Displaying items by tag: Kur’an

Salı, 23 Haziran 2015 20:39

DUA

“Allah’ım! Her ne kadar biz rahmetine ehil değilsek de, şüphesiz sen geniş rahmetinle bizi bağışlamaya ehilsin.
Allah’ım! Sen dünyada günahlarımızı bağışladın ve biz günahlarımızın ahirette örtülmesine daha çok muhtacız.
Ey Allah’ım! Bize, tümüyle sana bağlanmayı nasip et. Kalplerimizin gözlerini sana bakma nuruyla aydınlat ki kalplerimizin gözleri, nurdan hicapları yırtsın ve böylece azamet madenine bağlansın….”

Gün olur ki insan ağladığı günlere ağlar, gün olur ki insan kaçırdığı fırsatlara ağlar ve gün olur ki insan gayretsiz çabasız geçen günlerine ağlar…

İşte önümüzde bunu fırsata çevirecek nurlu geceler vardır, insanı maddi boyuttan soyutlayacak manevi bir sofraya davet eden nurun ala nur geceleri vardır..

İnsanın iç alemini tamirat ayı olan bugünlerde Kur’an'ın manevi sofrası tüm insanlara açılmıştır. Kimi bu aydan mutlu kimide bedbaht ayrılacaktır, önemli olan bizlerin nasıl ayrılacağıdır! Ağladığımız günlere mi ağlayacağız yoksa kaçırdığımız fırsatlara mı?

Akıl ve cehalet ordularının çok şiddetli bir şekilde savaştığı bu ayda nur olan Kur’an'dan nasıl faydalanmalıyız ve iç alemimizde hükümranlığı kimin eline teslim etmeliyiz, bu çok önemli ve bizim kaderimizi belirleyecek bir mücadeledir..

Bazen bu mücadele Ramazan boyu bazen bir yıl bazen de bir ömür boyu sürebilir…

Sadece yemekten içmekten kesilmek anlamı değildir bu ay bu sadece fıtratın gerektirdiği bir ameldir, asıl mana olarak insanın iç aleminin inşaasıdır..

İç alemin inşaası ancak nur ile mümkündür ki bu da ancak bu aya özel olan Kadir Gecesi ile gerçekleşmektedir…İç alemin her kademesi kendine öz haslet içermektedir. Bütün uzuvları adalet ölçüsünde takva ile donatmak ,yani çekinmek, kaçmak ve İlahi Nur'a doğru bir merdiven açmaktır..

Kur’an canlı bir ruh olma hesabı ile İsa Mesih gibi Ruhullah olma özelliğine sahiptir, ona nasıl yaklaşılırsa o şekilde cevap verir…Okumak ancak bir merhaledir okumayı ihlaslı bir şekilde amele dökmek gerekmektedir…

İnsanın iç alemini okuması insanın kendi inşaasının ilk adımıdır ve bu inşaa ancak iç alemindeki tüm "Fıtrat"a ters düşen kötü hasletleri iyi bir meleke haline getirmekle önem kazanacaktır ve İlahi sofranın Nur'undan faydalanma ile hakikat gerçekleşecektir..

Allah‘ın ruhu olan İsa Mesih bu hasletleri yaşayışıyla Celal sıfatını kendisinde meleke haline gelmiş bir şekilde insanlara göstermiştir..

İlahi sofranın manevi hediyelerinden biride bu ayda tamir edilen her kötü hasletin yerine bir tecelli bir nur olarak yansımasıdır, yani İlahi Nur'un sizin hem iç aleminizde hemde dış aleminizde zahir olmasıdır.

Batının zahire yansıması ancak aşk ile mümkündür ki insan bunu bu ayda Kur’an ile mümkün kılabilir, çünkü canlı bir ruh olan mukaddes Kitap insanı akıldan aşka yönlendirir…

Bu Aşk Mektebi insanın Rabbi ile münacaatı ile yüce makamlara sahib olunma ve sürekli kılma haline gelebilir..Dua ibadetin özüdür yani insanın en samimi olduğu hatta riya yalan şirk unsurlarının insanın bütün ruhundan ayrıldığı bir manevi halet oluşturması için en üstün "Abd" olma makamıdır…

Dua içten gelen samimi bir yöneliş kaçış maddenin manada yok oluş merhalesidir…

Müminlerin Emiri dua ederken onu kucağınıza alın yani bağrınıza basın tüm içtenlikle yönelin ki size icabet edilsin O’nu anın ki O’da sizi ansın tabirini bize tavsiye etmiştir…

Azad olma tüm heva ve heves zincirlerinden kurtulma ayıdır bu mübarek nurlu geceler…

İnsanın iç alemindeki tüm benliğe hizmet eden kötü hasletlerin bu ayın gidişi ile yok olma ayıdır Ramazan geceleri…

Kalplerin şifası ruhların hürleşmesi insanın çabasına bağlıdır, insanı değerli kılan ancak gayreti ile orantılıdır, bunu biz ancak içerde başarı sağladığımız kadar dış aleme yansıtabiliriz…

Rahmetli İmam'ın tabiri ile bizler Allah‘ın ziyafetine davet edildik…

Oruç Ramazan ayının sadece bir kısmıdır, bu Allah‘ın bir ziyafetidir, ikram olarakta Oruç bize sunulmuştur..

Bir diğer önemli ziyafet ise semavi ziyafet olan Kur’an'dır..Bizler hepimiz davet edildik Allah‘ın sofrasına..

Evet bizler bu ayda zorunlu kılınmışız Oruç tutmaya, dünyaya olan rağbetimizin ve lezzetlerimizin terkine..Dünyevi şehavetlerin önüne set çekmeye..İşte Kadir Gecesi'ne bizler ancak bu şekilde hazırlanmış oluruz…Bizler özel bir davete gitmek istediğimizde elbette başka bir türlü hazırlanırız her zamankinden çok farklı bir halde..Ya İlahi ziyafete misafir olduğumuzda nasıl hazırlanmalıyız?

Burada yüce nura kavuşmak için en önemli şart ise Dua dır. Dua insanın tüm hayatını şekillendiren manevi bir irtibattır…Bizler sadece Kur’an okuyarak veya tilavet ederek değil Dua'nın anlamını ve yüceliğini de anlayarak Kadir Gecesi'ne girmeliyiz..İmamlar(a.s) bizlere duayı miras bırakmışlardır özelliklede Şaban ve Ramazan'a ait özel dualar bu bile onların bize bıraktığı en değerli hediyelerdir. Bu hediyelere vefa göstererek onları en güzel şekilde Rabb'e sunarak temiz tutmalıyız…Bu dualar bizlerin ruhunu öyle takviye eder ki eğer bizler bu duanın ehli olursak öyle bir ruhi takviye olur ki insanın tüm yollarını açar insanı zulmetten çıkaran bir nura dönüşür adeta…

DUA MUCİZEDİR….

Bizler bu ayda duaya önem vermeliyiz duayı itibarsızlaştıran kimselere kanmadan İslam'ı dualarla yüceltmeliyiz…Dua Kur’an da ki meselelerin İmamlar'ın dili ile anlatılmadısır…

İnsana huzur veren zulmetten kurtaran, insanı nefsi bağlardan azad eden ve bize İmamlar'ın dilinden aktarılan kurtuluş reçeteleridirler..İnsanlar bu duaları okudukları zaman ruhi kuvvet kazanıyor şiddetli zorluklar karşısında huzur buluyor ve şehadet onlar için kolaylaşıyordu…

Allah’ın misafiri için açtığı sofra Kur’an'dır..Ziyafetin verildiği mekanda özellikle Kadir Gecesi'dir..Ve bu ziyafetin adıda arınma temizlenme ziyafetidir…

İnsan bu ayda tüm hayvani boyutlarını gerçek insanı boyuta dönüştürmelidir…

Müptela olduğumuz bu zulumetleri Nur‘a hatta mutlak Nur‘a sürüklemelidir, alemin tabi olduğu Nur'a..

Bunlarda ancak Dua ile mümkündür….

“Allah’ım! Her ne kadar biz rahmetine ehil değilsek de, şüphesiz sen geniş rahmetinle bizi bağışlamaya ehilsin.

Allah’ım! Sen dünyada günahlarımızı bağışladın ve biz günahlarımızın ahirette örtülmesine daha çok muhtacız.

Ey Allah’ım! Bize, tümüyle sana bağlanmayı nasip et. Kalplerimizin gözlerini sana bakma nuruyla aydınlat ki kalplerimizin gözleri, nurdan hicapları yırtsın ve böylece azamet madenine bağlansın….”

Amin ya Rabbel Alemin !..

Murat Avci

Tagged under
Cuma, 19 Haziran 2015 12:51

Kur'an-ı Anlamanın Önündeki Engeller

İlahi ve ebedi bir mucize olan Kur’an’da her şey sonsuzluğu göstermektedir. Ve anlamları için hiçbir had ve sınır yoktur. [1] Bundan da anlaşıldığı üzere Kur’an-ı doğru anlamanın yolu ayetler hakkında insanın zihni ve soyut yorumu değildir. İtibari beşeri ölçüler sonsuz değerler okyanusu karşısında hiçbir değere sahip değildir.

Kur’an’ın kökeni, nüzul esası, metodu ve terkibi Allah tarafından olduğu gibi; Kur’an’ı anlamanın mertebelerini tanıma metodu da Allah tarafından gösterilmiştir. Zira Allah; “Eğer onlar sana sırt çevirirlerse senin görevin, buyruklarımızı onlara açıkça duyurmaktan ibarettir”‌[2] diye buyurduğu gibi Kur’an’ı anlamanın yolunu da bizzat beyan edebilir. O halde Kur’an ile tanışma ve doğru anlama niteliği hususunda en iyi metot her şeyden önce Kur’an’a müracaat edilmesidir. Kur’an’da yer alan çeşitli ayetlerde ilahi ayetlere yöneliş şartları ve içinde gizli hakikatlerden faydalanma yolu beyan edilmiştir. Eğer bir kimse bu şartlara riayet etmeksizin Kur’an’a yönelecek olursa bu kitap kendisine faydalı olmayacağı gibi hatta saptırıcı ve zarar vericide olabilir. Bu Kur’an mucizesinin yüce boyutlarından biridir. Bu hidayet edici kitap aynı zamanda saptırıcıdır da. “Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanını olsun (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise, “Allah, bu örnekle neyi amaçlamıştır?”‌ derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete ulaştırır. O bununla ancak fasıkları saptırır.”‌[3]

Kur’an’a göre Kur’an-ı hakkıyla ve layık olduğu şekilde anlamaya engel teşkil eden en önemli unsur yaygın örnekleri ve anlamlarına teveccühen zulümdür. İsra suresi 82. Ayet esasınca sadece zalimler Kur’an-ı doğru anlamaktan, rahmetinden ve hidayetinden mahrumdurlar. Bu makalede bu ayeti esas alarak Kur’an-ı layık olduğu şekliyle anlamaya engel teşkil eden bir unsur olarak zulmü incelemeye koyulacağız.

Kur’an’a göre, Kur’an-ı Anlamanın tek engeli zulüm dür.

Kur’an anlayışında açıkça ifadeler kullanan en iyi ayet şu ayettir.

“Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”‌[4]
Bu ayet Kur’an anlayışını bir taraftan iman ve mertebelerine ve bir taraftan da imanın karşıtı olarak[5] ortaya konan zulme bağlı saymıştır. İnsanın ilahi fıtratı esasınca söz konusu engeller ortadan kalktığı takdirde kalbi inançlar ve iman serpilip gelişmektedir. [6]

O halde Kur’an’ı layık olduğu şekilde anlamanın en önemli adımı engelleri tanımak ve ortadan kaldırmaktır. Bu ayette hasr (bir şeyin içine alma, yalnız bir şeye mahsus kılma, bir çember içine almak. ; yani nefiy ve istisna) gereğince Kur’an-ı anlamaya engel olan unsurların kökü Kur’an tarafından zulüm olarak gösterilmiştir. Eğer Kur’an-ı anlamaya daha çok işlerlik kazandırmak istiyorsak hiç şüphesiz engelleri güzel tanımalı ve bu engelleri Kur’an-ı tanıma yolundan kaldırmalıyız. Bu yapıldığı takdirde artık Kur’an-ı doğru anlayıp anlamama noktasında endişe etmemeliyiz. Zira engelleri kalktığı bir ortamda doğal olarak Kur’an hakikatleriyle yakından tanışmış oluruz. Zira Allah şöyle buyurmaktadır: “İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz ayetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.”‌[7]

O halde Allah insanlara zulmü uygun görmediğinden dolayı ayetlerini de onlar için kendisi tilavet etmektedir. Buna bağlı olarak insanlar da zulümden uzak oldukları miktarda Allah’ın ayetlerinden faydalanır ve doğru olan anlamlarına yakınlaşmış olurlar. Dolayısıyla Allah’ın ayetlerini inkar edenler sadece zalimlerdir. Zalim oldukları için de sonuçta Kur’an-ı hak ve layık olduğu şekilde anlamaktan mahrumdurlar: “Ayetlerimizi sadece zalimler inkar eder.”‌[8]

******************************************************************************************************************************************************

[1] Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bir zahiri ve bir de batını vardır. Batıni için de yedi batına kadar ayrı bir batın vardır.”‌ Hafız Nuruddin Heysemi, Mecme’uz Zevaid ve Menbe’ul Fevaid, c. 7, s. 152, hakeza Tefsir’i Safi, c. 1, s. 59’da bu sözü farklı tabirlerle diğer İmamlardan (a.s) nakletmiştir. Öyle ki iştihar, Müstefiz ve mütevatir haddindedir. Örneğin Hz. Ali (a.s) Nehc’ul Belağa’da şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Kur’an çeşitli anlamlara gelen boyutlara sahiptir.”‌ (77. mektup) bu da gösterdiği gibi Kur’an kavramları zaman ve mekanın üstündedir. Sınırsızdır ve herkes için her zaman derk edilir bir konumdadır.

[2] Nahl suresi, 82. ayet

[3] Bakara suresi, 26. ayet

[4] İsra suresi, 82. ayet

[5] Genellikle Kur’an ayetlerinde iman, küfür ve şirk karşısında yer almıştır. Bkz. yasin suresi 47. ayet; Mutaffifin suresi, 34. ayet; Hac suresi, 17. ayet ve Yusuf suresi, 106. ayet

[6] Kur’an-ı Kerim “Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.”‌ (Kaf suresi 37. ayet) ayetinde hakikatte iman ve doğruluğun sadece kalp ve fıtratın salim olduğu kimseler için vücuda geldiğine işaret etmektedir.

[7] Al-i İmran suresi, 108. ayet

[8] Ankebut suresi, 49. ayet

Published in Kur’an
Tagged under
Pazartesi, 16 Mart 2015 03:27

Kur’an-ı Kerim’de Sosyal İlişkiler

Kur’an, hitaplarını çoğul kiplerde söyleyerek halkı birliğe çağırmakta ve sosyal meselelere ilişkin hayatın tanzim edilmesinde toplumu sorumlu tutmakta ve insanın fıtratına uygun olan, beşerin en güzel biçimde yaratılış ilkesine uyum sağlayan birtakım kanun ve sünnetleri bizlere bildirmektedir.

Bu sebepledir ki, bölünmeye yol açarak eşrefi mahlûku esfeli safilin derecesine iten bütün hal ve davranış biçimlerini şiddetle kınamış, ilahi rızaya uygun olan birlik, sevgi ve muhabbete yol açan hal ve davranışları ise övmüştür. Şeytanın yoldan çıkarma aracı olan ırkçılık, kabilecilik, zaman, mekân, iklim ve benzeri farklılıklardan doğan ayrımlara ise, sadece toplumların birbirleriyle olan tanışma çerçevesi dâhilinde izin buyurmaktadır. Hal böyle olunca, İslam insanların birbirlerinin rengi, makamı, maddi durumu, soyu vb. şeytani fısıltılardan dolayı küçümsemelerini veya birbirlerine karşı böbürlenmelerini şiddetle reddetmekte ve bu davranış biçimlerini cahiliye adetleri olarak değerlendirmektedir. Üstünlüğü ise Allah’a olan yakınlıkta, Allah’tan çekinip emirlerine uymakta ve O’nun yasaklarından sakınmakta görmektedir.

Fertlerin birbiriyle olan ilişkilerinde güzel kardeşlik ilkelerine riayet etmeyi buyuruyor:

“Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat 10)

ayeti kerimesiyle bütün Müslümanlara farz kılmakla yetinmeyip evrensel bir inanç olduğu için samimiyet ve adaletin, inanan inanmayan ayrımı yapılmaksızın bütün beşer arasında uygulanmasını şart koşarak herhangi bir şahıs veya grup fitne çıkarma hayaline kapılıp zulmetme ve tecavüz hevesini tasarlamadıkça onlarla eşitlik ve adalet esasınca muamele edilmesi, karşılıklı saygının tüm yönüyle korunması gerektiğini vurgulamıştır. Kur’an-ı Kerim bu hususta şöyle buyuruyor:

“Allah, sizinle din konusunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletle davranmaktan sakındırmaz. Allah, adaletle muamele edenleri sever. Allah, ancak sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımcı olanları dost edinmekten sizi sakındırır. Onları dost edinenler zalimlerin ta kendileridir.”(Mumtehine 8)

Öte yandan insan “en güzel surette” (Tin 4) yaratıldığından dolayı o en güzel davranışla karşılaşma liyakatine sahiptir. İşte bunun içindir ki, Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Kullarıma de ki: ‘En güzel olanı söylesinler.’ Gerçekten de şeytan onlar arasında pislik çıkarmaya çalışıyor.” (İsra 53) ve “İnsanlara güzel söz söyleyin” (Bakara 83)
Bu ayetlerde geçen konuşma ve söylemekten maksat, sadece teorik davranış değildir, hayatın her safhasında pratiği mümkün olan davranış biçimidir.

Her ne kadar İslam sınırlarına saldıran harici güçleri yok edinceye kadar onlarla savaşmak gerekiyorsa da, İslam sınırları içerisinde herhangi bir ihtilaf ve çelişki ortaya çıkarsa zahirde düşman sayılan Müslüman kardeşi yok edici fiillerden kaçınmak ve düşmanlığı gidermek gerekir.

Düşmanı yok edip ortadan kaldırmak çok zor bir iş değildir. Düşmanlığı giderip insanları dostluk ortamına kavuşturmak çok zor bir iştir ve bunu ancak salih düşünürler başarabilir. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle sav. İşte o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluverir.” (Fussilet 34)

Binaenaleyh, İslam muhiti, sevgi ve muhabbet ekseni etrafında dönen aile muhitine benzer. Bu muhitte devamlı olarak “Onlarla iyilikle geçinin” nidası duyulmakta ve fertlerin hem birbirleriyle kaynaşıp birleşmeleri ve hem birbirlerinden ayrılmaları, ihsan ve iyiliklere bağlı bulunmaktadır. “Ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermek.” Büyüklere karşı ise “Onlardan biri ya da ikisi senin yanında ihtiyarlık yaşına varırsa onlara asla sert konuşma, onlara bağırma, onlarla güzel konuş.” emri sürekli saygılı olmayı vurgulamaktadır. Buna karşılık büyüklerin akıllarından kaynaklanan sevgileri devamlı olarak küçüklerin yaşantısına kesintisiz olarak muhabbet ürünlerini sunmaktadır. İşte İslam toplumunda geçim ve davranış usulleri bu ilkeler üzerine kuruludur.

Kur’an-ı Kerim’e göre; toplumsal hayatın hukuku ilişkileri eşitlik ve karşılıklı adalet temelleri üzerine dayalıdır. Bu yüzden de adaleti emrettiği gibi zulmetmeyi de menediyor. Zulmetmek devamlı zulme boyun eğmekle içiçedir. Bu konunun önemi Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden istinbat edilmektedir. Zira Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti bütün peygamberlerin mesajlarının adaletin uygulanması olduğunu açıklamaktadır: “Ant olsun, biz, peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönderdik, insanlar adalet üzerinde dursunlar diye onlarla birlikte kitap ve mizan (adalet) indirdik.” (Hadid 25)

“Ey iman edenler, Allah için adaleti ayakta tutup ona şahit olanlardan olun.” (Maide 8)

“Ey iman edenler, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutanlardan olun.” (Nisa 135)

Bu arada Kur’an-ı Kerim’in adalete emreden ayetlerinin yanı sıra bir kısım ayetleri de zulüm yapmayı nehy ederek bu konuda zalimin zorbalığına karşı çıktığı gibi, zulme rıza gösterilerek yaşanacak bir hayat şeklini de reddetmektedir. Ve gerçekte, zalim ile zulme rıza gösteren kişileri aynı kategori de değerlendirip her ikisini de şiddetle kınıyor. “Ne zulmeder, ne de zulme boyun eğersiniz” (Bakara 279)

Kur’an-ı Kerim, kabiliyetlerin farklı olmasını bir imtihan ortamı ve toplum fertlerinin kendilerini ortaya koyarak toplumsal işlerin adil bir şekilde bölünmesi ve karşılıklı yararlanma için bir vesile olarak değerlendiriyor. Her türlü horlamayı, şahsiyet kırmayı, tek yönlü ve karşılıksız olarak yararlanmayı kabul etmiyor. “Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabb’in, cezası çabuk olandır ve O bağışlayan, merhamet edendir.” (Enam 165)

“Onlar mı Rabbinin rahmetini bölüyorlar. Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik ve onlardan kimini ötekine derecelerle üstün kıldık ki, bazısı bazısına iş gördürebilsin. Rabbinin rahmeti onların topladıklarından oldukça hayırlıdır.” (Zohrof 32)

Allah’ın kullarına verdiği her türlü nimet ve kemal onları denemeye yöneliktir. Bu nimetler verildiği kimselerin üstünlük ve kerametine, verilmeyen kimselerin horluğuna ve düşüklüğüne delalet etmemektedir. Dolayısıyla “Ey iman edenler bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin, belki (alay ettikleri kimseler) onlardan daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesin; belki onlar, kendilerinden daha iyidirler.” (Hucurat 11) ayeti kerimesi her türlü horlama ve böbürlenmenin önünü alıp özel, türel ve hatta toplumsal saygıyı korumayı fertten topluma kadar gerekli görüyor ki bu sayede medinei fazılanın (ideal toplumun) kurulma ortamı sağlanmış olsun. Medinei fazıla veya ideal toplumda her ferdin uygulaması gereken güzel davranış, onun sorumluluğuna göredir.

Bu yüzden toplumun önemli makamlarında bulunan kimselerin, bu konudaki sorumlulukları başkalarına oranla daha fazladır. Bunun için Hz. Musa (a.s) ile Hz. Harun’a (a.s) yumuşak konuşmakla din tebliğini başlatmaları gerektiği emrolundu. “Ona yumuşak söz söyleyin, belki hatırlar veya korkar.” (Taha 44)

Ama Firavun, kötü tercihi sonucu, kendi inatçı topluluğu ile birlikte denizde boğulup helak oldu.
“Sulardan onları kaplayıveren kaplayıverdi.” (Taha 78)

Hz. Resulullah’a (s.a.a) da halka karşı sevgi, tevazu ve yumuşaklıkla davranması emrediliyor:

“Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak oldun. Eğer katı kalpli sert birisi olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmran 159)

Başkalarının görüşüne saygı göstererek toplumda birliğin sağlanması, faal güçler cezbedilip fikir sahiplerinin fikirlerinden yararlanılması için çok güzel bir toplayıcı araç olan meşveret de bu doğrultuda olduğundan Hz. Resulullah (s.a.a) da ona emrolunmuştur. Zaten Resulullah’ın (s.a..a) davranış sireti de, Hak Teala’nın tavsiyesi üzerine müminlere karşı alçak gönüllü olup merhametle davranmaktı. “Sana tabi olan Müminlere karşı alçak gönüllü ol.” (Şuera 215)
Tuğyancılara karşı kesin şiddetli ve onurlu bir tavır alıp müfsid insanlara hoşnutsuzluğunu bildirmesi de ilahi önderin sünnetlerindendir.
“Eğer sana isyan ederlerse de ki: Gerçekten ben sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Şuera 216)

Kur’an-ı Kerim’de alçak gönüllü olmak, bazen çocuğun aziz baba ve annesi karşısında yaptığı gibi, küçüklüğünü belirterek itaat etmek şeklindedir. “Onlara (anne babaya) karşı merhametle alçak gönüllü ol.” (İsra 25)
Bazen de küçüğe karşı ra’fet ve merhamet göstermek şeklindedir. İlahi bir önderin görevli olduğu alçak gönüllülük ve mütevazılık bu kısımdandır.

Kur’an-ı Kerim’in muaşeret kurallarının iyileştirilmesindeki temel amaçlarından biri bu yolla parlak toplumsal ilişkilere dayalı gerçek huzura sahip uygar bir topluluk oluşturmaktır. İyi niyetli olma emrini de böyle bir toplum için karar kılmıştır. Zira müfsit bir toplumda kandırılmaya vesile olan sadeliğin doğru olmamasına rağmen salih bir toplulukta da başkalarına karşı iyi niyetli olmak temel kurallardandır.“Birçok zanlardan kaçının, zira bazı zanlar gerçekten de günahtır.” (Hucurat 12)

Ayetullah Cevadi Amuli