Bismillah
İş başındaki hükümetin ve iktidar ortaklarının başta komşu ülkeler olmak üzere bölgesel ve uluslararası ilişkilerde izlediği dış siyaset yanlış hesaplar yüzünden ülkeyi uçurumun kenarına sürüklemektedir. Bu gidişata dur demek her yurttaşın hakkı olmanın ötesinde zamanında yerine getirmesi gereken bir görevidir.
Yanlış hesaplar sadece dış ilişkileri değil ülke içi etnik ve sair kritik meseleleri de tetikliyecek cinsten olup iktidarı emanet olarak elinde bulunduran çevrelerin halktan aldıkları yüksek oranda oylardan dolayı gurur ve kibire kapılarak hayali hedefler peşinde koşmaları tehlikeli bir durum arzetmeye başlamıştır.
Ülkenin “komşularla sıfır problem” gibi isabetli dış siyaset çizgisinden tarihi ve kalıcı komşularıyla düşmanlık noktasına sürüklenmesi anlaşılır gibi değil. Bu olsa olsa dış siyasete yön veren kadronun- en iyimser bakışla- maceracı ve hayalperest teori ve hesaplarından kaynaklansa gerek. Bazı yorumculara göre ise iktidar çevreleri dış güçlerin dolduruşuyla bölgeyle ilgili olarak emperyal güçler tarafından kurulmuş kumar masasına oturtulmuştur. Kumar masasından galip çıkılsa zarar, yenik çıkılsa telafisi zor bir facia ve eldekinin de kaybedilmesi demektir.
Ülkenin güçlenmesi, bölgesel ve uluslararası etkinliğinin artması her yurttaşın arzusudur. Meşru çerçevede nüfuz sahibi olmak ile Batı emperyalizminin izlediği baskı, katliam ve ülkeleri işgal yöntemi bir birine karıştırılmamalıdır. Hakkı ve mazlumu savunmak için güçlü olmak, nüfuz sahibi olmak kazanılması gereken ve yerinde bir tavırdır. Ancak müttefiği olmakla iftihar ettiğiniz ve komşuların muhtemel saldırıları karşısında sınırlarımızı korumaya davet ettiğiniz NATO gibi askeri güçlerle işbirliğiyle elde edilecek nüfuz ve etkinlik gayri meşrudur, cinayettir ve bölge halklarınca asla affedilmeyecektir.
Ülkemiz son yıllarda kaydettiği ekonomik kalkınma ile bölgede haklı olduğu bir etkinlik alanı kazanmıştır. Komşu ülke pazarları Türk mallarıyla dolup taşarken iş adamlarımız, yatırımcılarımız bu ülkelerde büyük projeler gerçekleştirmeye başlamıştır. Bu trendin devam ettirilmesi gelecekte başka alanlarda da yeni nüfuz alanlarının kazanılması demektir. Bu durum ülkemiz, halkımız lehine olduğu gibi emperyal güçlerin sultasından bıkmış bölge ülkelerinin de yararınadır. Çünkü ekonomik-ticari ihtiyaçlarını bölgesel düzeyde karşılayabilen ve kültürel açıdan ortak değerlere sahip olan bu ülkeler karşılıklı yardımlaşmayla bilimsel, teknolojik ve hatta askeri alanlarda da işbirliğine girebilirler. Böylece bölgesel meselelerin çözümünde atlantik ötesi emperyal güçlere ihtiyaç duymadan kendi aralarında güvenlik sistemleri de oluşturabilirler.
Bu hedef uzak bir hayal değildir ve hatta Irak’ın ABD tarafından işgalinden sonra Irak’a komşu ülkeler tarafından peryodik olarak düzenlenen toplantılar bu hedefe yönelik atılmış olumlu bir adımdı. Batı emperyalizmini bölgesel güvenlik sisteminde devre dışı bırakacak bu girişim maalesef bazı ülkelere hakim kukla rejimlerin yan çizmesiyle sonuçsuz bırakıldı.
Nüfuz sahibi olmak isterken bölgesel dinamik ve dengelerin de dikkate alınması gerekir. Demokrasi ve insan hakları gibi çeşitli yönlere yorumlanabilecek değişken kavramlar arkasına gizlenmek yerine bölge halklarının ortak değeri İslami kriterleri esas almak gerekir.
Adına ister bahar densin ister İslami uyanış densin, İslam ülkelerinde başgösteren ayaklanmalar her türlü iç ve dış baskı ve sultaya bir başkaldırıdır. Müslüman halklar demokratik hak ve özgürlükler yanında bağımsız olmak, kaybedilmiş hüviyetlerine kavuşmak istemektedirler. Çünkü bağımsız olmadan elde edecekleri kazanımların emperyal güçler tarafından çalınacağı, hedefinden saptırılacağı ve yeniden sulta altına sokulacağının şuur ve idrakindeler. Durum bu iken NATO, ABD ve AB’nin uğursuz planlarına ortak olmak veya onlardan medet umarak sözde müslüman ülkelere hakim rejimleri değiştirmeye kalkışmak İslam ümmetine ve insanlığa hiyanettir hiç kuşkusuz tarih bunu kaydedecektir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında hükümetin komşu ülkeler yönetimlerine karşı bakışına örnek olarak Irak’a karşı tavırlarına bir göz atalım:
Son sıralarda Irak’ta işbaşındaki Nuri Maliki hükümetini mezhepçilikle suçlamak hükümet çevreleri ve yandaş medyada moda haline gelmiş bulunuyor. Hatta bazı yazar çizer takımı bu düşünceden hareketle Irak’ta hükümeti değiştirme, o da olmazsa ülkeyi parçalama senaryoları yapıp durmaktalar. Halbuki Irak hükümeti en az Türkiye hükümeti kadar halkın iradesine dayalıdır. Irak anayasasında hükümet kurulması konusunda mezhepçilik ve etnisite hiç bir şekilde söz konusu edilmemiştir. Mevcut Nuri Maliki hükümeti de halkın çoğunluğunun oyuyla iş başındadır. Buna rağmen parlementoda grubu olan bütün parti ve çevreleri hükümete dahil etmiş, muhalif partilerle bakanlıkları paylaşmıştır. Halbuki Türkiye’de bırakın muhalif partilere bakanlık ve bakanlık bünyesinde müdürlükler vermeyi kamu sektöründeki bütün organlara iktidar partisinin adamları yerleştirilmektedir.
Irak’la ilgili gündemde tutulan konulardan biri de Nuri Maliki’nin Şii olması ve Şiicilik yaptığı iddialarıdır. Halbuki Şiicilik yapmakla suçlanan Nuri Maliki’nin başta dışişleri bakanı olmak üzere bakanlarının yarısı Sünnilerden oluşmaktadır. Devlet makamları mezhep esasına göre paylaştırılsaydı nüfusun %65’e yakın bir bölümünü oluşturan Şiiler bütün makamları kendi aralarında paylaştırırlardı. Halbuki cumhurbaşkanı ve meclis başkanı anayasal bir hak olarak değil de ülke maslahatı nazara alınarak Sünnilere verilmektedir. Türkiye’de durum nasıl acaba? Nüfusun en az %20 sini oluşturan Alevilere ve yine %3’ünü oluşturan Şiilere nüfusları oranında milletvekilliği, bakanlık ve müdürlükler verilmekte midir?! Cevap hazırdır elbet: Türkiye farklıdır, isteyen istediği partiye kaydolabilir ve partisi çoğunluğu kazanırsa bu makamlara ulaşabilir denilecektir. Acaba pratikte Alevilerin cumhurbaşkanlığına, başbakanlığa, meclis başkanlığına ve hatta önemli bakanlıklara geldiğine tarih şahit olmuş mudur? Şimdi adama sormazlar mı mezhepçilik yapan siz misiniz yoksa komşu Irak mı?
Cinayetlere, toplu katliamlara karıştığı gerekçesiyle hakında İnterpol tarafından kırmızı bülten çıkarılarak yakalanma kararı çıkarılan ve AKP hükümeti tarafından Sünni olduğu için teslim edilmeyeceği ilan edilen Tarık Haşimi, Irak cumhurbaşkanlığı yardımcılığına acaba Irak halkının oyuyla seçilerek mi gelmiştir? Yoksa ülke içi dengeler dikkate alınarak mı bu göreve atanmıştır. Türkiye’nin atanmış bir Alevi bürokratı mesela PKK’nın cinayetlerine yardımcı olduktan sonra komşu bir ülkeye kaçmış olsaydı hükümet ne yapardı? Nasıl olsa sünni değildir deyip o kişinin cinayetlerini görmezden mi gelirdi? Böyle davranmayacağı gün gibi aydınken peki bu çifte standartlık niye?! Yoksa Batılı şeytanların dolduruşuna gelip Osmanlı İmparatorluğu havasına mı girmiş bulunuyoruz?
Beyler! Efendiler! İslam düşmanlarıyla, NATO ile işbirliği ile nüfuz kazanılmaz. Onların desteğiyle kazanılacak konum size değil onlara aittir. Başkalarının kriterleriyle model olunmaz, o şeref – eğer şeref ise- o kriterlerin sahibine aittir size değil. Laikliği model alacak halklar bunu sizden değil laikliğin yurdunu, çıkış merkezini örnek alır sizi değil. Laiklik-İslam sentezi gibi uydurma sözlere de kimse kanmamaktadır, ne Batılı müttefikler ne de bölge halkları. Bölgede nüfuz sahibi olmak istiyorsanız her şeyden önce bölge halklarının kalbinde yer etmeniz gerekir. Unutmayın kalpler Allah’ın tasarrufundadır, oraya sadece sevdiklerinin muhabbetini yerleştirir. Allah’ın düşmanlarıyla ele ele verilerek kalplere taht kurulamıyacağına göre yöntem değişikliğine gitmeniz gerekir. Herşeyden önce tağuutu reddetmeniz, gerçek bağımsızlık için adım atmanız gerekir. Bağımsızlığın kazanılması bedel ödemeyi; tağuutların, müstekbirlerin basklarına, muhsarasına, ambargolarına, saldırılarına karşı direnmeyi gerektirir. Bu aşamalardan geçtikten sonra ancak bölge halklarının kalbinde yer edebilir, onlara örnek ve model olabilirsiniz, NATO eşliğinde İslam ülkelerine havadan saldırılar düzenleyip savunmasız insanları katletmekle değil.
Irak örneğini öteki komşulara da genelleştirdiğimizde durumun vahameti daha bir artmaktadır. Hükümet yetkili makamlarının bu gerçekleri dikkate alarak izlenen yanlış siyasetlerini değiştirmeleri umulur.
Y. ZİYA T.YILMAZ 18/05/2012