EHL-İ SÜNNET’İN KİTAPLARI VE MEHDİ’NİN ÖZELLİKLERi

Rate this item
(0 votes)
EHL-İ SÜNNET’İN KİTAPLARI VE MEHDİ’NİN ÖZELLİKLERi

Bazı sünni kardeşler şöyle demekteler: "Şii kitaplarında Mehdi’nin varlığı açık ve belli bir şekilde ifade edilmiştir. Ama Ehl-i Sünnet kitaplarında gizli ve kapalı bir şekilde açıklanmıştır.

Örneğin çoğu hadislerinizde görülen ve İmam’ın kesin alametlerinden sayılan gaybet meselesi bizim Ehl-i Sünnet hadislerinde zikredilmemiş ve gereğince önemsenmemiştir.

Vaadedilmiş Mehdi sizin hadislerinizde "Kâim" "Sahib-ul Emr" vb. isimlerle de anılmıştır. Ama bizim hadislerde Mehdi dışında bir isim kullanılmamıştır. Özellikle de "Kâim" tabiri bizim hadislerimizde hiç kullanılmamıştır. Sizlere göre bu durum düşündürücü değil midir?

Bu kardeşlerimizin böyle düşünmelerinin sebebi muhtemelen Mehdi'likkonusunun Ümeyye ve Abbasoğulları zamanında bütünüyle siyasi bir renge bürünmüş olmasıdır.

Va’dedilmiş Mehdi (a.s)’ın özellik ve alametleri ile bilhassa gaybet ve kıyamla ilgili hadisleri kaydetmek ve nakletmek serbest değildi, zamanın halifeleri hadislerin, özellikle de Mehdi’nin gaybet ve kıyamıyla ilgili hadislerin toplatılmasına ve tedvinine özel bir duyarlılık gösteriyordu.

Hatta gaybet kıyam ve huruc kelimelerine bile oldukça hassas idiler.

Eğer sizler de tarihe müracaat eder, Emevi ve Abbasi döneminin siyasi olaylarını ve buhranlı dönemini incelerseniz bunları mutlaka teyid edersiniz. Biz bu kitapta o dönemin olaylarını incelemek istemiyoruz. Ama maksadımızı ispat etmek için iki konuya işaret etmek istiyoruz.

Birincisi; Mehdi'lik konusu derin dini kökleri olan bir inançtı ve bizzat Peygamber (s.a.a) de küfür ve dinsizliğin yayıldığı, zulmün çoğaldığı bir zamanda Mehdi’nin dünyayı ıslah edeceğini bildirmişti.

Bu yüzden müslümanlar daima bu mevzuyu güçlü bir dayanak kılmış, teselli kaynağı ve önemli bir hadise olarak tanımıştı, dolayısıyla da onun zuhurunu bekliyorlardı.

Bilhassa dört bir yandan ümitsizlikle kuşatıldıkları buhranlı ve zulüm dönemlerinde mezkur inanç daha da bir canlanmakta ve yaygınlaşmaktadır. Bundan dolayı ıslahat yanlıları ve bazen de çıkarcılar bundan istifade etmekteydi.

Dini kökleri olan Mehdi'lik inancından yararlanmak isteyen kimselerden birisi Ebu Müslim-i Horasani idi. Ebu Müslim Horasan’da çok geniş bir hareket başlattı.

Kerbela’da öldürülen İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarının, Hişam b. Abdulmelik zamanında feci bir şekilde öldürülen Zeyd b. Ali b. Hüseyin’in (r.a) ve Velid zamanında öldürülen Yahya b. Zeyd’in intikamını almak için Emevilerin zalim düzenine karşı kıyam etti.

Halktan bir grup Ebu Müslim’i va’dedilmiş Mehdi sanıyordu. Bazıları da siyah bayraklarla Horasan tarafından gelen ordu olarak kabul edip Mehdi’nin zuhur alametlerinden biri sayıyorlardı. Bu genel savaşta Aleviler (Hz. Ali’nin soyundan gelenler), Abbasoğulları ve diğer müslümanlar hep bir safta yer almışlardı. Elele vererek Emevileri İslami hilafet makamından uzaklaştırdılar.

Bu köklü hareket gerçi Peygamber ailesinin gasbedilen hakkını almak ve Hz. Ali’nin soyundan gelip te suçsuz yere öldürülenlerin intikamı için başlatılmıştı.

Bu hareketin liderleri arasında gerçekten hilafeti Hz. Ali’nin soyundan gelenlere vermek isteyenlerde vardı, ama Abbasoğulları bu ortamda büyük bir kurnazlıkla hareketi gerçek yolundan saptırdılar ve Alevi hükümetini ele geçirdiler. Kendilerini Peygamber’in Ehl-i Beyt’i olarak göstererek İslami hilafetin başına geçtiler.

Bu büyük harekette halk zafere ulaştı ve Emevilerin zalim halifelerini İslami hilafetten uzaklaştırdılar. İnsanlar buna çok seviniyorlardı.

Üstelik hakkı haklıya vermiş ve İslami hilafeti Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine teslim etmişlerdi. Aleviler de bir yere kadar seviniyorlardı; gerçi kendileri hilafete ulaşamamıştı ama en azından Emevilerin zulmünden kurtulmuşlardı.

Halk bu zafere oldukça sevinmiş, ülkenin durumunu ıslah, İslam’ı ilerletme ve kendi durumlarına çeki düzen verme konusunda altın rüyalar görmeye başlamışlardı ve birbirlerini müjdeliyorlardı.

Ama çok geçmeden bu tatlı uykudan uyandılar. Durumun pek değişmediğini ve Abbasoğulları hükümetinin de Beni Ümeyye hükümetiyle aynı olduğunu gördüler. Hepsi de mevki ve makam düşkünü, ayyaş ve halkın malını zorla elinden alan kimselerdi.

Adalet, ıslahat ve ilahi hükümleri icra gibi bir dertleri yoktu. Yavaş yavaş insanlar uyanıyor, geçmiş hatalarının ve Abbasoğullarının kurnazlığının farkına varıyorlardı.

Aleviler de, Abbasoğullarının kendilerine, İslam’a ve müslümanlara yaptıklarının, Emevilerin yaptıklarıyla fazla farklı olmadığını gördüler. Bu sebeple yeniden savaşmak ve Abbasoğullarının halifeleriyle mücadele etmekten başka çareleri yoktu.

Hareketi en iyi şekilde başlatacak olanlar Ali ve Fatıma’nın (a.s) evlatlarıydı. Ancak bunlar arasında hilafete herkesten daha çok lâyık olan bilgin, fedakâr, iffetli ve layık insanlar vardı; üstelik onlar Hz. Peygamber’in (s.a.a) gerçek evlatlarıydı ve bu yakınlıkları dolayısıyla halk tarafından seviliyorlardı.

Öte yandan, onlar mazlumdular ve meşru hakları çiğnenmişti. Halk kitleleri yavaş yavaş Peygamber ailesine yöneldiler, Abbasî halifelerinin diktatörlüğü arttıkça Ehl-i Beyt’in sevgisi de halkın kalbinde artıyor bu da onları zulümle savaşmaya teşvik ediyordu. Böylece halk hareketi ve Alevilerin kıyamı başladı.

Arada bir onlardan birinin etrafına toplanıyor ve büyük bir kıyam başlatıyorlardı. Bazen de Peygamber zamanından kalan ve müslümanların zihninde yereden Mehdi’lik inancından istifadeyle inkilabın öncüsünü va’dedilmiş Mehdi olarak tanıtıyorlardı. Bu sebeple Abbasoğullarının hilafeti katı, cesur ve bilgin kimselerle karşıkarşıya kalmıştı.

Abbasî halifeleri Alevi seyyidlerini çok iyi tanıyorlardı, onların zâti liyakâtî, fedakarlığı, hürmeti ve şerafetinden haberdar idiler. Öte yandan İslam Peygamber’inin va’dedilmiş Mehdi hakkındaki müjdelerini de duymuşlardı,

Hz. Peygamber’den nakledilen hadisler esasınca Hz. Mehdi’nin Zehra’nın (a.s) evlatlarından olduğunu, kıyam edeceğini ve zalimlerle savaşarak kesin bir zafere ulaşacaklarını biliyorlardı.

Mehdi’lik olayından ve bunun halkın kalbindeki manevi etkilerinden haberdar idiler. Bu yüzden denilebilir ki Abbasi hilafetine yönelen en büyük tehlike Aleviler tarafından idi.

Halife ve uşaklarının gözünden rahat uykuyu alan ve onların ruhsal dengesini bozanlarda onlardı. Halifeler de gece gündüz halkı Alevilerin etrafından dağıtmaya çalışıyorlardı. Hertürlü toplanma, hareket ve kıyama engel oluyorlardı. Özellikle de tanınmış Alevileri büyük bir dikkatle ve gizlice izliyorlardı.

Yakubi şöyle diyor: "Musa Hadi Alevileri yakalamak için büyük bir çaba gösteriyordu. Onların arasına büyük bir korku salmıştı, bütün şehirlere haber göndererek Ebu Talib’in soyundan olanları yakalamalarını ve kendisine göndermelerini emretmişti."[1]

Ebu-l Ferec şöyle yazıyor: "Mansur hilafete ulaşınca bütün gücüyle Muhammed b. Abdullah b. Hasan yakalamak ve hakkında bir bilgi elde etmek için çalıştı."[2]

[1]- Tarih-i Yakubi, Necef baskısı, H.1384, c.3, s.142.

[2]- Mekatil-ul Talibiyyin, s.143.

Read 2889 times