“Hizbullât” kim? Beyaz Saray’a yönelenler mi, yoksa...

Rate this item
(0 votes)

Allah’ın adıyla

Mezhepçilik artık hükümet eliyle yapılıyor. İşte 3. Boğaz köprüsünün adının açıklanması ile, Hükümet ve yönlerini onlara bağlayan, onlar ne yana dönerse onlarla dönen kötüyü ve iyiyi onlara göre belirleyen medya ile bu gerçek açıkça ortaya konmuştur…

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, köprünün adını açıklarken aynen şöyle demiştir:

“Bu üçüncü köprü, eminim ki herkesin zihninde vardır, ‘acaba bu köprünün ismi ne olacak’ diye. Arkadaşlarımız, hükümetimiz hep düşündü, konuşuldu ve neticede hep beraber şu karara vardık ki; üçüncü köprünün ismi Yavuz Sultan Selim Köprüsü olsun. “

“Arkadaşlar”, hükümet, hep birlikte düşünmüşler ve hep beraber, ülkenin önemli bir kesimi için “acı ve ölüm” anlamı taşıyan, “40 bin insanın öldürülüp, hapsedilmesi”nin adı olan (1) “kaçışları, sürgünleri, ötekileştirmeyi, dağlara sığınarak ölümden kurtulma çabalarını” hatırlatan bir isim üzerinde karar kılmışlar!... Çünkü saflar artık iyice belirlenmiş, “Şiilere, özellikle de İran’a mesaj” olsun diye böyle bir isim seçilmiş… 15 milyondan fazla vatandaşı rahatsız mı olurmuş? Ne gam!... Kim takar ki onları?...

Peki “yapılan yanlışlara karşı kamuoyunun sesi olması gereken” medya ne yapmış? Her zamanki gibi yandaşlığını konuşturmuş, tevillere girişmiş tabi… Önce Yavuz’un ne büyük bir padişah, ne yüce bir şahsiyet, ne kutlu bir mümin olduğunu ballandıra ballandıra anlatmış, sonra da yarım ağızla “aslında başka bir isim de olabilirdi” diye mırıldanıvermişler hep bir ağızdan… Ama içlerinden “yavuz” olan bazıları, mesela Mümtazer Türköne gibi; böyle bir ismin faziletlerini saya saya bitirememiş, üstüne üstlük “ne büyük bir düşünce, ne büyük bir mesaj” diye de alkış çalmış avuçları patlarcasına… (2)(3)

Üçüncü köprü ve Yavuz ismi ile ilgili yazı yazan yandaşlar, İran ve Hizbullah’a da dokunmadan edememişler tabi… Hani Bekir Bozdağ’ın “Hizbullah değil, Hibuşşeytan” tanımlaması var ya, ona destek de verilmesi, bu büyük buluşun çabucak unutulmaması için, Bekir Bey’in de sözünü onaylamaktan geri de kalmamak için bunu yapmaları da gerekirmiş hani… Ama bazıları hızlarını alamamış, Bekir Bey’den dahi öne fırlama, Ona dahi sol çekme hissiyatıyla, daha galiz bir ifade bulmuş: “Hizbullât!” (4)

Gerçi, yazısını eğip bükerek, Hizbullah’ın geçmişte İsrail’e vurduğu darbelere ne kadar sevindiğini, o zamanlar Nasrallah’ı ne kadar da sevdiğini ballandıra ballandıra anlatmış, bu arada da “biz Sünniler böyleyiz, doğru olanı sever, yanlışa yanlış deriz, Takiyye de yapmayız” diye inceden de saydırmayı ihmal etmemiş… Ve Hizbullah’ın şimdiki durumuna, “ben demiyorum canım, işte o kendisine böyle dedirttiriyor” hinliği ve cinliği ile ad veriyor: “Hizbullât”… Yani, Lat putunun hizbi… Yani Mekke Müşriklerinin büyük Putu Lat’a yandaş olan… Yani, Mekke müşriklerinin günümüzdeki benzeri…

Bir “İslam alimi” de olan bu zat, hiç sıkılmadan şu anda kendilerinin İsrail ile “müttefik” olduklarını nasıl da gizliyor değil mi? Sanki “Büyük Şeytan” Obama’nın sesini özleyenler, Hilary ile “çak” yapanlar, Kerry ile “ortak kader birliği” yaptıklarını deklare edenler, destekledikleri ÖSO’nun ABD’li senatör McCain ile verdiği pozu “daha çok yardım geliyor” diye sevinerek yorumlayanlar, “Ürdün’de Suriye’yi işgal için 18 ülke anlaştı” haberleri ile bayram yapanlar kendileri değil… Çağın en büyük putu Beyaz Saray’da “şöyle ağırlandık, böyle iltifata tabi tutulduk” diye kaplarına sığmayanlar, nasıl da asıl “Hizbullât” olduklarını unutup, pişkince başkalarını suçlayabiliyorlar!...

Bunların bu pişkinliği neye delalet? Basının büyük kısmını satın almış, satın alamadıklarının da boğazını sıkarak baskı altına almışlar ve meydanı boşaltmışlar… Ve şimdi de bu boş meydanda at koşturuyorlar dilediğince… Kimse soramıyor: “Yahu siz dün Reyhanlı’da yaşanan facianın müsebbibi olarak anında “Esed” dediniz, ama bakın sizin himayeniz altında olan El Nusra militanları, Antep ve Adana’da da katliam yapmak için Suriye’de adam eğitip, Libya’dan “sarin gazı” getiriyorlar. Bu ne iş?”

“Katliama seyirci kalırsak, ahrette Allah bizden sorar” diye nutuk atanlar ve yandaşları, yanı başımızda Irak’ta bir günde yüzlerce kişini öldürülmesinden sorumlu El Kaide’nin hamisi olduklarını ne de çabuk unutuyorlar… Ve yandaş gazeteler, El Kaide’nin bombaları ile parça parça olanlara, satır aralarında dahi yer vermiyorlar, ya da “üçüncü sayfa haberi” muamelesi çekiyorlar… Ve bunun adı da “İslami duyarlılık” oluyor… Çünkü öldürülenler Şii… Çünkü, o üçüncü köprüye adını verdikleri Yavuz’un Şeyhülislamı Müftü Nurettin El Hamza, bu Şiiler için aynen şu fetvayı vermişti:

“Müslümanlar! Bilin ve öğrenin ki şu Kızılbaş toplumunun başkanları Erdebil-oğlu Şâh İsmail'dir. Peygamberimiz aleyhisselâm'ın şeriatini ve sünnetini ve İslâm dînini ve din bilgisini ve Kur'ânı küçümsedikleri ve de Allah Tâlâ'nın haram kıldığı günahlara "Helâldir" dedikleri ve Kur'ân'ı ve mushafları ve şerîat kitaplarını hor görüp ateşte yaktıkları ve de bilginlere ve dindarlara ihanet edip öldürüp mescitlerini yaktıkları ve de pis başkanlarını Tanrı sayıp secde ettikleri ve de Hazret-i Ebû Bekir'e ve Hazret-i Ömer'e sövüp halifeliklerini inkâr edip sövdükleri ve de peygamberimizin şeriatini ve İslâm'ı yok etmeye kast ettikleri, bu anılan ve de bunların Şeriat'a karşı söz ve davranışları bu fakire ve diğer İslâm âlimlerine göre tevâtürle bilinip açıkça belli olduğundan biz dahî Şeriat’ın hükmü ve kitaplarımızın nakli ile fetvâ verdik ki adı geçen toplum Kızılbaşlar kâfir ve dinsizdirler ve de her kimse ki onlara uyup o sapık dinlerine râzı ve yardımcı olursa onlar da kâfir ve dinsizlerdir.

Bunları dahî öldürüp toplumlarını darmadağın etmek, tüm Müslümanlara vâcip ve farzdır. Müslümanlardan ölen said ve şehid olup Cennet'e girer ve onlardan ölen aşağılayan Cehennem'in dibindedir. Bunların hâli kâfirlerin hâlinden daha fena ve çirkindir. Zîrâ bunların kestikleri ve avladıkları ister doğanla, ister ok ile ve av köpeği ile olsun, murdardır ve nikâhları gerek kendilerinden, gerek başkasından alsınlar, bâtıldır ve de bunlara kimseden mîras yoktur.

Bir bucak halkı bunlardan olsa da Allah yardımcısı olsun, Osmanlı Padişahı'na gerekir ki bunların (Kızılbaşların) ileri gelenlerini öldürüp mallarını ve kadınlarını dahî ve çocuklarını İslâm gâzilerine taksim ede ve bunları ele geçirilince tövbeliklerine ve pişmanlıklarına inanmayıp öldürülmeli ve de bir kimse ki vilâyette olup onlardan olduğu bilinirse ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmeli ve tüm bu toplum hem dinsizdir ve hem bozguncudur, iki yönden katledilmeleri vâciptir. Ey Allah'ım! Dîne yardım edene sen de yardım et ve Müslümanları hor göreni sen de hor gör, (bu fetvâyı veren) Sarı Görez adıyla meşhur el-Müftü Hamza" (5)

Herhalde bunun için Samanyolu Tv’de yayınlanan “Derin devlet Osmanlı” adlı dizide, bir “Şii karaktere” aynen şunları söyletiyorlar:

“Biz Acemler (İran halkı), zorla Müslüman edilmiş bir milletiz. Aslında Müslüman değiliz. Müslüman gibi gözüküp İslam'ı yok etmeye çalışıyoruz!!”

Ülkemizde, “Mezhep savaşının” sonuçları bütün acısıyla yaşanmışken, böylesine bir basiret körlüğü ile mezhepçiliği kaşıyan, halkını ötekileştiren bir hükümetin ülkeyi nereye götürmekte olduğunu gören gözlerin dillerine pranga vurulmuş ne yazıkki…

Evet, bir meydan ki, Şeytan dahi bu meydanda şaşkın… O bile bu kadarına akıl erdiremiyor… Çünkü bu meydanda kendi sıfatlarını başkalarına yamayan çığırtkanların sesi yankılanıp duruyor…

---------------------

(1)İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı tarihi, Cilt 2, sayfa 257

(2)Mümtazer Türköne, “Yavuz” başlıklı yazı, zaman Gazetesi, 30.05.2013

(3)Mümtazer Türköne, “Yavuz’un Bıraktığı Miras” başlıklı yazı, zaman Gazetesi, 31.05.2013

(4)Faruk Beşer, “nasrallah Hizbullah mı, Hizbullât mı” başlıklı yazı, Yeni Şafak, 31.05.2013

(5)http://tr.wikisource.org/wiki/M%C3%BCft%C3%BC_El_Hamza%27n%C4%B1n_K%C4%B1z%C4%B1lba%C5%9Flarla_ilgili_fetvas%C4%B1

( Not: Sitenin bu fetva için gösterdiği kaynak:

 Şehabeddin Tekindağ, "Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi", İstanbul Üniversitesi Eedbiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 22, s. 17, 1968

 ↑ Gülağ Öz. İslamiyet Türkler ve Alevilik. s. 188, 1999, Ankara, ISBN 9757059021

MUHSİN KÜÇÜKER - rast habar

Read 1774 times