Ortadoğu’da siyasî ve toplumsal patlamaların baş gösterdiği 2011’den önce de Batılı ülkelerin zihninde cevabı aranan bir soru vardı: Türkiye Ortadoğu’ya model olabilir mi?
Tabii ki bazılarının “ulusal gururu”nu okşayan bu fikir, küresel güçler için fonksiyonel bir değere sahiptir. Zira eğer Türkiye modeli bölgede yürürlükte olabilecekse bunun anlamı, bölge sistem dışına çıkmayacak, muhalif güçlerin ve siyasî ideolojilerin denetimine girmeyecek, meydan okuyan İslam dini laik bir çerçevede diyanete dönüşüp özel, marjinal ve izafi alanda var olmakla yetinecek ve elbette bu arada enerji kaynakları ve enerji nakil hatları ile İsrail’in güvenliği teminat altına alınmış olacak. Kuşkusuz bölgede ilk kuruldukları günden beri Batı’nın aktif desteğindeki otokrat rejimler, monarşiler ve diktatörlükler de bu işlevi görüyordu, fakat neredeyse tümünün “son kullanma tarihi” çoktan sona erdiğinde, bundan sonraki aşamada Tunus’tan Mısır’a, Körfez ülkelerinden Yemen’e bölgesel ve küresel bünyeyi zehirleme noktasına gelmiş bulunmaktadırlar.
Anglosakson küresel ittifakın gönlünden geçen söz konusu modelin işler halde olmayacağını iki ana sebep dolayısıyla düşünebiliriz: İlki eğer Türkiye İslam dünyasına “model” olacaksa adına “Türkiye” dediğimiz modern fenomenin Müslüman dünyasında nasıl bir algıya sahip olduğunu kritik etmemiz demektir. 1920 yılından önce “Türkiye” diye bir gerçeklik yoktu, 600 yıl ömür süren bir Osmanlı devleti vardı. Türkiye’yi ortaya çıkaran fikir bambaşka bir mahiyettir. Osmanlı dediğimiz zaman; İslam ümmetinin kurucu ideolojisi İslam; hukukî referansı İslam hukuku; iç örgütlenme modeli siyasi olarak merkezi, sosyokültürel olarak adem-i merkeziyetçi; dini ve etnik olarak çoğulcu; dış dünyaya bakışı İslam birliği perspektifinden bütün Müslümanları ve İslam dünyasının genelini ihata eden bir hakikatin ve buna göre şekillenmiş bir idealin idare, siyaset ve beşeri sosyal hayat zemininde somutlaşmasından söz ediyoruz.
Savaş şartlarında uğradığı yenilgiyle çizilmiş sun’i sınırlarla bütünden koparılmış; ithal yasalarla bireysel ve sosyal hayatı Batılılaşma yönünde zorlanmış; dini baskı altına alınmış; seçilen kurucu etnik kimlik (Türk) dışında diğer etnik kimlikleri inkâr edip asimile etmeye yönelmiş; gayrimüslimleri İslam’ın zimmi hukukunun dışında ötekileştirmiş bir Türkiye’nin henüz çok yönlü kritiği yapılmış değil. Kuruluşun üzerinden neredeyse bir asır geçiyor olmasına rağmen, verili durumda baskı altında tutulan etnik grupların, mezhep veya inanç gruplarının ve gayrimüslimlerin üzerinde mutabakata vardıkları, mutlu yaşadıkları, içten ve samimi duygularla devlete sadakat gösterdikleri bir Türkiye yok ki, böyle bir Türkiye Ortadoğu’ya örnek model teşkil etsin. Örneğin Kürt sorununda Türkiye hangi tutum ve politikasıyla Suriye, Irak ve İran’a model olsun! 40 bin insanın heba olduğu bir model kan ve gözyaşı getirir sadece. İktidarlar (ANAP, DYP, CHP, AK Parti) gelir geçer, kan ve gözyaşı akmaya devam eder. Cemevlerine ibadet statüsü tanımayan bir Türkiye, mezhep konusunda Suriye ve Irak’a örnek olabilir mi? Hepimize acı gelse de şunu sormalıyız: Kim, hangi Türkiye’den söz ediyor? Soruyu iktidar seçkinlerine veya toplumsal merkez adına iktidara gelip bir süre sonra bürokratik merkezin ideolojik denetimine giren siyasi partilere değil herkese, sorunları olan etnik, dini ve mezhep gruplarına, çarkın en sıkışık yerinde olup canı yanan yoksullara sormalı.
Dinlerden ve mezheplerden meşruiyetini alan farklı yaşama biçimlerinin kısıtlandırılıp herkese yukarıdan bir yaşama biçiminin dayatılması, Ortadoğu’da bugüne kadar yaşanmamış sorunların sun’i olarak icad edilip bünyenin Türkiye tipi hastalıklara maruz bırakılmak istenmesi anlamına gelecektir.
Ali Bulaç