İslam’daki “Kısas” hükmünün anlamı nedir? Acaba Kısas şiddet ve vahşet midir? İslam’da din değiştirenlerin hükmü nedir? Mürtet hükmünün felsefesi nedir? İslam’daki “cihat” mefhumunun anlamı nedir? İslam’daki Cihat ile Hıristiyanlıktaki mukaddes savaşlar arasındaki farklar nelerdir? Kölelik İslam’ın kabul ettiği bir şey midir? İslam kölelik hakkında ne düşünmektedir? Terörizmden ne anlıyoruz?...
Aşura vakıası ve İmam Hüseyin ve yaranlarının kıyamı, çeşitli yönlerden incelenmesi gereken boyutlara sahiptir. Bu meyanda, öyle anlaşılıyor ki Kerbela’nın hamasi ve duygu yönü ağır bastığından hadisenin insan hakları boyutuna bakılmamıştır.
“İnsan Hakları” ve “İnsancıl Hukuk” alanında geniş araştırmaları bulunan Kum Havza İlimleri Hariç ders üstadı ve Dünya Ehlibeyt (a.s) Kurultayı Yüksek Konsey üyelerinden “Ayetullah Doktor Mehdi Hadevi Tahrani” ile ABNA Haber Ajansı ve aylık “Gencine-i Mecme” dergisine özel bir röportaj gerçekleştirdik. Röportajda “İslam, Aşura kıyamı, cihat, mürtetlik hükmü ve terörizmle olan irtibatı ve İslam düşmanlarının tebliğ ve propaganda çalışmaları ele alındı.
ABNA: Son yıllarda İslam karşıtı yeni bir dalga ile karşı karşıyayız. Genelde din ve terörizm, özelde ise İslam dini ile terörizm arasında dünya kamuoyuna bu iki argüman arasında bir irtibatın olduğu izlenimi verilmeye çalışılmaktadır. Sizce bu iki argüman arasında bir ilinti ve irtibat var mıdır?
— Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile. Elhamdulillahi rabbi’l alemin ve salallahu ale Muhammed’in ve Alih-i tahirine’t tayyibin el Hudatu’l Mehdiyyin siyyema Bekiyyetellahi fi’l Arazin.
İmam Hüseyin aleyhi selam ve yürek parçalayıcı Kerbela hadisesinden dolayı taziyelerimi sunuyorum.
Eğer genel olarak mevcut semavi dinlerin kavram ve konseptine bakacak olursak dinlerin, günümüzde gündeme getirilen anlamda ve terörizmin bir ölçütü olan şiddet ve huşuneti tasvip etmediğini görürüz. Bu konu, birkaç ay önce benim “Dinler Açısından Terörizm” bölümünün başkanlığını yaptığım “Uluslararası Terörizmle Mücadele” Zirvesinde bizimle Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında gündeme gelen bir konuydu. Orada dinlerin kavram açısından, dinlerin gündemde olan anlamıyla, yani çeşitli konulara mantıksız ve yasal olmayan davranış tarzına muhalefet ettiği ifade edildi. Eğer özel anlamda İslam dinini nazarda alırsak İslam, kanun ve yasamayı ön planda tutan bir dindir. Müslümanların İslam’daki davranış mecmuası ister birbirleriyle olan ilişkilerinde olsun ve ister Müslüman olmayan başkaları ile olan ilişkilerinde olsun ve hatta isterse çevre ile olan ilişkilerinde olsun yasal ve mevzuata uygundur. Gerçekte bu çerçeveye aykırı davranışlar İslam açısından, yasal ve başka bir ifadeyle şeri bir davranış sayılmamaktadır. Anlatılan o yasal çerçeveye baktığımız zaman, tüm davranışların tamamı bir taraftan mantıklı ve bir taraftan umumi çıkarların korunması için maslahat noktalarına bağılı olduğu görülecektir. Bu iki özellik göz önünde bulundurulduğunda, terörizm ve delilsiz ve yasal olmayan bir şekilde birisinin sahneden silinmesi (öldürülmesi) asla İslami kavramlar metninde anlamlı olmayacaktır. İslam’ın davranışları hatta gayri Müslimlere bile insaf ve adalete riayet edilecek tarzda olmuş ve yasaların dışına çıkılmaması için son derece dikkat gösterilmiştir. Nitekim savaşlarda Peygamber efendimiz –Allah’ın salat ve selamı ona ve ehlibeytine olsun- İslam savaşçılarına tavsiyelerde bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: Savaşa girdiğiniz zaman sivillere, kadınlara, yaşlılara, hastalara ve çevreye dikkat ediniz. Çevrenin kirletilmesi, sulara zehir katılması ve ağaçların kesilmesini yasaklayan bizleri uyaran bir çok hadis vardır. Yani İslam dini savaş durumunda bile tam anlamıyla yasal ve kanunlara riayet eder. Kanun ise hikmet üzerine kurulu, insaf ve adalete riayet esasına göredir. Tüm bunlara rağmen savaş doğal olarak şiddet ve huşuneti içinde barındırmaktadır. Böyle bir savaş sahnesinde bile İslam’ın sevgi ve şefkatin doruğunda hareket ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla İslam, bugün uluslararası siyasi toplumda bilinen anlamıyla terörizme muhaliftir. Bu muhalefetlik ise İslam’ın düşünce ve inançsal köklerinden kaynaklanmaktadır.
ABNA: İslam açısından, terör ve terörizm nasıl tarif edilir? Cihat, kısas, mürtetlik ve diğer şeylerle arasında ne gibi farklar vardır?
— İslam Devrimi Lideri İmam Hamaney, terörizmle mücadele zirvesine bir mesaj gönderdi. Mesajında bizim terörizm hakkındaki tanımımızın somut ve müşahhas olması gerektiğini vurguladı. İhlallere karşı yasalar çerçevesinde yasal bir girişimde bulunmak terörizm değildir. Amerika’da bir yasa çerçevesinde bir adamın idam cezasına veya başka bir ağır cezaya çarptırıldığını farz edin, eğer o kişiye karşı girişilen tutum yasalara riayet edilerek gerçekleştirilmişse, bu durumda bizler bu işin terörizm olduğunu söyleyemeyiz, ancak yasal olmayan bir şekilde eğer bir girişimde bulunmuşlarsa o vakit bu işin terörizm olduğuna veya olmadığına dair konuşma ortamı doğar. Ancak sizin sorduğunuz sorudaki örneklerin hepsinin yasalar çerçevesinde bir yeri vardır. Yani “kısas” kişisel bir haktır. Eğer bir adam zarar görmüşse, zarar görmüş adamın kendisi veya geride kalanlarının (velilerinin) görülen zararın bir benzerinin karşı tarafta oluşmasını istemeye hakkı vardır. Elbette eğer o şahıs bilerek bu zararı gerçekleştirmiş, tüm yasal koşullar oluşmuş ve adil bir yargıç tarafından suçu ispat edilmişse bu böyledir. Bu durumda onların kısas istemeye hakkı vardır. İslam, “kısas” hükmünü koyarak zarara uğramış aile ile zarara uğratan aile arasında kan dökülmesine (kan davalarına) neden olabilecek zarara uğrayan ailenin içsel rahatsızlığını bu şekilde (kısasla) bertaraf etmiştir. “Kısasta hayat vardır.” Sözünün anlamı da bu açıdandır. Siz kısas ettiğiniz zaman, zarara uğramış kişinin acı ve derdinin teskin olma ortamı hazırlanmış olur ve neticede geçmişte ve İslam’dan önce yaşanan çatışmalar (şu anda bazı ülkelerde halen yaşanan kan davaları) bertaraf edilmiş olur. Dolayısıyla “kısas” bir taraftan güvenlik ve emniyet oluşturmaktadır. Bu anlamda ki birileri bir suç işlemeye yeltendikleri vakit, bu cezaların varlığından dolayı bu suçu işlememek için dikkat etmektedirler. Gerçekte İslam’daki cezaların aslı, önlem içindir. Suç işledikleri zaman ise cezalarını çekeceklerdir. Bu cezalarda gerçekte hem başkaları da bu suçları işlemesinler diye ibret mahiyetinde hem de zarar ve ziyana uğramış aile için bir teskinliktir. Tüm bunlar toplumda bir çeşit güvenlik ve emniyetin oluşmasına neden olmaktadır.
irtidat (mürtet) konusu ise gerçekte toplumun inanç ve itikat güvenliğinin temin edilmesi içindir. Elbette bu konuda ulemalar arasında çeşitli tartışmalar bulunmaktadır, ancak hadislerden elde edilen şey şudur ki evet insanlar itikat ve inançları konusunda özgürdürler, ancak eğer inancını değiştirmek gibi bir düşüncesi varsa ve inancını değiştirdiğini izhar eder ve bunu duyurursa gerçekte bu inancın izhar edilmesi toplumda inançsal bir emniyetsizlik ve güvensizliği peşi sıra getirir. Bu nedenle o şahsa müdahale edilmektedir. Bu müdahale de yasalar çerçevesinde yasal bir müdahaledir. Elbette şunu da söylememiz gerekir ki bu tür konuların İslami yargılama koşullarında ispatı çok çetindir ve bu cezalar çok rahat bir şekilde icra edilmemektedir.
Cihat konusunda ise şunu söylememiz gerekir ki cihat konusunda İslam’daki anlamıyla Hristiyanlık tarihinde bulunan mukaddes savaş arasında bir mugalata yapılmaktadır. Hıristiyanlık tarihi –elbette Hz. Mesih İsa’nın (a.s) gerçek dini değil- kanlı savaşlarla doludur. Bunların önemli bir bölümü Hristiyanların kendi aralarındaki savaşlardır. Farklı Hıristiyan mezhepleri arasında yüzyıllar boyunca yaşanan savaşlarda birbirlerinden milyonlarcası ölmüştür. Özellikle Avrupa’nın çeşitli dönemlerinde Katoliklerle Protestanlar arasında yaşanan savaşlarda milyonlarca insan ölmüştür. Mukaddes savaş olarak lanse ettirilen şey, karşı tarafı bir mezhebe geçmeye zorlamaktı. Yani gerçekte Katolikler Protestanları, Katolik yapmak için onlarla savaştılar. Protestanlar da Katoliklerle onları Protestan etmek için savaştılar. Bu sebeple ben bir hatırayı hiç aklımdan çıkarmam. Lübnan’da Ermenilerle bir konferansımız vardı. Orada birisi İran diğeri Suriye’den katılan iki ermeni uzman bir nokta üzerine vurgu yapmakta ve şöyle demekteydiler: Ermenilerin tarihinde, (farklı mezhepteki) Hıristiyanların Ermenilere musallat olduklarına şahidiz. Ayrıca Müslümanların da onlara musallat olduklarını biliyoruz. Onların ifadeleri şu şekilde idi: Müslümanların Ermenilere hakim oldukları dönemlerde, Ermeniler inanç ve ibadetlerinde özgürdüler ve dini merkezleri bulunmaktaydı. Bu konularda hiçbir sıkıntıları yoktu. Halbuki farklı mezheplerden Hıristiyanların Ermenilere hakim oldukları dönemlerde onları öldürmekte ve ibadet merkezlerini tahrip etmekteydiler. Onlardan mezheplerini değiştirmelerini ve onların mezheplerine geçmeleri için baskı yapıyorlardı.
Bu tür müdahaleler, yani karşı tarafa bir inancın tahmil edilmesi, İslam kültüründe yoktu ve olmaz. Bizler Peygamber efendimizin (s.a.a) döneminde savaşlara şahidiz. Bu savaşlar tahmil edilmiş ve savunma savaşlarıydı. Peygamber efendimizden sonra da bazı savaşlar yaşanmıştır. Bunlarda İslam hükümetinin genişletilme savaşları idi. Elbette bu savaşlar Hz. Ali bin Ebu Talip (a.s) gibi şahsiyetlerin karşı çıktığı savaşlardı. Hz. Ali (a.s) bu tür savaşlara muvafık değildi, ancak tarihi olarak gerçekleşmiş savaşlardır. Yine de bu savaşlarda başkalarına karşı davranışlarda İslam hükümlerine dikkat edilmiştir. Örnek olarak Müslümanlar gayri Müslimlerle savaşmaya başladıkları zaman gayri Müslimler son ana kadar direnmekte ve sonuçta Müslümanlar onlara galip gelmekteydi. Bu savaşlarda İslami kurallar dikkate alınmış ve ona göre davranılmıştır. Bu savaşlarda Müslümanlar kayıplar ve yaralılar vermekteydiler. Bu durumda Müslümanların birkaç seçenek hakları vardı. Ya onların hepsi öldürülecek ve bir kişi bunları yok edecekti ki genellikle böyle olmazdı. Ya onları köle ve cariyelere çevireceklerdi. Yani gerçekte onların gururlarını kıracaklardı. Üçüncü yol ise onlarla anlaşma yaparak Müslümanların himayesi altına girerek fıkıh açısından zimmi olmayı kabul edeceklerdi. Ancak savaşlarda ve hatta halifeler döneminde bile önerilen seçenek şuydu: Gayri Müslimler eğer istiyorlarsa onlarla zimmi anlaşma yapılıyordu. Onlardan zorla dinlerini değiştirmeleri veya öldürülmeleri yahut köle olmaları istenmiyordu.
Elbette kölelik İslam’dan önce vardı ve İslam öncelikle köleliğin ortaya çıkış noktalarını ciddi anlamda azaltmış ve onu yalnızca koşullarıyla cihat savaşlarında mümkün kılmıştır. İkinci olarak çeşitli faktörlerle kölelerin azat edilmesi için ortamlar yaratmıştır. Halbuki Hıristiyanlık tarihinde (son dönemlerinde bile) kölelik şiddetli bir biçimde yaygındı. Örneğin Kristof Kolomb, deniz yoluyla Afrika’ya yol bulduğunda, milyonlarca insanı Afrika’dan Avrupa’ya ve sonradan Amerika’ya köle olarak götürmüştür. Şu anda bile Amerikalılar aynı yolu sürdürmektedirler. Yani kölelik İslam’ın zuhurundan yüzyıllar sonra Batı kültüründe bulunmaktaydı ve maalesef şu anda bile vardır. Bazı Amerikalı dostlarım bana şöyle diyorlar: “Günümüz dünyasında köleliğin olmadığı sözü doğru değildir. Zira Amerika’nın bazı eyaletlerinde henüz bile kölelik yasal olarak vardır. Şu anda Kum’da yaşayan Amerikalı düşünür “Legenhausen” 15 yıl kadar önce benimle yaptığı söyleşisinde bana şunları söylemişti: “Amerika’nın bazı eyaletlerinde kölelik halen yasaldır. Amerika’da köleliğin tam olarak bittiği sözü doğru değildir!”
Şunu söylemek istiyorum ki İslam tarihinde kölelere davranış bile yumuşak bir mantık, şefkat, sevgi ve maslahat üzerineydi. Onları doğru yola hidayet etmek istemekte ve özgürlüklerinin ortamını hazırlamaktaydı. Dolayısıyla şunu arz etmek istiyorum ki şu anda gündemde tutulan irtidat, kısas ve cihat gibi İslam’ın hükümlerini terörizmin mısdaklarından bilmelerinin nedeni, terörizm hakkındaki kavram ve mefhumları yanlış yorumlamalarından dolayıdır. Elbette cihat, çok önemli bir hükümdür. Zira Peygamber efendimizin (s.a.a) buyurduğu gibi hem küçük cihada, yani dışsal savaşlara, hem de büyük cihada şamildir. Yani içsel savaş ve nefisle mücadele. Buradan da anlaşılmaktadır ki cihat, hayır ve şerrin mücadelesi, değer ve normların, değer ve insanlık karşıtlığıyla mücadelesidir. Bu mücadele bazen dış sahada ve fiziki bir şekildedir, bazen de içsel ve ruhi bir şekilde tahakkuk bulmaktadır. Elbette bu noktayı da burada vurgulamak istiyorum ki Batılıların İslam’ı şiddet dini, terörizm ve huşunet dini olarak tanıtmak istemesi ve İslam’la savaş ve mücadelesi asla yeni bir şey değildir. Eğer siz, Orta Çağ Edebiyatının İslam’a bakış açısına bakacak olursanız göreceksiniz ki o zamanlarda İslam dinini kılıç dini olarak tanıtmaktaydılar. Halbuki İslam medeniyetinin tarihi gerçekleri ile Hıristiyanlık medeniyetinin tarihi gerçekleri okunduğu zaman kılıç dininin Hıristiyanlık dini olduğu ortaya çıkacaktır. Elbette Hz. İsa’nın (a.s) Hıristiyanlığı değil, bilakis Hıristiyanlar, Hıristiyanlık tarihinde insanları bir çok yerlerde kılıçla Hıristiyan (Katolik veya Protestan) yapmışlardır. Hıristiyan olmayan bir çok toplumu kılıçtan geçirmişlerdir. Halbuki İslam böyle davranmamıştır. Sizler Will Durant’ın Medeniyet Tarihi kitabını mütalaa ediniz. Yazarın anlaşıldığı kadarıyla İslam’a bakış açısı pozitif olmamasına rağmen İslam tarihi ve Hıristiyan tarihi arasındaki bakış açısına bir bakınız.
Röportajın ikinci bölümünü en kısa zamanda yayınlayacağız…