İslami Birlik ve Vahdetin Alanları

Rate this item
(0 votes)
İslami Birlik ve Vahdetin Alanları

Dünyadaki müslümanlar değişik mezhep ve inanca sahip olduğundan, aynı mezhep ve inanca sahip müslümanların çeşitli tarikat, meşreb ve kuruluşların bünyesinde inançlarını yaşamaya çalıştıklarından veya değişik siyaset ve stratejiye sahip olduklarından, vahdetleri söz konusu olduğunda vahdet etmek istedikleri alanlar belirlenmelidir. Vahdet adına müslümanlar kullanılmamalı ve onlara islamın öngördüğü vahdet, yanlış anlatılmamalıdır. Asırlardır müslümanların vahdet oluşturamamalarının sebeplerinden biri de müslümanlara islami vahdetin gerçek manasının aktarılamamasıdır. Bu bağlamda vahdetin merhaleleri de belirlenmelidir.

1- İnanç ve İtikatta Vahdet

İnsanın hayatına değer veren, yaşamına önem kazandıran ve ferdi ve toplumsal hayatını yönlendiren onun itikat ve inancıdır. İnanç ve itikat insanın özünü oluşturur. Allah-u teala, Kur’an-ı Kerim’de vahdet için nazil etmiş olduğu ayetlerde inanç ve imanda bir olmaya davet ediyor. Tek olan Allah’a iman etmeye, ilahi hükümleri getirip beyan eden Resulullah’a (s.a.a.) iman etmeye ve kıyamet gününe imana emr ediyor. Allah’a kulluk etmeye, göndermiş olduğu dine tabi olmaya çağırıyor. Diğer taraftan Allah’tan başka bir şeye ilah diye tapmaktan, O’dan başkasına kulluk etmekten nehy ediyor. Hem vahdete davet ettiği ayetlerde hem detefrikadan nehy ettiği ayetlerde tevhid'e davet ediyor. Ayetler müslümanları inanç ve itikatta Tevhidi bir imana sahip olmaya davet ediyor. Bu ayetlerin Mekke’de nazil olduğu dikkate alındığında genelde itikadi ve imanın temellerini beyan eden ayetler olduğu görüleceklerdir. Dolayısıyla ayetlerin, müslümanlar arasında itikadi konuların dışındaki fikri ayrılıklarını reddetmediği anlaşılacaktır. Resulullah da hiçbir zaman fikir ayrılıklarını tefrika, fitne olarak değerlendirmemiştir.

Müslümanların bu alandaki vahdetlerini iki şekilde beyan edebiliriz; biri müslümanların itikat ve inancının temellerini oluşturan ve bütün müslümanların ortak oldukları Tevhid, Nübuvvet ve Mead ve dinin diğer değişmez vacibatına imanda vahdet, diğeri ise bu imanın temellerinin pratikde ameli göstergesi olan ibadi ve Allah’ın amelde müslümanlardan beraberce yapmalarını istediği işlerde vahdet.

İslami vahdet ister Tevhidi düşünce gereği iman ve itikatta olsun ister ilahi emir gereği amelde, ibadette  olsun genel ve kullidir. Ama inanç ve teorik meselelerin ve pratikde amelen yapılan şeri hükümlerin teferruatına ve cüziyyatına inildiğinde müslümanların bu meseleleri idrak ve kavramasında farklılık olduğu görülmektedir. Yani ihtilafların çoğu imanın asıl ve temellerinde değil, teferruat ve detaylarındadir.

Mezhepler arasındaki farklılık da bu noktalardadır. Müslümanlar, mezheplerin farklı düşünmelerine sebep olan teferruat ve detaylar peşine düştüklerinden tefrika ve ihtilaf hastalığına yakalanmışlar ve vahdet sağlayamamaktadırlar. Bu detaylar konusunda da vahdet sağlama peşinde olduklarından ve başaramadıklarından bu daldaki görüş ayrılıklarını tefrika olarak algılarlar. Bazılarına göre islami vahdetin varliği o zaman kabullenilir ki bütün meselelerde hatta teferruat ve detaylarda da aynı düşünülsün, aynı inanca sahip olunsun. İşte bu düşünce neticesinde tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de müslümanlar birbirlerini tekfir etmekten, kendisi gibi inanmayanları sapık ve delalette görmekten kurtulamamışlardır. Onlara göre mezhep ve fırkalar birbirleriyle teferruatta ihtilafları olduğu için hiçbiri hakk olamaz çünkü hak bir tanedir. Bundan dolayı herkes kendi inanç ve mezhebini hak olarak görüyor ve diğerlerini batıl sayıyor.

Eğer müslümanlar bir mezhebin veya inancın teferruat ve detaylarını imanın temeli ve diğerlerini ise batıl olarak algılarsa o zaman kendi mezhebi içindeki farklı görüşe sahip alim ve müçtehidlerin de bazılarının küfrüne ve görüşlerinin batıllığına, bazılarının da hak olduğuna hüküm vermesi gerekecektir. Çünkü fakih ve müçtehidlerin fıkhi meselelerde ve diğer bazı konuların detay ve teferruatında farklı görüşleri olduğunu biliyoruz. Halbuki müslümanların kayıtsız şartsız kabullenmesi gereken ve görüş belirtme yetkisi olmadığı itikadi ve şeri meselelerin teferruat ve detaylarında fakihlerin görüş ayrılıkları ve farklı fetvaları, ihtilaf ve tefrika değildir ve fakihler de birbirlerinin batıl ve küfrüne fetva vermemişlerdir. Tabiki İslam’ın, Kur’an’ın aleyhine verilen fetva ve görüşler her kim tarafından verilirse verilsin, hiyanet ve batıldır, onların cevabını vermekte yine fakihlerin vazifesidir.
 
2- Fikirde Vahdet

Allah-u teala insanlara içsel hüccet olarak aklı vermiştir. İnsanlar, kendilerine verilen bu akıl ile dünya işlerini düzene koydukları gibi hak yolu bulup hidayete kavuşurlar. Allah-u teala, insanlar arasında aklı taksim etmiş ama her insan aynı yetenek ve kabiliyete sahip değildir. Her insan kendisine verilen aklı aynı ölçüde kullanamaz. Herkes yeteneği ve kapasitesince ondan yararlanır. Dolayısıyla aklını iyi kullanan birisinin anladığı bir birşeyi başka birisi idrak edemeyebilir. İlmi, siyasi, toplumsal ve itikadi bir meseleyi bağnazlık ve taassup olmadan herkes farklı şekilde anlayabilir. Olayları değerlendirme açısından insanlar bir olayı farklı şekillerde yorumlayabilirler. Hiç kimse benim yorumum doğrudur benim dışımdakiler batıldır diyemez. Tabiki bu değişik yorum ve idraklar dini konularda sözkonusu oldunca ancak teferruat ve detaylarda olursa doğru olarak kabul edilir, dinin asıllarında ve değişmez hükümlerinde insanların böyle bir hakkı yoktur.

İki insanın bir konuda tamamen aynı düşündükleri söylenemez, bir olayı tamamen aynı şekilde değerlendirdikleri iddaa edilemez muhakkak görüş ayrılıkları olan noktalar vardır. Bu görüş ayrılıklarının olması birinin hak diğerinin batıl olduğunu göstermez, onlar arasında tefrika olduğu manasına gelmez. İnsanların, ilim ve bilgileri farklı olduğundan ve anlama yetenekleri farklı olduğundan bir meseleyi idrak etmeleri ve olaylara yaklaşımları farklı olacaktır. Düşünce tarzı değişik olduğundan her konuda aynı düşünmeleri imkansızdır.

İnsanların fikri vahdetini sağlamaya çalışması mantıklı bir fikir olmadığı gibi insanın fikir özgürlüğünü kısıtlamak, düşünme yeteneğini elinden almaktır. Çünkü insanların değişik düşündüğünü, farklı yeteneklere sahip olduğunu ve ilim ve bilgi seviyelerinin neticesinde olayları farklı değerlendirdikleri dikkate alındığında bu fikri vahdeti sağlamanın imkansız olduğu görülecektir. Fikri vahdet oluşturmak istersek bir toplumda bir görüşün dışında bütün görüşleri atmamız gerekecek ve herkes kendi görüşünün doğru olduğunu kabullenip diğerlerini batıl ve yanlış bilmesine sebep olavaktır. Bir insanın kendi görüşünün hak olduğunu iddaa edip mihver olması gerektiğini söylemesi düşünüldüğünde, bu iddaanın tefrika ve fitneyı ne kadar körüklediği görülecektir. Fikri vahdet, dediğimizde insanların her konuda aynı düşünmesi gerektiğini, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri gerektiğini ve değişik ve farklı düşüncelerin olamaması gerktiğini kast ediyoruz. Bunun yanısıra şunuda belirtelim, görüş alış verişinde bulunarak müslümanların ve islamın maslahatı için ortak bir görüşe varmak, dayanışma ve diyalog halinde olmak ayrı bir konudur ileride ona değineceğiz.

Evet, fikri vahdet, bütün insanaların aynı düşünmeleri, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri imkansız olduğu gibi Allah-u teala da insanlardan böyle bir vahdet istememektedir. Resulullah (s.a.a) hadislerinde ve Ehl-i Beyt İmamları (a.s) nurlu sözlerinde böyle bir vahdete davet etmiyorlar. Bu bağlamda şuna dikkat edilmesi gerekir, bir insan kendi görüşünü hak ölçüsü olarak görüp insanları kendisine tabi olmaya davet edemez, insanın kendisine davet etmesi, ne isimle olursa olsun kendisini ilahlaştırması manasına gelir.

Böyle bir vahdet ancak peygamberler ve imamlar için sözkonusudur. İsmet makamına sahip peygamber ve imamlar Allah-u tealadan aldıkları ilim sayesinde bütün olayların ve düşünce ve fikirlerin başlangıcından sonuna kadar bütün mefsede ve maslahatını, yarar ve zararını, doğruluk ve yanlışlığını, hak ve batıllığını bildiklerinden her konuda ayını düşünür aynı kararı veririler asla görüş ayrılığına düşmezler ve hiçbir konuda ihtilafa düşmezler onun için Peygamberler ve imamların fikri vahdetleride vardır. İmam Humeyni (r.a) şöyle buyuruyor:

"Eğer 124 bin peygamber bir arada yaşasalar en küçük bir konuda dahi ihtilaf ve fikir ayrılığına düşmezler."

Ama insanlar böyle bir vahdeti gerçekleştiremeyeceklerinden onlardan böyle bir vahdet istenmemektedir.  Eğer birileri böyle bir vahdet istiyorsa bu fikri vahdet değil kendisine tabi olmaya çağırmadır, fikir, düşünce ayrılığını tefrika olarak değerlendiriyorsa bu kendisini tek hak görmesinden kaynaklanıyor bu da en büyük zülmetlerden biridir.

Özetle şöyle diyebiliriz: Fikirde vahdet hedef doğrultusunda bütün konularda ister kulli ve genel meselelerde olsun, ister cuzi ve teferruatta olsun fikir ve düşüncelerin hiçbir fark olmaksızın bir olmasıdır. Elbette bu vahdet türünün insanlardan şu aşamada istenmemesi yalnız zamansal olaraktır, eğer insanlar iman-ı kamil ve akl-ı kamil derecesine ulaşırlarsa bu vahdet gerçekleşecektir.

3- Fikir birliği

Söylediğimiz gibi insanların akıl seviyeleri, akıllarını kullanma yetenekleri farklı ve değişik olduğundan ve değişik ilim ve bilgiye sahip olduklarından farklı düşünürler farklı değerlendirirler. Bu insanın yaşayışının ve dünyevi hayatının gerçeklerindendir.

Fikir birliği, bir grup insanların bir hedef doğrultusunda bir strateji belirleyip bir siyaset ve metot takip ederek hedefe ulaşmak için ortak bir gürüş etrafında toplanmalarıdır. Toplumda bulunan fertlerin görüşü alınarak , bireylerle istişare ederek en sağlıklı ve en doğru karara ulaşmak için bir gürüş etrafında birleşmektir.

Aynı inancı paylaşan, aynı mezhebe mensup ve aynı islami harekette yer alan müslümanlar temelde bir olduklarından teferruat ve detaylarda farklı görüşlere sahip olsalar da hedef doğrultusunda fikir birliğine varabilirler. Değişik düşünce ve fikirlerden yararlanmak hem sihhatli karar vermeyı sağlar hem de o toplumun tekamülene sebep olur.

Farklı görüşlerden yararlanmak, fikir alış verişinde bulunmak ve toplumda herkesin görüşüne saygı göstermek fertlerin birbirine güven ve itimadını artırır ve hedefe ulaşma yolundaki engelleri ve tefrika vesilelerini yok eder. Bireyler birbirlerinin görüşlerinden yararlanarak hedefe ulaşmak için bir metod ve strateji belirlemeleri onların başarıya ulaşmalarını sağlar. Birilerinin kendilerinden üstün gördükleri birinin görüşünü benimsemesi fikri birliğinin bir parçasıdır. Ama bireylerin görüşü alınmadan insanın kendi görüşünü dayatması ne adına olursa olsun istibdat ve diktatörlüktür. Eğer bir kişinin belirlediği metod ve strateji ile hareket edilirse hedefe ulaşılamayacağı gibi bu tekelciliğe ve tefrikaya yol açar. O zaman oluşturulan islami hareket, takip edilen hedef yerine fert sivrilir ve önplana çıkar ve o ferdin yok olamsıyla o hareket ve hedef de ortadan kalkar. Toplumda tefrika ve fitne daha da çoğalır. Bu gibi hareketlerde fikir birliği oluşamayacağı gibi böyle bir hareket islami ve ideolojik değil ferdi ve şahsi hareket olacaktır.

Fikir birliği, fertlerin farklı düşüncelerine saygı göstererek, bireylerin değişik metod ve stratejilerden yararlanarak hedef doğrultusunda beraberce ortak bir karar vererek mücadele etmektir. Ama fikir ve metod farklılıkları tefrika unsuru sayılmadan.
 
4- Siyasi Vahdet

Günümüzde müslümanları içten kemiren tefrika hastalığıdır. Farklı mezhep ve tarikatlara sahip olmalarına rağmen aralarında bir siyasi vahdet oluşturmuş olsalardı islam alemi bugün bu durumda olmayacaktı. Teferruattaki mezhebi farklılıkları; fıkhi ve itikadi konulardaki ayrılıkları gündeme getirip birbirlerine saldırmamış olsalardı müslümanlar bölük bölük olmazdı. Müslümanlar birbirlerine kardeş gözüyle bakıp islamın maslahatı için ihtilaflı konuları bir kenara bıraksalardı, birbirlerini tekfir ve munafık ve sapık ilan edecekleri yerine güçlerini birleştirmiş olsardı bugün islam düşmanları müslümanların mukaddesatına dil uzatamayacak, islam topraklarına tecavuz edemeyecek, müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüremeyecek, islam toprakları bu emperyalistlerin uşaklarının elinde islam düşmanlarının kalesi haline gelmeyecekti.

İşte müslümanların yapması gereken en önemli vahdet siyasi vahdettir. İslam, Kur’an ve Mukaddes yerlere saldıran emperyalistlere karşı güçlerini birleştirmek, tek vücut olmak gerekir. Emperyalistlerin hedefi, Tevhid inancının temellerini yok etmektir, bu inanca sahip olanları kendilerine köle etmektir. Müslümanlar hangi ırka sahip olursa olsun, hangi mezhebe mensub olursa olsun bilmelidirler ki hedef bütün müslümanlardir. İmanın temellerinde bir olan; aynı kitaba inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Peygamberin ümmeti olan, tevhidi düşünceyi hakim kılmak isteyen müslümanlar ayrılık ve farklı düşünceleri bir kenara bırakıp bu asıllar etrafında birlik oluşturmalıdırlar. Sünni, şia vahdeti, sünnülerin kendi mezheplerini bırakıp şia, şiaların kendi inançlarını terk edip sünni olması değildir. Vahdet, herkesin kendi itikat ve inançını koruyarak ortak düşmana karşı güşlerini birleştirmesi, omuz omuza vererek emperyalistlere karşı, Kur’an’ı, mukaddes toprakları, islamı ve tevhidi düşünceyı korumasıdır. Müslümanların düşmanı, farklı mezhep ve düşünceye sahip müslüman değildir. Bugün emperyalistler sünnisiyle şiasıyla bütün müslümanları hedef almıştır.

Müslümanlar emperyalistlerin körüklemiş oldukları fitne ve tefrika ateşini söndürmek için el ele verseler islam düşmanları arzu ve hedeflerine ulaşamayacaklardır.

Müslümanın dostu sadece müslümandır, müminlerin velisi sadece müminlerdir. "Ey iman edenler, benim düşmanımı ve kendi düşmanınızı, dost edinmeyin", "Hıristıyan ve yahudileri kendinize dost edinmeyin" ayetleri müslümanlara düşmanı tanıtıyor. Müslümanlar, dünyevi çıkarları için emperyalistlerle irtibat kurup işbirliği yapmamış olsalardı, bugün müslümanlar bu şekilde zülüm, işkence ve sömürüye maruz kalmazlardı.

Read 1992 times