Hizbullah, ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında ve başka yerlerde IŞİD’le etkin bir şekilde savaşabilecek tek askeri güç gibi görünüyor. Aynı zamanda yüzbinlerce yoksul Lübnan vatandaşına sağlam bir sosyal ağ sunabilen tek oluşum. Mezhep çizgileri üzerinden derin bir şekilde bölünmüş bu ülkede Hizbullah ‘ötekilere’e elini uzatıyor.
Lübnan artık kendi ayaklarının üzerinde duramıyor. Bunalmış, korkmuş ve beş parasız halde.
Cephe hattında duran ülke, doğuda ve kuzeyde ‘İslam Devleti'ne (İD, eski adıyla IŞİD), güneyde düşman İsrail'e, batıda ise derin mavi denize bakıyor. Çoğu Suriyeli olan bir buçuk milyon Suriyeli, küçük ülke topraklarının her yerine dağılmış durumda. Ekonomisi çöküyor, altyapısı da çözülüyor. IŞİD Suriye sınırında, kelimenin gerçek anlamıyla yan kapıda; hatta bir ayağı Lübnan'ın içinde ve periyodik olarak ülkeye saldırıyor, bütün Lübnan şehirlerinde ve bütün kırsal alanlarda sayısız “uyuyan hücreler” oluşturuyor. Hizbullah IŞİD'e karşı savaşıyor, ancak görünen o ki Batı ve Suudi Arabistan IŞİD'i değil, Hizbullah'ı kendi jeopolitik çıkarlarının önündeki büyük tehdit olarak görüyor. Lübnan ordusu görece iyi eğitimli fakat iyi silahlanmış değil ve bütün ülke gibi ordusunun da para sıkıntısı çektiği biliniyor.
Bugünlerde Beyrut sokaklarında sık sık şu sözü duymak mümkün: “Bu vaziyet biraz daha devam etsin, bir darbe daha insin, bütün ülke çökecek, yanıp kül olacak.”
Batı'nın ve bölgesel müttefiklerinin istediği gerçekten bu mu?
Şimdi, üst düzey yabancı temsilciler birbiri ardınca Lübnan'ı ziyaret ediyor: BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Dünya Bankası Grubu Başkanı Jim Yong Kim ve AB dış politika şefi Federica Mogherini. Bütün yabancı ziyaretçiler, öngörülebilir bir şekilde ve soyut bir biçimde, IŞİD'in yakınlığı hakkında ve şu anda Lübnan'da yaşayan 1,5 milyon Suriyeli mültecinin kaderi hakkında “derin kaygılarını” ifade ediyor. Hepsi, “Komşu Suriye'deki savaşın küçük Lübnan üzerinde derin etkileri var” diye kabul ediyor.
Savaşı kimin tetiklediği ise hiçbir zaman ele alınmıyor.
Ve pek de çözüm getirilmiyor. Yalnızca çok az sayıda somut söz veriliyor. Söz verilen şeyler de yerine getirilmiyor.
Ban Ki-moon, Jim Yong Kim ve Beyrut'taki BM kuruluşlarının başkanları arasında gerçekleşen bir kapalı toplantıya katılan kaynaklarımdan biri “burada yeni, somut veya esin verici hemen hemen hiçbir şey tartışılmadı” yorumunu yaptı.
Sözde uluslararası toplum, Lübnan'ı derin ve süregiden krizlerden kurtarma yönünde çok az arzu gösteriyor. Nitekim pek çok ülke ve örgüt devamlı olarak Lübnan'ın boğazına sarılırken, ülkeyi “insan hakları ihlalleriyle” ve zayıf ve etkisiz bir hükümete sahip olmakla suçluyor. Onları en fazla rahatsız ediyor gibi görünen şey ise, Hizbullah'ın (yani pek çok Batı ülkesinin ve onların Arap dünyasındaki müttefiklerinin “terör listesine” koyduğu bir örgütün) ülke yönetimine katılmasına en azından bir düzeyde izin verilmesi.
Fakat Hizbullah, ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında ve başka yerlerde IŞİD'le etkin bir şekilde savaşabilecek tek askeri güç gibi görünüyor. Aynı zamanda yüzbinlerce yoksul Lübnan vatandaşına sağlam bir sosyal ağ sunabilen tek oluşum. Mezhep çizgileri üzerinden derin bir şekilde bölünmüş bu ülkede Hizbullah ‘ötekilere'e elini uzatıyor, hem Müslüman hem de Hıristiyan partilerle ve hareketlerle koalisyonlar kuruyor.
O halde neden Hizbullah'ın bu kadar üzerine gidiliyor?
Çünkü ağırlıklı olarak Şii, ve Şii Müslümanlar Batı'nın Arap dünyasındaki neredeyse bütün müttefikleri tarafından düşman görülüyor ve hedef alınıyor. Hedef alınmasının yanısıra bazen doğrudan doğruya tasfiye bile ediliyor.
Hizbullah İran'ın sağ kolu olarak görülüyor, İran ise Şii ve kararlı bir şekilde Batı emperyalizminin karşısında, Rusya'nın, Çin'in ve Latin Amerika ülkelerinin çoğunun – ‘İmparatorluk' ve onun yandaşı devletler tarafından şeytanlaştırılıp provoke edilen ülkelerin – yanında duruyor.
Hizbullah hem İran'ın hem de Suriye'deki Beşar Esad hükümetinin yakın müttefiki. İsrail ne zaman Lübnan'a saldırsa Hizbullah İsrail'le savaşıyor ve yürütmek zorunda bırakıldığı muharebelerin çoğunu kazanıyor. Hareket Batı'nın, İsrail'in ve Suudi Arabistan'ın yayılmacı politikalarına açık bir husumet içinde ve liderleri aşırı derecede açık sözlü.
Lübnan'da yaşayanlar da dahil olmak üzere bölgedeki pek çok kişi, “ne olmuş yani?” diye soracaktır.
Angie Tibbs, son yıllarda Ortadoğu'da yaşanan olayları yakından izleyen Dissident Voice'un sahibi ve başyazarı. Tibbs, 2005'teki olaylarla bugünkü olaylar arasında kısa bir karşılaştırma yapmanın, durumun karmaşıklığını anlamak açısından temel önemde olduğuna inanıyor:
“1990'da iç savaşın sona ermesinden bu yana görünürdeki sükunetin, hareket etmeye devam eden ve gerçek veya hayali eski yaraların, eski hataların unutulmadığı ve affedilmediği bir yumuşak karnı gizlediği bir ülkede, Hizbullah'ın askeri ve siyasi başarısı en istikrar sağlayıcı etki oldu. 2005 yılında, eski başbakan Refik Hariri'nin ve beraberinde 20 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırı sonrasında ABD ve İsrail, tek bir kanıt kırıntısı sunmadan yüksek sesle ‘Suriye yaptı' demişti. Lübnan hükümetinin talebiyle ülkede bulunan Suriye askerleri, ABD'nin talimatıyla ülkeden çıkarıldı ve BM'nin 1559 sayılı kararı, Lübnan'daki bütün milis gruplarının silahsızlandırması gerektiğini de söyledi. Plan açıktı. Suriye silahlı kuvvetlerinin gitmesi ve Hizbullah'ın silahsızladırılmasıyla, Lübnan'ın güney sınırını tamamen savunmasız halde bırakacak iki adım gerçekleşecekti. Şu durumda İsrail'in içeri girip burayı ele geçirmesini kim engelleyecekti?”
Tibbs aynı zamanda, sözde uluslararası toplumun Lübnan'ı kasten savunmasız halde bıraktığı kanaatinde:
“Bugün benzer bir sinsi senaryo gelişiyor. Hizbullah Suriye'de IŞİD'le savaşmakla meşgul; Lübnan ordusu iyi eğitimli halde olsa da, iyi silahlanmış halde değil. Silah anlaşmaları iptal ediliyor, BM ve IMF ve gerçekte dünya uluslar topluluğu herhangi bir destek sunmuyor ve küçük Lübnan, bir milyonu aşkın Suriyeli mültecinin ağırlığı altında nefes alamıyor. Bu, İsrail'in ve Batı'nın vekil ordusu olan IŞİD'in Lübnan'ın içine girmesi ve ülkenin egemenliğinin çökmesi için mükemmel bir fırsat.”
Bu durumlara içerlenmiş olan bazı Lübnanlı liderler yaşananlara tepki gösterdi. Dışişleri Bakanı Cibran Bassil, Ban Ki-moon'un Beyrut'a ve Bekaa Vadisi'ne yaptığı iki günlük ziyarette kendisiyle görüşmeyi reddetti.
Lübnan'ın önde gelen gazetelerinden Daily Star, 26 Mart 2016 tarihinde şunları aktardı:
“Cumartesi günü Dışişleri Bakanı Cibran Bassil, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un iki günlük bir ziyaretin ardından Beyrut'tan ayrılmasından birkaç saat sonra uluslararası toplumu Suriye mülteci krizine çifte standartla yaklaşmakla suçladı. Dışişleri Bakanı, Batrun'daki evinden telekonferans yoluyla düzenlediği basın toplantısında, ‘Savaş çıkarıyorlar, sonra da başkalarına, mültecilere insan hakları sözleşmelerine uygun şekilde evsahipliği yapma çağrısında bulunuyorlar' şeklinde konuştu.”
Lübnan çöküyor. Bir zamanların müsrif başkenti Beyrut bile daimi kararmaları, su kesintilerini ve çöp toplama dramlarını deneyimliyor. Ülke ekonomik açıdan keskin bir gerileme içinde.
Beyrut Amerikan Üniversitesi Maliye Bölümü'nde öğretim üyesi olan Dr. Salim Şahin, ülke hakkında genellikle en azından orta düzeyde iyimserdir. Ancak son gelişmeler onun iyimserliğini de aşındırdı:
“Her ne kadar Lübnan Merkez Bankası BDL tarafından yayınlanan uyum göstergeleri yakın zamanda ekonomik faaliyetlerde hafif bir iyileşme olduğunu ortaya koysa da, pek çok yetkili durumun daha fazla bozulması hakkında açık ikazlarda bulunuyor. Bölgesel jeopolitik gerilimler, Suriye'deki iç çatışma ve bunların ülke içindeki sonuçları, turizm, ticaret ve emlak sektörlerini etkiledi. HSBC'ye göre, Lübnan'ın dışarıya göç etmiş ve genellikle hükümetin borçları için gerekli nakiti temin eden en büyük toplululuğu, Körfez'deki kötüleşen koşullar nedeniyle yakın gelecekte daha yavaş bir oranda büyüyebilir. Ülke ekonomik durgunlukta altıncı yılına girerken, HSBC kısa vadede gerçekleşebilecek bir iyileşme hakkında halen şüpheci. Kamu bütçesi açığı şu anda yılda yüzde 20 oranında artıyor ve GSYİH büyüme oranı sıfıra yakın.”
Bir eğitimci ve aynı zamanda UNESCO'nun Beyrut'ta bulunan Arap Bölgesel Ofisi'nde kıdemli program uzmanı olarak görev alan Yayoi Segi, hem Suriye hem de Lübnan'da yoğun çalışmalar yürütüyor. Ona göre eğitim sektörü çırpınış içinde:
“Kamusal eğitim sektörü, ülkedeki erişim anlamında çok küçük: okul çağındaki nüfusun yalnızca yüzde 35'ine erişebiliyor. Eğitime ayrılan devlet tahsisatı yüzde 10'dan daha az, oysa dünya ortalaması veya nirengi noktası yüzde 18-20 düzeyindedir. Bölgede devam eden ve Lübnan'ın büyük bir mülteci akıntısına yer bulmak zorunda kaldığı kriz, durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Kamu tarafından yapılan eğitim tedariği genişledi ve genişlemeye devam ediyor. Ancak durum kaliteyi etkiliyor ve artan sayıda korunmasız Lübnanlı öğrencinin okuldan ayrılmasına katkı yapıyor; eğitim hizmetleri Suriyeli mülteci çocukların ise ancak yüzde 50'sine ulaşabiliyor.”
BM kuruluşlarından biri için çalışan Nadine Georges Gholam (gerçek ismi bu değil), yakın zamanlarda kendini duygusuz, hatta umutsuz hissettiğini söylüyor:
“Özellikle şu son beş yılda Lübnan'da olanlar gerçekten de bunalım yaratan türden. Geçmişte öfkemi ve hayal kırıklığımı dillendirmek için aktif olarak protestolara katılırdım. Fakat artık bunun herhangi bir değişiklik yaratıp yaratmadığını, herhangi bir şeyi değiştirip değiştirmediğini bilmiyorum. Gözümüzün önünde işleyen bir hükümet yok. Sadece sekiz ayda üç yüz bin ton işlenmemiş çöp birikti. Mezhep çatışmaları var, bölgesel çatışmalar var… Daha ne olsun? Lübnan bu kadar basınca daha fazla dayanamaz. Her şey heba oluyor, çöküyor…”
“Fakat daha kötüsü henüz gelmedi. Yakın zamanda Suudi Arabistan, Lübnan'a yapacağı 4 milyar dolarlık yardım paketini iptal etti. Bu paketin Fransa'dan yapılacak büyük çaplı bir modern silah alımını finanse etmesi bekleniyordu ki, bu acil olarak ihtiyaç duyulan ve fazlasıyla gecikmiş bir şey. Tabi eğer Batı ve Suudi Arabistan IŞİD'le savaşma konusunda ciddiyse.”
“Suudi Arabistan Krallığı, Hizbullah'ın hükümette temsil edilmesi nedeniyle, Lübnan'ın (Hizbullah'ı terörist bir grup olarak tanımlayan) Arap Birliği'ndeki Batı müttefiklerini desteklemeyi reddetmesi nedeniyle ve Beyrut'un dış kısımlarındaki Refik Hariri Uluslararası Havaalanı'ndan iki ton uyuşturucu kaçırmaya çalışırken yakalanan bir Suudi prensini hâlâ hapiste tutması nedeniyle Lübnan'ı ‘cezalandırdı'.”
Bu anlar elbette, bu küçük ama onurlu ülke için en tehlikeli zamanlar. Suriye kuvvetleri, Rusya'nın büyük yardımıyla, Suriye şehirlerini birer birer IŞİD'in ve Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve öteki Batı müttefikleri tarafından desteklenen diğer terörist gruplardan kurtarıyor.
IŞİD Irak'a geçip oradaki destekçilerine katılmayı deneyebilir, fakat Irak hükümeti kendisine çeki düzen vermeye çalışıyor ve şimdi savaşmaya hazır. Aynı zamanda Moskova'yla görüşüyor ve Rusya'nın Suriye'de elde ettiği büyük başarıyı inceliyor.
IŞİD veya El Nusra için, zayıflamış ve neredeyse iflas etmiş Lübnan'a yönelmek en mantıklı adım olacaktır. Batı, Suudi Arabistan ve ötekiler de bunun kesinlikle farkında.
Aslında IŞİD halihazırda orada; Lübnan'ın gerçek anlamda bütün şehir ve kasabalarına ve kırsal bölgelerine sızdı. Bunu yapma ihtiyacı hissettiğinde, Şiilere, orduya ve başka hedeflere karşı saldırılar gerçekleştiriyor. He IŞİD hem de Nusra bunu yapıyor. Ve IŞİD'in hayali aşikar: denize erişimi olan, Lübnan'ın en azından kuzey kısımlarını içine alacak bir hilafet devleti.
Eğer Batı ve müttefikleri bu planları engellemek için hiçbir şey yapmıyorsa, bu onların bunu yapmak istememesinden kaynaklı.
Küçük Lübnan kendini, bütün Ortadoğu'yu ve Körfez'i tüketen bir siyasi ve askeri fırtınanın rüzgarlarının orta yerinde buluyor.
Geride bıraktığımız on yıllarda Lübnan büyük acılar çekti. Bu kez, eğer Batı ve müttefikleri zihniyetlerini değiştirmezse, yakında varlığı son bulabilir. Lübnan'ın hayatta kalmak için Suriye hükümetiyle ve İran, Rusya ve Çin'le daha yakın bağlar kurmak zorunda olduğu aşikar hale geliyor.
Bunu yapmaya cüret eder mi? Lübnan yönetimi içinde birleşik bir cephe yok. Batı yanlısı ve Suudi yanlısı hizipler, Batı çıkarlarına meydan okuyan bu ülkelerle kurulacak bir ittifaka karşı çıkacaktır.
Fakat zaman tükeniyor. Çok kısa süre önce Suriye'nin Palmira şehri IŞİD'den özgürleştirildi. Paradoksal bir şekilde, Lübnan'ın büyük tarihsel şehirleri Baalbek ve Biblos yakında düşebilir.
Andre Vltchek
Russia Today
Çev: Selim Sezer