Velayet-i Fakih teorisi, beklenen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f)’nin gaybetinde yönetimin “liyakat sahibi fakih” eliyle yürütülmesi ve “ilahi adalet devleti” (yani Mehdi (a.f) hükümeti) için zemin oluşturmayı amaçlar. Teori, bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni (r.a)’nin öncülük ettiği bir devrimle pratiğe dönüşmüştür.
Allah’ın adıyla
Şu an Atlas Okyanusu kenarından Hint Okyanusu’nun diğer ucuna kadar İslam dünyası bir hercümerç içerisinde. İslam ülkelerinin her biri ya bir iç savaşla boğuşuyor ya diğer bir İslam ülkesindeki iç savaşın tarafı olmuş ya da terörün pençesinde inliyor durumda. Özellikle de Ortadoğu. İnsan ve “insanlık”ın kadim yurdu Ortadoğu hâlihazırda zulüm, kan ve gözyaşından oluşan bir ateş deryasına dönmüş vaziyette.
Tüm dünya Ortadoğu ile yatıp Ortadoğu ile kalkıyor: Askeri olarak müdahale edenler, siyasi olarak destek verenler, pay kapmaya rol çalmaya çalışanlar, kendince çözüm üretenler ve kendini vazgeçilmez görenler… Suriye vekalet savaşını “Suriye’nin dostları” adıyla Amerika öncülüğünde bir araya gelen yüz beş ülkenin birlikte kotardığını, Suriye vekalet savaşına seksen (bir başka rapora göre yüz yirmi) ülkeden “tekfirist cihatçı” katıldığını, P5+1 olarak adlandırılan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya’dan her birinin Akdeniz ve Arap Yarımadası civarında belli bir askeri varlığının yer aldığını, bölgede askeri olarak yer alamayan onlarca ülkenin siyasi, lojistik ve mühimmat yardımı ile mevzi edinmeye çalıştığını dikkate aldığımızda bölgedeki vahamet açığa çıkmış olmakta.
Şunu merak etmemek mümkün değil: Neredeyse tüm dünyanın bir tür müdahil olduğu Ortadoğu’da esas oyun kurucular kimdir? Ve bu oyun kuruculardan kim neyin peşindedir?
Hepimiz biliyoruz ki, Ortadoğu’da ki müdahil gücün ana eksenini “Batı Medeniyeti” bloku oluşturmaktadır. Avrupa, Kuzey Amerika ve Avusturalya ülkeleri ile İsrail’den oluşan Batı Medeniyeti içerisinde dünyada etkin ve söz sahibi pek çok ülke vardır. Amerika, Kanada, Fransa, Almanya, İngiltere ve İsrail bunların öncüleri olarak sayılabilir. “Batı Medeniyeti” blokunun bölgede birlikte iş tuttuğu bir dizi uşak ya da yandaş ülkenin olduğu da başka bir gerçektir. Mesela Suud, Katar, Ürdün, Mısır ve Türkiye’de bu gruptan ülkelerdir.
Peki, Batı Medeniyeti bloku içerisinde bunca aktör ve paydaş içerisinden oyun kurucu olan hangisidir? Sözü dolandırmaya gerek yok. Bu blok içerisinde mutlak hakim patron Amerika’dır. Zaman zaman diğer ortak ve paydaşların lokal itiraz, çıkış ve serzenişleri olsa da bu blokun yön ve yöntemini belirlemede Amerika mutlak bir rol ve etki sahibidir.
Amerika, Batı Medeniyeti’nden müttefiklerini bazen ortak bazen basamak olarak görmekte. Ancak İslam ülkelerinden olan müttefikleri Amerika için o anki pozisyon ve plana göre bazen maşa bazen yem ve bazen de ava gittiğini zanneden avdır!
Peki, Amerika Ortadoğu’da neyin peşinde? Amerika, küresel zorbalığın “firavunu” olarak bir “küresel sulta düzeni” kurma peşinde. Küresel sulta düzeni için Batı dünyasında gerekli düzen büyük oranda tesis edilmiş ve roller dağıtılmış durumda. Ancak mutlak olarak gerek siyasal gerek ekonomik ve gerekse stratejik olarak dizayn edilmesi gerekli bir coğrafya var: Ortadoğu.
Amerika’nın Ortadoğu’da ki ekonomik ve stratejik kaynakları kullanmak ve sömürmek istediği bir gerçektir. Ama Amerika’yı bölgeye tahakküm kurma çabasına iten esas neden bu değildir. Zira bölgedeki ülkelerin birkaç istisnası dışında neredeyse tamamı ya uşağı ya da yandaşıdır. Amerika’yı bölgeyi mutlak bir şekilde sil baştan dizayn etme çabasına mecbur eden neden: “Bölgede Amerika’nın küresel sulta sistemine karşı doğmuş ve yayılmakta olan alternatif bir dünya düzeni doktrinidir.”
Evet, Amerika’yı tüm paydaşlarını toparlayarak Ortadoğu’yu cehenneme çevirmeye iten neden: Batı Medeniyeti’nin resmiyette “Liberal Demokratik Dünya Düzeni” olarak adlandırdığı “küresel sulta ve sömürü” sistemine karşı alternatif bir dünya düzeni doktrininin teorik ve pratik olarak hayat bulmuş olmasıdır.
Amerika’nın Ortadoğu’da yapmak istediği esas hamle, bahsi geçen doktrini tüm Ortadoğu’yu etkilemeden ve buradan da dünyaya yayılmadan boğma çabasıdır. Diğer tüm askeri, siyasal, dinsel, ekonomik ve kültürel fitnelerin ana hedefi bu gayeye dönüktür.
Amerika’nın oyun kuruculuğu ve neyin peşinde olduğunu açıklarken ima ile diğer esas oyun kurucunun da kim olduğunu söylemiş olduk. Ortadoğu’da ki ikinci esas oyun kurucu “adalet, hürriyet, eşitlik” temelli bir dünya inşa etmeyi amaç edinmiş olan “İslam İnkılabı”dır. Amerika ve yandaşlarını sistemlerini sarsacağı ve dünyanın geleceğini belirleme planlarına engel olacağı korkusuyla boğmak istedikleri “İslam İnkılabı” ve onun yönetim felsefesi olan “Velayet-i Fakih” doktrinidir.
Velayet-i Fakih teorisi, beklenen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f)’nin gaybetinde yönetimin “liyakat sahibi fakih” eliyle yürütülmesi ve “ilahi adalet devleti” (yani Mehdi (a.f) hükümeti) için zemin oluşturmayı amaçlar. Teori, bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni (r.a)’nin öncülük ettiği bir devrimle pratiğe dönüşmüştür.
Amerika, ilk günden itibaren İslam İnkılabı’nın ne manaya geldiğini biliyordu. On yıllarca bin bir hile ve desise ile doğmasına engel olmaya çalıştı. Bu çabası sonuçsuz kalınca onu boğmak için doğduğu gün boğmak için harekete geçti. Ancak “liyakat sahibi fakih”in ulvi ve dahiyane yönetimi ile adanmış inkılapçıların fedakarlıkları sayesinde İslam İnkılabı bugün dünyanın kaderini etkilemede esas oyuncu olmaya doğru ilerlemekte.
Öncelikle bölgede olmak üzere tüm kürede mazlum ve mustazaf kitleleri etkilemiş, onlara ümit aşılamış, yol açmış olan İslam İnkılabı’nın bölgesel etkileri üzerine birkaç cümle kurmalıyız ki, Amerika ve yandaşları niçin panikteler ve niçin Ortadoğu’dalar anlaşılmış olsun.
İslam İnkılabı’nın ilk artçıl dalgası Hizbullah’ı doğurdu. Hizbullah ise küresel sulta sisteminin vazgeçilmez parçası olacak olan “Büyük İsrail devleti” projesini örümcek ağı parçalar gibi parçalayıp tarihin çöplüğüne attı. İslam İnkılabı, Suriye ve Irak gibi ülkelerin sadece halklarını değil yönetimlerini de etkileyerek Ortadoğu’da anti-emperyalist, anti-siyonist bir “direniş hattı” kuşağının oluşmasını sağladı.
Ancak İslam İnkılabı’nın esas etkisi halklar üzerindedir. Ve bu etkinin derinliğini ölçmekte kolay değildir. Bugün Ortadoğu’da ırkı, dili, dini ve mezhebi fark etmeksizin kendini anti-emperyalist ve anti-siyonist olarak gören her kim varsa o, İslam İnkılabı’nın yansımasıdır. Velev ki kendisi bunun farkında olsun ya da olmasın. Bunun misali şudur ki, ırmağın aşağılarında sudan yararlananların kaynağı görüp görmemelerinin kaynağın hakikatini değiştirmeye etkisinin olmaması gibidir.
Ortadoğu’da iki esas oyun kurucu vardır: Amerika ve İslam İnkılabı. Diğer tüm ülkeler, örgütler, yapılar ve şahsiyetler bu iki oyun kurucunun etrafındaki paydaş ya da figüranlardır. Hakikat budur ve bu iki güç arasındaki savaş görünenden çok ama çok daha derin, stratejik ve kader belirleyici bir savaştır. Bu savaş yüzeysel bir bakış açısı ile ekonomik ve mevzi kapma yarışı gibi algılanabilir. Ancak bu büyük bir yanılsamadır. Bölgedeki tüm askeri, siyasal, sosyal, dinsel, ekonomik ve kültürel mücadelenin çok derin bir nedeni vardır. Bu savaşın ana nedeni: “Ortadoğu’nun geleceği ne olacak? Dünyanın geleceği ne olacak?” savaşıdır.
“Acaba binlerce yıldır insanlığa tahakküm eden güçlerin zorbalığının zirve noktası olan “küresel sulta düzeni” mi kurulacak yoksa “adalet, hürriyet, eşitlik” temelli bir dünyanın kapıları mı açılacak?” İşte tüm savaş bunun içindir!
Muntazar Musavi