Ben bir gayrimüslim olarak, İran’ın mezheplerinden bağımsız olarak dünyadaki bütün Müslümanları destekleme şevkini çok çarpıcı buluyorum. Şii çoğunluklu ülkeyi, Sünni çoğunluklu Filistinlileri desteklemeye iten ve bu yüzden de Siyonistlerin İran’ın prensiplerinden nefret etmesine sebep olan, etnik kimlik veya mezhepten bağımsız olarak ayrımsız bütün Müslümanları destekleme kararlılığıdır.
Batı’nın Lübnan, Suriye ve Irak’taki şiddeti, ABD’nin bölgesel düşmanı İran tarafından bir biçimde kızıştırılmış mezhepçilik olarak betimlemesi, cehalete ve körlüğe dayanıyor.
Bu tip İran betimlemelerine bir örnek, ABD’li senatör John McCain’in 16 Haziran günü Irak hakkında yaptığı ve İran’ın Irak’ta süregiden çatışmada “dar bir mezhepçi gündem” izlediğini iddia ettiği açıklamada görülebilir. İran’ın, Irak’ın toprak bütünlüğünü ve sosyal birliğini koruyan güçleri desteklemesine rağmen böyle söyleniyor. İran’ın izlediği bu politika, mezhepçi bir politikanın yüz seksen derece zıttıdır ve İran hem Irak’ta hem de Suriye’de uzlaşma çağrıları yapmaya devam etmektedir.
İslam Cumhuriyeti’nin söylediği veya yaptığı hiçbir şey Sünnileri yahut herhangi bir başka dini grubu kasten tecrit etmemiş ve hedef almamıştır. Bu, İran’ın politikalarıyla ve dış politikasıyla da uyumlu değildir. İran çoğulcu ve hoşgörülü bir devlettir ve belki de bu tanıma şu anda bölgedeki bütün öteki devletlerden daha fazla uymaktadır. Gerçekte, eğer İran’ın dış politikası herhangi bir dinsel/mezhepsel terimle ifade edilebilirse, yalnızca “Müslüman yanlısı” olarak tanımlanabilir.
Ben bir gayrimüslim olarak, İran’ın mezheplerinden bağımsız olarak dünyadaki bütün Müslümanları destekleme şevkini çok çarpıcı buluyorum. Şii çoğunluklu ülkeyi, Sünni çoğunluklu Filistinlileri desteklemeye iten ve bu yüzden de Siyonistlerin İran’ın prensiplerinden nefret etmesine sebep olan, etnik kimlik veya mezhepten bağımsız olarak ayrımsız bütün Müslümanları destekleme kararlılığıdır. Bu özgün detayı vurgulamak önemlidir, çünkü İran’ın Sünnilere verdiği desteğin, Batı ve İsrail’in düşmanlığını çeken faktör olduğu anlamına gelmektedir. Böylesine kararlılıkla bütün Müslümanları destekleyen bir devlet nasıl mezhepçi olabilir?
Ben Batı’daki okuyucularımın bir anlığına, yazdıklarımı dikkatli bir şekilde düşünmelerini isterim. Mantık olarak, bir ülkenin aynı anda hem dünya çapındaki bütün Müsümanları desteklemeye kendisini adayıp hem de İslam içerisinde şiddete dayalı mezhepçi bir gündem izlemesinin mümkün olmadığını biliriz. Bazıları bu mesele hakkında yoğun bir şekilde yalan söylüyor.
Hakikat şu ki, eğer İran gerçekten mezhepçi olsaydı, şu anda Batı’yla ve İsrail’le herhangi bir ihtilafı olmazdı, çünkü Filistin’deki olaylara veya Siyonizm’in suçlarına hiçbir ilgi göstermiyor olurdu. Bu meseleleri tamamen bırakmış olması gerekirdi, çünkü bunlar doğrudan İranlıları veya Şiileri ilgilendirmiyor.
İran coğrafyasının hayli dışında olan Filistin, İran bakımından hiçbir mezhepsel çıkar sağlayamaz. İran’ın dünyanın bu bölgesine olan ilgisinin mezhepçilik veya İran’ın gücünün soğuk yayılmasıyla ilgisi olamaz, zira Filistinlilerin kaderinin, bölgede İran’ın gücünün saf veya reelpolitik yayılmasıyla bir ilgisi yoktur. İran, Filistinlileri bütün İslam’ı savunma adına desteklemek durumundadır – İran’ın çıkarlarıyla uyum yaratacak bir koşul veya İran’dan yayınlanan hükümlere bağlılık söz konusu değildir.
Eş zamanlı olarak hem İran’ın Filistinlilere verdiği desteğin, hem de varsayılan mezhepçiliğinin Ortadoğu’da istikrarın önünde tehdit oluşturduğunu söylemek hiçbir anlam taşımaz, çünkü bu iki iddia karşılıklı olarak birbirini dışlar. İran’ın bir taraftan mezhepçi olması ve dar öz çıkarlarıyla motive olması, diğer yandan da İran’a yönelik devasa Siyonist nefreti pahasına başka bir mezhepten, uzaktaki bir grubun üyelerini desteklemeye devam etmesi imkansızdır.
İran’ın öteki Müslüman ülkelere ve öteki Müslüman mezheplere yönelik politikası, tersine, fedakarlığa ve bölgesel uyum yönünde duyduğu güçlü arzuya dayanmaktadır. Ne yazık ki, pek çok başka Müslüman ülkenin politikaları, bizzat İslam’a karşı bir haçlı seferine girişmiş olan Amerika Birleşik Devletleri’ne kuklalık ve kölece hizmet tarafından belirlenmektedir. Bu ülkeler Müslümanlar arasında karmaşa, aşırıcılık, istikrarsızlık ve kendi kendine zarar verme ihraç etmekte ve İslam’ı ve insan haklarını görmezden gelen bencilce bir jeopolitik güç oyununun parçası olarak Müslümanları birbiriyle karşı karşıya getirmektedir.
İran’ın mezhepçi olduğu fikrinin yanlış olduğunu gösteren daha açık kanıtlar da var. Üniversite derslerinin çoğunda İran toplumu, başka kültürlere ve dini gruplara karşı alışılmamış derecede toleranslı bir toplum olarak betimlenir. İran’da başka inançlardan ve İslam’ın başka mezheplerinden, barış içinde yaşayan sayısız topluluk vardır. ABD ve İngiltere’deki ateşli İran karşıtı basın bile İran’da dini baskı uygulandığına dair kaydadeğer bir örnek bulamaz. Hiçkimse Şii İslam’ı kabul etmeye zorlanmaz. Kendi inançlarını paylaşmadıkları için Müslümanları aforoz eden İranlı tekfirciler yoktur. İran kültürü, toplumu ve yönetimi üzerine odaklanan bütün yetkin analizler, aynı şekilde çoğulcu ve hoşgörülü bir ülke sonucuna ulaşacaktır.
Bunu, İran’ı bencil mezhepsel amaçlar peşinde koşmakla suçlayan bir bölge ülkesi olan Suudi Arabistan’la karşılaştıralım. Suudi Arabistan kendisini, bölgesel etkisi İran tarafından ayaklar altına alınmış bir büyük güç olarak görmeyi seviyor, fakat rekabet yalnızca Suudi Arabistan’ın ateşli düşlerinde mevcut. Gerçekte Suudi Arabistan’ın sorunu İran değil, Suudi nüfuzunun ve gücünün düşlerini beslemek için var olan sözde Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi, lidersiz terörist imalatlarıdır.
Suudi Arabistan’da Şiiler baskı görür, Yahudilerden iğrenilir ve Hristiyanlar öldürülür. Dahası Suudi Arabistan Irak’ta varsayımsal olarak Sünni azınlık tarafından Şii çoğunluğa karşı yürütülen, Şiilere saldırma temelli mezhepçi obsesyonun yönlendirdiği, bütünüyle mezhepçi bir “ayaklanmayı” desteklemektedir.
Irak’ta ve Suriye’de, Sünnilerin çoğunluğundan destek görmemelerine rağmen bütün Sünnileri temsil ettiğini iddia eden Suudi destekli militanlardan türeyen tekfirci bir güç ideolojisi mevcuttur. Sünnilerin çoğunluğu onları desteklese bile bu barbar grupların yapacağı tek şey, çoğunluğa ve çoğulcu Irak devlet aygıtına karşı mezhepçi bir soykırım kampanyası yürütmek olurdu.
Şimdi bölgede mezhepçiliği gerçekte kimin yaydığıı düşünelim. Suudi Arabistan’ın retoriği açkça anti-Şii’dir. Suudi Arabistan’ın Şiilere karşı hiçbir saygısı olmadığı, yahut onlarla bir arada yaşama yönünde hiçbir arzusunun olmadığı konusunda kimsenin şüphesi yoktur. O halde burada Suudi Arabistan’ı daha derinden analiz etmeye yönelebiliriz. İsrail’e ve Amerika Birleşik Devletleri’ne bakalım.
Onlar bölgedeki mezhepçilikten kaygı duyuyor mu? Peki, mezhepçi anlatıyı kırmak için ne yapıyor? Hiçbir şey.
Resmi söylemler itibariyle ABD ve İsrail mezhepçilikten kaygı duyuyor ve bölgede bir tehdit olarak tanımlıyor. Fakat John Barrasso gibi ABD’li senatörler Irak’ın bölünmesi çağrısı yapınca ve İsrail buna Kürt bağımsızlığını destekleme retoriğini ekleyince, mezhepçiliğin gerçek akbabaları ifşa oluyor.
Irak’taki toplumsal yarılmalar, her aşamada Batı ve bölgesel kukla devletler tarafından kasten körüklendi. Onların mezhepçiliği teşvik etmesinin hiçbir sınırı yoktur. Gerçekte onların Irak’taki yegane anlatısı mezhepçiliktir ve çatışmayı körüklemek için mezhepçi dili kullanmaktadırlar.
Irak’ın bölünmesinin veya Esad’ın devrilmesinin tek muhtemel sonucu, uyumu gözetecek bir İslami düzen yerleştirilemezse, hükümetsiz alanlar, kaos ve derinleşen mezhepçiliğin getirdiği karanlık olacaktır. Hem Suriye’de hem de Irak’ta devleti desteklemek, şu anda mezhepçiliğe karşı tek güvenilir savunma biçimidir ve barışa değer veren herkes bunu anlamalıdır.
Bir rejim çoğulculuğu bırakma yönünde bir adım atıp mezhepçi topluluklara otorite verdiği zaman, mezhepçiliği desteklemiş demektir. İran hiçbir noktada bunu yapmamıştır. ABD ve müttefikleri ise bu tür ulusal parçalanmaları, bölgedeki kendi şiddete dayalı ve bölücü vizyonlarını beslemek için kullanıyor.
İran’ın mezhepçi olduğu iddiasına, İran’ın Filistinlilere olan desteği ve Irak, Suriye ve Lübnan’da birliğe ve barışa olan bağlılığı bağlamında baktığımız zaman, bu iddianın kabul edilemez bir yalan olduğu ortaya çıkar. Bölgedeki yegane mezhepçilik, tek taraflı olarak ve çekinmeksizin, Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgesel müttefikleri tarafından teşvik edilmektedir.
medyaşafak/
Harry J. Bentham/Press TV
-