"Abraham Anlaşması, eski ABD Başkanı Donald Trump hükümetinin Siyonistler adına uyguladığı bir projedir. Trump hükümetinin bu proje aracılığıyla Arap ülkeleri-Siyonist İsrail normalleşmesinde yeni bir süreç başlatmaya çalıştı. Bu proje, Trump yönetiminin "iki devlet" çözümünü rafa kaldıran "Yüzyılın Anlaşması" planının bir parçasıydı.
"Yüzyılın Anlaşması" ya da "Yahudi Halk Devleti" planında, İsrail ile normalleşme Filistin sorununun çözümünde bir ön şart olarak yer alıyor.
Tel Aviv'le yeni normalleşme sürecinde Suudi Arabistan, Abraham Anlaşması'nın en önemli ülkesidir.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin yanı sıra Bahreyn, Sudan ve Fas yeni süreçte Siyonist Rejimle resmi ilişkilerine başlamış olsa da Suudi Arabistan bu gruba girmedi. Birçok analiste göre, Siyonist İsrail ile gizli ilişkileri olan Suudi Arabistan'ın yeni süreçte bir Arap ve İslam ülkesi olarak Tel Aviv ile normalleşmeye girmemesi halinde ilk 4 ülkeden sonra İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi bekleniyordu.
Suudi Arabistan'ın hava sahasını Siyonist İsrail'e ait yolcu uçaklarına açmasına ve Suudi havalimanlarından işgal altındaki bölgelere uçuşlar gerçekleştirmesine rağmen, Tel Aviv ile Riyad arasındaki ilişkiler henüz normalleşmedi.
İran-Suudi Arabistan Anlaşması
Son dönemlerde Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme yolunda olduğunu bildiren Batı'nın bölgedeki müttefik ülkelerine ait medya grupları Suudi Arabistan Krallığı ile Muhammed bin Salman tarafından her an Siyonist İsrail ile bir normalleşme anlaşması imzalanabileceğini vaat ediyordu. Böyle bir durumda, aniden Çin'in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile İran İslam Cumhuriyeti'nin bir anlaşması ve bu çerçevede diplomatik ilişkilerini yeniden başlatması herkesi şaşırttı. Tahran-Riyad Anlaşması'nın akla getirdiği ilk spekülasyon, Suudi Arabistan'ın izlediği yoldan saparak bölgede yeni ittifaklara yöneldiği oldu.
Bu görüşten Suudi Arabistan'ın bölgesel politikasının değiştiği ve Riyad’ın ABD karşıtı akımına yönelmesiyle birlikte "Siyonistlerle ilişkileri normalleştirme" planının çıkmaza girdiği sonucunu çıkarabiliriz. Ancak şu soru akıllara gelir: Bu spekülasyonun kökleri bölgenin gerçekleri ve Suudi Arabistan'ın mevcut yaklaşımına dayanıyor mu?
Suudi Arabistan'ın İran'la Diplomatik İlişkileri Yeniden Kurma Hedefi
Suudi Arabistan’ın bölgede karşı karşıya olduğu durum nedeniyle İran'la ilişkilere ihtiyacı var. Yemen savaşının batağına saplanan Suudi Arabistan, bu savaşı kendi lehine çevirecek güce sahip değil. Bu savaş bir yandan Suudi Arabistan'a pahalıya mal olurken diğer yandan ülkenin otorite ve itibarını zedelemiştir. Bu yüzden İran'ın bölgedeki rolünü dikkate almadan Yemen krizini çözmenin mümkün olmadığını anlayan Riyad yönetimi Tahran’la yakınlaşmaya yönelmiştir.
Öte yandan Riyad, Suriye, Irak ve Lübnan krizi gibi diğer bölgesel meselelerde Batı’nın safında yer almıştı. Batı'nın bu ülkelerle ilgili planları başarısız olması Suudi Arabistan’ın pratikte yalnız kalmasına yol açmıştı. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın bu durumdan çıkabilmesi için İran liderliğindeki Direniş Ekseniyle uzlaşmaya ihtiyacı vardı. Suriye ve Irak'ta yaşanan krizlerden ders alan Suudi Arabistan Batı'nın tek taraflılığına karşı bölgede ortaklarını çeşitlendirmesi gerektiği sonucuna vardı.
Kral Selman Döneminde Suudi Arabistan'ın Bölgesel Yaklaşımı
Suudi Arabistan'da Kral Abdullah’ın ölümünün ardından iktidarın Selman bin Abdülaziz’e geçmesi, Riyad yönetiminin bölgeye yönelik yaklaşımını değiştirmedi. Ancak Muhammed bin Selman’ın veliaht seçilmesiyle birlikte ülkenin bölge politikası değişime uğradı. Uzun yıllardır ABD'de bulunan, Amerikan ve Siyonist lobilerle temas halinde olan Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan'da ciddi bir değişim arıyordu. Bin Selman’ın yeni Suudi Arabistan'ı modern, batılı ve laik bir ülke olacak. Muhammed bin Selman’ın attığı adımlar bu değişikliği doğruluyor.
Ülkedeki yeni reformlar, ABD’nin yeşil ışığı ve Batı'nın ön koşullarıyla uygulanmaktadır. Ancak Suudi Arabistan yöneticilerinin geleneksel görüşlerinin ne zaman rafa kaldırılacağı henüz belli değil. Görünüşe göre bu konu kısa sürede kamuya açıklanmayacak.
Suudi Arabistan ile İran arasında imzalanan anlaşmanın ardından Riyad-Tel Aviv normalleşmesi konusunun çıkmaz girdiği gözüküyor ve şimdiki durumda bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bile belli değil.
Ayrıca Muhammed bin Selman bu konuda çeşitli engellerle karşı karşıyadır. Bu engeller şöyle: Vehhabi dini çevreler ile Suudi toplumunun Tel Aviv’le normalleşmeye karşı çıkması, normalleşmenin resmi açıklanmasının ardından ABD'nin desteğine olan güvensizlik, İslam ülkelerinin tepkisi, normalleşmenin Riyad’ın önceki Filistin yaklaşımıyla uyuşmaması ve çatışma endişesi.
Bunlar, Suudi Arabistan'ın Tel Aviv’le normalleşmesini erteleyen konulardır
Bazı gözlemcilere göre; Suudi Arabistan, bölge ülkelerinin yoğun baskısını azaltmak için İran'la varılan anlaşmayı Tel Aviv’le normalleşmenin başlangıcı olarak yaptı. Riyad, şu anda normalleşmeyi resmen açıklayacak durumda değil. ABD'de yapılacak seçimlerde Trump" gibi cumhuriyetçi bir başkanın göreve geldiğinde ve aynı zamanda Siyonist İsrail’de sağcıların iktidarda olduğunda açıklanabilir.
Şu anda ABD'li yetkililerinin Suudi Arabistan ve işgal altındaki Filistin topraklarına yaptığı ziyaretler, ABD'nin Suudi Arabistan ile Siyonist Rejim arasındaki normalleşme sürecini sonuçlandırmak istediğini gösteriyor. ABD'li senatör Lindsey Graham'ın Riyad temasları ve ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy’nin Tel Aviv’e gerçekleştirdiği ziyaret bu bağlamda yorumlanabilir.
Ancak Suudi Arabistan'ın bu konuya temkinli yaklaşması, normalleşme için koyduğu sert koşullar ve İran'la sağlanan anlaşmanın normalleşme sürecinin gidişatını değiştirdiğini ve belirsiz duruma soktuğunu kanıtlıyor.