کارگر

کارگر

Salı, 11 Eylül 2012 04:46

Suriye konusunda algı ve gerçek

Politikada en büyük hata hatanın kabul edilmemesidir. Ne demek istediğimi anlamak için, geçmişine toz kondurtmayan, uzun iktidarında yapılmış hatalı uygulamalara aradan yarım asır geçtiği halde bugün bile sahip çıkan CHP’ye bakmak yeterli.

Ancak bugün konum CHP değil, Ak Parti; daha doğrusu Ak Parti’nin Suriye politikası...

Biliyorum, Ak Parti yetkilileri Suriye politikalarının yanlış olmadığında ısrarlılar. Ben de onlar gibi düşünüyorum aslında. Doğru ve ilkeli bir politik çizgi izlendi Suriye konusunda; o politikanın tespitine yarayan varsayımlar doğru çıkmasa da... Bugün de aynı ilkeli çizgiyi sürdürüyor Türkiye...

Onlar ve ben böyle düşünüyoruz da ne oluyor? Önemli olan bizlerin değil halkın ne düşündüğü. Eminim, halkın Suriye politikasından duyduğu memnuniyetsizlik, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık yaptırdığı kamuoyu yoklamalarına da yansıyordur... Halkın algısı önemli ve algı da maalesef ‘hata’ yapıldığı yönünde...

‘Hata’ olarak algılanan, Türkiye’nin konuya çok fazla müdahil olduğu görüntüsü... Baas yönetimiyle Suriye’ye arka çıkan ülkelerin Ankara’nın mesajlarına verdiği cevaplardan huzursuz millet... Ayrıca sınıra yığılan mültecilerin kaldıkları kamplara sığamaz hale gelmeleri... Sınırlardan iki taraflı geçişlerin artması... Silâh trafiğine ek olarak Suriyeli olmayan unsurların savaşmak için Türkiye topraklarını kullanması... Bu yoldaki haberler de insanların canını sıkıyor...

En yüksek perdeden “Hatay asla Peşaver değildir” diyoruz demesine, ancak Afganistan’da Sovyet istilâsı sonrası başgösteren savaş yüzünden komşu Pakistan’ın düştüğü durumu bilenleri iknada zorlanıyoruz. Yerli-yabancı propaganda unsurları, hepsi birarada, ülkemizde ‘Sünni-Alevi’ ayrışmasını kaşıyor.

İzlenen ‘politik çizgi’ hatalı olmadığı için itirazlar ve eleştirilere aldırmıyor hükümet; Başbakan Erdoğan en sert sözlerini Suriye politikasını eleştirenler için sarf ediyor. Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu katıldığı uluslararası platformlarda ülkemizi yalnız bırakan müttefikleri kıyasıya suçluyor.

Burada durup soru-cevap faslına geçebiliriz:

Sonuç? Sonuçta ‘hatasız’ Suriye politikası halkın önemli bir bölümü tarafından ‘hatalı’ görülüyor. Uluslararası medya keşfettiği yumuşak karnı gıdıklayıp durdukça hata algılaması daha da büyüyor.

Ne yapılmalı? “En büyük hata hatanın kabul edilmemesidir” tezinin sahibinin bu soruya vereceği cevap belli: Önce hatayı kabul edeceğiz ve politikayı değiştirme yolunda adımlar atıldığını hissettireceğiz.

Önce cirit attığı söylenen yabancı ajanlara bölgeyi kapatıp sayıları her gün artan mülteciler konusunda BM Mülteciler Yüksek Komiserliğini (UNHCR) kampların yönetiminde görünür kılmak şart. Kamplara sızmış Suriyeli olmayan kişiler varsa onları geldikleri yere gönderip sınırlarımızı yol geçen hanı olmaktan çıkarmak da... ‘Silâh trafiği’ deniyor ya, onun gölgesine bile müsamaha etmemek...

En kısa yoldan çözüm, Suriye’nin yalnızca Türkiye’nin sorunuymuş gibi algılanmasını engellemektir. Özgür Suriye Ordusu savaşacaksa savaşsın, ama silâhlarının bizden geçmediği bilinsin. Savaşmaya gelenler başka ülkelerden Suriye’ye geçsin. Türkiye’ye sığınanlara da BM adresi gösterilsin.

Türkiye, aradan çekilip taşın altına ellerini koymaya başkalarını mecbur bırakarak, belki de istediği sonuca daha çabuk erişebilir.

08/09/2012 - Fehmi Koru

Örtü(lü)süz operasyon: İran 

Türkiye-İran ilişkileri son dönemde dolaylı faktörlerden kaynaklanan bir takım "zorlama meselelerden" dolayı adeta bir "kriz enflasyonu" yaşıyor. Hedef çok açık; öyle ya da böyle bu iki ülkeyi savaştırmak. Bunun için de "örtülü", "örtüsüz" tüm operasyon yöntemlerine başvuruluyor. Arzu edenler, Türkiye'de başta "merkez medya" olmak üzere, ilgili diğer medya organlarınca servis edilen yazılı ve görsel nitelikteki yayınlara bakabilirler...

Kabaca bir bakış bile sizleri haddi aşan, sınırları zorlayan, bundan dolayı da fazlasıyla sırıtan, çifte standardın zirve yaptığı bir dezenformasyon ve kirli bir operasyon sürecine, ilişkiler ağına götürecektir. Göreceksiniz ki "tanıdık birleri", bir kez daha "herkesi kör, âlemi sersem", kendilerini ise "fazlasıyla uyanık ve akıllı" zannetmektedirler. Muhtemelen, ikili ilişkilerin tarihinde böylesi bir durumun eşi-emsali yoktur; en azından bu yoğunlukta, şiddette ve de "at izinin it izine karıştığı" bir ortamda...

Peki, tüm bu operasyonların altında ne yatıyor, hangi hedefler gözetiliyor? İki ülkenin savaşa tutuşturulması gerçekte kimlere hizmet eder? Ve daha da önemlisi, bu iki kadim ülke bu oyuna gelir mi?

Bu sorulara verilecek sağlıklı cevaplar öncelikle oyunun arka planını, bu kapsamda içinde bulunulan sürecin zorluğunu, tarafların karşı karşıya kaldığı sıkıntıyı ve yaşanması muhtemel gelişmeleri ortaya koyacaktır. Ve pek tabi ki, operasyonun akamete uğratılması noktasında deşifre edilmesini de...

Öncelikle şu hususun altını çizmekte fayda var. Bu kritik geçiş sürecinde İran'dan ve iki ülke ilişkilerinden bahsederken; makulü oynamanın, tarafları akl-ı selime davet etmenin bir takım çevrelerdeki karşılığı doğrudan doğruya "İrancılık"tır, "İrancı damgasını" yemektir.

Kimin ne olduğunun, "google" ortamında bile fazlasıyla sırıttığı bir ortamda, bunla ilgili bir polemiğe girmek fazlasıyla gereksiz olacaktır. Kimin ne olduğunu ilgili bir çok kesim, kimse zaten bilir.

Nitekim yakın tarihimiz bunun bir çok örneğiyle doludur. Fakat, burada üzücü olan husus Türk insanının zihninin bazı ithal kavramlar ve satılık "yerli" beyinler, kalemler üzerinden kirletilmesi ve bir kafa karışıklığının oluşturulmasıdır.

Türkiye'de belli başlı kesimlerin ısrarla "reel politik", "diplomasi", "işbirliği" ya da "uluslararası ilişkiler" denildiğinde sadece ve sadece Batı'yı, Batı'da da belli çevreleri ve ilgili diğer güç odaklarını anlaması, anlatmaya çalışması da bunun en tipik örnekleri arasındadır. Onlara göre sadece yön ve ilişki olarak bir "batı" vardır, "doğu"ya karşı ise gözleri kördür! Çünkü onlar Doğu'yu Batı üzerinden okumaya çalışırlar; aslında onlar birer zavallı doğulu, Doğu cahilidir!

Kissinger'in da açık bir şekilde ifade ettiği üzere; çok sevdikleri muteber "bu tipler", hizmetlerinin karşılığını fazlasıyla alırlar. Efendileri tarafından ödüllendirilirler. Bakalım bu ödüllendirmeler nereye kadar sürecek?

Gerçek anlamda özgür olmanın bedelinin fazlasıyla ağır olduğu bir dünyada ve bu ülkede, "bu tipler" ne kadar pişman olur ve rücu ederler bilinmez. Çünkü onlar, bunun ağır bir bedelinin olduğunu gayet net bir şekilde bilirler.

Bu husus, kaçınılmaz olarak akıllara Ömer Seyfettin'in meşhur "Diyet" hikayesini getirmektedir, fakat çok büyük bir olasılıkla onlar bunu da bilmezler!

Şimdi gelelim meselenin bam teline ve tekrar kendimize soralım: "Niçin bu çok boyutlu operasyonlar? Türkiye üzerinde Suriye sonrası bir de İran baskısının arkasında hangi nedenler yatmaktadır? Suriye krizinin bir Türkiye-İran krizine dönüştürülmesi ve PKK terör örgütünün burada süreci hızlandırıcı bir rol oynaması tesadüf müdür? PKK konusunda düne kadar farklı başkentler işaret edilirken, ne oldu da şimdi Tahran deniliyor ve ihale bu ülkeye yıkılmak isteniliyor? "Kandil-Karayılan" bağlamında farklı süreçlerin yaşandığı bir Ankara-Tahran hattında, Irak-Suriye merkezli ortak sorun üzerinden endişeler, tahdit algıları devam ederken; İran niçin böyle bir karta başvursun? Acaba, İran üzerinden Türkiye'nin Suriye krizinde ve Yeni Ortadoğu sürecinde inisiyatif alma girişimleri ve bölgede manevra alanını genişletme hareketleri mi sabote edilmek isteniliyor? Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan ve İran arasında gündeme gelmeye başlayan bölgesel inisiyatif arayışları ve İsrail'in yalnızlığı bu operasyonda ne kadar önemli bir yer tutuyor? Hedeflerden biri de, 2003-2007 duruşu mu? Ortada nasıl bir oyun dönüyor? Türkiye ve bölge nasıl bir kirli tezgah ile karşı karşıya?"

Sanırım, buradaki bir çok soru bile içinde barındırdığı cevaplarla sizde bir takım fikirler uyandırmıştır; pek tabi ki anlayana, anlamak isteyene...

10/09/2012 - Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL

Irak’ta ‘ölüm mangaları kurmak’la suçlanınca kaçıp Türkiye’ye sığınan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi idama mahkûm edildi. Ankara, Haşimi’ye güvence verdi, Bağdat’a rest çekti.

Irak Yargıtay Sözcüsü Hakim Abdüssettar Bayraktar, Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Türk Hükümeti’nin koruması altında İstanbul Başakşehir’de yaşayan Tarık el Haşimi için gıyabında idam cezası kararı verdiğini açıkladı.

Irak mahkemesinin, Haşimi'nin koruması Ahmed Kahtan için de idam cezası kararı verdiği bildirildi.

Bilindiği gibi daha önce, eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi hakkındaki suçlamaları araştırmak üzere kurulan komisyon, Haşimi’nin Irak’taki 150 terörist eyleme destek sağladığının kesinleştiğini açıklamıştı.

Tarık Haşimi’nin koruma görevlilerinden ve himayesi altındaki kişilerden oluşan grubun bomba yerleştirilmiş araçlarla saldırı düzenlemek, roket saldırılarında bulunmak ve üst düzey güvenlik görevlilerine ve parlamenterlere suikast yapmak gibi terör eylemlerini gerçekleştirdiğinin anlaşıldığını açıklayan araştırma komisyonu, Tarık Haşimi himayesindeki grubun bazı üst düzey müdürleri, yargıçları ve doktorları da susturuculu silahlarla öldürdüklerinin anlaşıldığını ifade etmişti.

DAVANIN KRONOLOJİSİ

18 Aralık 2011: Son ABD askeri de Irak’tan çekildi. Başbakan Nuri El Malik Ulusal Güvenlik, İçişleri ve Savunma Bakanlıklarını da üstlendi.

19 Aralık 2011: Irak Yüksek Yargı Konseyi,birçok terörist eyleme katıldığı kesinleşen eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi hakkında gıyabında idam kararı verdi.Haşimi hakkında tutuklama kararı çıkardı.

20 Aralık 2011: El Irakiye ittifakının liderlerinden Haşimi, Bağdat’tan kaçıp Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin merkezi Erbil’e sığındı.

16 Mart 2012: Erbil yönetiminin başkanı Mesud Barzani, “Kürt ahlâkı” izin vermediği için Haşimi’yi Bağdat’a teslim etmeyeceklerini açıkladı.

1 Nisan 2012: Kürt yetkililer, Haşimi’nin Irak dışına çıkışına izin verdiler. Haşimi, Katar ve Suudi Arabistan’da “resmi” temaslarda bulunduktan sonra Türkiye’ye geldi.

8 Mayıs 2012: Irak’taki tartışmalı dava başlarken, Bağdat hükümetinin talebi üzerine İnterpol, Haşimi hakkında kırmızı bülten yayınladı. “Siyasi” bulunan dava sürecinde Türkiye, geçici olarak İstanbul’a yerleşen Haşimi’ye oturma izni verdi.

ÇOK KRİTİK ZAMANLAMA

TALABANİ KORUDU: Irak Başbakanı Maliki, devrik lider Saddam Hüseyin’in idam cezasını da imzalamıştı. O imzayı atmayı reddeden Cumhurbaşkanı Talabani, Maliki’nin Haşimi hakkında oluşturduğu dosyayı da “Ben yardımcıma güveniyorum” diye iade etmişti.

DÜŞMANLARA UYARI : Önceki hafta yapılan mahkemeleri sonucu terör ve katliam yaptıkları kesinleşen Irak’ta 26 kişi birden idam edilmiş, ABD yapımı gelişmiş tankların son partisini teslim alan Maliki hükümeti yine Washington’dan gelecek F-16’ların kullanımı konusunda “sınır olmadığını” açıkladı.

PETROL KRİZİ : Kürdistan Bölgesel Yönetimi, petrol ihracatında Bağdat’taki hükümete ait boru hatlarını 15 Eylül’e kadar kullanacaklarını açıkladı. 15 Eylül’den sonra ne olacağı meçhul. Bağdat Kürtlerden, Türkiye’ye ihraç ettikleri petrol için 3 milyar dolar talep etti.

Uluslararası Polis Teşkilatı (Interpol), eski Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi'nin yakalanması için kırmızı bülten yayımlamış, buna rağmen Türkiye makamları Haşimi’ye sahip çıkarak Interpol’un kararını tanımadıklarını açıklamıştı. Bu da Irak’la Türkiye arasında sorunların büyümesine neden olmuştu

Haşimi'den idam açıklaması

Haşimi, "hakkımda verilen bu kararı , kabul etmeyeceğim" dedi.

Bir süredir İstanbul'da yaşayan Haşimi, hakkında idam cezası verildiği saatlerde Ankara'ya gelmişti.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşen Haşimi bugün bir basın toplantısı düzenledi.

Haşimi, gıyabında alınan idam kararının meşru olmadığını ve kabul etmeyeceğini söyledi.

Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi, ülkesinde gıyabında verilen idam kararını tanımadığını, savunması alınmadan karar verildiğini belirtti.

Haşimi, Ankara Swiss Otel'de düzenlediği basın toplantısında, kendisi hakkında verilen kararın aslında beraati olduğunu söyledi.

Gıyabında verilen bu kararı tanımadığını ifade eden Haşimi, savunması alınmadan karar verildiğini ve kararın zalimce olduğunu kaydetti.

Haşimi, "Bana inanan hiç kimse şu anda güvenlik içinde değil, hepsi tehlikede" dedi.

Haşimi, "Benim değil Maliki'nin BM'de yargılanması lazım. Yüz binlerce insanın ölümünden sorumludur" diye konuştu.

 

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Kanada’nın Tahran Büyükelçiliğini kapatma girişimini, Siyonist-İngiliz dayatmalı bir politikanın devamı olarak tanımladı.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest, Kanada Dışişleri Bakanının İran’la ilgili son açıklamasına tepki olarak “Kanada’nın Stephen Harper’in liderlik ettiği bugünkü Hükümeti, dış politika alanında aşırıcı politikalar izlemekle biliniyor. Örneğin daha önce de İran halkı, Hükümeti ve Kanada’da yaşıyan İranlıara karşı, Tahran Büyükelçiliğinde vize bölümünü kaptmak, Kanada’daki İranlıların banka hesaplarına el koymak ve bu ülkede öğrenci olarak bulunan İranlılara para gönderilmesini engellemek gibi İran karşıtı çeşitli girişimlerde bulunmuştur” dedi.

Mihmanperest daha sonra şöyle konuştu: “Kanada Hükümetinin bu düşmanca tavırları aslında, Siyonist-İngiliz dayatmalı bir politikaya uymaktır. Kanada Hükümeti bu politika doğrultusunda en son da, Tahran Bağlantısızlar zirvesinin düzenlenmesine engel olabilmek için genişçe çaba gösterdi, fakat ülkeler ve uluslararası kişiliklerin itinasız tavırlarıyla karşılandı.”

Fransa'dan Suriye'ye giden ve iki hafta silahlı teröristlerle kalan Fransız hekim Jakues Beres, Suriye'de savaşan teröristlerin yarısından fazlası Suriyeli olmadığını ifşa etti.

Fransa'dan Suriye'ye giden ve iki hafta silahlı teröristlerle kalan ve ardından ülkesine dönen Fransız hekim Jakues Beres çarpıcı ifşaatta bulundu.

Suriye'nin kuzeyinde bir kentte yer alan bir hastanede iki hafta boyunca gizlice silahlı teröristlerin tedavisine yardım eden Fransız hekim, Paris'teki muayenehanesinde Reuters'e verdiği demeçde, Suriye'de tedavi ettiği insanların %60 kadarı silahlı teröristlerden oluştuğunu, bu zümrenin yarısından fazlası ise Suriye uyruklu olmadığını belirtti.

Fransız hekim, silahlı teröristlerin açıkça Suriye'de Fars Körfezi'nin Arap emirlikleri için savaştığını itiraf ettiğini kaydetti.

Pazartesi, 10 Eylül 2012 05:59

Namazın Hakikati ve İslam Toplumundaki Rolü

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei her yıl İran'da düzenlenmekte olan Namaz Konferansı'nın 21.sine bir mesaj göndererek, namazın layık olduğu yere kavuşmasıyla ideal bir topluma ulaşılmasına zemin hazırlanacağını belirtti.

İmam Hamenei'nin bu konudaki mesajının metni şöyle:

'Bismillahirrahmanirrahim,

Allah'a bağlanıp, hakikat arayışında olan siz erkekler ve kadınlar, bu yıl da büyük İslami görevinizi namazın yaygınlaştırılmasına çalışarak eda etmektesiniz. Bu bağlamda çaba sarfeden tüm yetkilileri ve özellikle de bu büyük eylemin omurgasını teşkil eden sadık ve mücahid alim sayın Hüccet'ül İslam Kıraati'yi takdirle Allahu tealadan bu insanlar için ilahi ödül niyaz etmekteyim.

Bütün bunlara rağmen şunu itiraf etmeliyiz ki, İslam nizamının yetkilileri olarak bu alanda üzerimize düşen görevi gerektiği şekilde eda edemedik. Namazın önemini doğru olarak algılamak zorundayız. 'Allah katında namaz kabul edildiği takdirde diğer bütün hizmetler ve zahmetler de kabul görecektir; namazın reddedilmesi durumunda ise onun dışındaki her şey kabul görmeyecektir' şeklindeki söz bizlere büyük hakikati öğretmektedir.

Bu hakikat şudur ki, eğer İslam toplumunda namaz layık olduğu konumuna getirilirse, maddi ve manevi olarak sürdürülen yapıcı çabaların tümü ideallere doğru yönelecek ve toplumu İslami açıdan arzulanan bir noktaya sürükleyecektir. Buna karşılık namazın önemi konusunda gaflete düşülerek, namaza itina edilmezse hareket çizgimiz doğru bir biçimde katedilemeyecek; tüm cihad eylemleri ve çabalar, İslam'ın beşer toplumu için öngördüğü zirveye yükselme sürecinde gerekli olan etkiyi uyandıramayacaktır.

Bu hakikat hepimizi uyarmakta ve ağır görevimizi hatırlatmaktadır. Kültür ve sanat alanındaki etkinlikler ile eğitim sistemindeki proğramlar öylesine planlanıp icra edilmelidir ki, namaz her geçen gün halk katmanlarında ve özellikle de genç kuşak arasında benimsenmeli ve herkes bu pak ve aydın kaynaktan gıdalanmalıdır. Hiç kuşkusuz, kültür ve eğitim merkezleri ile radyo ve televizyon kurumu ve mescidlerin sorumluları, bu konuda başkalarından daha fazla sorumluluk duymalıdırlar.

Allahu tealadan yardım ummalı, himmetle çalışmalı ve bu yolda yepyeni bir hareketi başlatmalısınız. Allah yar ve yardımcınız olsun.'

Seyyid Ali Hamenei / 3 Eylül 2012

 

 

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei Türkmenistan Cumhurbaşkanı'yla yaptığı görüşmede, İran İslam Cumhuriyeti'nin komşularıyla dostluk ve işbirliğine büyük önem verdiğini söyledi.

İkili ilişkilerin daha da geliştirilmesinden yana olduğunu belirten İmam Hamenei, 'iki ülkenin sahip olduğu büyük potansiyel, işbirliğinin yükseltilmesi gereksinimini ortaya koymaktadır' şeklinde konuştu.

Türkmenistan'ın sağladığı ilerlemelerden hoşnut olduğunu vurgulayan İnkılap Rehberi, 'çeşitli alanlarda ve bu arada Hazar Denizi etrafındaki ortak çıkarlar , ilişkilerin arttırılabilmesi için uygun bir zemin hazırlayabilir' dedi.

Türkmenistan Cumhurbaşkanı Berdi Mohammedof ise Türkmenistan halkının sıcak selamlarını ileterek şunları söyledi: 'Tüm çabalarımızı iftiharla büyük komşumuz İran'la olan ilişkilerimizi arttırmaya sarfedeceğiz. Bağlantısızlar Hareketi Zirve Konferansı'nın Tahran'da düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır. Hiç kuşkusuz, bu konferansın sonuçları, üye ülkelerin ilerleme sürecinde olumlu etkiler uyandıracaktır.'

 

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamenei bugün Tacikistan Cumhurbaşkanı'yla yaptığı görüşmede köklü, derin ve ortak dil ve kültürün bölge halkları arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi ve daha iyi bir geleceğin şekillendirilmesinde büyük önem taşıdığını söyledi.

Ayetullah Hamenei çeşitli alanlardaki işbirliğinin geliştirilmesine değer verdiğini hatırlatarak şunları dile getirdi: 'Geleneklerin yüceltilmesi ile halkın inanç ve adetlerine önem verilmesi, halkın daha güçlü desteğine neden olur ve bu desteğe dayanan her devlet, olumsuz dış faktörler karşısında direnç kazanır.'

Tacikistan Cumhurbaşkanı İmam Ali Rahman ise iki ülke arasında hem siyasi, hem kültürel ve hem de ekonomik alanlardaki işbirliği düzeyinin yükseltilmesinden yana olduğunu söyledi.

İmam Ali Rahman, Tahran'daki Bağlantısızlar Konferansı'nda başarılı bir organizasyonun dikkat çektiğini kaydederek, Ayetullah Hamenei'nin konferansın açılışında yaptığı konuşmanın, Bağlantısızlar Hareketi'ni etkileyeceği ve ona dinamizm kazandıracağını vurguladı.

 

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei'yi ziyaret eden Zimbabve Cumhurbaşkanı Robert Mugabe İran'ın Bağlantısızlar Hareketi'ne başkanlık etmesinin adalet, özgürlük ve bağımsızlık yanlısı ülkeler için çok iyi bir haber olduğunu söyledi.

İslam İnkılabı Rehberi'nin konferansın açılışındaki konuşmasını olağanüstü, eğitici, derin felsefi noktalar ve dinamizm içeren bir konuşma olarak niteleyen Mugabe şunları dile getirdi: 'Batı'lı emperyalist güçlerle mücadelede parlak bir karneye sahip olan bir ülkenin Bağlantısızlar Hareketi başkanlığına getirilmesi bizi sevindirmiştir. İran İslam Cumhuriyeti devrimci bir felsefeye sahiptir ve söz ve slogan yerine pratik eylemden yanadır. Dünyanın özgürlükçü ülkeleri bu nedenle İran'ın Bağlantısızlar başkanlığına getirilişinden memnundurlar. Bu durum, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi açısından da önemlidir.'

Mugabe Batı'lıların insan hakları, kanun ve demokrasi savunuculuğu şeklindeki büyük yalanlarına işaretle şöyle konuştu: 'Amerika, İngiltere ve Fransa'nın Ortadoğu bölgesindeki gelişmeler karşısında ortaya koydukları tavırlar, onların yalnızca petrol çıkarları peşinde koştuklarını göstermektedir.'

Zimbabve Cumhurbaşkanı Batı'nın Suriye'deki girişimlerine de değindi ve onların aslında İran İslam Cumhuriyeti'ni zayıflatmaya çalıştıklarını belirterek şunları söyledi: 'Kendileri nükleer silahlara sahip olan Batı'lıların, İran'ı nükleer silah üretmeye çalışmakla suçlaması çok komiktir.'

İslam İnkılabı Rehberi, Zimbabve Cumhurbaşkanı'nın konuşmasını dinledikten sonra Mugabe'nin hala devrimci ruhunu sürdürdüğünü belirterek şöyle konuştu: '25 yıl kadar önce Bağlantısızlar Hareketi'nin Herare'deki toplantısına katılmıştım ve siz aynı devrimci tutumunuzla demiştiniz ki, 'yalnızca İran İslam Cumhuriyeti eylemde bulunuyor ve diğer üyeler yalnızca konuşmakla vakit geçiriyorlar.' İşte şimdi birbirimizle işbirliği içerisinde hareketin tüm üyelerini pratik eylemlere çağırıp yönlendirmenin zamanı gelip çatmıştır. Bizler, gerçek gücü milli iradenin takviyesi ve sosyal ve bilimsel ilerlemelerde görmekteyiz; atom silahlarında değil.'

 

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei bugün Lübnan Cumhurbaşkanı'yla yaptığı görüşmede bu ülkenin bölgede taşıdığı önem ve hassasiyete değinerek, Lübnan'lı liderler ve şahsiyetlerin sahip oldukları tecrübeyle çeşitli ihtilaflar karşısında dikildiklerini ve direnişi destekleyerek bir çok problemi aştıklarını söyledi.

İmam Hamenei bazı yabancıların kimi bölgesel sorunları Lübnan'a sirayet ettirmeye çalıştıklarını, ancak Lübnan'daki gruplar arasındaki işbirliği ve büyük değer taşıyan direnişe dayanılması sayesinde bu entrikaların suya düşeceğini belirtti.

İnkılap Rehberi ayrıca Suriye'ye herhangi bir dış müdaheleye karşı olduğunu vurgulayarak, Suriye sorununun aşılabilmesi için tek yolun, sorumsuz gruplara silah gönderilmesinin önlenmesi olduğunun altını çizdi.

Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman ise İran ve Lübnan arasındaki ilişkilerin genişletilmesi gerektiğini kaydetti ve şöyle konuştu: 'Tahran Konferansı ve İran İslam Cumhuriyeti'nin Bağlantısızlar Hareketi'nin başına getirilişi, çeşitli alanlarda ve özellikle de Filistin konusunda olumlu pratik sonuçlara ulaşılmasını sağlayacaktır.'

Mişel Süleyman ayrıca Suriye sorununa da değinerek, Lübnan'ın bu alanda dış müdaheleye karşı olduğunu ve buhranın müzakereler vasıtasıyla çözümlenmesi gerektiğini kaydetti.