İÇTİHAT VE TAKLİT (2)

Rate this item
(0 votes)
İÇTİHAT VE TAKLİT (2)

Bugün güncel hayatta ve sosyal medyada  en fazla sorulan sorulardan ve aziz gençlerimizin içerisine atılan şüphelerden bir tanesi"içtihat ve taklit" konularıdır. İçtihadın tarihi, delilleri, dayanakları nelerdir? Neden bir müçtehide taklit etmemiz gerekir tarzında sorular ve şüpheler… Bu konuda daha önce kaleme aldığımız makalemizde konuya ayetler ve akıl çerçevesinde açıklık getirmeye çalıştık. Bu bölümde ise "içtihat ve taklid"in meşruluğuna dair rivayetlere yer vermeye çalışacağız.

            İslam tarihinde içtihat ve taklit konusunu rivayetlerde açık bir şekilde görmek mümkündür. Hz. Resul-ü ekrem'in (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) döneminden sonra halifeler safında olanlar dini sorularına cevap bulmak için içtihat yoluna başvurdular. Ancak Ehlibeyt safında olanlar için içtihat yoluna başvurmak bir o kadar gerekmiyordu. Zira Hz. Resul-ü ekrem'den (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) sonra onlar dini meselelerinin veya yeni karşılaşılan konuların çözümünde asla bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmıyorlardı. Çünkü Şianın inancına göre Ehlibeyt Hz. Peygamberin yolunun devam ettiricileri olup onlarında sünnetleri (kelam, fiil, takrir) Hz. Peygamberin sünneti gibi hüccettir. Bu esasa göre şialar karşılaştıkları dini ve şer'i konuların çözümü için zamanın imamına başvurarak hükümlerini öğreniyorlardı. Bazı zamanlar Ehlibeyt imamları Şiaların şer'i meselelerini öğrenmeleri için onları Ebu Basir, Yunus b. Abdurrahman, Zekeriya b. Ademi Kummi… gibi ashablarından bazılarına gönderiyorlardı ve Şialar onlara müracaat ederek şer'i meselelerini öğreniyorlardı. Bu dönemde şer'i meseleleri öğrenmek için Şia pek fazla sıkıntı ile karşılaşmamıştır. Zira ya imamın mübarek ağzından veya imamın onayladıklarının vasıtası ile meselelerini öğreniyorlar ve öğrendiklerine Allah'ın hükmü unvanında amel ediyorlardı.

            Bu dönemde Ehlibeyt imamların bizzat kendileri ashabının içtihat etmeleri için içtihadı devreye sokmuşlar ve onları bu doğrultuda yönlendirmişlerdir. Bu konuda Ehlibeyt imamlarından nakledilen rivayetler vardır. Bu durum İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık (aleyhimesselam) döneminde artış kaydetmiştir. Bu iki imamın mektebinden birçok büyük fakih eğitim alarak yetişmiştir. Bu fakihler İslami hükümlerin eğitim ve ihya edilmesi için birçok şehirlere göç ettiler. İlahi ahkâm ve marifete susayan ve uzak diyarlarda yaşayan halkın büyük bir kısmı Ehlibeyt’e ulaşamadıklarından dini hükümlerini öğrenmek için onlara başvurmakta ve İmamların sonsuz ilimleriyle doymaktaydılar. Bunun kendisi taklidin ta kendisidir.

Burada bunlardan sadece birkaç tanesine değineceğiz:

1- İmam Sadık'ın (aleyhisselam) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Ahkâmın kural ve usullerini biz beyan ederiz, ahkâmın furu ve ayrıntılarını onlardan çıkarmak da sizin görevinizdir." (Sefinet-ül Bihar, c.1, s.22-Vesail'uş Şia, c.18 s.41) Aynı hadis "Ayan-üş Şia, c.1, s.387 de İmam Rıza'dan (aleyhisselam) nakledilmiştir.

2- İmam Muhammed Bakır (aleyhisselam), Eban bin Tağlib'e şöyle buyurmuştur; "Medine Mescidinde oturarak halka fetva ver, çünkü ben senin gibilerini Şiilerim arasında görmeyi severim." (Şeyh Tusinin Fihristinde s.17-Cami-ür Rovat, c.1, s.9-Rical-i Necaşi, Aban b. Tağlib'in hal tercemesinde)

3- İmam Ali (aleyhisselam) amcasının oğlu Kussem b. Abbas'ı Mekke'ye vali tayin ettiği zaman ona şöyle buyurdu:"Senden istifta edene (şer'i sorunun cevabını sorana) fetva ver ve cahile öğret." (Üsd-ul Ğabe, c.4, s.197)

4- Ayak parmağının tırnağı kopan ve yaranın üzerini bir bez parçası ile saran birisi imam Cafer Sadık'a (aleyhisselam) nasıl mesh etmesi gerektiğini sorduğunda imam ona şöyle buyurdular: "Bu ve benzeri meselelerin hükmü Kuran'ı Kerimde bulunmaktadır; Allah sizlere dinde sıkıntı ve meşakkat kararlaştırmamıştır, o bezin üzerine meshet."(Vesail-üş Şia, c.1, s.327

5- İmam Sadık'ın (aleyhisselam) döneminde büyük fakihlerden olan Meaz b. Müslim Nahvi şöyle diyor: "İmam bana şöyle buyurdu; Bana gelen haberlere göre sen mescidde oturup halka fetva veriyormuşsun? Ben; Evet böyle yapıyorum dedim ve ekledim; Sizin huzurunuzdan ayrılmadan bir şeyi sormak istiyorum. Sizin muhalifiniz bildiğim birisi benden bir soru sorduğu zaman onun kabul ettiği mezhebe mutabık olan fetvayı ona naklediyorum ama sizin (Ehlibeyt) taraftarlarından olduğunu bildiğim zaman Şia mektebine mutabık olan fetvayı ona beyan ediyorum. Onun hangi mezhepten olduğunu bilmediğim zaman muhtelif görüşleri ona açıklıyorum ve bu arada sizin de görüşünüzü açıklıyorum. (Bu sözlerin üzerine) İmam şöyle buyurdular: "Bu şekilde devam et ben de bu şekilde yapıyorum." (Vesail-üş Şia, c.18, bab, 11 hâkimin sıfatı babı)

6- Şuayb Akarkuni, İmam Cafer Sadık’a (aleyhisselam) "(Size uzak olduğumuzdan veya takiyeden… dolayı size ulaşamadığımız zamanlarda) bazen dini sıkıntı ve sorunlarımızı birilerine sorma gereği duyuyoruz; bu durumda kime başvurabilir ve sözlerini kabul edebiliriz?” diye sorduğunda imam Cafer Sadık (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: "Siz, Esedi’ye, yani Ebu Basir’e başvurabilirsiniz." (Vesailu’ş Şia, c. 27 11. Bab)

Bu durum, imam Mehdi’nin küçük gaybetine kadar diğer imamların döneminde de aynı şekilde devam etmiştir.

7- Hüseyin b. Ali b. Yaktin, İmam Rıza’ya (aleyhisselam) "Karşılaştığım her dini konuda size sorma imkanım olmadığından doğru ve güvenilir olan Yunus b. Abdurrahman’a bu tür dini konularda ihtiyaç duyduğumuz şeylerde başvurabilir miyiz?" diye sorduğunda, İmam Rıza (aleyhisselam) "evet" diye buyurmuşlardır." (Vesailu’ş Şia, c. 27 11. Bab)

8- Hz. Mehdi (Allah zuhurunu acil etsin), İshak b. Yakup’a ünlü ve şerif "tevki"sinde–genel bir kaide olarak- şöyle buyurmuştur: "Karşılaştığınız olay ve hadiselerde bizim hadislerimizi rivayet eden ravilere (fakihlere) başvurunuz, zira onlar benim sizin üzerinize olan hüccetlerim ve ben de onlar üzerinde Allah’ın hüccetiyim." (Vesailu’ş Şia, c. 27 11. Bab)

9- İmam Hüseyin (aleyhisselam) babası İmam Ali'den (aleyhisselam) şunları rivayet etmektedir: "İşler ve ahkâmlar Allah'ı tanıyan, haram ve helali bilen âlimlerin eliyle yürütülmelidir." Tuhafü'l Ukul, s. 373.

10- İmam Ali (aleyhisselam) Mekke'deki valisi Kusem b. Abbas'a gönderdiği bir mektupda şöyle buyurmuştur:"İnsanlarla haccet ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat. Sabah, akşam onlarla otur, fetva isteyene fetva ver, cahile öğret, âlime danış, insanlarla aranda dilinden başka vasıta, yüzünden başka perde olmasın." (Nehcül Belağa, 67. mektup)

11- Ömer Bin Hanzala Hadisi: Ömer b. Hanzala şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a sordum ki: Bizim ashabımızdan iki adam, bir borç veya miras yüzünden tartışırlarsa ve sonunda sultana veya kadılara başvururlarsa, bu onlar için helâl olur mu?

Buyurdu ki: "Kim hak veya bâtıl için onların hükmüne başvurursa, hiç kuş­kusuz tağutun hükmüne başvurmuş olur. Bunların verdiği hükme dayanarak bir şe­yi almak, kişinin tartışılmaz hakkı da olsa, bir haramı almak gibidir. Çünkü kişi, ta­ğutun hükmü sonucu onu almış olur. Oysa Allah, tağutun hükmüne karşı gelip red­dedilmesini emretmiştir: "Tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar. Hâlbuki onu inkâr etmeleri emredilmişti..." (Nisa, 60)

Dedim: Peki, aralarında ihtilaf bulunan bu iki arkadaşımız ne yapsınlar?

Dedi: "O zaman sizden olup da bizim hadislerimizi rivayet etmiş, helâlimizi, haramımızı bilmiş ve verdiğimiz hükümleri tanımış kişiye başvursunlar. Eğer o kişi bir hüküm verirse buna razı olsunlar. "Ben onu sizin başınıza hâkim olarak tayin et­tim." Bu kişi bizim verdiğimiz hüküm doğrultusunda hüküm verdiği halde ihtilaflı kişilerden biri onun verdiği hükmü kabul etmezse, Allah'ın hükmünü hafife almış ve bizi de reddetmiş sayılır. Bizi reddeden de Allah'ı reddetmiş olur ki, bu da Allah'a ortak koşmak kadar ağır bir suçtur."

Dedim: Eğer bu iki adamın her biri, ashabımızdan birisinin hakemliğini istese ve bunların vereceği hükme razı olacaklarını ifade etseler, sonra bunlar da sizin ha­dislerinizin ihtilafından dolayı farklı hükümler verseler ne yapmak gerekir?

Dedi: "En âdil, en fakih, hadis rivayetinde en doğru ve en muttaki olanının hükmü benimsenir, diğerinin vereceği hükme iltifat edilmez." Dedim: Şayet bu iki adam bizim arkadaşlar tarafından hoşnutlukla kabul edi­len, biri diğerinden üstün tutulmayacak kadar sevilip sayılan kimseler iseler ne yap­mak gerekir?

Dedi: "Verdikleri hükmün dayanağı olan ve bizden aktarılan hadise bakılır. Bu hadislerden dostlarımızın üzerinde ittifak ettikleri rivayet esas alınır ve dostları­mız arasında meşhur olmayan, şaz olan rivayet bir kenara bırakılır. Çünkü üzerinde ittifak edilen bir şeyde ihtilaf olmaz.

Olgular üç kısma ayrılır: Birinin doğruluğu apaçıktır, uyulur. Birinin eğriliği apaçıktır, sakınılır.

Biri ise, doğruluğu ve eğriliği belli olmayacak kadar karışık ve içinden çıkıl­mazdır. Böyle bir olgunun bilgisi Allah Azze ve Celle ve Resulü (sallallahu aleyhi ve âlihi)'ye bırakılır. Resûlullah şöyle buyurmuştur: Helâl de haram da açıktır. Bu ikisi­nin arasında yer alan şeylerse şüphelidirler. Şüpheli şeyleri terk eden kimse haramlar­dan kurtulmuş olur. Şüpheli şeylere uyanlar ise haramları işlemek durumunda kalır­lar. Bilmedikleri bir yönden helak olup giderler."

Dedim: Şayet iki hakemin verdikleri hükme esas oluşturan rivayetlerin her ikisi de meşhur ve ravileri güvenilir kimselerse ne yapmak gerekir?

Dedi: "Bunlardan hangisi kitaba ve sünnete uygun, ammenin (Sünni çoğunlu­ğun) görüşüne aykırı ise o benimsenir, kitaba ve sünnete aykırı, ammenin görüşüne uygun olanı terk edilir."

Dedim: Sana kurban olayım, her iki fakih verdikleri hükmü Kur'ân ve sünnete dayandırsalar ve biz de rivayetlerden birinin ammenin görüşüne uygun olduğunu, diğerininse aykırı olduğunu görürsek, bu rivayetlerden hangisini benimseyelim?

Dedi: "Ammenin (Sünni çoğunluğun) görüşüne aykırı olan rivayeti tutun. Çün­kü aydınlık, hidayet ondadır."

Dedim: Eğer iki rivayet ammeden (Sünni çoğunluktan) iki gurubun görüşüne uygun ise bunlardan hangisine uyulur?

Dedi: "Onların hâkimlerinin ve kadılarının hangisine eğilim gösterdiklerine bakılır ve onların "eğilim göstermedikleri" görüş benimsenir."

Dedim: Eğer onların hâkimleri her iki habere uygun görüş belirtmişlerse ne yapmak gerekir?

Dedi: "Böyle bir durumla karşılaştığın zaman İmamın ile karşılaşıncaya kadar bir şey yapma; çünkü şüpheli olguların yanında durmak, helak edici badirelere düş­mekten iyidir." (Usul-u Kafi, Hadis İhtilafı Babı)

Not:  Devam edecek…

Selam ve Dua ile…

Mehdi AKSU

Read 2649 times