için kuvvetli bir kale ve güçlü bir örtü ol! Haberi olmadığı esnadaki konuşmalarına kulak asma. Zor anlarda onu teslim etme, nimet verildiğinde ona haset etme, ufak hatalarını bağışla, sana karşı bir cahillik yaptığında alçak gönüllülüğünü ondan esirgeme, onun için emniyetli olmayı terk etme, onun hakkındaki kötü söylentileri bertaraf et, ona kötü öğütte bulunanın tuzaklarını geçersiz kıl ve onunla iyi geçin. Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
32- Arkadaşının Hakkı: Mümkün olduğunca her fırsatta ona karşı ahlaklı/erdemli ol! Eğer böyle yapamaz isen en azından ona karşı insaflı ol. Onun sana ikram ettiği gibi sende ona ikram et. Onun seni koruduğu gibi sende onu koru. Onunla aranda ikram konusunda seni geçmesin! Eğer seni geçerse karşılığını ver! Dostluk ve sevgiden hak ettiği şeylerde ihmalkâr olma Ona nasihatte, korumanda ve rabbine karşı ibadette destekçi ol. Rabbine karşı günahlardan yapmak istemediği şeylerde yardım etme konusunda kendini mecbur hisset. Bu şekilde sen onun için bir rahmet olursun; azap değil. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
33- Ortağının Hakkı: Yokluğunda ona yetmen; hazır bulunduğunda eşit davranmandır. Kararlarında onun düşüncesi olmaksızın azmetme, onunla müzakerede bulunmaksızın kendi görüşün ile iş yapma. Malını koru, irili ufaklı hiçbir şeyde ona ihanet etme.“ Allah (c.c)’ın eli iki ortağın elinin üzerinedir” haberi bizlere bildirildi ise o halde neden birbirimize ihanet edelim. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
34- Mal/Mülkün Hakkı: Helal olmaksızın onu almaman, helalliği dışında onu infak etmemendir. Yaratılış amacından saptırma, hakikati dışında onu kullanma! Eğer mal Allah (c.c)’dan ise sadece ona mahsus kıl ve onu Allah (c.c)’a giden bir yol edin! Malı sana faydası olma ihtimali olmayacak bir kişiye vererek onu kendine tercih etme! Belki o senden çıkan bu mal ile iyilik yapmaz ve onu rabbine itaatte kullanmaz. Bu şekilde sen ona yaptıklarında destekçi olmuş olursun. Senin malınla yaptıkları onun nazarında iyi olabilir. Kendi ilahını (Allah (c.c)dışında) razı etmede bu şekliyle malı kullanır. Sen ise kötü fiiller üzerine inşa edilen her şeyle birlikte günah, hüsranlık ve pişmanlık üstlenirsin. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
35- Alacaklının Hakkı: Eğer verebilecek bir konumda isen borcunu eda etmen, ihtiyacını gidermen, onu başkasına muhtaç etmemen ve borcunu ertelememen gerekir. Hz. Peygamber (a.s.v) şöyle buyuruyor: “ İmkânı olanın borcunu geciktirmesi zülümdür. ” Eğerde veremeyecek bir durumda isen güzel söz ile gönlünü al, iyi bir şekilde iste, sevecen bir üslup ile karşılık ver! Malını almakla beraber birde kötü muamelede bulunma! Bu senin için gerekli olanlardır. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
36- Samimi Olduklarının Hakkı (dost, ortak, sohbet arkadaşı vb.): Onu aldatmaman, dolandırmaman, ona yalan söylememen, ihmal etmemen, ihanet etmemem ve düşmanın dostunu hiçe sayıp bağlarını kopardığı gibi seninde onunla bağlarını koparmamandır.
37- Senden Davacı Olanın Hakkı: Eğer iddia ettiği doğru ise delilini boşa çıkarmaya çalışmaman ve davasının iptali için uğraşmam gerekir. Nefsine muhalefet etmen, ona hâkim olman ve hiç kimsenin şahitliği olmaksızın senin ona şahit olman gerekir. Bu, Allah (c.c)’ın üzerindeki hakkıdır. Eğer de iddia ettiği batıl ise yumuşak davran, onu öfkelendirme, yeminleşmeyi talep et, Allah (c.c)’ anma ile hiddetini gider. Boş ve gereksiz konuşma! Bu düşmanın senden hiddetini gidermez. Aksine onun günahını üstlenirsin. Yaptıkların ile sana olan öfkesi çoğalır. Çünkü kötü söz şerri doğurur; iyi ise kötülüğü silip yok eder. Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
38- Davalı Olunanın Hakkı: Eğer iddia ettiğin hak ise münakaşalarında davayı sonuçlandırabilmek için haddinden fazla konuşman davalı katında mesele ile ilgili yanlış bir anlamaya sebep olabilir. Hüccetini yumuşak bir şekilde oltaya koy, süre tanı, açılamaları tam olarak yap, iyilik ve ikramını en iyi şekilde sun! Dedi, denildi vb. sözler ile davalı ile tartışmalarında delilini meşgul etme! Yoksa delilinin bir kıymeti kalmaz ve senin için dayanak olmaktan çıkar.
39- Seninle İstişare Yapanın Hakkı: Eğer aklına bir şey gelirse ona nasihat etmede çaba sarf et. Nasihatin onun konumunda olduğunda yapacağını bildiğin öğüt kapsamında senden bir lütuf ve sıcaklık olsun. Yumuşaklık yalnızlığı yok eder; sertlik sıcak ortamı yabancılaştırır. Eğer aklına bir görüş gelmez ise onu, düşüncesine saygı gösterdiğin ve kendin için razı olduğun birine yönlendir, ilet! Bu şekilde hayırdan herhangi bir şey eksiltmemiş, nasihatini ondan saklamamış olursun. Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
40- İstişare Ettiğin Kişinin Hakkı: Senin ile aynı fikirde olduğunda onu töhmet altında bırakma! Kuşkusuz bunlar düşünceler ve insanların farklı görüşlerini sundukları serbest tasarruf alanlarıdır. Eğer onun görüşünü beğenmez isen bu noktada seçme hakkın olsun. Fakat onun kendisi ile istişare yapabileceğin birisi onduğunu düşünüyor onu töhmet altında bırakmak caiz değildir. Eğer seninle aynı görüşte ise Allah (c.c)’a hamt et ve şükranlarını sunarak kardeşinden bunu kabul et. O sana istişare etmek için gelirse ona bir benzeri ile karşılık vermek için fırsat kolla. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
41- Nasihat İsteyenin Hakkı: Onun hakkı, kaldırabileceği oranda kulağına hoş gelecek bir şekilde, bilgin kapsamında hak ettiği nasihat görevini eda etmendir. Söyleyeceklerinde akli kapasitesinin anlayacağı bir dille konuş. Her aklın, söylenenden anladığı ve anlamadığı bir kapasitesi vardır. Senin metodun merhamet olsun! Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
43- Nasihat Edenin Hakkı: Sineni ona açman/ yumuşak olman, gönülden yönelip nasihat pınarlarından içmen, nasihatini anlamak için kulak kesilmen sonrada onu düşünmendir. Eğer nasihatinde isabetli olursa bundan dolayı Allah (c.c)’a şükret, ondan kabul et ve nasihatiyle yetin! Eğer isabetli olmaz ise ona yumuşak davran, töhmet etme! Çünkü seni nasihatinden mahrum etmediğini bilirsin. O sadece hata ettiğini yapmıştır. Ancak ithamı gerektirici bir duruma şahit olursan boş ver; her halükarda onun bu yatıklarından herhangi bir şeyi önemseme. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
43- Büyüğün Hakkı: Onun yaşına ihtiram etmendir. Eğer fazilet ehlinden ise İslam dinindeki önceliği sebebiyle dininin yüceltilmesidir. Tartışma esnasında karşılık vermemendir. Yolda onu geçme! Ona öncülük etme! Ve de onu küçümseme! Eğer sana karşı bir patavatsızlık yaparsa tahammül et! Yaşıyla beraber dininin hakkı ile ona ikramda bulun. Yaşın hakkı İslam’ın hakkı kadar önemlidir. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
44- Küçüğün Hakkı: Ona merhametin, eğitmen, öğretmen, onu af etmen, küçüklüğünün kötülüklerini örtmendir. Bu şekilde yapman onun tövbe etmesini sağlar. Onu idare etmen ve inadına karşılık vermemendir. Kuşkusuz bu onun olgunlaşmasını sebep olur.
45- İsteyenin (dilenci vb.) Hakkı: Eğer yanında var ve onun ihtiyacını gidermeye güç yetirebilirsen ihtiyacını gidermendir. İçerisine düşmüş olduğu konumdan dolayı ona dua etmen, isteklerinde ona yardım etmendir. Doğruluğunda şüpheye düşer, suçlu olduğunu hisseder de yakinen bilemez isen belki de bu şeytanın bir hilesidir. Şeytan seni nasibinden engellemek ve rabbine yanaşmak ile senin arana girmek ister. İsteyen kişinin bu kusurunu örtbas ederek bırak ve iyi bir şekilde gitmesini sağla. Eğer sende onun suçlu olduğu ağır basarda buna rağmen istediğini verirsen kuşkusuz senin bu yaptığın yüce hasletlerdendir.
46- Kendisinden İstenilenin Hakkı: Veren kişinin verdiğini teşekkür ile kabul etmen, iyilik ve keremini bilmendir. Vermez ise onu engelleyen geçerli bir mazeret araştır ve hüsnü zan besle. Eğer o vermemiş ise bil ki kendi malını vermemiş olur. Kişiyi kendi malı ile kınanmaz ve azarlanmaz! Eğer de vermemekle zulüm etmiş ise; Muhakkak ki insan çokça zulmeden ve nankörlük edendir.
47- Allah (c.c)’ın Seni Birinin Eli İle Mutlu Ettiği Kişinin Hakkı: Eğer o bunu kastederek yaptıysa öncelikle Allah (c.c)’a şükret daha sonrada yaptığının karşılığında ona teşekkür et. İyilikte senden önce davranması sebebi ile ona karşılığını ver; vermek için fırsat kolla! Eğer de kastetmeksizin iyilikte bulunursa Allah (c.c)’a şükret ve bu iyiliğin ondan olduğunu bildiğin için o kişiye teşekkür et. O, bu iyiliği sadece sana yaptı. Eğer bu Allah (c.c)’ın sana lütuf sebeplerinden bir sebep ise onu hoş karşılaman ve bundan sonra o kişiye hayır temenni etmen gerekir. Nereden olursa olsun, kastetmese dahi nimetin sebeplerinde bereket vardır. Allah (c.c) dışında hiçbir güç yoktur.
48- Sana Mahkeme Kararında Söz Veya Fiil İle Aleyhine Hüküm Verdiren Kişinin Hakkı: Eğer bunu kastederek yaparsa senin onu yaptığı şeyden dolayı affetmen daha uygundur. Bu onu yaptıklarından vazgeçtirir ve kendisi gibi olanlara iyi muamelede bulunmasını sağlar. (Allah (c.c) şöyle buyuruyor)- bu ayetten-: “Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur ”. (Şura suresi:41) -şu ayete kadar-“bu, üstün davranışlardandır”. (Şura suresi:43), “Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl suresi:126) .Bu kasıtlı yapılanlar için geçerlidir. Eğer kasıt söz konusu değil ise ona karşı üstün gelmeye çalışmamakla adaletsizlik yapmış olmazsın. Yaptığı hata karşısında sen kasıtlı olarak karşılığını (iyi bir şekilde) vermiş, ona iyi davranmış ve gücünün yettiği oranda kibarlık ile karşılık vermiş olursun.
49- Halkının Genelinin Hakkı: İçerinde (gönlünde) onların esenlik ve afiyetlerine yer vermen, merhamet kanatlarını germen, kötülük yapanlara yumuşak davranman, onlarla iyi geçinmen, aralarını bulman, kendisi ve sana iyilikte bulunana teşekkür etmen halkının üzerindeki haklarındandır. Halktan birinin sana iyiliği: Eziyet edici elini geri çekmesi, sen olmaksızın kendine yetmesi ve sana sıkıntı vermemesidir. Davetinle onların tümünü aydınlat, desteğinle onlara yardım et! Onları hak ettiği mertebelere koy. Yaşlı ise baba yerine, çocuk ise evlat yerine, ikisi arasındakileri kardeş yerine koy! Her kim sana gelir ise ona incelik ve merhamet ile davranacağına söz verdir. Onu kardeşin kardeşini ziyaret ettiği gibi ziyaret et.
50- Zimmet Ehlinin Hakları: Onlar hakkında ki hüküm: Allah (c.c)’ın kabul ettiklerini kabul etmen, Allah (c.c)’ın zimmet ve anlaşmalarından onlar için gerekli kıldıklarına karşı vefalı olman, kendileri için istedikleri ve kendilerini sorumlu kıldıkları meselelerde onları Allah (c.c)’a havale etmendir. Muamelelerde onlarla senin aranda olanlar hakkında kendinle ilgili olarak Allah (c.c)’ın hükmettiği şeyler ile hükmetmen gerekir. Seninle onlara zulüm arasında Allah (c.c)’ın zimmet gözetimi ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in ahde vefası bulunsun! Kuşkusuz O (s.a.v) bizlere şunu iletti: “ Kim anlaşmalı olan birine zulmederse ben ona hasım olurum.” Allah (c.c)’dan kork! Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
Seni kuşatmış olan bu elli haktan hiçbir şekilde bağımsız olamazsın. Bu haklara uyman, yerine getirebilmek için çalışman ve onlar hakkında yüceler yücesi Allah (c.c)’a sığınmak gerekir. Allah (c.c) dışında hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’adır.
ABNA.İ
Türkiye, model olabilir mi? (1)
Ortadoğu’da siyasî ve toplumsal patlamaların baş gösterdiği 2011’den önce de Batılı ülkelerin zihninde cevabı aranan bir soru vardı: Türkiye Ortadoğu’ya model olabilir mi?
Tabii ki bazılarının “ulusal gururu”nu okşayan bu fikir, küresel güçler için fonksiyonel bir değere sahiptir. Zira eğer Türkiye modeli bölgede yürürlükte olabilecekse bunun anlamı, bölge sistem dışına çıkmayacak, muhalif güçlerin ve siyasî ideolojilerin denetimine girmeyecek, meydan okuyan İslam dini laik bir çerçevede diyanete dönüşüp özel, marjinal ve izafi alanda var olmakla yetinecek ve elbette bu arada enerji kaynakları ve enerji nakil hatları ile İsrail’in güvenliği teminat altına alınmış olacak. Kuşkusuz bölgede ilk kuruldukları günden beri Batı’nın aktif desteğindeki otokrat rejimler, monarşiler ve diktatörlükler de bu işlevi görüyordu, fakat neredeyse tümünün “son kullanma tarihi” çoktan sona erdiğinde, bundan sonraki aşamada Tunus’tan Mısır’a, Körfez ülkelerinden Yemen’e bölgesel ve küresel bünyeyi zehirleme noktasına gelmiş bulunmaktadırlar.
Anglosakson küresel ittifakın gönlünden geçen söz konusu modelin işler halde olmayacağını iki ana sebep dolayısıyla düşünebiliriz: İlki eğer Türkiye İslam dünyasına “model” olacaksa adına “Türkiye” dediğimiz modern fenomenin Müslüman dünyasında nasıl bir algıya sahip olduğunu kritik etmemiz demektir. 1920 yılından önce “Türkiye” diye bir gerçeklik yoktu, 600 yıl ömür süren bir Osmanlı devleti vardı. Türkiye’yi ortaya çıkaran fikir bambaşka bir mahiyettir. Osmanlı dediğimiz zaman; İslam ümmetinin kurucu ideolojisi İslam; hukukî referansı İslam hukuku; iç örgütlenme modeli siyasi olarak merkezi, sosyokültürel olarak adem-i merkeziyetçi; dini ve etnik olarak çoğulcu; dış dünyaya bakışı İslam birliği perspektifinden bütün Müslümanları ve İslam dünyasının genelini ihata eden bir hakikatin ve buna göre şekillenmiş bir idealin idare, siyaset ve beşeri sosyal hayat zemininde somutlaşmasından söz ediyoruz.
Savaş şartlarında uğradığı yenilgiyle çizilmiş sun’i sınırlarla bütünden koparılmış; ithal yasalarla bireysel ve sosyal hayatı Batılılaşma yönünde zorlanmış; dini baskı altına alınmış; seçilen kurucu etnik kimlik (Türk) dışında diğer etnik kimlikleri inkâr edip asimile etmeye yönelmiş; gayrimüslimleri İslam’ın zimmi hukukunun dışında ötekileştirmiş bir Türkiye’nin henüz çok yönlü kritiği yapılmış değil. Kuruluşun üzerinden neredeyse bir asır geçiyor olmasına rağmen, verili durumda baskı altında tutulan etnik grupların, mezhep veya inanç gruplarının ve gayrimüslimlerin üzerinde mutabakata vardıkları, mutlu yaşadıkları, içten ve samimi duygularla devlete sadakat gösterdikleri bir Türkiye yok ki, böyle bir Türkiye Ortadoğu’ya örnek model teşkil etsin. Örneğin Kürt sorununda Türkiye hangi tutum ve politikasıyla Suriye, Irak ve İran’a model olsun! 40 bin insanın heba olduğu bir model kan ve gözyaşı getirir sadece. İktidarlar (ANAP, DYP, CHP, AK Parti) gelir geçer, kan ve gözyaşı akmaya devam eder. Cemevlerine ibadet statüsü tanımayan bir Türkiye, mezhep konusunda Suriye ve Irak’a örnek olabilir mi? Hepimize acı gelse de şunu sormalıyız: Kim, hangi Türkiye’den söz ediyor? Soruyu iktidar seçkinlerine veya toplumsal merkez adına iktidara gelip bir süre sonra bürokratik merkezin ideolojik denetimine giren siyasi partilere değil herkese, sorunları olan etnik, dini ve mezhep gruplarına, çarkın en sıkışık yerinde olup canı yanan yoksullara sormalı.
Dinlerden ve mezheplerden meşruiyetini alan farklı yaşama biçimlerinin kısıtlandırılıp herkese yukarıdan bir yaşama biçiminin dayatılması, Ortadoğu’da bugüne kadar yaşanmamış sorunların sun’i olarak icad edilip bünyenin Türkiye tipi hastalıklara maruz bırakılmak istenmesi anlamına gelecektir.
Ali Bulaç
İran : İHA'lar yeni teknoloji ile üretiliyor!
İran İslam cumhuriyeti deniz kuvvetleri hava birlikleri komutanı, deniz kuvvetlerince kullanılan insansız hava araçları İHA'ların yeni teknoloji ile üretildiğini belirtti.
İran İslam cumhuriyeti deniz kuvvetleri hava birlikleri komutanı kaptan Ali Rıza Neyyiri dün Mehr haber ajanınsa verdiği demeçte İran deniz kuvvetleri tarafından kullanılan İHA'ların İranlı uzmanlarca ve günün en ileri teknolojisi ile üretildiğini belirtti.
Kaptan Neyyiri deniz kuvvetleri İHA birliğinin arama ve istihbarat çalışmalarındaki kapasitelerinin arttığına işaretle birkaç yıldan beri İHA'ların kullanılma konusunun gündemde olduğunu ve çeşitli tatbikatlarda bu kabiliyetten yararlanıldığını ifade etti.
İran İslam cumhuriyeti deniz kuvvetleri hava birlikleri komutanı kaptan Ali Rıza Neyyiri ayrıca, Hürmüz boğazı, Umman denizi ve Hint okyanusunun kuzey bölgesinde gerçekleşen Velayet 91 tatbikatında hava-deniz rolüne işaretle, RH, SH, ve IB helikopterlerin toplu ve bireysel olarak çeşitli mayın temizleme, çıkarma, teçhizat ve personel taşıma ve boşaltmada üstün performans gösterdiklerini vurguladı.
Maliki, Türkiye'yi bölücülükle suçladı
Irak başbakanı Nuri Maliki dün Sumeriye News haber kanalına verdiği özel demeçte Türkiye'yi, Irak Kürdistan bölgesi ile gizli anlaşmalar sayesinde Irak'ı bölmeye çalışmakla suçladı.
Maliki Türkiye'nin Irak içişlerine müdahalesinin diğer ülkelerin de benzer eylemlerde bulunma ortamını oluşturduğunu belirtti.
Irak başbakanı Ankara siyasetleri sayesinde Irak Kürdistan'ının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu söyledi.
Irak başbakanı Türkiye'nin politikaları ve Irak'ın parçalanmasına olan etkisi ile ilgili de, Türkiye'nin bu bağlamda çalıştığını, bunu ise Irak Kürdistan bölgesi ile anlaşmaları çerçevesinde gerçekleştiğini fakat hepsinin yenilgiye mahkum olduğunu söyledi.
Maliki Ankara ve Irak Kürdistan bölgesi arasındaki anlaşmalara işaretle, söz konusu anlaşmaların önemli ölçüde olduğunu, öyle ki Türkmenlere, Erbil'in Irak Kürdistan'ına ait olduğuna dair söylemlere itiraz etmemelerinin istendiğini ifade etti.
Irak başbakanı Türkiye'nin Kerkük konusundaki tutumunda hayret içinde olduğunu da sözlerine ekledi.
Türkiye Irak'ı bölmek istiyor!
Irak halkı arasında yapılan bir anket, Irak halkının büyük bir bölümünün Türkiye'nin bu ülkeyi bölmek ve bazı bölümlerini işgal etmek niyetinde olduğunu ortaya koydu.
Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre Türkiye'nin Irak hükümetine karşı tavır ve siyasetleriyle ilgili olarak Irak'ta yapılan bir anket sonuçları, Irak halkının önemli bir bölümünün Türkiye hükümeti'nin Irak karşısındaki davranışlarının düşmanlıktan ileri geldiğine ve bu ülkeyi parçalamak ve işgal etmek istediğine inandığı gerçeğini ortaya koydu.
El-Fayz araştırma merkezi tarafından gerçekleştirilen söz konusu ankete 746 kişi katılmış ve onlardan 66'sı Bağdat'tan katılmıştır.
Bu anket sonuçlarına göre Irak halkının %52'sinin Ankara hükümeti'nin Nuri Maliki hükümeti düşmanı olduğuna inanmakta. Ankete katılanlardan %55'i ise Türkiye'nin idama mahkum edilmiş eski cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık Haşimi'nin dostu olduğuna inandığını ortaya koymuştur.
Anketi cevaplandıranlardan %61'i Türk hükümetinin Irak'taki mezhep gruplarına eşit yaklaşmadığını, Türkmen ve sünni gruplara daha yakın olduğuna inandığını ortaya koymuştur ve %53'ü Türkiye'nin Irak'ta bir sünni bölge oluşturmak amacını güttüğünü ortaya koymuştur. Ankete katılanlardan %57si Türkiye'nin petrol bölgesi Musul-Kerkük bölgesini kendi toprağına katmayı planladığını belirtmiştir.
"Batı, İran medyasından korkuyor"...
"Bugün İran medyası Batı’ya ayna tutuyor. Batı ise gördüğü şeyden hoşlanmıyor. Fakat korkmuş Batı, kendi çirkinliğini kabul edip kendini değiştirmeye karar vermek yerine, aynayı yasaklamak ve elçiyi öldürmek istiyor."
1960'lı yıllarda polyester şortlu ve Hawai gömlekli şişman turistler San Fransisco'nun Haight-Ashbury hippi mahallesine otobüs turları düzenlerdi.
Turistler, Ucube Turu otobüslerinin camlarından başlarını çıkarır, yol kenarındaki “çılgın hippi ucubelere” aval aval bakar, onları gösterir ve gülerdi. Hippiler ise zamanla onlara ellerine aynalarla karşılık vermeye, “Akılsız, budala bir ucubeye mi bakmak istiyorsun? Aynaya bak” demeye başladı.
Bugün İran medyası Batı'ya ayna tutuyor. Batı ise gördüğü şeyden hoşlanmıyor. Fakat korkmuş Batı, kendi çirkinliğini kabul edip kendini değiştirmeye karar vermek yerine, aynayı yasaklamak ve elçiyi öldürmek istiyor.
Press TV ve El Alem'in başında geldiği İran uluslararası medyası, Batı medyası ile Batılıların sahip olduğu ve etki altına aldığı El Cezire ve El Arabiye gibi “Ortadoğulu” medya kuruluşlarının dokunmaya korktuğu meseleleri dürüst bir şekilde ele alıyor. İşte Batı'ya, çirkin düşüncelerini seyretmesi gereken bir ayna sunan, bu görece dürüst, tam ve dengeli yayıncılıktır.
Batılı uzmanlar “İran nükleer silah yapmak istiyor!” diye bağırdığı zaman Press TV bir ayna tutuyor – ve Batıya, gerçekte kimin tepeden tırnağa nükleer silahlarla silahlanmış olduğunu gösteriyor (İpucu: Bu İran değil).
Batıda kamuoyunu şekillendirenler “İran terörizme destek veren bir devlettir” diye uluduğu zaman Press TV bir ayna tutuyor – içeriden gelen 11 Eylül işi de dâhil olmak üzere terörizmin gerçek destekçisi devletler kendilerini görüyor ve çığlık atarak kaçıyor.
Batılı propaganda makinası “İran seçimlerine hile karıştı” diye feryat ettiği zaman Press TV, Amerikan seçimlerinin ve Amerika'nın emperyal aygıtının sistematik bir şekilde karıştırıp çaldığı başka ülkelerdeki seçimlere musallat olan yaygın hilelere ayna tutuyor.
Batı medyasının megafonundan “İran İsrail'i yeryüzünden silmek istiyor” sesi çıktığı zaman İran medyası bir ayna tutuyor ve Batı'nın İşgal Altındaki Filistin'deki yerleşimci kolonisinin Filistin'i yeryüzünden silmek istediğini ortaya koyuyor.
Batı'nın “kuvvetli Wurlitzer'i” İran'ın nasıl da fanatik savaş çığırtkanı aşırıcılar tarafından yönetildiğini anlattığında, Press TV bir ayna tutuyor – ve Benyamin Netanyahu'nun korkutucu yüzü herkesin çığlık atarak kaçmasına neden oluyor.
Batı, İran'ın bazı muhalif yardım kuruluşlarını sansürlemesinden şikayet ederken, İran bir ayna tutarak, hemen hemen tüm gerçek muhalif sesleri ortadan kaldırmak veya marjinalleştirmekle kalmayıp, günün temel meseleleri hakkında gerçekten yana siyasal söyleme benzer her şeyi uzaktan kumandayla susturanın kim olduğunu gösteriyor (İpucu: Bu İran değil.)
Batı, İran'ın dini veya siyasi muhaliflere acı çektirmesinden veya onları hapsetmesinden şikayet ederken Press TV bir ayna tutuyor – ve Batı, İslam'a karşı küresel bir savaş başlatmak için tasarlanan 11 Eylül içeriden işi sonrasında dünyanın 100 binden fazla önde gelen Müslüman aktivistinin yargılandığı “işkence kampını” görüyor.
Batı, İran'ın “İslami radikalizmi” hakkında mızmızlanırken, Press TV bir ayna tutuyor ve işlevi, delice, hoşgörüsüz ve aşırıcı tutumlarıyla İslam'ın yüce adını karalamak ve Müslüman dünyayı istikrarsızlaştırmak olan El Kaide'yi ve onunla bağlantılı suni “cihatçı-feda” gruplarını kimin yarattığını ve kullanmaya devam ettiğini ortaya koyuyor.
Batı, İran'ı anti-semitizmle suçladığı zaman Press TV bir ayna tutarak, Siyonizm'in gerçek yüzünün, en delirmiş Yahudi düşmanı Nazilerin düşlediği en habis anti-semitik kalıplardan bile daha çirkin olduğunu gösteriyor.
Beklenenden de eksiksiz olan İran medya aynasında gördüğü kendi imgesinden korkan Batı, ne yapacağını bilmez halde saçlarını yoluyor ve “Lütfen, birileri bunu yok etsin!” diye bağırıyor.
Geçen yıl, Orwell tarzı kısaltması “OfCom” olan İngiltere İletişim Ofisi, gülünç bir bahaneyle Press TV'yi yasakladı.
Arkasından bu yıl, sağcı Likud partisi aşırıcılarının önde gelen bir ortağı olan Eutelsat CEO'su Michel de Rosen, Press TV'yi platformdan çıkararak kanalın yüz milyonlarca Avrupalıya ulaşmasını engelledi.
Burada, ABD'de, büyük kablolu TV ve uydu sunucularından hiçbirisi izleyicilerin Press TV'ye erişmesine izin vermeye cüret edemiyor. Bu o kadar da şaşırtıcı değil. Eğer Amerikalılar, dünyanın çoğunluğunun 11 Eylül'ün içeriden geldiğini, İsrail'in bir suç rejimi olduğunu ve Amerika'nın uyuşturucu baronları ve başka suçlular tarafından yönetildiğini bildiğinden haberdar edilselerdi, herhalde devrim için ayağa kalkarlardı. Gerçekler çok tehlikelidir.
ABD ve Kanada liderleri Press TV'yi hukuksal olarak yasaklamayı bile tartıştılar (ki bu pek az gerekli gibi görünüyor, zira ABD'deki tüm medya ve iletişim kuruluşlarının sahibi olan İsrailliler ve İsrail sempatizanları Press TV'nin Amerikalılara gösterilmesine izin vermeyi asla düşünmezler).
Lütfen TV sunucunuzu arayın ve paketinin parçası olarak Press TV'yi de vermesini isteyin. Her şey bir yana, İsraillilerin sahip olmadığı en azından bir tane büyük uluslararası haber ağına yer yok mu?
Eğer İsrailliler kendi perspektiflerinin doğru olduğuna ve alternatif perspektiflerin yanlış olduğuna o kadar ikna olmuşlarsa, neden kendileriyle rekabet edebilecek BİR tane bile muhalif sesten korkuyorlar?
Dr. Kevin Barrett, doktorasını Arap Dünyası ve İslam üzerine yapmış olup, Amerika'da Terörizm'le Savaş fikrinin en iyi tanınan eleştirmenlerinden biridir. Dr. Barrett, pek çok kez Fox, CNN, PBS ve diğer yayın kuruluşlarına çıkmış ve New York Times, Christian Science Monitor, Chicago Tribune ve diğer önde gelen yayınlarda makaleleri ve serbest kürsü yazıları yayınlanmıştır. Dr. Barrett San Francisco, Paris ve Wisconsin'de kolej ve üniversitelerde dersler vermiş ve bu son şehirde 2008'de Kongre için adaylığını koymuştur. Müslüman-Hristiyan-Yahudi İttifakı'nın eş kurucusu ve Truth Jihad: My Epic Struggle Against the 9/11 Big Lie (“Gerçeğin Cihadı-11 Eylül Büyük Yalanı'na Karşı Destansı Mücadelem” - 2007) ve Questioning the War on Terror: A Primer for Obama Voters (“Terörizm'le Savaş'ı Sorgulamak: Obama Seçmenleri için bir El Kitabı” - 2009) isimli kitapların yazarıdır. Web sitesi: www.truthjihad.com.
Kevin Barrett Press TV Çev: Selim Sezer
medyasafak.com
İmam Ali'nin (a.s.) görüşünde kuranın yeri
Kuranı kerim ve peygamber efendimizin (s.a.a.) mektebinde eğitim görmüş en büyük bir insan olarak hz. Ali (a.s.) kendisine ait olan "nehcül-balaga" kitabinin her tarafında; kelimelerinde, hutbelerinde, yazdığı mektuplarında farklı münasebetlerden dolayı kuranı kerimin özelliklerini ve niteliklerini açıklamış.
Kuranı kerimin değerini topluma anlatmış ve kuranı kerime değer vermiştir. Defalarca toplumu kuranı kerimin hakkını riayet ve onda tefekkür etmeye davet ederek insanları kurana yönelmeye teşvik etmiştir. Bu durum Hz. Ali için o kadar önem arz ediyordu ki, hayatının son anlarında bile kendi maddi (soysal) ve manevi evlatlarına, hayatlarını kuranın öğretileri doğrultusunda düzenlemelerini; yani kuran kerim ile amel etmelerini tavsiye etmiş ve şöyle buyuruyor: "Allah hakkı için, Allah hakkı için! Kuran (kuranı göz önünde bulundurun). Başkaları kuranı kerim ile amel etme noktasında önünüze düşmüş olmasın ha! Böyle bir durum gerçekleşirse çok yazık etmiş olursunuz kendinize". [1] Bütün bu vurgu ve tekitler semavi olan bu kitabın Hz. Ali'nin (a.s.) yanındaki konumunun yüceliğini ve büyüklüğünü gösteriyor. Bu kelimeleri aşağıdaki maddeler ve mihverler şeklinde zikir edebiliyoruz:
1- İnsanın hayrını isteyen nasihatçi:
"biliniz ki, kuranı kerim kandırmayacak ve insanların hayrını isteyen bir nasihatçidir". [2]
2- En iyi yol gösteren kılavuz:"kuranı kerim insanları yoldan çıkarıp sapıtmayan bir kılavuzdur". [3]
3- Doğruyu konuşan bir konuşmacı: "konuşuyor ama yalan konuşmayan bir konuşmacıdır". [4]
4- En güvenilir ve en sağlam ve sarsılmayacak kulp: "ne mutlu size ki kuranla amel ediyorsunuz. Zira kuranı kerim Allahın kopulmayacak bir kulpudur, açık nurdur, faydalı ilaçtır, susuzluğu gideriyor, her kim ona sığınırsa onu koruyor, her kim ona sarılırsa onu kurtarıyor, eğriliği yoktur ki düzeltilsin, batıla yönelmiyor ki, ondan çevrilsin". [5]
5- Şifa veren: kurandan kendi hastalığınız için ondan şifa, sorunlarınızın çözümü için ondan yardım dileyiniz. Zira en büyük hastalıkların yani küfür, nifakın ve sapıklığın şifası kuranı kerimde vardır". [6]
6- İlim ve bilgilerin kaynağı: "…bütün ilim ve bilgilerin kaynağı kuranı kerimdedir". [7]
Başka bir yerde kuranın sayısız ilimlere sahip olduğu hakkında şöyle buyuruyor:
"Allah u Teâlâ kuranı kerimi indirdi, onunla bilir kimselerin, ilmi susuzluklarını giderdi, fakihlerin kalbi için ilkbaharın yağmuru oldu ve salihler için de geniş ve büyük bir yol olduğunu karar kıldı …". [8]
7- Sermayelerin en büyük sermayesi: "biliniz ki, sizden hiçbirisi kuranı kerime sahip olduktan sonra fakir kalmaz ve hiçbir yoksulluğu söz konusu olamaz. Hiç kimse de kurana sahip olmadan önce müstağni ve zengin olamaz". [9]
8- Hayat bağışlayıcı ve kalpleri esenleyendir: "kalplerin baharı kuranı kerimdedir…". [10]
9- En yüce şefaatçi: "Biliniz ki, şefaatçiler içinde şefaati kabul edilen şefaatçi kuranı kerimdir. Konuşması tasdik edilmiş konuşmacıdır. Kıyamet gününde kuranı kerim her kim için şefaat ederse onun hakkında yapılan şefaati kabul görülüyor". [11]
10- Ebedi ve kalıcı kitap: "
Kuranı kerim sönmeyen nurdur. Aydınlığı zeval bulmayan ışıktır. Dibine ulaşılmayacak okyanustur. Yolcusu kayıp olmayacak yoldur. Nuru karanlığa yüz tutmayacak şuledir. Hakkı ile batılı birbirinden ayırandır. Parlaklığı sönmeyecek burhandır…" [12]
11- Kapsamlı kitap: "Hz. Ali (a.s.) kuranın kapsamlılığı hakkında şöyle buyuruyor: "Rabb olan Allahın kitabı aranızdadır. Bu kitap, haramları ve helâları, farzları ve sünnetleri, nasih ve mensuhları, mubah ve yasakları, has ve amleri, öğüt ve kıssaları, mutlak ve mukayyetleri, muhkem ve müteşabihleri sizler için açıklıyor. Kapalı (mücmel) ibarelerini tefsir ediyor, müşkül olan nüktelerini aydınlatıyor". [13] Hakeza şöyle diyor imam Ali (a.s.): "kuranı kerimde geçmiştekilerin ve gelecektekilerin haberleri vardır, kuranda yaşamınızın ihtiyaç duyduğu hükümler var olmaktadır". [14]
Hz. Ali "nehcül-balaga"nın 198. hutbesinde kuranın değeri hakkında geniş bir şekilde sohbet etmiş. Kollandığı kelimeler haddinden fazla fesih, beliğ ve anlamlıdır. Çok güzel bir şekilde kuranı kerimin özelliklerini ve değerini kendi sözlerinde ve konuşmalarında ortaya koyuyor. O kadar açıktır ki, onların açıklanmasına artık hiçbir yer bırakmıyor.
Zikir edilenler, vahyin ikinci müfessiri olma unvanıyla Hz. Ali'nin (emirü'l müminin) konuşmalarındaki, kuranın yerini ve konumunu açıklayan küçücük numunelerdir. Bunlara sarılarak doğru yola (sırat-ı müstakim) hidayet olmamız umuluyor!
Daha fazla bilgi edinmek için "nehcü'l-balaga"nın; 110, 183, 169, 157, 158, 133, 176 ve 189. hutbelerine müracaat ediniz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] "Nehcül-balaga", tercüme: Muhammed DEŞTİ, name no: 47, s. 559.
[2] İlemu enne Haza'l-kurane huve en-nasihu ellezi la yahşa. (hutbe: 176).
[3] Vel hadiyu ellezi la yudillu, (hutbe: 176).
[4] …vel muhaddisu ellezi la yekzibu, (hutbe: 176).
[5] Hutbe: 156.
[6] Festeşfuhu min edvaikum, vesteinu bihi ala lavaikom, fe inne şifa emin ekberi devai ve huve el-küfrü, en-nifaku, el-gayyu ve ed-delalu. (hutbe: 176).
[7] Ve yenabiu'l-ilm. (hutbe: 176).
[8] Hutbe: 198, s. 419.
[9] Hutbe: 176.
[10] Rabiul kalp. (hutbe: 176).
[11] Hutbe: 176.
[12] Hutbe: 198.
[13] Hutbe: 1, s. 41.
[14] Hikmetler (kısa kelimer), hikmet: 313.
Kur’an Nasıl Bir Kitaptır
Kuranı kerim semavi bir kitaptır. İnsanların saadeti için ve Allaha giden yolu bulmak için Allah tarafından en son peygamberi olan Muhammed b. Abdullah’a nazil olmuş. Kur’an İslam Peygamberinin ebedi mucizesidir. Bu kitap 23 sene buyunca vahiy yoluyla tedrici olarak Allahın resulüne nazil olmuş. Resulü Ekrem kur’an’ın ayetlerini insanlar için okurdu. Bu ayetler cazibeli nitelikli oluşları insanları kendine cezp ediyordu. Kuran 114 sureden oluşur bu surelerin toplamı yaklaşık 6205 ayet kapsamaktadır. Bütün bu ayetler yaklaşık 77807 kelimeden oluşmaktadır. Bu kelimelerden 45653 kelimesi Mekki ve 32154 kelimesi de medenidir. [1]
Kur’an’ı kerim insanları hidayet etmek için gönderilen semavi kitapların en son kitabıdır. Bu nedenle insanları Allaha doğru hidayet eden en son ve en kâmil kitaptır. Kuranı tarif etmek için kuranın kendisine müracaat etmek gerekir. Kurana müracaat ettiğimizde şunu görmekteyiz ki bu kitabın kendisi, kendisi için bazı özellikleri ve nitelikleri sayıyor. Bu niteliklerin her birisi kur’an’ın hakikatinin bir bölümünü beyan ediyor. Söz konusu özelliklerden bir kısmı şöyledir:
“Bu kitap hiç şüphe götürmeyecek bir şekilde takva sahibi olan kimseleri hidayet eder”. Bu ayeti kerimede kur’an kendisini öyle bir şekilde tanıtıyor ki onda hiçbir kapalı nokta yoktur. Tarihsel şahitler ve dokümanlara müracaat edersek kuran dışında bu şekilde çok ilginç konuşan hiçbir kitabı bulamayız. Buna binaen kur’an’ın ilk sıfatı şudur: Kuran öyle bir kitaptır ki kendisinde bertaraf edilmeyecek karanlık ve müphem olan bir nokta bulunmamaktadır.
Ondan sonra “bu kitap muttaki olan kimseler için kılavuzdur” der. [2]
“Kur’an’ın bu ayetleri rabbiniz olan Allah tarafından basiret vericidir, hidayet eder ve yakinle iman eden kimseler için hidayet ve rahmet kaynağıdır”. [3]
Başka bir ayette şöyle buyuruyor:
“Bu Kur’an, insanlar için kalp gözleri (konumundaki bir nur), kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir” [4]
“…Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir. Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir” [5]
Bizim peygamberimiz semavi kitapların hakikatlerinin ekseriyetini ki gizliyordunuz aşikâr etti. Sizin için gelmiş ve hali hazırda açıklanması maslahat olmayan birçok şeyleri de göz ardı ederek açıklamamıştır. Evet, Allah tarafından bir nur ve açık bir kitap sizler için geldi. Allah onun bereketiyle Allahın hoşnutluğuna tabi olan kimseleri selamet yoluna doğru hidayet eder. Kendi düsturuyla insanları aydınlığa doğru götürecektir. Onları doğru yola doğru hidayet etmek için kılavuzluk yapar.
Bu ayetlerde kur’an’ı tanıtan birkaç nokta saklıdır:
Bu kitap hidayet, rahmet, basiret ve nur kitabıdır.
Kendisinde hiç kapalılık olmayan bu kitaba müracaat eden her kes hidayet bulacaktır.
Bu kitap nezdinde muttakin, iman ehli ve yakine sahip olan kimselerinin yüksek makamları vardır. Allahın Resulü açık bir şekilde kendisinin getirmiş olduğu kitabı kabul etmeyenleri “tahaddi” çağırmıştır. Yani kur’an’ın kendisi kendisinin değil Allahın kitabı ve benim ve beşer denen hiç kimse böyle bir şeyi getirebilecek yetiye sahip olmadığını söylüyor ve eğer buna inanmıyorsanız siz kendiniz böyle bir kitabı getirmek için kendinizi deneyebilirsiniz. Ama biliniz ki cinler ve insanlar birbirine sırtını dayatsalar ve birbirine yardımcı olsalar bile bunun gibi bir şey getiremeyeceklerdir diyor:
“De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler”. [6]
Bu ayeti kerime açık bir şekilde dünyadakilerin bütünü; küçüğünden tutun büyüğüne kadar, Arabından tutun farsına kadar, hatta insan olmayıp akıllı varlıklar (cinleri), ilim adamlarını, filozofları, edebiyatçıları, tarihçileri, üstün zekaya sahip olanları ve… istisnasız olarak hepsini buna davet etmiştir. Şöyle buyuruyor:
Eğer kuran Allahın kelamı değil de beşerin kelamı olduğunu düşünüyorsanız sizde insansınız, sizde ona benzer bir kitabı getirin. Bu tür davet akait ulemalarının ıstılahında “tahaddi” denilmektedir. Bu türden olan davet (yani karşı çıkıp iddiayı kabul etmeyenlerden istenilen bu tür davet) her mucizenin rükünlerinden bir rükündür. Nerede böyleli bir tabir ortaya çıktığında açık bir şekilde anlıyoruz ki bu konu mucizelerdendir. [7] Kuran çok geniş konular ve çok geniş anlamlar getirdi. Getirmiş olduğu bu konular ve anlamlar daha sonra felsefeciler, hukukçular, fıkıhçılar, ahlak uleması, tarihçiler ve…gibi farklı ilimlerin alimleri için ilham kaynağı oldular. Kuranı kerim insanın Allah ile ilişki ve irtibat kurma bağlamında en güzel açıklamalar getirmiştir. Kuran Tevrat’ı ve İncili tasdik ediyor. Ama bu kitaplarda tahrif gerçekleştiğini ve bu kitaplarda hain olan beşerin el oynadıklarını da bildirmiştir. Kura tahrif edilmiş olan bu iki kitabın teolojik anlayışında, peygamberler kıssalarında ve koyulmuş bazı kurallarda var olan yanlışlıkları düzeltmiştir. Kuran Allah’ı güreş tutuyor gibi yanlış anlayışlardan, peygamberleri, peygamberlere yakıştırılan yanlış ve yakışmaz şeylerden ki önceki kitaplarda beyan edilmişti tenzih ediyor. Bunun kendisi bile bu kitabın hak olduğuna dair bir başka delildir. [8]
İslamın başından günümüze kadar Müslümanlar kur’an’a yönelik benzersiz bir önemlilik addetmişlerdir ki onların kur’an’a yönelik vermiş oldukları bu önemlilik onların kur’an’a olan aşkın göstergesidir. Kuranı kerim resul-i Ekrem döneminde peygamberin tayin etmiş olduğu –vahyin kâtipleri olarak tanınmış- grup vasıtasıyla yazılıyordu. Bunun yanı sıra kadın ve erkek, küçük ve büyük demeden Müslümanların ekseriyeti ya kuranın bütününü ya kuranın bir kısmını veya bazı surelerini ezber yapıyorlardı ve namazlarda ve namaz dışında okumasını sevap bilirlerdi. Onu okumaktan zevk alıyorlardı. Kur’an okumaları ruhlarının aramış bulması için bir kaynak konumunda idi. Müslümanların kurana olan aşk ve ilgileri edebi ve akli gibi bir kısım ilimlerin vücuda gelmesine kaynak oldu. Kuran olmamış olsaydı bu ilimler vücuda gelmezdi. Kuranı kerim sahip olduğu yöntem benzersizdir. Kuran yöntemi ne şiirdir ne nesir. Şiir değildir zira kafiyesi ve vezne sahip değildir. Kuranın sahip olduğu yöntem ve üslup ne geçmişte benzeri vardı ne de gelecekte böyle bir üsluba sahip bir kitap olacaktır. Yani ne daha önce bu üslupta konuşmuş ve ne sonra kuranın mübarezeye davet etmesine rağmen kimse onunla rekabet edebilir veya ona taklit ederek benzerini getirebilecektir.
Özetle: Her asrın Müslümanları bulundukları asırda sahip oldukları fikirsel ve pratiksel imkânlarına uygun bir şekilde kur’an’a yönelik olarak taşıdıkları aşk ve şevkin tesiri altında kuran ile alakalı çalışmalar yapmışlardır. Kuranı öğrenmek, ezberlemek, üstatların yanına gidip diz çökerek onu okumak, kuran bağlamındaki tecvit ilmini öğrenmek, kur’anı tefsir etmek, kuranın lügatlerini açıklamak ve şerh etmek, bu hususlarda kitapların yazılması bu çalışmalarının birer örneğidir. Hakeza kuranın ayetlerini, kelimelerini, hata kuranın tümünde kullanılan harflerinin sayılması, kuranın anlamları üzerinde dakik düşünmek ve hukuki, ahlaki, sosyoloji, felsefi, irfani, ilmi ve… [9] gibi konularda kurandan ve bu bağlamdaki ilimlerden istifade etmeleri gibi çalışmalar da bu bağlamda değerlendiriliyor.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bkz. Sayt-i danışname-i mevzui kuran vabestei bı merkez ferheng ve maerifi kuranı kerim.
[2] Bakara 2.
[3] Araf, 203.
[4] Casiye, 20.
[5] Maide, 15-16.
[6] İsra, 88.
[7] MEKARİMİ ŞİRAZİ, Nasır, “Tefsiri Nümüne”, baskı, 1, Tahran: Darul-Kutubil İslamiye, 1374, c. 2, s. 274.
[8] MUTAHARİ, Murtaza, “Mecmuai Asar”, baskı, 4, Tahran: Sadra, c, 2, s. 212 – 213.
[9] A.g.e.
Ammar bin Yasir ve Hakla Batılın Ölçüsü
Ammar’ın bugün şehadet yıldönümü Ammar bin Yasir ve Hakla Batılın Ölçüsü
Peygamber efendimiz vefat eder etmez Müslümanlar arasında ihtilaflar baş göstermiş ve kısa bir süre içinde Müslümanlar gruplara bölünmüştür… Peygamber efendimiz her şeyi önceden bildiğinden bunun içinde çareler düşünmüştür. Bunlardan birisi de Müslümanların ihtilaf anlarında Ammar bin Yasir’in tutumuna bakmalarıdır. O hangi taraftaysa o tarafın hak, karşısında duran tarafın ise batıl ve temelsiz olduğudur.
Hz. Peygamber efendimiz Ammar hakkında şöyle buyurmuştur: “Her ne zaman insanlar ihtilafa düşerse Sümeyye’nin oğlu (Ammar) hakla birliktedir”“Eğer insanlar arasında ihtilaf çıkar ve anlaşmazlığa düşerlerse “Sümeyye’nin oğlunun hangi grupta olduğuna bakınız ve o gruba bağlanınız...
Ammar bin Yasir, Yemen ahalisinden olup Mekke’deki Beni Mahzum kabilesiyle ittifak kurmuş bir ailenin çocuğu olarak Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) hicretinden 57 yıl önce Beni Mahzum kabilesinde dünyaya geldi. Babası Yasir, annesi Sümeyye ilk Müslümanlardan olup İslam yolunda şehit olanların ilklerindendirler.
Ammar, 48 yaşlarında Peygamber efendimizin hicretinin ilk yılında Peygamberimizin Erkam’ın evinde ikamet ettiği sırada Müslüman olmuş ve bu yolda tüm işkence ve zulümlere göğüs germiştir.
Ammar bin Yasir, İslam’ın yayılması için oldukça zahmetlere katlanmıştır. Peygamber efendimizin (s.a.a) bütün savaşlarında yanında olmuştur. Hz. Peygamber Ekrem (s.a.a) onun hakkında devamlı olarak şöyle buyururdu:
یا عمار! تقتلک الفئة الباغیه
“Ey Ammar! Seni haddi aşan, zalim bir grup öldürecektir.”
Ammar bin Yasir, Hz. Ali’nin (a.s) en vefalı dört yaranından biriydi. Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) vefatından sonra ahdine sadık kalarak Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Hz. Ali (a.s) halife olduktan sonra Ammar, her an Hz. Ali’nin yanında hazır olmuştur…
Sıffın savaşında ilerlemiş yaşına rağmen, savaş meydanında Hz. Peygamberin (s.a.a) sairi ashabıyla birlikte Muaviye’ye karşı bir an olsun Hz. Ali’nin yanından ayrılmamıştır… Hicretin 37’sinde Safer ayının dokuzunda 93 yaşında şehadet şerbetini içerek hak yolda şehit olmanın gururuyla ilahi rahmete kavuşmuştur.
Ammar Yasir’in kabri şerifleri, Suriye’nin Rukke şehrinin eski kalesinin sağ semtinde Ali (a.s) kapısı diye meşhur olan yerde bulunmaktadır.
Tarih kitaplarında yer aldığına göre Sıffın savaşında Ammar bin Yasir, şehadeti öncesi susuzluğundan ötürü oldukça fazla su istemiş… bir adam burada su yoktur demiş. Bu sırada “Raşit” adında küçük bir erkek çocuğu sütlü bir şerbet getirerek ona verir. Ammar şöyle der: “Dostum Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştu: Dünyadaki son azığın bir kap süt olacaktır. Ammar sütü içtikten sonra birkaç kere düşmana saldırdı. En sonunda Muaviye ordusundan “Ebu’l Adiye el- Fezari” ve “İbn Cavn Sekuni” adlı iki kişi Ammar’a saldırdı. Birincisi ağır bir kılıç darbesiyle Ammar’ı yaraladı. İkincisi Ammar yere düştükten sonra Ammar’ın başını gövdesinden keserek onu şehit etti.
Ammar bin Yasir’in Peygamber efendimizin vefatından sonraki tutumu Mevla ve efendisi olan Hz. Ali’nin tutumuyla aynıydı. Hilafet konusunda halifelere muhalefet etmiş ve onları kabul etmemiştir! O da, Salman, Ebu Zer ve Miktat gibi imametin yılmaz savunucu olmuştur.
Ammar bin Yasir, aynı şekilde Peygamber efendimiz ölüm döşeğinde iken bazı sahabelerin hilafet derdine düşerek Peygamber efendimizin cenazesini yerde bırakarak Sakife’ye gitmesiyle başlayan Sakife’de belirlenen hilafete karşı çıkmasıyla tanınmaktadır. Ammar, Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadeti sonrası cenazesine katılıp cenaze namazı kılan ender kişilerdendir aynı zamanda.
Ammar Yasir, Cemel savaşına da katılmıştır. Bu savaşta bin kişilik bir birlikle ordunun sol kanadının Malik Eşter ise bin kişilik bir birlikle sağ kanadın komutanlığını üstlenmiştir.
Sıffın Savaşı ve Azgın bir Grubun Ammar’ı şehit etmesi
Zulkela Humeyri, yirmi bin kişilik kabilesiyle birlikte Hz. Ali’ye karşı Muaviye’nin yanında savaşmak için Sıffın’a geldi. Muaviye’nin savaşta dayandığı yegane kişi Zulkela’ydı. Hatta Muaviye, Zulkela’nın Hz. Ali’ye karşı savaşmaya karar vermesinden önce savaşmayı düşünmüyordu. Bu kandırılmış komutan, Ammar bin Yasir’in Hz. Ali’nin saflarında olduğunu öğrenince ağır bir şekilde sarsıldı. Muaviye’nin tebliğci memurları, onu aldatmak için Ammar nerde Sıffın nerde? (Ammar’ın 93 yaşında olmasından dolayı) Iraklılar (Hz. Ali’nin Sıffın’daki taraftarları) böyle yalanlar uydurmaktan çekinmemektedirler diye onu kandırmaya çalıştılar. Ancak Zulkela, kani olmayarak Amr bin As’a dönerek Hz. Peygamber, Ammar hakkında “Seni (sıratı müstakim) yolundan çıkmış zalim, sapkın ve haddi aşan bir grup öldürmeden ölmeyeceksin.” Demiş midir? Diye sordu: Amr bin As: Evet, böyle söylemiştir, ancak Ammar, Ali’nin ordusunun arasında değildir.” Zulkela, dedi ki: “Benim kendim bizzat araştırmalıyım.”
Sonra bir grubu bu konu hakkında araştırma yapması için görevlendirdi. Bu hassas durumda Muaviye ve Amr Bin As, olayın önemini bildiğinden eğer Ammar’ın Hz. Ali’nın ordusunda olduğunu veya orada şehit olduğunu öğrenecek olursa Şam ordusunda kopmaların ve hatta parçalanmasına sebep olacağını bildiklerinden onu gizemli ve esrarengiz bir şekilde öldürdüler.
Sıffın Savaşı ve Hakikatlerin Şeffaflığı
Sıffın savaşına Peygamber efendimizin sahabelerinden bir çoğu katılmıştır. Bunlardan en bariz örneklerinden birisi Ammar bin Yasir’dir. Çünkü efendimiz, basiretsizlerin hakla batılı teşhis etmesi için onu ölçü karar kılmıştır. Ayrıca bu savaşa Bedir savaşında peygamberimizin yanında savaşmış 25 sahabede Hz. Ali’nin yanında yer alarak şehadet şerbetini içmiştir.
Sıffın savaşında 45 bin Muaviye taraftarı 25 bin kişi de Hz. Ali’nin ordusundan olmak üzere toplam 70 bin kişi ölmüştür. Bunlardan 25’i bedir savaşına katılmış peygamberimizin ashabıydı. Bunların tamamı Hz. Ali’nin yanında savaşarak şehit olmuşlardır.
İşte bu durum Ehli sünnetin on dört asırdır cevabını veremediği sorulardandır. Nasıl olurda Bedir savaşına katılmış 25 sahabe içlerinde başka sahabelerin olduğu Muaviye ordusu tarafından şehit edilir? Bunların tamamı nasıl adil olabilir? Bunlara uymak nasıl gökteki yıldızlara uymak gibi olabilir? Birbirlerini doğrayan, başlarını kesenlerin her ikisi de nasıl hak olabilir?! Halbuki Peygamber efendimiz Ammar bin Yasir’i daha o zamanlar ölçü olarak tanıtmış ve ashabına her ne zaman ihtilafa düşseniz Ammar’a bakın. Ammar hangi taraftaysa o taraf haktır diye buyurmuştur. Ayrıca iki şahit olarak bizzat Peygamber efendimiz tarafından adlandırılan Huzeyme bin Sabit de Sıffın’da Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Peygamberimizin önde gelen sahabelerinden olan Huzeyme, Bedir savaşı başta olmak üzere Peygamberimizin savaşlarına katılarak onun yanında yer almıştır. Peygamberimiz Bedir savaşında ve öteki savaşlarda onun şahadetini iki şahadet olarak saymıştır. Bundan dolayı “Zulşahadeteyn” adıyla meşhurdur. O da Ammar gibi Sıffın savaşında Hz. Ali’nin yanında yer almış ve azgın ve sapkın grup olan Muaviye ve ordusuna karşı savaşarak şehit olmuştur.
Ehli sünnet ulemalarından Tabarani şöyle yazmaktadır:
حدثنا محمد بن عبد اللَّهِ الْحَضْرَمِى ثنا ضِرَارُ بن صُرَدٍ ثنا عَلِى بن هَاشِمٍ عن عَمَّارٍ الدُّهْنِى عن سَالِمِ بن أبى الْجَعْدِ عن عَلْقَمَةَ عن عبد اللَّهِ عَنِ النبى صلى اللَّهُ عليه وسلم قال :إذا اخْتَلَفَ الناسُ كان بنُ سُمَيَّةَ مع الْحَقِّ
Abdullah ibn Mesut Hz. Resulullah’tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
“Her ne zaman insanlar ihtilafa düşerse Sümeyye’nin oğlu (Ammar) hakla birliktedir.”[1]
Hakim Nişaburi, “El-Müstedrek ale’s Sahiheyn” adlı kitabında şöyle yazmaktadır:
أَخْبَرَنَا إِسْحَاقُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ خَالِدٍ الْهَاشِمِى بِالْكُوفَةِ، ثنا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِى بْنِ عَفَّانَ الْعَامِرِى، ثنا مَالِكُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ النَّهْدِى، أَنْبَأَ إِسْرَائِيلُ بْنُ يُونُسَ، عَنْ مُسْلِمٍ الأَعْوَرِ، عَنْ خَالِدٍ الْعُرَنِى، قَالَ:دَخَلْتُ أَنَا وَأَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِى عَلَى حُذَيْفَةَ، فَقُلْنَا: يَا أَبَا عَبْدِ اللَّهِ، حَدِّثْنَا مَا سَمِعْتَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ فِى الْفِتْنَةِ؟
قَالَ حُذَيْفَةُ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ: «دُورُوا مَعَ كِتَابِ اللَّهِ حَيْثُ مَا دَارَ» فَقُلْنَا: فَإِذَا اخْتَلَفَ النَّاسُ فَمَعَ مَنْ نَكُونُ؟ فَقَالَ: «انْظُرُوا الْفِئَةَ الَّتِى فِيهَا ابْنُ سُمَيَّةَ فَالْزَمُوهَا، فَإِنَّهُ يَدُورُ مَعَ كِتَابِ اللَّهِ»،
قَالَ: قُلْتُ: وَمَنِ ابْنُ سُمَيَّةَ؟ قَالَ: " أَوَ مَا تَعْرِفُهُ؟ "، قُلْتُ: بَيِّنْهُ لِى، قَالَ: «عَمَّارُ بْنُ يَاسِرٍ»، سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لِعَمَّارٍ: «يَا أَبَا الْيَقْظَانِ، لَنْ تَمُوتَ حَتَّى تَقْتُلَكَ الْفِئَةُ الْبَاغِيَةُ عَنِ الطَّرِيقِ».
هَذَا حَدِيثٌ لَهُ طُرُقٌ بِأَسَانِيدَ صَحِيحَةٍ، أَخْرَجَا بَعْضَهَا وَلَمْ يُخَرِّجَاهُ بِهَذَا اللَّفْظِ
Halid El-Arni diyor ki ben ve Ebu Said Hudri, Huzeyfe’nin yanına geldik ve şöyle dedik: “Ey Ebu Abdullah! Bize Resulullah’tan (s.a.a) fitne hakkında duyduğun şeyler hakkında konuş.” Huzeyfe dedi ki: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: ‘Her nerede olursa Kur’an’ın etrafında dönünüz.” Dedik ki: “Eğer insanlar arasında ihtilaf çıkar ve anlaşmazlığa düşerlerse, biz kiminle olalım?” dedi ki: “Sümeyye’nin oğlunun hangi grupta olduğuna bakınız ve o gruba bağlanınız. Çünkü o, her zaman Allah’ın kitabının mihveriyetinde dönmektedir.”
Dedim ki: “Sümeyye’nin oğlu kimdir?” dedi ki: “Onu tanımıyor musun?” dedim ki: “Benim için açıkla” dedi ki: “Ammar bin Yasir” Allah Resulünün (s.a.a) Ammar hakkında şöyle dediğini duydum: “Ey Ebu’l Yakzan! Seni (sıratı müstakim) yolundan çıkmış zalim ve haddi aşan bir grup öldürmeden ölmeyeceksin.”
Bu hadis, bir çok senet açısından sahih hadistir. Sahihi Müslim ve Sahihi Buhari bu hadisin bazı (neden acaba?) bölümlerini nakletmişlerdir!!![2]
Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi Ammar ve onun gibi Hz. Ali’nin yanında Sıffında savaşanlar cennet ehlidir. Ve onun karşısında duran ve onlarla savaşanlar cehennem ehlidir. Ehli sünnet mezhebi taraftarları buna da şu ana kadar cevap verememiştir.
Hz. Peygamberimiz (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Cennet Ali, Ammar, Selman ve Bilal’ı görmek için iştiyak duymaktadır.”
ABNA.İR
[1] - Tabarani, El- Mucemu’l Kebir, c. 10. s, 95, h: 10071…
[2] - El-Hakim Nişaburi, Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah, El-Müstedrek Ale’s Sahiheyn (Buhari ve Müslim) c. 2, s. 162, h: 2652.
Selmanı Farisi, Yani Selmanı Muhammedi’nin İslam’ı Kabul Ediş Öyküsü
Salmanı Muhammedi Hz. Peygamber Ekrem’in (s.a.a) vefatından sonra hak yoldan sapmayarak Hz. Ali’nin (a.s) imametine inanarak bu yolda yürüyen ender kişilerden biridir. Salmanı Farisi, Ömer ibn Hattab’ın hilafeti döneminde Medain’in sorumluluğuna getirildi. Bu sorumluluğu sırasında beytülmaldan kendisine maaş bağlamayarak hiçbir ücret almadı. Tüm maaşını sadaka olarak verirdi. Geçimini ise sepet örerek sağlamaktaydı...
Peygamberin gelişinin intizarında günlerini geçiren Selman bir gün sürüleri otlatmakla meşgulken arkadaşı gelerek ona “haberin var mı? bugün birisi Medine’ye gelmiş ve kendisinin peygamber ve Allah’ın elçisi olduğunu iddia etmekte!” dedi…
Hicri 35. Yılın 8’i Hz. Peygamberin (s.a.a) İranlı yaranlarından büyük Sahabe Salmanı Farisi’nin vefat yıldönümüdür. O, Hz. Peygamber efendimizin hakkında “Salman’u minna Ehlelbeyt”; “Salman biz Ehlibeyttendir.” Buyurduğu bir şahsiyettir.
Evet! Salmanı Muhammedi Hz. Peygamber Ekrem’in (s.a.a) vefatından sonra hak yoldan sapmayarak Hz. Ali’nin (a.s) imametine inanarak bu yolda yürüyen ender kişilerden biridir. Salmanı Farisi, Ömer ibn Hattab’ın hilafeti döneminde Medain’in sorumluluğuna getirildi. Bu sorumluluğu sırasında beytülmaldan kendisine maaş bağlamayarak hiçbir ücret almadı. Tüm maaşını sadaka olarak verirdi. Geçimini ise sepet örerek sağlamaktaydı.
Hz. Ali’nin (a.s) sadık Şia’sı ve sahabelerin iftiharı olan Salman Farisi, Medain’de ilahi rahmete kavuşarak orada defnedildi.
Selman’ı Farisi’nin Etkileyici Hayat Hikayesi
Ayetullah uzma Mekarim Şirazi, Bakara Suresi’nin 62. Ayetinin tefsirinde Salmanı Muhammedi’nin baştan ayağa hakikatlerle dolu yaşamı hakkında şöyle diyor:
“Salman” Cundi Şapur ehlindendi. Zamanın hakiminin oğluyla samimi dostluk ve arkadaşlığı bulunmaktaydı. Bir gün birlikte avlanmak için çöle gittiler. Birden gözleri kitap okumakla meşgul olan bir rahibe ilişti. Ona kitap hakkında sorular sordular. Rahip cevap olarak şöyle dedi: Bu kitap Allah tarafından nazil olmuştur. Onda Allah’ın emirlerine itaat etmek ve günah ve itaatsizlik yasaklanmıştır. Bu kitapta zina ve insanların hakkını haksız yere yemek yasaklanmıştır. Bu kitap “İsa Mesih”e inmiş “İncil”dir.
Selman’ı Farisi ve arkadaşı rahibin sözlerinden etkilenerek onun dinini daha fazla araştırmaya koyuldular ve nihayetinde onunun dinini seçtiler. Rahip onlara o topraklarda kesilen koyunların haram olduğunu ondan yememelerini istedi.
Salman ve zamanın hakiminin oğlu her gün o rahipten din hakkında daha fazla malumat almaya başladılar. Bir bayram günü hakim bir parti düzenledi ve şehrin ileri gelenlerini ve eşraf takımını oraya davet etti. oğlundan da partiye katılmasını istedi, ancak o kabul etmedi.
Hakim oğluna çok ısrar etti, ancak oğlu o yemeğin ona haram olduğunu açıkladı. Ona bu emri kimin verdiğini sordular o da rahibin adını verdi.
Hakim, rahibi huzuruna çağırtıp ona şöyle dedi: İdam etmek bizim yanımızda ağır ve çok kötü bir iştir. Seni öldürmeyeceğiz, ancak bizim bölgemizden git. Salman ve arkadaşı bu sırada rahiple görüşerek Musul’da buluşma kararı aldılar.
Rahip yola çıktıktan sonra, Salman da yola koyulmak için vefalı arkadaşını birkaç gün bekledi, o da yolculuk hazırlıklarıyla meşguldü… ancak en sonunda dayanamayarak tek başına yola çıktı.
Salman Musul’un Deyr bölgesinde oldukça fazla ibadet ediyordu. Oranın yöneticisi olan rahip elden ayaktan kesilir düşüncesiyle onu çok ibadet etmekten sakındırdı, ancak Salman “Acaba çok ibadet etmenin mi daha çok fazileti var, yoksa az ibadet etmenin mi? diye rahibe sordu.
Rahip: Elbette ki çok ibadet etmenin sevabı daha çoktur dedi.
Musul’un Deyr alimi bir süre sonra Beytul Mukaddes seferi için yola çıktı. Salmanı da yanında götürdü. Selman’a gündüzleri oradaki mescitte düzenlenen Nasrani ulemaların derslerine katılarak ilim elde etmesini istedi.
Bir gün Selman’ın üzgün olduğunu gördü. sebebini sorduğunda şöyle cevap verdi: Tüm hayır ve güzellikler Allah’ın peygamberlerinin yanında olan geçmiştekilerin nasibi olmuştur. Deyr alimi, o günlerde Arap milletinin arasından bir Peygamberin çıkacağını ve bütün peygamberlerden daha üstün olacağı müjdesini verdi.
Alim dedi ki: Ben artık yaşlandım, onu idrak edeceğimi sanmıyorum, ancak sen daha gençsin onu idrak edeceğini ümit ediyorum, ancak bunu da bil ki bu peygamberin alametleri vardır. onlardan birisi omzunun üstünde has bir alamet vardır. sadaka almaz, ama hediye kabul eder.
Beytul Mukaddes’ten (Filistin’den) geri döndüklerinde yolda tatsız hadisler baş gösterdi. Bu esnada Selman Deyr alimini kaybetti… Beni Kelab kabilesinden iki Arap oraya geldi. Selman’ı esir alarak deveye oturtarak Medine’ye götürdüler. Orada onu köle olarak!! Cehine kabilesinden bir kadına sattılar!!
Salman ve kadının başka bir kölesi gündüzleri sırasıyla sürüyü götürüp otlatıyorlardı. Selman bu süre zarfında bir miktar para topladı. Peygamberin gelişinin intizarında günlerini geçiriyordu. Bir gün sürüleri otlatmakla meşgulken arkadaşı gelerek ona “haberin var mı? bugün birisi Medine’ye gelmiş ve kendisinin peygamber ve Allah’ın elçisi olduğunu iddia etmekte!” dedi.
Salman’ın Peygamberden Aldığı Üç İmtihanın Öyküsü
Salman arkadaşına şöyle dedi: “Ben dönene kadar sen burada kal. Salman şehre gitti. Peygamberin toplantısına katıldı. Peygamberin omzundaki has işareti görmek için peygamberin baş ucunda dolaşmaya başladı.
Hz. Peygamber (s.a.a) efendimiz olayı anladı ve elbisesini açtı. salman zikredilen ilk işareti onda gördü. sonra pazara gitti. Bir koyun ve bir miktar ekmek alarak peygamberin yanında geldi. Peygamber bunlar nedir? Diye buyurdu. Salman: Sadakadır. Peygamber: Benim onlara ihtiyacım yoktur onları harcamaları için fakir Müslümanlara ver” dedi.
Salman bir kez daha pazara gitti. Bir miktar et ve ekmek alarak Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) yanına geldi. Peygamber efendimiz bu nedir? Diye sordu. Salman: hediyedir dedi. Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: Otur. Peygamber efendimiz hediyeden yedikten sonra olay Salman için aşikar oldu. Zira üç işaretin üçünü de onda bulmuştu.
Bu meyanda Salman, arkadaşı ve dostunu ve Musul’un Deyr bölgesindeki rahipleri ve onların imanları, namazları, oruçlarını anlattıktan sonra Peygamberin gelişini beklediklerini söyledi. Orada hazır bulunanlardan birisi şöyle dedi: Onlar cehennem ehlidir! Bu söz Salman’a çok ağır geldi. Zira Selman, eğer peygamberi idrak etseydiler ona iman edeceklerine yakinen biliyordu.
İşte bu esnada bu ayet nazil oldu:
اِنَّ الَّذينَ اٰمَنُوا وَالَّذينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِپينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmeyeceklerdir. (Bakara, 162)”
Hak dinlere hakiki iman etmiş, ancak İslam Peygamberini (s.a.a) görüp idrak etmemiş olanların müminlerin sevabı kadar sevaplarının olduğunu beyan eden bu ayet Hz. Peygamber efendimize (s.a.a) nazil oldu.[1]
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - Numune Tefsiri, c. 1, s. 288.